Prof. Dr. Sinsi
|
Balkanlardan Gelen Türklerin Kültürleri
Balkanlardan gelen türklerin kültürleri
Ülkelerin sınırı ile dilin sınırını eş görenler, kültürün tesir gücünü vurgulamak açısından haklıdırlar Onun için dilin konuşulduğu her yer vatan kabul edilir Aynı durumu diğer kültürel unsurlar, benimsenen inanç açısından da düşünmek gerek Kültürel etkinliği, siyasi-ekonomik güce dönüştürmeye çabalayan ülkeler var Bu doğrultuda projeler, stratejiler geliştirenlerin; Belene, Bosna, Kosova, Kafkas, Kırım, Afgan, Filistin vb yerlerde hasım gördüğü, kültür ve inanç sahiplerini ezmeye çalıştıkları açık
Peki, Türk kültürü ile İslam medeniyetinin sahibi olanlar ne yapıyor? Onlar mevcut potansiyeli değerlendiriyorlar mı? Bu soru herhalde, zenginlik üstünde Hint fakirlerinden de öte “mankurt” duruşuna talip olan vazıyetimiz açısından çok acı Biz kültür ve medeniyetimizin potansiyelini, insanlık için huzur kaynağı, ekonomik-sosyal dayanışma aracı olacak tarzda değerlendireceğimize; onlarla kavgalıyız Tam mankurt tavrı bu Efendiler- can düşmanlar yararına, kendi köküne zarar verme yaranmacılığı Yalnız hep kötü örneklere bakmamak gerek Bazen iyi şeyler de oluyor bu ülkede

17 Mayıs 2002 gecesi Meram’da dikkat çekici bir Uluslar arası panel gerçekleştirildi Gayet canlı, samimi bir atmosferin akşam 20 00’den 23 30’a kadar sürmesi acaba ismi önünde kocaman unvan ve sıfatların olduğu, insanların bulunmamasından mı idi? Yoksa Meram Çınaraltı’nın, konuya ilgi duyan-gönül verenleri ancak alacak mekanına başkalarının, davet edilmemesinden mi idi? Bir grup üniversiteli genç, baştan-sona toplantıyı organize ederek o önemli işi başardılar Yanlarında her yönden destek verip toplantıyı üstlenen bir sivil toplum kuruluşu vardı: Balkan Türkleri Kültür Ve Yardımlaşma Derneği Katılanlar ve dinleyiciler hariç tutulursa, hepsi bu kadardı
Panelin adı, Türkiye’deki kültürel yozlaşmayı silkeleyip-ezecek irilikteydi: Uluslar arası Balkanlarda Türk Kültürü Paneli Tarihe not düşme kabilinden panelin satırbaşlarının verilmesi gerekmektedir
Konya’dan kimsenin aralarında olmadığı panelistler, zihinlerde yer etmesi gereken konulara değindiler
Açılış konuşmasını yapanlardan Fahriye İpekçioğlu, emekli bir öğretim görevlisi ve üç ayrı kitaba imza atan aynı zamanda KIBATEK ( Kıbrıs- Balkanlar- Avrasya Türk Edebiyatı Kurumu Derneği) genel başkanı idi İlk tanıştığımızda Kara Fatma’yı hatırlattı Fahriye Hanım Hani Ruslarla mücadelede yüzbaşı olan kocasını şehit verip, onun silâhını kaparak, Ermeni- Rum saldırganlara karşı, savaşan Millî Mücadele kahramanı Fatma Seher’i Devrinde kartpostallara, posterlere destansı azim ve cesareti konu olan Kara Fatma, şimdilerde unutuldu, yok oldu sanırdım Asker kökenli ama üniversite yetkilisi kocasını PKK saldırısı ile kaybeden Fahriye Hanım, kültür kılıcını kuşanmıştı Emekliliğinin üstünden on yıl geçtiği halde kitaplar, paneller, o meydandan o meydana geçiyordu Zaten şehit anaları ve eşlerinden her biri bir Kara Fatma değil miydi?
