Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ciddiyetsizlik, itibar, törpüsü

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü




Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü
Hakkında Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü





Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Soru: Özellikle gençler arasında, hemen her şeye gülme, başkalarını hafife alma, birbirine çirkin lakaplar takma, insanlarla alay etme, onları mahcup düşürme ve sürekli laubali davranma gibi bir takım kötü huylara çokça rastlanır oldu Bunun önüne geçerek ahlak abidesi insanlar yetiştirebilmemiz için neler tavsiye edersiniz?

Cevap:İnsan, kendi özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini ancak imanı sayesinde sezip kavrayabilir Nereye ve neye yönlendirildiğini, vazife ve sorumluluklarını bilen bir mü'min, büyük bir ciddiyet içinde ve mesuliyet şuuruyla tevcih edildiği hedefe doğru yürür İmanda kemal ufkuna uyanamamış ve mahiyetindeki acz u fakr duygusu uyarılamamış bir insan ise, önce bencilliğine yenik düşer, kibre girer; daha sonra çalım, caka ve başkalarını hafife alma türünden komplekslere kapılır; en sonunda da, şahsî hazlarından gayrı bir şey düşünemeyen bir gurur âbidesi ve çeşit çeşit illetlerle mâlûl bir özürlü halini alır

Bu açıdan, bir kimseyi bazı kusurlu ya da eksik yanlarından dolayı küçümseyerek onunla alay etme, onun herhangi bir zayıf noktasını dile dolayarak eğlenme ve her şeyi hoşça vakit geçirmek için bir sebep gibi değerlendirerek hürmetsiz, dikkatsiz ve laubali davranma gibi kötü huylar da iman zaafından kaynaklanmaktadır Her şeye gülmek, sürekli alay etmek ve laubali davranmak bizim ahlak anlayışımızda yoktur; bu tür illetler bize batıdan geçmiştir Ciddiyetsiz davranma, hep kahkaha atma ve her fırsatta eğlenme batı ahlakına ait argümanlardır Maalesef, o toplumlarla münasebete geçtikten sonra onlardaki illetler birer birer bizim insanımıza da sirayet etmeye başlamıştır Mesela, birkaç leblebiyi yuvarlasanız, onlardan biri diğerine değse, bir de bakarsınız ki bir kahkaha kopuvermiş Aslında, gülmenin de bir mantığı olması lazım Peki, leblebinin leblebiye değmesi güldürecek bir hadise midir? Tabii ki değil Fakat, bu toplum içerisinde, öyle basit bir şey karşısında gülüp eğlenenleri görmek her zaman mümkündür Biri çay doldururken, bir damla çay bardağın dışına dökülmüş olabilir Bir damla çayın dökülmesinden dolayı hemen kahkahayı basmanın âlemi yoktur Heyhat ki, işte bu kadar basit hadiselerle eğlenen garip insanlar çoktur bugünün dünyasında Evet, bu laubaliliğin arkasında, ona esas teşkil edebilecek bir mantık sözkonusu değildir; insanî bir düşünçe tarzı yoktur o türlü davranışlarda Fakat, neylersiniz ki, hiç olmayacak şeylere bile gülme ve laubalilik, batı kültürünün temelindeki gaflet duygusundan kaynaklanmakta ve sârî bir hastalık gibi bizim insanımıza da bulaşmaktadır

O kültürün insanları, içlerindeki ızdırabı duymamak ve kalblerindeki derin boşluğu muvakkaten de olsa doldurmak ya da unutmak için kendilerini uyutmak zorundadırlar Dolayısıyla da, bazen alkol ve uyuşturucunun ağında, kimi zaman kumar ve eğlencenin peşinde, bir başka zaman da spor adına yapsalar bile spor sayılması mümkün olmayan gereksiz meşguliyetlerin arkasında ömür tüketir; böylece hayatı duymamaya ve içlerindeki ızdırabı bastırmaya çalışırlar Ne zaman vicdanlarının sesini yeniden işitmeye başlasalar, bir kere daha kendilerini oyuna ve eğlenceye verir, her meseleyi bir laubalilik sebebi gibi algılar ve bir müddet daha oyalanırlar


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Gençlik ve Güzel Ahlak
Aslında, mehâsin-i ahlakın (ahlak ve huy güzelliğinin) arkasında güçlü bir iman bulunduğu gibi, mesâvî-i ahlakın (kötü huyların ve ahlaksızlığın) temelinde de imandaki eksiklik vardır Zaten hem mehâsin-i ahlak hem de mesâvi-i ahlak diyanet içinde mütalaa edilen hususlardır Diyanet ise, dinin hükümlerini gözetmek ve muktezasınca amel etmek demektir; dinin emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmaktan ibarettir Dolayısıyla, insan iman esaslarına iyi inanır ve inancının gereğine göre amel ederse, bir yandan güzel ahlaka ulaşmış, diğer taraftan da çirkin huylardan uzak kalmış olacaktır

Ne var ki, bir mü'minin fert planında güzel ahlaka sahip olması ve kötülüklerden uzak durması vazifesini tam olarak yaptığı anl----- gelmez Çünkü, başkalarına da iyiliği emredip onları kötülükten sakındırma manasına gelen “emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker” her Müslüman'ın yapması gerekli olan bir mükellefiyettir Bu mükellefiyet, “ Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun İşte selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır ” (Âl-i İmran, 3/104) ve “ Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah'a imanınız tamdır” (Âl-i İmran, 3/110) gibi ayet-i kerimelerle te'yid edilmiştir Ayrıca bu konuda Peygamber Efendimiz'den şerefsudur olan pek çok hadis-i şerif de mevcuttur: “Ya insanlara iyilikleri emredip onları kötülüklerden uzaklaştırırsınız ya da Allah sizin başınıza en şerlilerinizi musallat eder; sonra da ne büyüklerinize saygı gösterilir, ne de küçüklerinize merhamet edilir O zaman en hayırlılarınız dua eder de kabul edilmez; istiğfar edersiniz de mağfiret olunmazsınız; yardım istersiniz ama size yardım da edilmez” hadisi bunlardan sadece biridir

Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker, sadece söz veya yazıyla bazı şeyler anlatmak demek değildir; o çok daha şumullü bir vazifedir Allah Rasûlü'nün (aleyhi ekmelü't-tehaya) beyanları içerisinde bu vazife, dinin çirkin saydığı bir münkeri mümkünse elle defedivermek, şayet fiilen müdahale edilemiyorsa, kavl-i leyyin ve va'z u nasihatla, yani dil ile o kötülüğün önüne geçmek; dil ile defetmeye de imkân ve vasat müsait değilse, en azından onu hoş karşılamamak ve ona kalben taraftar olmamak gibi değişik şekillerde eda edilebilmektedir Sözkonusu hadiste, imânın en zayıf mertebesi olarak nazara verilen “münker karşısında kalben buğz etmek” meselesini de, bir insana düşmanlık beslemek, buğz etmek ve nefret duymak şeklinde anlamamak lazımdır Haddizatında, fena işler yapıyor olsa da, bir insana düşmanlık beslemek ve kin gütmek onu içine düştüğü fenalıktan vazgeçirmek için faydalı bir yol değildir Kanaatimce, bu ikazdan anlaşılması gereken husus, fenalığa karşı tavır belirlemenin lüzumudur Mesela, kendini ciddiyetsizliğe ve laubaliliğe salmış bir insana, “Bir bilsen, sana karşı ne kadar alâka duyuyordum! Gönlümde derin bir yerin vardı Fakat, içimde beslediğim o muhabbet ve alâka âbidesini dik tutmaya çalışsam da, elimde değil, onun yıkılmasına mani olamıyorum; çünkü, şu laubali tavırların karşısında sarsıntı yaşıyor ve kanaatlerimi koruma hususunda çok zorlanıyorum” diyerek, içine düştüğü münkeri savmaya çalışmak esas olmalıdır

İşte, güzel ahlaklı nesiller yetiştirmek ve gençleri mesâvi-i ahlaktan uzak tutmak için de önce dinimizin başkalarını hafife alma, çirkin lakaplar takma, insanlarla alay etme, her fırsatta gülüp durma ve sürekli laubali davranma gibi kötü huylara bakışı iyi bilinmeli, hayata hayat kılınmalı ve sonra da bunlar diğer insanlara usûlünce anlatılmalıdır El, dil ve gönülle müdahale şeklindeki emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker şartlara göre ve üslubuna uygun olarak yerine getirilmelidir Özellikle gençlerimizi, lâkaydîlikten ve yılışıklıktan kurtarıp nefisperestlik ve şahsî haz düşüncesinden uzaklaştırarak birer gaye insanı haline getirmek ve onlardak i gülme ve eğlenme isteğini biraz olsun çile ve ızdırap duygusuyla dengelemek için onlara her şeyden önce öz değerlerimiz ve kendi kültürümüzün esasları öğretilmelidir


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Vay haline!
Evet, İslam, bazılarını güldürmek veya eğlendirmek kastıyla söylense de diğer insanları rencide eden bütün söz ve hareketleri kul hakkını çiğnemek olarak kabul etmiştir Söz, tavır, davranış, işaret ya da yazı ile insanların kusur ve noksanlarını dile dolayıp onları küçük düşürmeyi haram kılmıştır Başkalarının onur ve haysiyetine dokunan her türlü alay, gıybet, yalan ve iftira gibi sözleri men ettiği gibi, muhatabı tahkir etmek maksadıyla yapılan fiilî ve sözlü şakaları da yasaklamıştır Kur'an-ı Kerim, Peygamberlerle, iman esaslarıyla ve mü'minlerle alay eden kimselerden de bahsetmiş; onların münafık olduklarını bildirmiş, kötü akıbetlerini nazara vermiş ve inançla alay edilemeyeceğini vurgulamıştır Ayrıca, mal-mülk sahibi olmayı her şey sayarak, imkanlarının bolluğundan dolayı gurura ve kibre kapılan, sonra da kendini iyice büyük görmeye başlayarak diğer insanlara tepeden bakıp onları alaya alan kimseleri ve onları bekleyen ateşin dehşetini tasvir etmiştir: “Vay haline her hümeze ve lümeze' nin ” (Hümeze, 104/1) buyurmuştur; yani, insanları arkadan çekiştiren, başkalarını tahkir etmeyi adet haline getiren, kiminin gıybetini ederek kimini de yüzüne karşı aşağılayarak insanları küçük düşüren ve kaş göz hareketleri yaparak onlarla eğlenenleri kınamış; “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen kimselerin vay haline!” dedikten sonra onların dûçar olacağı Cehennem azabını anlatmıştır

Allah Teâlâ, bir başka ayet-i kerimede de, “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın Birbirinize kötü lakaplar takmayın İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir” (Hucûrat, 49/11) buyurmuştur

