Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
mezhepsizleri, tanıyalım

Mezhepsizleri Tanıyalım -1-

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mezhepsizleri Tanıyalım -1-




Mezhepsizleri Tanıyalım -1-
Hakkında Mezhepsizleri Tanıyalım -1-




Mezhepsizleri Tanıyalım -1-

Dİnde Reformcular

Gerek Hamidullah gerek Mevdûdî, gerekse son zamanlarda Mısır’da boy gösteren ve İslâm âlimi geçinen bazı muharrirler ekseriyetle Şeyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin Efgânî mektebine bağlı, pazarlıkçı, derinliğine idrak ve irfandan mahrum kimselerdir Bunların eserleri ya hiç ele alınmaz, yahut tam bir şeriat ilmîne mâlik ve İslâmî tenkid ölçüsüne sahip bir insan tarafından okunup hakikat anlaşılabilir Yoksa bu eserlerden feyiz ummak, viraj dönmeyi bilmeyen bir şoförün arabasına binmekten farksızdır

Artık bütün incelikleri anlamak ve kahramanlarımızı bu gözle seçmek devri gelmiştir

(Büyük Doğu’dan)
Necip Fazıl Kısakürek

DİN TAHRİPÇİLERİ

Günümüzde İslâmiyet’in en büyük belâsı, onu dışından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler değil içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranışları ve bir nevi onarma düzeltme ve yenileme sayanlar

“Reformcular” ismi altında topladığımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına (İbni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dolaşarak, nihâyet Cemaleddin Efgani, Mısırlı Şeyh Abduh ve peşindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramıştır ki, İslâmı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece Rûhlarındaki gizli şüpheyi ve İslâma güvensizlik duygusunu açığa vurmuştur

(Dinî tamir dâvasında Din Tahripçileri’nden)
Necip Fazıl Kısakürek

İBN-İ TEYMİYYE

Sekizinci Hicri Asrın kuru kafası, kendisinden bir kaç asır ilerideki vehhâbiliğe, ondan bir asır sonrada Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemâleddin’e uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzere bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki reformcu’lara doğrudan doğruya veya dolayısıyle dayanak olmuştur

“- İbn-i Teymiyye, dinî içinden zedeleyen kâfir

Bu sِözü ben söylemiyorum Altın silsile’nin 33’üncü halkası,14’üncü Hicrî ve 20’nci Miladî Asrın İrşad Kutbu söylüyor

Kocakarıların hayal aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah’ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırt edici meleke işte İbn-i Teymiyye’de mevcut olmayan selim akıl ve mü’min kalpleri ışıldatıcı ilâhî nurdur Nur yoksunu, o

Necip Fazıl Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)

İBN-İ TEMİYYE

Doğan Çilingir-(İlâhiyatçı)

Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi Çok kitap yazdı Şiî’leri ve Yunan feylesofları reddetti Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi Allâme İbn-i Hacerî Mekkî hazretleri, buna “Allahü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep ettiği kimsedir” buyurdu

Sıfat-ı İlâhiyye hakkında sorulan suale verdiği cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmiştir

Allahü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul ettiği için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi

Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış ,tasavvufu inkar etmiş ve doğru yoldan ayrılmıştı Nitekim Zehebî de aynı yola sapmıştı

Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, İslâm âlemine fitne ve fesat ateşi saldı

İmâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “İbn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî beğenir, herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi

Mason Abduh’un yetiştirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Paşa diyor ki: “İbn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, bulduğu delil ile hareket ederdi Tasavvuf büyüklerinin keşfini inkâr ederdi

Yine Abdurrazik Paşa diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi bildiğimiz M Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlıdır

İbn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i Arabi’nin arkadaşı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır Bunların mezhebi kâfirlik olduğu için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar

İbn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağını bilmediği düşünülemez Fakat şeriatı kendi sapık görüşüne uydurmaya kalktığı ve aklı ermediği hakikatleri inkar ettiği için dalâletten dalâlete sürüklenmiştir

Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i şerîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlış anladıklarını iddia edecek kadar ileri gitmiş ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemiştir Allah’ın dinîni kendisinin düzelttiğini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamış olduğunu söylerdi

Müşebbihe denilen bid’at fırkası gibi konuşur, Allahü teâlâya madde ve cisim derdi Yaratanı insan şeklinde sanıyordu Bu bozuk inancına o kadar saplanmıştı ki Şam Camiînin minberinde “Cenâb-ı Hak, gökten yere benim şimdi indiğim gibi iner” diyerek minberden aşağı indiğini İbn-i Battuta haber veriyor

Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında mücesseme ve müşebbihe fırkaları gibi düşünen ve konuşanların kâfir olduğu bildirilmiştir İbn-i Teymiyye gibi Allahü teâlâ arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür

Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayacağını söylerdi Dört mezhebin sözbirliği ile bildiklerine uymayan sözlerin küfür olacağını kabul etmezdi

El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer Radıyallahü anh’ın çok hata yaptığını söylemiştir Hazret-i Ali Radıyallahü anh’ın ise üçyüz defa yanıldığını söylemiştir Hadîs-i şerîfte ise “Allahü teâlâ, doğru sözü Ömer’in dili üzerine koymuştur ve Ömer hiç yanılmaz” buyurulmuştur İbn-i Teymiyye ise Hazret-i Ömer radıyallahü anh’ın yanıldığını söylemekle Hadîs-i şerîflere karşı gelmektedir Halbuki böyle Hadîs-i şerîfleri bilmeyecek kadar cahil değildi, fakat bilgisinin çokluğu nisbetinde çok yanıldı

İmâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok olduğunu iddia ederdi İbn-i Hacer-i Mekkî hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il İslâm kitabında İbni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki “İmâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır” Zevacir S37

İbni Battuta, İbni Hacer-i Mekkî, İbni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan derin âlimler, İbn-i Teymiyeyi Rafîzi saymışlardır Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi İbn_i Teymiyye’yi övmemiştir Talebeleri Zehebî ve İbnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmiştir Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen mason Abduh gibi kimseler İbn-i Teymiye’yi İmâm bilmişler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete düşmüşlerdir

HAMİDULLAH-BAİDULLAH

Dalalet kumkuması

1- Her şeyden evvel eserine “İslâm Peygamberi” adını koymakla bütün zaman ve mekânın ve topyekün kainatın efendisine, tek Peygamberine âdeta mahdut bir saha, muayyen bir daire çizen, onu birdenbire göze çarpmayacak şekilde dar bir tefrik ve tahsis çemberi içine alan ve böylece en azılı İslâm düşmanlarından Hollandalı müsteşrik Doktor (Duzi) ağzıyla konuşan

2- İslâmın o da hatır için, orta seviyeyi hedef tutturucu bir din olduğunu kaydeden ve dolayısıyle yüksek seviyeye mahsus olmadığı hissini sinsice veren (s 14)…

3- İç ve dış bütün ilimlerin sahibine, Suriye Hıristiyanlarından din bilgisi almış olmayı yakıştıran (s 21)…

4- Nebiliği, nebiliğin meydana gelişini basit dünya sâiklerine ve toprak üstü sebeplere bağlıyan (s 25-29)…

5- Çölde sütkardeşi küçük kızın omuzunu, hayat boyu iz kalacak şekilde ısırdığını yazan (s 40)…

6- Rahip Bahîra Vak’asında “istihfaf mevzuu 9 yaşında bir çocuğun simasında” nebilik alameti bulunamayacağını ve buna inanmanın “safdillik” olacağını öne süren (s 46)…

7- “Çocukluğunda puta bir esmer koyun hediye ettiğine” ait bir rivâyeti kaydedebilen (s 47)…

8- Allah’ın sevgilisi ve insanoğlunun en güzelini düztaban diye vasfeden (s 55)…

9- Vahy ânındaki esrarlı tecellileri “onların ifadesine göre” kaydiyle kendi kanaatinden uzakta tutan ve bu uslûpla şüpheli gösteren (s 66)…

10- Bir tecellinin şeytani mi melekî mi olduğunu tahkik mevzuunda “melekse çekilir gider, şeytansa kalır seyreder” gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dışı sahneler îma etmeye kadar varan (s 69)…

11- Buda’yı Peygamber sayan (s 69)…

12- İlk müslümanları şahsî yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmiş farzeden (s 72)…

13- Şakk-ül Kamer vesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alan ve kendisini dışarıda bırakıcı şekilde nakillere bağlıyan (s 82)…

14- Bazı müminlere mucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir ettiği gibi bir hükmü dile getirebilen(s 83)…

15- Miraç mu’cizesini sadece rûhi bir hal sayan ve rûhânî-cismânî, rûh ve madde bu miracı kabul etmeyen(s 92)…

16- Dünyamız küre şeklinde olduğuna ve bir tarafında başa isabet eden gök, mukabil tarafında aynı adamın ayağı istikametine düştüğüne göre Arş’ı tepede aramanın imkânsız olduğunu söyleyecek kadar ebleh ve iptidai bir mantık kullanan ve büyük münhanilerle büyük müstevilerin iç içe olduğuna ve birleştiğine dair yeni fizikten ve (Aynştan) dan bile haberi bulunmıyan ve İslâm da Allah’a mekân tahsisi olmadığını bilmemezlikten gelip Mirac’ı Allah’a mekân tayin etmiş olmak gibi gösteren (s 92)…

17- İslâm’dan önce Kudüs’te mescid bulunmadığını iddia edecek kadar cehâlete düşen, hattâ Kur’ân-ı bile yalanlamaya kadar giden (s 93)…

18- “Tedavi için sadece tükürüğü vardı” lâfını edebilen (s106)…

19- Eserini baştan başa kuru aklın en âdîsi ve bizzat akılla iflas ettirilmişi üzerine bina eden ve onun önsözünde Fransızlardan gördüğü misafirperverliğe muKâbele için yazdığını, yani kiliseyi memnun edebilmek çabasında bulunduğunu itiraf eden…

Evet bütün bunları eyliyen, dinden imandan, aklın iç yüzünden, felsefeden, Doğu ve Batı Muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın İslâm ,âlim ve mütefekkiri diye piyasaya sürülmesinden ve bugünedek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmuş olmasından büyük felaket düşünülemez

Ayrıca bu adamın bir zamanlar 6000 lira aylıkla Sıddık Sami Onar nam kişi tarafından Üniversite (konferansiye) tayin edilmiş, yani (Makaryos) dan beter bir kişi marifetiyle İslâm hakikatlerini göstermeye memur kılınmış olması, islâmiyeti göstermek değil, gömmekten başka bir şey olmayan gayeyi açıkça belirtir

Din simsarları bunları basa dursun

NF Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)