Kısa, özlü konuşmasıyla sözü panelistlere bırakan Balkan Türkleri Derneği Başkanı Osman Altınsu’nun ardından İslam Beytullah Erdi adlı meydan eri konuştu Erdi, ağarmış saçları, ilerleyen yaşına inat zinde duruşu ile Balkanlar’da en geniş Türk zümresini barındıran Bulgaristan üzerinde durdu Daha 1940’lı yıllarda Bulgar nüfusunu dengeleyen Türklerin adım adım, dilde, inandığını yaşamada, gazete-dergi, kitap yayıncılığı ve eğitimde nasıl geriletildiğini özetledi Türkiye’de Latin alfabesine geçildiği 1 Kasım 1928’e yakın günlerde, Bulgaristan’da Türklerin Latin alfabeli gazete çıkardığını hatırlattı Bulgar asimilasyon çabasına karşı ailesinin, “ İslâm Beytullah” adını verdiği yazar ve şair panelist, bu anlatımı ile Anavatana olan bağlılığı vurgulamak istiyordu Bulgar’ın insafına terk edilen “Evladı Fatihan”ın, Anavatan ile bağı sürdürmek için hangi seviyede dikkatin sahibi olduğunu düşündürüyordu Değilse adı, “Medresetü’n Nüvvab” olan okullar, Türk çocuklarına, kimliklerini kazandıran eğitimi vermeye 1947’ye kadar devam etmişlerdi Hâlbuki Türkiye’de medreseler 1924’te kapatılmıştı Önce kültürel varlığı yaşatan rolünden dolayı Türkçe’nin ardından, Türkçe kitap ve gazetelerin kapatıldığı Bulgaristan; isimleri değiştirip, çocukların sünnetine kadar engel olan bir insanlık ayıbına yönelince göçler artmıştı
İslâm Erdi’nin konuşmasına, Bulgaristan’dan göçüp gelmiş bir üniversite öğrencisinden soru geldi Soru can yakıcıydı: “Göçmekle ihanet etmiyor muyuz? Bulgarın yerini genişletiyoruz Oralarda kalanlar, azınlığa düşerek kültürünü kaybediyor ” Örneği de bir arkadaşındandı Arkadaşı Bulgaristan’a döndüğünde, çocuklukta beraber oynadığı yaşıtını tanıyamamıştı Çünkü çocukluk arkadaşı, artık Bulgarca konuşuyordu
Üniversiteli genç, zülfi yâre dokunuyordu Zira kendisi gibi, İslam Erdi de ilgiyi koparmasa da göçüp gelmişti Erdi, artık bir panelist değil zulmü iliklerinde yaşamış “Evlâd-ı Fatihan” kimliği ile cevap verdi O, Bulgaristan’da uzun süre gazeteci, yazar, şair olarak yaşamıştı Hatta Bulgar Gazeteciler Birliği’nin Genel Sekreteri olarak dört yıldan fazla çalışmış, Bulgarlara da “şirin gözükmek” için gayret göstermişti Ama bu görünüş, esimile olma anlamına gelmiyordu Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olmak kolay değildi 1984‘lerde her şeyi göze alarak yaşadığından Belene Kampı’na götürülmüştü Belene’de üç kişi, bir hücreye kapatılmışlardı Gökyüzünü parmak genişliğinde bir delikten görebiliyorlardı Bir gün o delikten aşağı, katlanmış bir kâğıt parçası düşer Kâğıt, kendisi gibi Belene mahkûmu olan Türklerdendir Aydın-şair İslam Erdi’den, Marş istemekte: Büyük Akif’in “İstiklal Marşı’nın bir kıtasını biliyoruz, yaz-oku da biz de öğrenelim” demektedirler
Zindanda , ölüm kampında Türk İstiklâl Marşı! Türkiye’de bu marşı, cenaze ilahisi gibi mırıldananlar için ne kadar lüks bir istek değil mi? Hayır O, “Tek dişi kalmış canavar”ın, kara, kızıl her türlüsüne meydan okuyan, bir iman-istiklâl kaynağıdır Belene’de Bulgaristan Türkleri, bunun farkındadırlar Ama kampta bilen iki kişi vardır Biri İslam Erdi’dir O da on kıtadan sadece üçünü bilmektedir Hücrede marşın hecelerini sayarak on dört rakamını bulur Üçüncüye, dördüncüyü kendi ilâve eder Ve