Bu ayetin esbâb-ı nüzuluyla alakalı olarak bazı hadiseler nakledilmiştir Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın da tefsirinde yer verdiği rivayetlerin birine göre; Hazreti Safiyye binti Huyey Rasûlullah'a gelerek, “Bazı kadınlar, ‘Ey yahudi kızı yahudi!' diyerek benimle alay ediyorlar!” diye şikayette bulununca, Peygamber Efendimiz ona “Neden babam Harun, amcam Musa, zevcim de Muhammed demedin?” buyurmuş ve bu vaka üzerine ayet nazil olmuştur Diğer bir rivayete göre ise; Ebu Cehil'in oğlu İkrime hazretleri müslüman olduğunda, bazı kimseler ona “Bu ümmetin firavununun oğlu” demişler; o da çok gücüne giden bu sözü Allah Rasûlü'ne şikâyet etmiştir; işte bu hadise üzerine âyet inmiştir Evet, her ne kadar bu ve benzeri sebepler nakledilse de, kanaatimce, meseleye “iktiran” nazarıyla bakarak, “Cenab-ı Allah, ezelî hikmetiyle inzâl edeceği bu âyeti belli bir hikmete mebni olarak bu sebeplerle de irtibatlandırmış olabilir” demek ve nüzul sebeplerinden ziyade ayetin muhtevası üzerinde durmak daha isabetli olsa gerektir

Bu zaviyeden, ayet-i kerimede açıkça ifade edildiği ve kullanılan kelimelerle işarette bulunulduğu üzere; dinimize göre, bir insanın yaptıklarını veya sözlerini anlatarak ya da imâda bulunarak onun herhangi bir kusuruyla alay edemezsiniz sözle veya hareketle onunla eğlenemez, onu incitemezsiniz Hiçbir mü'mini ayıplayamaz ve kötüleyemezsiniz insanları kötülemek kastıyla onlara çirkin lâkaplar takamaz, istemedikleri bir şekilde onları çağıramazsınız Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Mü'minin mü'min kardeşi üzerindeki haklarından biri de onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır” buyurmuştur Haddizatında, Hazreti Ebu Bekir Efendimiz'in “Atîk” ve “Sıddîk”, Hazreti Aişe validemizin “Atîke” ve “Sıddıka” şeklinde anıldıkları, Hazreti Ömer'e “Fâruk”, Hazreti Osman'a “Zinnûreyn”, Hazreti Ali'ye “Ebu Türâb” lakaplarının verildiği bilinmektedir; fakat, bir insanı razı olmadığı şekilde anmak ve çağırmak dinimizce yasaklanmıştır

İşte, gençlerimize bu hususların anlatılması lazımdır Fakat, anlatanlar ister öğretmen ister anne baba isterse de daha başka büyükler olsun, mesele sadece hakikatleri dille ifade etmekten ibaret değildir Bu anlatılanların hüsn-ü kabul görmesi, anlatanların samimiyetine ve nazara verdikleri hususları bizzat kendilerinin uygulamalarına bağlıdır


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Yangını Söndürmek İçin
Dolayısıyla, şayet davranışları içinin akisleri, sözleri de gönlünün solukları olan fazilet abidesi kahramanlar yetiştirmek istiyorsanız, önce kendiniz çok ciddi, hassas ve mesuliyet şuuruyla dopdolu olmalısınız Adeta, “Tulumbanı al, yetiş imdâda, yangın var!” diye inleyen ve sizi çağıran nesillere el uzatmayı diliyorsanız, her hareket ve davranışınızı kurtarma cehdine ve irşâd hayatına göre ayarlamalısınız bir yere mi gideceksiniz, mutlaka birinin elinden tutma mülâhazasıyla gitmeli ve bunu yaparken de rıza-yı ilahi düşüncesiyle oturup kalkmalısınız Ümit nesline rehber olma azmindeyseniz, artık sizin hayatınızda hususî tenezzühe bile yer yoktur; size düşen, fıtrî ihtiyaçlarınızı dahi mefkureniz istikametinde kanalize etmek ve alıp-verdiğiniz her nefesin bir gün mutlaka sorulacağı şuuruyla yaşamaktır Öyle yaşamaktır, zira, yürüdüğünüz yol nebilerin, sıddîklerin, velilerin ve şehitlerin yoludur; onlar hep yaşadıklarını anlatmış ve anlattıklarını da mutlaka yaşamışlardır

Kur'ân-ı Kerim, İsrailoğullarına hitaben doğrudan doğruya bir tehdit, Müslümanlara da dolaylı olarak bir ikaz sadedinde, “Siz insanlara iyiliği emredip, kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz Hiç akletmiyor musunuz?” (Bakara, 2/44) buyurmuştur Dahası, İsrailoğullarının bir kısmı yaşamadıklarını anlatmaları ve birbirini kötülükten vazgeçirmeye çalışmamaları sebebiyle Hazreti Davut ve Hazreti İsa'nın lisanı ile lanetlenmişler; bu lanetten sonra da (bazı tefsircilere göre tabiatları açısından) maymun ve hınzıra dönüşmüşlerdir Evet, söylediğini yapmama, bir münafıklık sıfatıdır Tarih boyunca, hemen bütün münafıklar kendileri yaşamadıkları halde anlatmış, anlattıklarını da hep kulak ardı etmişlerdir Bu kötü fiilleri sebebiyle de bütün bütün özlerini yitirmiş ve haktan uzaklaştıkça uzaklaşmışlardır Tabii ki, o kötü akıbet, sadece geçmiş Peygemberlerin ümmetleri ve mazinin münafıkları için sözkonusu değildir; aynı mezmum vasıfları üzerinde taşıyan bütün topluluklar için geçerlidir Bugünün insanının da kendi tabiatının değişmeyeceğine dair bir teminatı yoktur; öyleyse, insanca yaşamak ve iman üzere ötelere gitmek isteyenler yaşadıklarını anlatmalı ve anlattıklarını da yaşama gayreti içinde bulunmalıdırlar