Mİ’RAC VE HAMİDULLAH

MrProfHamidullah, AÜ İslâmî İlimler fakültesinde Mİ’RAC ile ilgili bir seminer veriyor Seminere katılanlar arasında Dr Zeki Çıkman isimli bilgili bir müslüman bulunmaktadır Dr Zeki Çıkman, din gayretinin verdiği cesaretle Mösyö Hamidullah‘a bazı sorular tevcih ediyor Konuşma münazara şeklini alıyor 50 dakika süren münazara sonunda, Dr Zeki Çıkman’ın aklî ve naklî delilleri karşısında şahitlerin huzurunda Mösyö Hamidullah “Ben böyle düşünüyorum, kanaatim budur Bu benim şahsi anlayışımdır” demek mecburiyetinde kalıyor Konuşmalar teyple tespit edilmiş

Yüksek İslâm Enstitüsünün değerli hocalarından Ahmed Davutoğlu kitaba takriz yazmış Davudoğlu Hoca, takrizinde Prof Hamidullah’ın paslı silsilenin (din tahripçilerin ) son halkalarından biri olduğu, onun Peygamber aleyhisselâm hakkında yazdığı kitaplarında Kur’ân-ı kerîmin Cebrâil aleyhisselâm vasıtasıyle indirildiğine dair yani vahy mahsulü olduğuna dair bir işaret bulunmadığını kaydettikten sonra, talebelik yaptığı Mısır’da çok reformcu gördüğünü, bu bakımdan Mr Hamidullaha şaşmadığını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabul ederek Türkiye’de fesat tohumu ekmesine müsâade edenlere şaşıp kaldığını zikretmektedir

İkinci takrizi yazan eski Erzurum müftüsü Osman Bektaş Hoca ise kitabın müellifini takdir ve tebrik ederek bu kıymetli eseri okuyuculara tavsiyede bulunuyor

Kitabın önsözünde kati hüccetlere dayanılarak “Cumhur-i selef ile halefin itikadına göre Mİ’RAC’ın Rûh ve ceset ile birlikte vâki olduğu, Mescid-i Harâmdan Mescid-i Aksaya seyahatın Kur’ân-ı Kerîmle sâbit olduğundan, Mi’rac’ın bu kadarına inanmıyanın kâfir olduğu” isbat ediliyor

Mu’cizelerin hiç birine inanmıyan Mr Hamidullah’ın Mİ’RAC mevzuunda kıvırtarak nasıl inkar ettiği 10 madde halinde sıralanarak gerekli cevaplar verilmiştir

Kitabın tanzim sırasına göre, Mösyö Hamidullah’ın sakat görüşleri ile buna verilen ilmî cevapların kısa bir özetini aşağıya çıkararak okuyuculara sunuyoruz

1- “ Uzaktaki Mescid-in Kudüs’te olduğu düşünülemez Zira Kur’ân-ı kerîm’in inzal edildiği devirde Kudüs’te mescid yoktu” diyor Mösyö Hamidullah

Buna Buhârî ile müslim’in müttefikan bildirdiği bir hadîs-i şerîfle cevap veriliyor Mescid-i Aksa’nın Mescid-i Harâm’dan 40 yıl sonra yapıldığı belgeleniyor

Prof Hamidullah, tenakuzlu iki ifade zırvalıyor: “Peygamberimiz Mİ’RAC’tan inerken yerdeki Mescid-i Aksa’ya uğramıştır ve soranlara da burayı tarif etmiştir”

Bu sözü nakzeden ifadesi:”Peygamberimiz demedi ki, orada şöyle bir mescid var idi, şöyle bir ma’bed ve şöyle bir binadır demedi

Bu sözlerinde Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte cevap veriliyor:

“Mescid-i Aksa’ya sefer ettiğimi söylediğimde, Kureyş beni yalanlayınca Hicir’de ayakta durdum Müteakiben Allah bana ,Beyt-i Makdis’i ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da (denemek için ne sordularsa) Mescid-i Aksa’ya bakarak onun nişanelerinden Kureyş’e haber vermeye başladım

Aynı husus, Sahih-i Müslim’deki başka bir hadîs-i şerîfte perçinleniyor

Sahih-i Buhârî’deki başka bir hadîs-i şerîf naklediliyor:

“Kureyş, Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var diye sormuşlardıHalbuki ben Kudüs Mescid-inin kapısını saymamıştım Fakat karşımda mescid tecelli edince ona bakmaya ve kapıları birer birer saymaya başladım

Buhârî ve Müslim’deki başka bir Hadîs-i şerîften bahsedilerek Hazret-i Ebû Bekir’e SIDDÎK denilmesinin hikmeti belirtiyor Müşriklerin sorularına “O söylemişse doğrudur” sözü naklediliyor Hz Ebû Bekir’in daha önce Mescid-i Aksayı gidip gördüğünü, Peygamber aleyhisselâmın Mi’racı tekrar anlatırken “doğru söylüyorsun ya Resûlallah” diye tasdik ettiği, hadîs-i şerîfte ispatlanıyor

2- “İki Mescid-i Aksa vardır: Biri yerde, diğeri gökte İnerken yerdekine uğramıştır Soranlara da burayı tarif etmiştir Gökteki bir Mescid-i Aksa’nın Mi’racın mahalli olmasını tercih ederim” diyor, Mösyöِ Hamidullah

Bu zırvaya da başta dört büyük İmâm olmak üzere Cumhur-i selef ve halefin Mescid-i Aksa’dan murat Kudüs’teki Mesciddir diye sözbirliğinde bulundukları belgelere dayanarak cevaplandırılıyor

Peygamber aleyhisselâm yıldızlara bakarak Kudüs ve Kâbe’nin yönünü kıble ciheti olarak tespit ettiğini söylüyor Mösyö Hamidullah