gece yarısı saat bir sularında topluca “tekbir” getirir gibi marş okurlar İki kişinin bildiğini, Belene Adası’nda bin kişi öğrenir Bulgar’ın assimile çabası karşısında, tersine bir bilinç dirilir İslâm Beytullah, ne olursa olsun, Balkanlarda Türk kültürünün yok edilemeyeceği kanaatindedir Bu durum Ölüm Daha Güzeldi kitabını hatırlatıyor Hani, Belene’den çok önce, Ahmet Davutoğlu, Bulgaristan’da uzun süre hapsedilir O, gecenin sessizliğinde yanık- yüksek bir sesle, yüceler yücesine yakarır ve Kur’an okurmuş Gardiyanlar, sesi dinler ve Davutoğlu’nun, “Arapça şarkı” söylediğini sanırlarmış Türkiye’de uzun süre Prof olarak hizmet veren Davutoğlu’nun anlattıkları ile İslâm Beytullah’ın anlattıkları ne kadar da örtüşüyor Yalnız Davutoğlu, medrese tahsili almıştır Kur’an okuyarak kimliğini vurgulayıp-yaşatmaktadır 1984’lerdekiler ise; bilgin, büyük şair, aynı zamanda hafız Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı kıtalarından bildiklerini haykırarak Bu bir erozyonsa bilinmelidir ki, yalnız Bulgaristan Türklüğüne has değildir 
Panelin ikinci konuşmacısı Hadiye Pepiç’tir Hadiye Hanım, Bosnalıdır Sırp saldırılarının başladığı sıra 1990 başlarında, üniversite 3 sınıf öğrencisidir Öğrenimi bırakıp savaşa katılır Savaştan acı tecrübeler edinir Görür ki, Sırpların gerisinde sadece Ruslar yoktur Şaşırtıcıdır ama A B D vardır Barış güvercini ABD, savaş alanını yeni silâhların deneme laboratuarı olarak kullanmaktadır Sırpları silâhlandırmaktadır Bunların içinde Avrupalı birçok askerin de ölümüne sebep olan nükleer deneme silâhları da vardır Gizlenip örtbas edilen bu tavrına ABD; sonra Kosova, Sancak, Kafkas, Afganistan ve Filistin’de devam eder Bakın diyor Hadiye Pepiç; ölüm silâhlarının denendiği, savaşın çıkartıldığı yerlerin “hepsi de halkı Müslüman olan ülkelerdir Üstelik biri bitince diğeri başlatılmaktadır ” Pepiç’ten sonra dinlediğim konuşmalar bunlar İsminin “Hâdi”, “Hâdiye” olarak, yol gösterici anlamına mı geldiğini soruyorum “Bizde”diyor “Hadiya”denir “Savaşçı kadın demektir ” Hadiye, savaştan sonra, yeniden öğrenim hayatına başlamış Ege Üniversitesi, Eczacılıkta sona gelmiş İki dersi verip fakülteyi bitirip, sonra akademik kariyer yapmayı düşünüyor Konuşması anlamlı Bosna-Hersek’te Türk kültürünü anlatmaya, Mostar’dan başlıyor: “Önce Mostar Köprüsü’nü, sonra insanlar arasındaki bütün köprüleri yıktılar ” Burada haçlılık duygusunun tahripkârlığını, Sırp haydutlarının nasıl adi alet olarak kullandığını düşünmemek mümkün değil İki buçuk milyon insanın evinden-barkından göçüşü, yüz binlerce kadının bilinçli ve askeri eylem olarak kirletilişi Ve Sırpların gebe bırakıncaya kadar işkence ettiği kadınlardan olan çocuklara Amerikalı Hıristiyanların “insanî” yardım kampanyaları 
Haçlılığın Bush ağzından çıkan “yanlış” telaffuzu ile, Sırp süngüsünün, nükleer başlıklı denemenin, deprem bombası kullanmanın arasında fark yok Güvercin kanadının pırpırları, akçalı barış propagandistlerinin dalkavukça satırları ile bile o alçaltıcı niyet gizlenemiyor 
Düşünceler, alıp götürür, beyine “kıymık batırır”ken Pepiç’in sözlerine takılmamak zor Boşnak edebiyatını anlatıyor Türkiye Türkçesini resmi dil yerine geçtiğini, bu arada Boşnak Türkçesinin geliştiğini 
|