Diğer taraftan, ısrarla üzerinde durma mecburiyetindeyiz ki, ideal nesli yetiştirmek, her şeyden evvel bir îman mevzuudur ve şimdiye kadar bu meseleye sahip çıkanlar da hep îmanı kavî insanlar olmuştur Peygamber Efendimiz'in devrinde, koca bir cemiyet içinde, birkaç samimî ve îmanı kavî insanın başlattığı bir tebliğ ve temsil hareketinin, kısa zamanda ma'şerî vicdanda mâkes bularak yüzbinlerin derdi-dâvâsı hâline gelmesi de başka şekilde izah edilemez Allah Rasûlü'nün bir güneş gibi doğduğu o karanlık döneme bakılırsa, o günün insanının bugünün laubali fertlerinden hiç de farklı olmadığı görülecektir Onlar da b irbirini alaya alıyor, cahiliye şiirlerinde görüleceği üzere sürekli birbirini tahkir eden sözler söylüyorlardı onlar da hiç olmayacak meseleleri gülme bahanesi yapıyor, muhataplarını en çirkin lakaplarla çağırıyor ve herkesi küçümsüyorlardı Fakat, Hazreti Bediüzzaman'ın ifadesiyle, Allah Rasulü (aleyhi ekmelü't-tehaya) son derece vahşî, âdetlerine mutaassıp ve inatçı kavimlerin çirkin adetlerini ve ahlâk-ı seyyielerini yirmiüç sene gibi çok kısa bir sürede kaldırıp atmış, onları ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî milletlere üstad eylemişti Hiç şüphesiz Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in ve ashâb-ı güzînin öncülük ettiği iç içe inkılaplar niteliğindeki bu hareketin en dikkat çekici ve karakteristik yanı onun şekilcilik ve merasimden uzak olması, kamil iman sahibi ve sözünün eri kimselerle temsil edilmesiydi Zira, çile ve ızdıraptan uzak olan, ciddiyetsizliğe ve laubaliliğe yakın duran bir hareket, şekil ve merasime esir olmaktan kurtulamaz; iman zaafına maruz ve lakayt fertlerin rehberliğinde uzun mesafeli yollar alınamaz


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Meclislerimizde O Beklenmeli!
Öyleyse, işe gönüllerdeki iman esaslarını takviye ile başlamalısınız meclislerinizi hep sohbet-i Cânân meclisi haline getirmelisiniz Sizi Allah'a yaklaştırmayan, Peygamber Efendimiz'le (sallallahu aleyhi ve sellem) münasebetinizi tetiklemeyen ve O'nu yeniden bütün canlılığıyla içinizdeymiş gibi duymanıza vesile olmayan konulardan yılandan, çıyandan kaçıyor gibi uzak durmalısınız İman ve Kur'an hizmetine bir yararı var mı konuştuklarınızın? Sözlerinize mevzu yaptığınız husus, dini anlatmanız adına bir fayda vaad ediyor mu? Bir yerde yeni bir hayır müessesesi oluşturmamız için fikir veriyor mu? Bir ocak daha tüttürme heyecanınızı arttırıyor mu? Şayet, bu sorular karşısında cevabınız “evet” ise, her cümlenizde bin bereket var ve Allah'ın rahmeti sizinle beraber demektir Fakat, öyle değilse, size asıl gayenizi hatırlatmayan duygu, düşünce ve sözlerden fersah fersah uzaklaşmalısınız ve bunu bir disiplin haline getirmelisiniz Özellikle de arkadaşlarınız arasında sözü–sazı dinlenen biriyseniz, mâlâyânî şeylerin yapılmasına ve konuşulmasına karşı ciddi tavır koymalısınız Mesela, bulunduğunuz mecliste birisi “Falan arkadaşın aklı bu meselelere fazla ermiyor” dese, eğer aklınız başınızdaysa, ya orayı terketmeli ya da üslubunca o gıybeti sona erdirmelisiniz Çünkü, bir mü'minin ayıplandığı bir mecliste artık Allah'ın teveccühü yoktur Bir mü'min hakkında su-i zanların seslendirildiği bir mekana rahmet nazarıyla bakılmamaktadır Ümit nesline rehber olma azmindeki bir insanın da Allah'ın teveccüh etmediği ve rahmet şualarının inmediği bir mekanda hiç işi olmamalıdır

Bu açıdan, bizim atmosferimizde insanları ayıplamanın, en basit şeyleri alay mevzuu yapmanın, ehl-i gaflet gibi laubaliliğe girmenin ve ehl-i dünyayı hatırlatırcasına gülüp eğlenmenin yeri yoktur Biraraya gelişimizi hep ciddi rûznâmelere bağlamamız bizim şiarımız olmalıdır Evet, mütemâdî birer disiplin insanı olarak yaşamalıyız; gelip gitmelerimiz, oturup kalkmalarımız, sohbet mevzularımız, meselelere yaklaşımımız, üslûbumuz ve ses tonumuz itibarıyla bir endâzeden çıkmış gibi imrendirici davranmalıyız Müzakerelerimizi mutlaka sohbet-i Cânân'a bağlamalı, konuşacağımız meseleleri önceden belirlemeli, okuyacağımız metinleri seçmeli, beraber çözeceğimiz problemleri tayin etmeli ve biraraya geldiğimizde mutlaka hayırlı bir iş için gelmeliyiz ve oradan ayrılırken de bir müşkili çözmüş olarak ya da yeni bir projeyi tamamlayarak ayrılmalıyız Cenab-ı Hakk'ın o güne kadar yaptırdıklarını şükür hisleriyle dopdolu olarak yâd etmeli; onları ancak tahdis-i nimet çerçevesinde anmalı; anarken de asla meseleyi kendi başarılarımıza bağlamamalı ve böylece Allah'ın o ana kadar yaptırdığı şeylerle daha sonraki lütuflarına davetiye çıkararak daha başka neler yapabileceğimizi planlamalıyız Dünya ve ahiret hesabına bir kıymet ifade etmeyen, faydasız söz ve davranışlara bütün bütün kapanarak, oturup kalkıp sürekli kurbetten ya da bizi vuslata ulaştırabilecek vesilelerden dem vurmalı; rıza-yı ilahiye açılan en emin ve kısa yol kabul ettiğimiz i'la-yı kelimetullah şehrahında yürürken hep öteler mülahazasıyla dolu olmaya çalışmalıyız