Âyet-i kerîme ile sabit vahyi inkar sadedindeki bu ifade de “Medine’de iken bir ikindi namazında kıble âyeti geliyor, tahiyyattan kalkıldıktan sonra namaz bozulmadan Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye doğru dönülüyor” şeklinde vesikalarla ispatlanıyor

3- “Peygamberimiz ticaret maksadıyle, nübüvvetten önce Kudüs’ü iki defa görmüştür Kudüs’ü soranlara tarif etmişse bunun mu’cizelikle ne alakâsı vardır?” diyor Mösyö Hamidullah

Bu zırvaya da Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte cevap veriliyor: “Kudüs’le benim aramdaki mesafe ortadan kalktı ve ben Mescid-i Aksa’ya bakarak ne soruyorlarsa cevap veriyordum

Mösyö Hamidullah’a vesikalar sunulduğu halde yukarıdaki iddiasına ayak diremesinin üç tehlikeyi ima ettiği belirtiliyor:

a- Peygamber aleyhisselâm “aradaki mesafe ortadan kaldırıldı” demekle hâşâ yalan söylemiş oluyor

b- Buhârî ve Müslim’deki bu husustaki sahih hadîs-i şerîfleri inkar etmiş oluyor

c- Yahut Peygamber aleyhisselâm daha önce gördüğü bu yeri hafızasında canlandırarak tarif etti demek istiyor:

Eğer Hamidullah’ın dediği gibi Peygamber aleyhisselâm Kudüs’ü görmüş olsaydı, müşrikler bunu bilecekleri için böyle bir sorunun sorulmasının yersiz ve gereksiz olacağı belirtiliyor

Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesini MU’CİZE olarak değil de basit bir seyahat hatırası olarak kabul etmek Hamidullah gibi Mösyölere has bir inanıştır

4- “Allah, zaman ve mekândan münezzeh olduğuna göre onunla konuşmak için bir yere gitmeye lüzum var mı? Rûhunda bir binite ihtiyacı vardır” diyor, Mösyö Hamidullah

Cevap olarak, Peygamber aleyhisselâmı, İslâmın kerih gördüğü madde aleminden alıp âyetlerini göstermek ve kendisini alemlere nişan olarak temsil için daha temiz alemi-emirde “Kâbe –kavseyn” de bizatihi görüştü

Ehl-i sünnet, bizâtihi görmeyi şöyle açıklar: “Mi’rac gecesinde, Peygamber aleyhisselâm Rabbini dünyada görmedi âhirette gördü Çünkü o serveri Kâinat, o gece zaman ve mekân çevresinden dışarı çıktı Ezelî ve ebedî bir an buldu Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidişlerini ve Cennete oluşlarını o gece gördü, o mekânda görmek dünyada görmek değildir Âhirette görmesi ile görmektir Ehl-i sünnet âlimleri dünyada görülmez buyuruldu(Mektûbât-ı İ Rabbânî C1 M 283)

Ehl-i sünnetin inancının bu şekilde oluşu Cenâb-ı Hakkın zamandan ve mekândan münezzeh oluşuna nakısa getirmiyor

“Rûhun da bir binite ihtiyacı vardır” saçmasına İmâm-ı Rabbânî’den cevap veriliyor: “Alem-i emir özelliğini taşıyan rûhun madde aleminde seyahat etmesi için bir bineğe ihtiyacı yoktur Burak ve Mi’rac, Peygamber Efendimizin mübarek bedenlerimi taşımak için kullanılmış özel binitlerdir

5- ”Ben Kur’ân-ı inceledim ABD kelimesinin cesetle ilgili olduğuna dair herhangi bir âyet görmedim” diyor, Mösyö Hamidullah

Cevap olarak, Abd, kelimesinin lügatte hür veya köle insan manasına geldiğini, Arapça da ise cesetli insan için kullanıldığı, cesedden âri rûh, can ve nefse Abd denilmediği izah ediliyor Ayrıca Abd’nin rûhla cesede birlikte denildiğini birçok âyet-i kerîme, müfessirlerin beyanları ve muteber kitaplardan deliller getirilerek isbat ediliyor

6- “Benim Mi’rac anlayışım bir geziden ziyade rûhen ve manen bir seyahattır Bu seyahat şâyet bedenidir dersek, karşımıza çıkacak bazı suallere cevap vermeliyiz” diyor Mösyö Hamidullah

Bu herzelere aklî ve naklî sayısız delillerle cevap veriliyor Aklî delillerden birkaçı: Eğer Peygamber aleyhisselâm Mi’racı rûhen ve hal olarak yapmış olduğunu söyleseydi kimse itiraz edip de soru sorma lüzumunu duymazdı Bedenî gidiş olduğunu anladıkları için,iki ayda gidip gelinecek yolu bir anda gidip geldiğini söylediği için ve Peygamber aleyhisselâmın daha önce Kudüs’ü görmediğini bildikleri için Mescid-i Aksa’yı tarif etmesini istiyorlar Bu muazzam Mi’rac mucizesine inanmayıp irtidad eden birçok insanlar çıktı

Cenâb-ı Hakkın Resûl-i Ekremini Kudüs’e getirmeden semaya çıkarmamış olması da dünyevî sened ile Mi’racın cismanî olduğunu göstermek için olduğu kaydediliyor

Hazret-i Ömer Radıyallahü Anh, Kudüs’ü aldıktan sonra papazın gösterdiği ma’bedler arasında Mescid-i Aksa’yı Peygamber aleyhisselâmın tarif ettiği şekilde bizzat tanıdığı ve teşhis ettiği belgeleniyor Bu vakıanın üç şeyi tespit ettiği meydana çıkıyor:

1- Mi’rac hadîsesinde Mescid-i Aksa’nın tarif edilecek kadar mamur bir ma’bed olduğu

2- Peygamber aleyhisselâmın tarif ettiği Mescid-i Aksa’nın burası olduğu

3- Mescid-i Aksa’nın göklerde değil, yeryüzünde ve Kudüs’te olduğu belirlenmiş oluyor Müşriklerin de Mescid-i Aksa’yı bildikleri için Peygamber aleyhisselâmdan tarifini istiyorlar Mevcut olmayan bir Mescidin tarifini istemeleri elbette muhal olurdu

Mi’racdan döndüklerinde henüz yataklarının soğumamış olması, eğer rüya olmuş olsaydı yatağın soğumasından bahsetmenin yersiz olacağı belirtiliyor

Şakkulkamer mu’cizesini inkâr sadedinde Mösyö Hamidullah’ın bir herzesi daha naklediliyor: Beşer tarihinde Allahın seçilmiş kullarına mu’cizelerin yakıştırıldığı, tarihçilerin dediğine göre hemşehrilerinin alaylı sözleri karşısında aya işaret edip ayın ikiye ayrıldığı , ayın içinde eskiden beri bir çeşit gaz bulunabileceği, bu gazın patlaması ile meydana gelen zelzelede ayın ikiye ayrılmış olabileceği, bu hadisenin ise Resûl-i Ekremin Peygamberliğini isbat etme ihtiyacını duyduğu sırada vuku bulduğu Mösyö Hamidullahca ifade edilmektedir Hamidullah’ın bu saçmasına da gâyet enteresan ve ilmî cevaplar verilmektedir

Burak isimli bineğin bedeni taşımak için olduğu, rûhun bineğe ihtiyacı bulunmadığı bildiriliyor

Naklî delillere gelince; başta dört Hak Mezhebin İmâmları olmak üzere Hadîs, Fıkıh, Kelâm âlimlerinin cumhuruna göre İsrâ ile Mi’racın bir gecede, rüyada değil, uyanık halde, rûh ve cisimle birlikte vuku bulduğu belgelerle ispat ediliyor

“Miracın iki olduğuna dair icma yoktur” diyor Mösyö Hamidullah

Nübüvvetten önce de başka bir Miracın vuku bulduğu belgeleniyor

Mösyö Hamidullah, Peygamber aleyhisselâmın mübarek göğüslerinin yarılması hadisesine “asrımızda bunun halli mümkün değildir” diyerek inkâr ettiği ve Mİ’RAC hakkında bir İCMA’yı kabul etmediği belirtiliyor Bunlara gâyet ilmî ve muknî cevaplar veriliyor

MEVDÛDÎ

Sapıklık misallerini bir laboratuar katiyetiyle göz önüne serdiğimiz Hamidullah isimli “Baidullah” denilmeyi lâyık mütefekkir taslağından sonra, ondan biraz daha hafif fakat dalalette yine çok ağır Mevdûdî geliyor “İslâm da İhya Hareketleri” adlı eserinde bu adam dar ve kuru aklı biricik metot olarak kullanıyor, bu metodun baş temsilcisi İbni Teymiyye’yi göklere çıkarıyor, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri gibi beyninin her zerresi güneş bir iç ve dış kahramanını yalnız dış cephesiyle ele alıp içini görmemezlikten geliyor İmâmı Gazâlî Hazretlerinin güya “müceddid-yenileyici” tanıdıktan sonra onda bir takım zaaflar buluyor ve bu zaafları üç noktada topluyor Hadis ilmînde eksikliği (rasyonel-aklî) ilim tesirinde kalışı ve tasavvufa kapılışı Böylece tasavvufu, yani Kâinatın Efendisi’nin bâtın nurunu inkar etmiş ve hakikatte kendi metodu olan kara aklı İmâm-ı Gazalî’ye mal etmek ve yermekle tezatların en gülüncüne düşmüş bulunuyor”Hadis’te zaif” demesi de akılla aklı yenen büyük kahramanın iç kanal mevzuunda gösterdiği hadislere muhalefetinden doğuyor (S: 64, 65, 67, 70-77) Tasavvufu karikatürlerinden ayıramıyarak tam inkâr ve kendisini zımmen mehdi kabul edişi de eserinin sonunda (S:123, 124, 125, 126, 127, 128)

Bende el yazısı mevcut bir şehâdete göre de, bizzat bu şahidin “mezhebiniz nedir?” sualine “mezhebim yok!” cevabını veren sapık

N F KISAKÜREK
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)

MEZHEPSİZ MEVDÛDÎ

Bundan evvelki sayılarımızda içtihadın kesildiğine dair icma bulunduğunu, İslâm âlimlerinin kat’i hüccetlerine istinaden isbat etmiştik Yusuf Nebhanî hazretleri gibi ehl-i sünnet âlimlerinin “Müctehidlik iddia eden kimselerin ya akıllarında veya dinlerinde noksanlık bulunduğunu, bunu Vehhâbiler ile cahil bid’atçıların iddia ettiğini” nakletmiştik

Mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmıştır Âyet-i Kerimelere kafadan mânalar verilişi, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyişi, dört hak mezhepten birine göre yazılmayışı Mevdûdî’nin MEZHEPSİZ oluşunu gösteren apacık ve kat’i delillerdir

Şimdi Mevdûdî’nin HİLAFET VE SALTANAT isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz atalım:

1- Kitabın çeşitli yerlerinde “İslâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır Halbuki İslâmda nazariye yok, edillei şer’iyye vardır