Evet evet, gerçekten inanıyorsak, gayr-i ciddiliğe hep kapalı kalmalıyız; laubaliliğe asla adım atmamalıyız Her meclisimizi bizi O'na yaklaştırabilecek bir Ka'be azizliğinde ve bir Ravza kudsiyetinde bilmeliyiz Bu meclisimiz dünyanın herhangi bir ülkesinde, yeryüzünün en karanlık bir köşesinde olsa da, ruh ve mana itibarıyla onu Ravza-i Tâhire ile yanyana getirmeli; götürüp Ka'benin harimiyle birleştirmeliyiz ve öyle bir hal almalıyız ki, Rasul-ü Ekrem Efendimiz'i hep içimizde duymalı, O'nu Ravza kokulu iklimimize çağırmalı ve her an O'nun boyasıyla boyanmalıyız


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Parodi, Komedi ve Meddahlık
Eğer, tebliğ ve temsil mesleğinin gereği bu ise, boş yere gülmenin, başkasıyla alay etmenin ve laubaliliğin bizim dünyamızda ne işi var! Komiklik ve maskaralık yapmanın, insanları güldürüp eğlendirmenin bizim dünyamızda ne işi var! Şayet, bugün bazı insanların parodi, komedi, güldürü ve meddahlık türünden farklı birer sanat alanı gibi kabul edilen bir kısım gösterilere istidat ve temayülleri varsa ve onlar kendi kanaat-ı vicdaniyeleriyle o işleri yapıyorlarsa, onlara bir çeşit ruhsat verilmesindeki asıl maksat da o alanı bir vasıta olarak kullanarak bir de o dille bazı mesajları sunmaktır Acaba bir kesim tarafından şerre sebep yapılan bir sahada birkaç temiz niyetli insanla o alanın tutkunlarına bazı hakikatler anlatılabilir mi? Acaba o felsefenin takipçilerine kendi dillerinden konuşmak suretiyle bazı mülahazalar sunulabilir mi? Acaba yabancı kaldıkları ama biraz tanıyınca mutlaka sevecekleri dini değerlerle tanışmaları sağlanabilir mi? Acaba kendilerine hep unutturulan, fakat az hatırlayınca yüreklerini hoplatabilecek olan gerçekler onların ruhlarına da duyurularak içlerinde bir heyecan uyarılabilir mi?

İşte, bu duygu ve düşüncelerle bazı samimi ve hak aşığı insanlar da o sahalarda at oynatabilirler Fakat, kanaat-i vicdaniyeye havale ettiğimiz böyle bir mevzuda hata etmiş de olabiliriz Belki de ötede bize derler ki, her zaman söz söyleme hakkı olan Zât öbür tarafta da bize der ki, “Siz zatında güzel olan İslamiyeti ve diyaneti herkese doğrudan doğruya neden anlatmadınız? Kendi değerlerinizin cazibesi yeterli olduğu halde, niçin başka dünyalara ait bazı argümanlar kullanma yolunu seçtiniz?” İşte bu noktada da hakiki mü'minin yüreği hoplamalı ve çok korkmalıdır Bu mevzuda objektif fetva verilemeyeceğini bilmeli, meseleyi kanaat-ı vicdaniyeye havale etmeli ve herkesin kendi vicdanını işletmesi gerektiğini kabullenmelidir İnsanı laubaliliğe çeken bazı sahalarda dolaşmak zorunda kalanlar da, dine ve millete hizmet edip etmediklerine bakmalı; yararlı olup olmadıklarına göre karar vermelidirler Bulundukları atmosferde Allah'ı hatırlama ve hatırlatma imkanı oluyor mu, olmuyor mu? Peygamber Efendimiz'e dair bir husus anlatılabiliyor mu, anlatılamıyor mu? Kur'an'ın bazı hakikatleri nazara verilebiliyor mu, verilemiyor mu? Belli sınırlar dahilinde fenalıkların yüzünden peçeleri indirip onları kendi çirkinlikleriyle göstermek ve insanları birkaç cümle ya da paragrafla da olsa güzel ahlakın zümrütten yamaçlarına çağırmak mümkün oluyor mu, olmuyor mu? Vicdanının sesine kulak vermek suretiyle bu soruları müsbet cevaplayanlar müstesna, güldürmenin, kahkaha atmanın, komiklik yapmanın bizim dünyamızda yeri yoktur Bunlar bütün cazibesiyle, iç okşayıcılığıyla ve gönülleri gıdıklayıcılığıyla kapımızın önüne kadar gelip “ Ey mehlikâ bir gece al bezme beni” dese de biz, “ Beyhude yorulma kapılar sürmelidir!” deyip bir sürme üzerine bir sürme daha çekmeli; her birimiz “Hayır arkadaş, Allah'a dilbeste olduğum ve Peygamberin yoluna gönül verdiğim günden beri beni ciddiyetten, mesuliyet şuurundan ve öteler mülahazasından uzaklaştıran her şeye karşı sonuna kadar kapandım” demeliyiz


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Laubalilerin İnsanlığa Verebileceği Hiçbir Şey Yoktur
Zannediyorum, bizim davranışlarımızdaki alacalık bu duygu ve düşüncelere kendimizi alıştıramamaktan ve ciddiyeti tabiatımız haline getirememekten kaynaklanmaktadır Bazen tam bir mesuliyet insanı gibi olma, bazen de en küçük bir sebeple sululuklara, ciddiyetsizliklere ve laubaliliklere girme şeklindeki gel-gitler ciddiyet ve vakarı tabiatımızın bir derinliği yapamadığımızı göstermektedir Bundan dolayıdır ki, bazılarımız itibarıyla, birilerinin yanında -onlardan utanarak- güzel ahlaklı bir insan tavrı sergilesek, sun'iliklere de girerek tam bir dava adamı gibi davransak ve ağırbaşlı görünsek de, sadece riya ve süm'a yapmış oluyor, kendi başımıza kaldığımızda yine her zamanki halimize bürünüyor ve kalbinde iman problemi bulunan kimseler gibi yaşıyoruz Ciddi insanlar arasındayken tuhaf tuhaf ses akortları, davranış ayarlamaları ve hareket tarzlarıyla asıl kimliğimizin çok çok üstünde bir görünüş sergiliyor ve riyakarlık yapıyoruz Heyhat, yalnız olduğumuz zamanlarda ya da laubali insanlar arasında bulunduğumuz anlarda, görenlere “İman bu adamın neresinde?” dedirtecek kadar dini değerlerden kopuk davranıyoruz Az önce hüzünden yaşaran gözlerimiz daha on dakika bile geçmeden kahkahadan dolayı sırılsıklam olabiliyor Bazılarımız itibarıyla, İslam'a ait güzellikler tabiatımıza tam içirilememiş olduğundan, en basit bir hatırlatıcıyla kendimizi ancak ehl-i dünyanın meclislerinde görülebilecek komikliklere, gülmelere, kahkahalara ve laubali tavırlara salabiliyoruz Salıyor ve en kudsi hakikatleri kendi lakaytlığımıza kurban ediyoruz

Oysa, bizim bu çelişkilerden mutlaka kurtulmamız lazımdır; bunun için de, her şeyden önce iman mevzuundaki problemlerimizi halletmemiz gerekmektedir “Din” dediğimiz vaz'-ı ilâhî, iman ve İslâm düşüncesinin tamamının unvanıdır; “diyanet” ise bu yüce hakikatin hayata hayat olmasının adıdır Din, hem nazarisiyle, hem de amelî yanı itibarıyla bizim hayatımıza da hayat olmalıdır Nabızlarımız onunla atmalı; bakışlarımızda o nümayan olmalı; yüz çizgilerimizde sürekli o belirmeli ve bize bakan bizde onu okumalıdır Zira, din ancak tabiat haline geldiği zaman kendinden beklenen fonksiyonu edâ etmiş olur O, tabiatımızın bir derinliği haline geleceği âna kadar alaca yaşamaktan ve çelişkiler arasında kalmaktan kurtulamayız Bazen mü'min gibi görünmeyi tuttursak ve bir ciddiyet abidesi gibi hareket etsek de, bu halimizi her zaman koruyamayız Halbuki, biz hem ibadetlerimizde hem normal işlerimizde hem de insanlarla münasebetlerimizde öyle bir hassasiyet ortaya koymalı, sözümüzle, sazımızla öyle bir incelik sergilemeliyiz ki, dinimizin güzellikleri çevremize de aksetsin söz, tavır ve davranışlarımız o derece gönlün şivesi olmalı ve onların üzerine kalbe ait manaların rengi, deseni düşmeli ki, başkaları üzerinde de tesir icra etsin


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü







Uhrevîlik Ahlakı
Evet, imanda kemale yürüyen ve Allah'la böyle bir münasebete geçen insanın düşünce ve tavırlarında şaşmayan bir doğruluk, mütemâdî bir samimiyet, sürekli bir ciddiyet ve bir uhrevîlik ahlâkı belirir O insanın iç fotoğrafı haline gelen bu ahlak, diyanet mülahazasıyla işlene işlene zamanla onun bütün davranışlarına akseder eline–ayağına, gözüne–kulağına, diline–dudağına, sesinin tonuna, vurgularına ve hatta mimiklerine bile hükmünü geçirir ve nihayet insanın ruhuna kendi mânâsının şeklini veren bu iç resim onun tavırlarında okunan mânevî bir kaside hâline gelir; zaten, “Görüldüğünde Allah hatırlanır” hakikati de bu kıvamdaki bir mü'mini belirtir

Değişik münasebetlerle yâd ettiğim, büyük hadis alimi Abdullah b Mesleme -tarihte binlerce emsali bulunan- bu mü'minlerden biridir Öyle ki, Ka'nebî diye tanınan bu büyük insan, bir topluluğa uğradığı zaman onun görünüşünde müşahede ettikleri mehabetten dolayı oradaki insalar “Sübhanallah”, “Lâ ilâhe illallah” demekten kendilerini alamazlarmış Kendisini görenlerden birinin “Ne zaman Ka'nebî'yi ziyarete gitsek onu uçurumun kenarındaymış da neredeyse Cehennem'e düşüverecekmiş gibi bir vaziyette görürdük” diyerek vasfettiği bu hak dostunun hâli elbetteki çevresindekilere tesir etmiştir Yine, Abdurrezzak b Hemmam, döneminin en büyük alimlerinden birisi olarak bilinen İbn Cüreyc hakkında demiştir ki: “Onu ilk gördüğüm zaman ‘İşte Allah korkusundan yanıp tutuşan bir hak dostu!' demeden edemedim” Evet, o hakikat erlerinin uzun boylu sözler söylemelerine gerek yoktur Halleri imanlarına şahittir onların İnsan, ç ehrelerine nazar edince alacağını alır; gözlerinin içine bakınca ruh inceliklerini görür ve ürperir