2- Bir İslâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmiş bulunan bütün medenî haklardan aynı şekilde istifade imkânına sahip bulunduğunu iddia etmekte S58

Halbuki bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemediği gibi seçme ve seçilme hakkına da sahip olamaz Mevdûdî’nin savunduğu demokratik rejimlerdedir

3- “Benim nazarımda bütün insanlar eşittir” Demekte ve “Bizden olsun olmasın” diye de bir ilâve yapmakta S68

Halbuki insanlar ancak insan olarak eşittir Fakat bir müslümanla bir kâfir eşit değildir Müslümana namaz kılması icbar edildiği halde kâfire icbar edilemez

4- “Ancak mü’minler kardeştir” Âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarmakta S 69-70

5- S 89’da Kâinatın Efendisinin kendisinden sonra bir şahsın yerine geçmesi hususunda işaret buyurmadığını iddia ederken hemen S 90’da Hazret-i Ömer ile Hazreti Ebu Bekir’i hilafete tensip buyurduğunu söylemektedir

6- Eshâb-ı Kirâm’dan Sa’ad bin Ubade Radiyallahü Anh’a, farklı ictihadını kabilecilik taassubu olarak vasıflandırmaktadır S 112

Halbuki dört halifenin sünneti, Resulullahın sünneti olduğu hadis-i şerifle sabitken son iki halifenin nümune teşkil etmediği intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr Hadis-i şerifi tekzip etmektedir

8- Hazret-i Osman Radiyallahü Anh’ın Hülefa-i Raşidinin tesis ettiği hükûmet nizamının aydınlattığı meşaleyi de söndürdüğünü iddia ederek köpek dilini göstermektedir S 117

9- Hulefa-i Raşidinin doğru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını vermek için, “Bu zevat-i kirama hülefa-i raşide-doğru yolda giden halifeler- demekten ziyade, Hülefa-i Mürşide- Doğru yolu gösteren halifeler- demenin daha doğru olduğunu söyleyebiliriz” diyebilmektedir S 122

10- Dinî mevzularda ince değil, çok ince düşünmenin gerektiğine ehemmiyet vermiyerek “Her şeyin üzerinde bu kadar ince düşünürsek o takdirde İslâm tarihinin %90’nını bir tarafa bırakmamız icap eder” demektedir S129

Halbuki yanlış bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık mı meydana gelir?

11- Benî Ümeyye, yani Hazret-i Osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyet ve işbirlikte izahının mümkün olamıyacağını, yani iltimasla getirildiğini iddia etmektedir S 130

12- Hazret-i Osman’ın İslâmın ne olduğunu hâşâ bilmediğini isbat için “İslâm sadece memleket fethetmenin işi demek değildir” diyebilmekte S 133

13- Eshâb-ı Kirâmdan baba ile oğulun Medine’ye getirilişine kızarak getirilmesini isteyen Resûlullah’a diş biliyor veya Hazret-i Osman’ın yalan söylediği intibaını vermek için “Hazreti Osman şöyle bir mesele ortaya attı: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların Medine’ye dönmelerine izin vereceğim” dediğini duymuştum” şeklinde rivayet edebilmekte S 134

Hadis-i şerife istinaden getirdi demiyor da şöyle bir mesele ortaya attı, demekle Hazreti Osman’ı töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz

14- İbn-i Teymiyye’den bile nakiller yapmakta S 135

15- “Hazreti Osman’ın siyaseti hatalı idi” demekte S 141

16- Hazret-i Ali, Hazret-i Osman’ın temiz olduğunu isbatladı, demiyor da, “Hazreti Osman’ı temize çıkardı,” demek suretiyle hem Hazret-i Osman’ın suçlu olduğu, hem de Hazret-i Ali’nin bir nevi iltimas ettiği intibaını vermeye çalışıyor S 146

17- S 148’de “Hadiseler büyüyünce Hazret-i Osman bile hadiselerin bu şekilde gelişeceğini hesaplıyamamıştı” Demek suretiyle güya Hazret-i Osman’ın ferasetsizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır Hadiselerin o şekilde tecelli etmesi takdir-i ilâhidir Peygamber aleyhisselâmın Taif’te mübarek ayaklarının kan içinde kalmasını hesaplıyamamış mıydı? Mezhepsiz aklının ermediği işlere karışmasan olmaz mı?

18- İslâmın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçim sisteminin islâmın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyle Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hazreti Ali kazanacaktı” demekte S 151

19- Hazret-i Sa’ad İbni Ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “Onlar islâm nizamını iyi düşünselerdi, biat etmelerinin zaruri olduğunu anlamış olacaklardı” demek suretiyle (S 152) farklı içtihadlardan dolayı bazı Eshâb-ı kiramı islâmı iyi iyi düşünmemek gibi bir ithamda bulunmaktadır S 153’de ise “Yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı, yahutta böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı” diyor Ağzını topla Mevdûdî!

20- Mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı Eshâb-ı kirâma bakın nasıl yükleniyor: “Biat etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade padişahlık tarafına yöneltmekten başka bir mânâ ifade etmez” diyor S 153

21- S 160’da şartlı biatın caiz olmadığını beyan ettikten sonra S 162’de Aşere-i mübeşşere’den iki sahabinin şartlı biat istediklerini söyleyerek cennetle müjdelenen iki sahabiye noksanlık yüklemeye çalışıyor mezhepsiz

22- S 164’te “Neticede Talha, Zübeyir ve diğer kan davâsı peşinde koşanlar” diyor da Şer’i kısasın yapılmasını isteyenler demiyor Aşere-i mübeşşereden bu iki zata “kan davâsı peşinde koşanlar” şeklinde suçlamaya çalışıyor alçak herif

23- S 167’de Hazret-i Ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine de hürmet gösterdiğini ve mallarını da ganimet saymadığını rivayet ettiği halde mezhepsizliğinden dolayı karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor

24- Hazret-i Muaviye’ye uzatılan dile bakın: S 169’da “Muaviye Hazret-i Osman’ın kanını istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu” diyor S 171’de ise “Muaviye Osman’ın katillerinden kan istemiyordu O zamanın halifesinden kan istiyordu” diyor mezhepsiz herif

25- Bir kısım sahabenin Hazret-i Osman’ın kaatilinin Hazret-i Ali’nin olduğunu söylemesi için 5 tane yalancı şahit bulunduğunu iddia ederek Eshâb-ı kirâma iftiralar etmektedir S173-174

26- Hakem olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin selâhiyetinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamiyle yolsuz ve yersiz olduğunu beyan etmek suretiyle başta Hazret-i Ali olmak üzere her iki hakemi ve bu hakemliğe rıza gösteren bütün Eshâb-ı kirâmı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor mezhepsiz Mevdûdî S 182-183-187

27- Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptığını iddia ederek “İşte Hazreti Ali’nin tek hâtalı meselesi budur” Diyerek Hazret-i Ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat içtihadı böyle oldu diyemiyor alçak herif

28- Hazret-i Ebubekir’in Hazret-i Ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi Hazret-i Muaviye’nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshâb-ı kirâmın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için onlara yükleniyor alçak herif S 197

29- Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun hazreti kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: “Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabî olması hasebiyle kendisi hürmete şayan bir zattır Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, deriz ki o haddini bilmeyen bir kimsedir” diyor S 204

Mezhepsizin samimiyetsiz olduğunu isbat için bu cümleler yetmez mi?

30- Hazret-i Muaviye için “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti” gibi büyük bir iftirada bulunmaktadır S 235

31- Mezhepsiz kadınların başını kendi tutmuş gibi şöyle bir rivayet naklediyor: “Bu hâdise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı” S 247

Böyle bir rivayeti nakletmekle hem Eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz düşmanı olarak vasıflandırmış oluyor Sonra bu bin kadının kendi kocaları tarafından gebe kalmadığını acaba Mevdûdî nasıl tesbit etmiş ki?

32- Şirkten başka günahların affedilebileceği itikadının Mürcienin itikadı olduğu zikredilerek tenkid edilmektedir S 326

33- İmâm-ı A’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadettiğini zikretmekte, fakat kendisi mezhepsiz olduğu için Hazret-i Muaviye’ye hazreti kelimesini bile çok görmektedir S 326

34- Ehl-i sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması şartıyla birlik için çalıştıklarını kaydetmektedir S326

35- İstisnasız bütün Eshâb-ı kirâmın adil olduğunu, hepsinin itimada şayan bulunduğunu, aksi düşünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendiliğinden şaibeli duruma düşeceğini kaydettikten sonra sahabelerin hiçbir hatalı işleri yoktur demek istemediğini de belirtiyor S435

36- Sahabiler için “Bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir demiyor mezhepsiz S 436

37- “Es-sahabetü küllühüm adül”, mevhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varid olduğunu kaydettiği halde, yine de çoklarının âdil iş yapmadığını, şeriatı tahrif ettiğini yazıyor S437

38- Kitabında gözden kaçmış hâtaların bulunabileceğini, okuyucular bunları bildirirse düzelteceğini beyan etmektedir S 439

Bre sapık, yazdıklarının neresi doğru ki?

39- S 441’de bir hata işlemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Ben Eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor

Müctehidlerin içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı getirmez tabii Hepsi de müçtehid olan Eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka hata olduğu bilinemediği için mutlaka hatadır denemez ve günah işlemeyen mahfuz veliler de bulunabileceği için herkese hata işler gözüyle bakılmaz

40- S 443’de “Benim düşüncem şöyledir” diyerek kendisinin de İslâm âlimleri arasında yeri olduğunu sanmaktadır

41- “Eshâbım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz” Hadis-i şerîfine ehemmiyet vermeden Sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışmaktadır S 444

42- İslâmda fâsığın şehadeti kabul edilmediği halde iftiralarına rafizilerden, şiilerden delil getirmektedir S 445

İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebil Hadid’in şii olduğunu kendisi de itiraf etmektedir S 445

43- Rafîzi İbni Kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve İbni Kuteybenin şii olduğunu söylemek hatadır demektedir S 446

44- İbni Kuteybenin şiî olduğu bir tarafa Hazret-i Ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor S 447

Sanki Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senetmiş gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor

45- El Mesudi’nin rafîzi olduğu açıkken “Başka mehazların tasdik etmediği rivayetlerini almadım” diyerek zımnen Mesudi’nin ehl-i sünnet olmadığını belirtiyor S 448

S 452’de ise “İbni Kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara İbni Cerir’de tesadüf edilmez” demektedir

Bu ifadesi doğrudur, çünkü Sünnî İbnî Cerir senettir Fakat rafîzi olan İbni Cerir ise şiîdir Mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir Eshâb-ı kirâm düşmanıdır Mevdûdî gibi Eshâb-ı kirâmı över över sonra da şuraları hatalıdır der