Hasılı; şayet çehresinde pırıl pırıl bir hayâ, davranışlarında dupduru bir samimiyet ve vicdanında da köpük köpük bir heyecan bulunan nesiller yetiştirmek istiyorsak, önce kendimiz ilim ufkunun ötesinde hakîkat nurlarına ulaşabilmiş, bedene ait arzu ve isteklerini zarûret çerçevesine hapsetmiş ve hep O'nu seslendirme, O'nunla nefes alıp-verme azmiyle gerilmiş ciddi, vakur, ağırbaşlı kimseler olmalıyız Sonra da, maddî-mânevî hiçbir şey beklemeden, dünyevî-uhrevî hiçbir sevdâya kapılmadan, en içten ve şefkat dolu bir edayla neslimize el uzatmalıyız Tabii, bunu yaparken de, v akar ve ciddiyeti hiçbir zaman abus çehrelilik, somurtkanlık, sertlik ve huşûnetle karıştırmamalı; şefkatli, içten, candan ve sevimli olmayı da sulu, laubali, alaycı ve ciddiyetsiz bir hale bürünme şeklinde algılamamalıyız

MFethullah Gülen


Alıntı Yaparak Cevapla

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü

Eski 10-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ciddiyetsizlik: İtibar Törpüsü






CİDDİYET

Yeryüzünde insan Allah Teala’yı temsilen, Müslüman ilaveten Rasulü temsilen bulunur

Her canlı, kendine verilmiş bir hayatı yaşar ve her cansız kendine biçilmiş bir ömrü tüketir

Alem, varlığından haberdar olduğumuz ve olmadığımız bir tecelligâh-ı esma-i ilahidir ki, zerresinden kürresine her bir var; kendisini var kılanın hatırına kıymetlidir O her şeyi var kılan, yarattıkları ile ilgili gerçeği şöylece ifade eder:

“Biz, gökleri, yeri ve bunların arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık”(K Kerim 44/38)



Bu ayet yoruyor insanı; yormalı daha doğrusu

Öncelikle insanı yormalı insan olmakla, teklife muhatap olmakla ve kainatın zübdesi olmakla var kılınan insanı yormalı

Kendine sormalı: “Gökler, yerler ve arasındakiler bir oyun ve eğlence olarak yaratılmadı ise; bütün bunların emrine musahhar kılındığı varlık nev’i olarak insanın durumu nedir?”

Bu soru insanı alır bu dünyadan; yükseltir ve çok yüksek bir makamdan hayata, dünyaya; önceden gelip geçmiş olanlara; sonradan gelip geçecek olanlara bir başka zaviyeden bakmasını sağlar O makamdan bakılınca hayatta olmanın, var olmanın ve en önemlisi insan olarak var olmanın ağırlığı görünür ve hissedilir

Müslümana gelince, o bir başka yorulur bu ayet karşısında

Hayatı var kılanı bilmektedir zaten O’nun (cc) sözünün kıymetini ve ağırlığını bilmektedir O’nun (cc) ne kadar ciddi olduğunu zaten bilmektedir Bu bilmenin üstüne yüklenince bu ayet; müslümanın sırtı yükten çatırdamaya başlar

O, varlığı yaratmadan önce de ciddi idi Kendi zatıyla kaim bir ciddiyet

Varlığı yaratmayı dilediğinde her bir varlığı tek tek; hem cins olarak hem de birey olarak tek tek seçti, suretini verdi ve yarattı Bir galaksiyi yaratırken ne kadar önem vererek yarattı ise; bir atomu yaratırken de o kadar ehemmiyet vererek yarattı Bir fili ne kadar önemsedi ise, bir karasineği de o kadar önemsedi

Çünkü O (cc), boş işlerle uğraşmaktan münezzehti; boş bir şey yapmaktan, ciddiyetten uzak bir işle meşgul olmaktan münezzehti

Bu halini bildirdi kullarına: “Biz, gökleri, yeri ve bunların arasındakileri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık”

Yüreğimizden yakaladı bu ayet bizi

Bu yanda dünya vardı; dünya hayatı vardı Elimizi uzattığımızda dokunduğumuz bir hayat vardı o hayata dair zevkler, tadlar vardı

İçinde oturulan evler vardı, rahat ve güven iklimi Yorgunlumuzu dinlendiren koltuklarımız, dertlerimize derman sandığımız yataklarımız

Ekilip dikilen bahçeler vardı, gönüllere ferahlık veren Hergün gidip gelinen iş yerleri vardı; yaşamayı sağladığı zannedilen kazançlar vardı

Ak günün göz aydınlığı; kara günün kara toprağı eşlerimiz vardı varlığına doyulmayan, yokluğuna dayanılamayan; hayatın yarısı sanılan

Evlad-ü iyal vardı Oğullar ve kızlar, sonra damatlar ve gelinler, sonra torunlar her biri bir başka güzelliğiydi; yaşanan hayatın

Hepsi bir el uzatımı yakında görünüyorlardı



Yüreğimizden yakaladı bu ayet bizi

Yaşadığımız ve hayat saydığımız şeyin aslında “bom boş” bir şey olduğunu haykırdı hayata dair deyip önemsediğimiz şeylerin; sahiplendiğimiz şeylerin boş bir kuruntu olduğunu söyledi

Korktuk; endişelendik

Yüreğimizden yakaladı bu ayet bizi

Aslında başka bir aleme ait olduğumuzu; uzun bir yol yürümekte olduğumuzu; unuttuğumuz bir geçmişimiz ve hesaba katmadığımız bir geleceğimiz olduğunu hatırlattı

Bizimle ilgili çok ciddi bir emek verilmişti Yüce Yaratıcı, bizimle ilgili “özene bezene yarattığım” demişti Demek bizden çok ciddi şeyler bekliyordu

Bununla kalınmamış; bizin dışımızdaki bütün varlık, emrimize musahhar kılınmıştı Her şeye hükmümüz geçiyor, her varlık bize boyun eğiyordu

Çünkü biz, “bir oyun ve eğlence olarak yaratılmayan” bu kainatta, oyun ve eğlenceden münezzeh varlığı temsilen bulunuyorduk



Yüreğimizden yakaladı bu ayet bizi

O’nu (cc) temsilen bulunduğumuz şu yerin ve vaktin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı: An be-an geçen ömrün, an be-an hesabının tutulduğunu ve hiçbir şeyin “boş” sayılmadığını

Bizim çok ciddiye alındığımızı; o sebeple her şeye aynı ciddiyet nazarıyla bakmamız gerektiğini

Hem varlığa hem de yapıp ettiklerimize nasıl bir ciddiyet atfetmemiz gerektiğini

Öyle bir hatırlatma ki: insanı yeniden insan kılmak üzere tutup kaldırır, vurup toprak eder sonra yeniden çamurunu karar, şekil verir Sonra ruh üfler de yeniden adem olarak hayat verir

Dinin ve dine hizmetin ne denli bir ciddiyet gerektirdiğini; bu dine hizmete talip olanların nasıl ağır bir yük altında olduklarını hatırlatır:

“Onlar, dinlerini bir oyun ve eğlence edinmişlerdi ve şu dünya hayatı onları aldatmıştı”(K Kerim: 7/51;6/70)



Yeryüzünde Allah Teala’yı temsilen bulunur insan Müslüman’a gelince o, bu temsile ilaveten bir de Rasul (sav)’ı temsilen bulunur

Hayatının oyun ve eğlence sayılabilecek kısımlarını dahi bir kemal-i ciddiyetle geçmiş; bakışları hep ötelere müteveccih yaşamış bir Rasul (sav)

Kendisine verilen vazifenin ağırlığını hücrelerine kadar hissetmiş ve taşımış Bu dünyadan bahsederken “sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi” diyecek kadar öte alemlere bakan bir hayatı bize örnek bırakmış

Allah’a (cc) ait şeylerin ne kadar önemli olduğunu; Allah Teala’nın gönderdiklerine sahip çıkmanın nasıl bir ciddiyet gerektirdiğini hakkan göstermiş

Davasında çok ciddi; sabrında çok ciddi; sevincinde çok ciddi; hüznünde çok ciddi

“Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız” derken çok ciddi



“Onlar, dinlerini bir oyun ve eğlence edinmişlerdi…”

Din kavramı en geniş anlamıyla ele alındığında herkesten bahsediyordu bu ayet: Onlar, yaşadıkları hayatın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu düşünüyorlardı; öyle algılıyorlardı

Tasavvurlarına, düşüncelerine ve yaptıklarına sonunda enine boyuna hesabı sorulmayacak bir şey olarak bakıyorlardı “Akşam olunca oyun biter, oyuncaklar kutusuna konur, sabah yeni bir oyun başlar” şeklindeki bir algının hayatını yaşıyorlardı

Ne insan oyuncaktı; ne de yaşanan hayat bir oyun aldanıyorlardı “…şu dünya hayatı onları aldatmıştı” (K Kerim 7/51)



“Onlar, dinlerini bir oyun ve eğlence edinmişlerdi…”

Din kavramı dar anlamıyla ele alındığında bizden bahsediyordu: Dine ait; Allah ve Rasul’ün bizden dinle ilgili beklentilerine ait konularda ciddi değiller

Dinin yaşanması, insanlara ulaştırılması, yeryüzüne hakim kılınması noktasında bir Müslüman olarak üzerlerine düşün yükün kıymetini düşürdüler elmas yüklü olduğu halde kömür taşıdığını sanan bir kervan gibi davranır oldular

Dine ait şeyleri ihmal ve imhal ettiler; dine dair konularda lalettayin konuştular dinle ilgili her bir konunun, hayat ve ölem kadar ve daha önemlisi mahşer ve hesap ölçeğinde ciddi olduğunu unuttular

Dinle ilgili bir maddenin, herhangi bir beşerin/ beşeri sistemin kanun maddesi gibi olduğunu; öylesine rahat eleştirilip değiştirilebileceği hissini taşır oldular

“zamanımız farklı, o yüzden…” diye başlayan cümlelerle; her bir kelimesini kaydettiğimiz büyük büyük laflar ettiler din adına, dine hizmet adına Bizim beklediklerimizi değil; kendilerince doğru gördüklerini yapar oldular

Bizim yolumuz belli; yöntemimiz belli; beklediklerimiz belli iken, kendilerince yollar çizip, “din budur, bizden bunu istiyor” diyecek kadar gaflete düştüler

Halbuki ne din oyuncaktı; ne de din için verilen mücadele bir oyun aldanıyorlardı “…şu dünya hayatı onları aldatmıştı”(K Kerim: 7/51;6/70)



Çocuklar oyun oynarlar belki ama ya büyükler?



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.