46- Ehl-i sünnetin kâfir dediği İbni Teymiyye’yi İMAM diye övmektedir S 452

47- Hem tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de “Hadis imamlarının ağır tenkidlerine uğramış bulunan ravilerini tarih yine de kabul etmektedir” demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir S 460

48- S 462’deki mantığa bakalım: Bizim tarih yazma işimize Abbasiler devrinde başlandığı, bunların Emevî düşmanı olduğu, bu bakımdan bir takım vukuatı gizlemiş ve saklamış oldukları ihtimali üzerinde durarak, Emevilerin iftihar vesilesi olacak işlerinden de bahsettikleri için bu tarihçilerin doğru olabileceği hükmünü çıkarıyor S 462

Be aptal Mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? Tıpkı sen de onlar gibi Eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun

49- İbni arabi’nin, İbni Teymiyye’nin ve Şah Abdülaziz’in şiîleri reddiye hakkında yazdıkları kitaplardan rivayetler almadığını, bunların mehaz olamıyacağını beyan etmektedir S 463-464

Yazarı ehl-i sünnet olduktan sonra şiîliğe reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz olarak kabul edilmesin?

50- Kendi fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım” diyor S 463

51- Hazret-i Osman’ın hareketlerinin yanlış bir niyet değil, yanlış bir düşünce olduğunu beyan etmekte, bu yanlış düşünce isnadına da içtihadî bir hata demekte S465

52- Hazreti Osman’ın ferasetinin noksan olduğunu teyit için “Herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi” demek suretiyle Hazret-i Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor S 467

53- Hazret-i Osman’ın Hazret-i Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor S 472

54- Hazret-i Osman’ın akrabalarına karşı olan sevgisini zaaf olarak vasıflandırıyor S 476

55- Hazret-i Osman’ın yalan söylediğini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri değiştireceğine dair halka söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktığına dair bir rivayeti nakledebilmektedir S 483

56- Aşere-i mübeşşereden Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in kısas hakkındaki içtihadlarının hatalı ve yanlış olduğunu iddia etmekte S 492

57- Hazret-i Âişe validemizle birlikte Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in içtihadları için nadim olduklarını yazabilmekte S 493

Halbuki hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz Çünkü içtihad etmek günah değil de ondan Asıl günah olan içtihad etmemektir Mübareklerin nedameti içtihadları için değil, İbni Sebe’nin hilesi sebebiyle müslüman kanı döküldüğü içindi

58- Ehl-i sünnetin Hazret-i Muaviye’ye FÂSIK demediğini belirttikten sonra BAGİ olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunduğunu kaydederek bagi diyenlerin daha doğru olduğunu yazmaktadır S 493

Alçakça bir mantıksızlık Fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? Bagilik meşru ise tabii ki denir Yok bagilik meşru değil, yani bagi olmakta bir günah var ise, bu günah açıktan işlendiği için, işleyene FÂSIK denir Harbde hile caiz olduğundan hile yapana hileci denemez İsyan eden kimseye fâsık denmediğine göre, o kimsenin isyanının, bagiliğinin meşru olduğunu gösterir Meşru olmasaydı fâsık denirdi Mezhepsiz Mevdûdî hem fâsık değil diyor, hem de bagi diyor

59- Hazret-i Muaviye’nin fâsık olmadığını ve müçtehid olduğunu beyan ettiği halde kesilecek mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadığı gibi haraketlerine hata dediğini, içtihat hatası diyemiyeceğini belirtiyor S 496

60- Hazret-i Muaviye için söylediğini Hazret-i Amr ibni As için de söylememekte “bu zatın yaptığı iş, düpedüz hata idi, haksızlıktı Buna içtihadî hata denmez” diyerek zehirini kusmaktadır S 498

61- S 500’de “Şimdi yalnız biz değil, fakat hangi insaflı ve âdil bu işin adına İÇTİHAD diyebilir?” şeklinde konuşarak içtihad diyenlerin insaf ve âdil olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i sünneti insafsız ve adâletsiz olarak vasıflandırmaktadır Başta Hazret-i Ali olmak üzere ehl-i sünnet ulemasının bu hadiselerin içtihada taalluk ettiğine dair olan içtihadlarını Milli Fikir’in 12 sayısında da vesikalara dayanarak isbatlamıştık

62- İstidlal ettiğim hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek kendisinin istidlâl etme yetkisinin bulunduğunu, yani müçtehid olduğunu beyan etmektedir S 504 Daha önce de içtihad-i fikrim diyordu S 463

63- Bir sahabenin Mekke’nin fethinde Hazret-i Osman’ın iltiması ile vazgeçildiğini yazmakta S 506

İltimas, bir haksızlığı meşru kılmaz için yapılan harekettir Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle hem Hazret-i Osman apacık şekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul edip tatbik eden Resûlullah Efendimiz suçlanmış oluyor Eğer Hazret-i Osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, Resûlullah onu kabul eder miydi?

“İslamda İhya Hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık, bid’atçi dediği İbni Teymiyye’yi aşırı şekilde övmekte, ona “İMAM” ünvanını vermekte, ehl-i sünnetin göz bebeklerinden biri olan İmâm-ı Gazâli hazretleri gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve noksanlıklar bulmakta, tasavvufa girişini- yani evliya oluşunu- noksanlık olarak kabul etmektedir İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinliği nisbetinde yükselen büyük İslâm âlimlerini yalnız dış cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber aleyhisselâmın bâtın nuru olduğunu bilemediğinden inkâr ediyor İslâmı İmâm-ı Gazâli’nin bıraktığı yerden alıp ileriye götürdüğünü savunmak gibi gülünç iddialarda bulunmaktadır



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.