Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular > Sorularla İslamiyet

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eşyanın, hakîkatı, vahdeti, vücut

Vahdet-İ Vücut Ve Eşyanın Hakikatı

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Vahdet-İ Vücut Ve Eşyanın Hakikatı




Vahdet-i Vücut ve Eşyanın Hakikatı
Hakkında Vahdet-i Vücut ve Eşyanın Hakikatı




Vahdet-i Vücut ve Eşyanın Hakikatı

Vahdetin sözlük anlamı, birlik’tir Zıt anlamı “kesret”, yâni çokluktur Meselâ, beş farklı harf bir kesrettir, ama bunlar tevhit edilerek bir kelime halini alırlarsa vahdete erilmiş olunur

Kâinat kitabı denilen bu âlemde, bu mânânın sonsuz misalleri vardır Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken, milyarlarca hücre bir bedende birleşiyorlar Bir olan Allah’ın mukaddes varlığı için “vacib-ül-vücut”, kesret dairesini meydana getiren mahlûkatının varlığı için ise “mümkin-ü’l-vücut” tabirleri kullanılır

Vacip; varlığı kendinden olan, bir başkasının var etmesiyle var olmaktan münezzeh bulunan, ezelî ve ebedî var olan Allah’ın varlığı Mümkin; varlığı, yaratıcısının var etmesiyle tahakkuk eden, o dilediğinde hemen yok olmaya mahkûm, bu cihetle varlığı ile yokluğu yaratıcısının kudretine nispetle eşit bulunan mahlûkatın varlığı

İşte vahdet-i vücut meşrebindeki bir velî, “istiğrak” dediğimiz mânevî sarhoşluk hâline girdiğinde varlığı sadece vacip varlığa hasreder, mümkinin varlığını inkâr eder “Lâ mevcude illâ hu” yâni “Ondan başka varlık yoktur” der

Bu sözün cezbe hâlinde, mânevî sarhoşluk hâlinde söylendiği açıktır Zira, Ondan başka varlık olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi Ama, bu sözü söyleyen zât o anda bunu da düşünecek halde değildir

İstiğrak halinin bir gölgesi günlük hayatımızda da bazen kendini gösterir İlmî bir eseri okuyan insan kendini mânâya kaptırdı mı, artık kelimeleri bir bakıma görmez olur Onları hatırlamaz, onlarla meşgul olmaz O her şeyiyle ilme dalmış, onda gark olmuştur O anda kitabı unuttuğu gibi, onu tutan parmaklarını, ona bakan gözlerini de unutmuştur

Vahdetü’l vücut için, Mesnevî-i Nuriyye’de “Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir” buyrularak bu meşrebin akıl ile izah edilemeyeceğine dikkat çekilir

Bir aynayı güneşe karşı tuttuğunuzda güneş o aynada görünür Onun nuruyla ayna da aydınlanır O da ışık saçmaya başlar Bu ayna şuurlu olsa, güneşin nurunu kalbinde taşır, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ışığın, hararetin hep ondan geldiğini bilir, ona minnettar olur Bu şuurlu aynanın güneşe doğru yaklaştığını farz edelim Yaklaştıkça güneşten daha fazla ışık alacak, daha çok parlayacak, diğer yandan, daha fazla ısınacak, yanacaktır Ayna güneşe yaklaştıkça onda, güneşin görüntüsü dışında kalan saha gittikçe azalır Ve sonunda aynanın tamamı güneşin nuruyla dolar Artık onun kalbinde başkasına yer yoktur Yaklaşma devam ettikçe, ışığın şiddetinden ayna kendini göremez olur Şiddetli hararet ve nur ile kendinden geçer, istiğrak hâline girer Artık ne kendisi kalmıştır ortada, ne de ışığı İşte o ayna bu halde iken, “Güneşten başka bir şey yoktur” derse, bu onun mânevî sarhoşluğunun ifadesidir

Risale-i nur Külliyatından Mektûbat’ta, “kalbî ve hâlî ve zevkî olan bu meşrebi aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemek” gerektiği önemle vurgulanır Ve Lem’alar’da bu mânâyı teyit için, “bu mesele-i vahdetü’l vücudu şimdiki insanlara telkin etmek ciddi zarar verir” denilerek çoğu insanımızın maddede boğulduğu, sebeplere gereğinden çok fazla önem verdiği bu gaflet zamanında bu meşrebi insanlara telkin etmenin ters sonuçlar vereceğine şöylece dikkat çekilir:

O meşrep, daire-i esbaptan geçip, terk-i mâsiva sırrıyla, mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletinde mazhar olduğu salih bir meşrebdir Bu meşrebi esbab içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-ı İslâmiyyeden uzaklaştırmaktır

Hani bazı ilâçlar vardır, üzerine not düşülmüştür; “Çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediniz” diye Bu meşrep de öyle Şartı, “ehass-ı havas” yâni hasların hası olmak Velâyetin en ileri derecelerinde bulunmak Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor; sadece istiğrak-ı mutlak hâlinde geçerli Yâni tevhit denizinde tam gark olup, o deryada boğulup, Allah’tan gayrı ne varsa hepsinden alâkayı kestikleri zaman “lâ mevcude illâ hu” diyebiliyorlar

İlk cümlede o mümtaz zevatı pervasızca tenkide cür’et edenlere hadleri bildiriyor: Ehass-ı havasın mazhar olduğu salih bir meşrep” ifadesiyle

Elimize bir meyveyi düşünelim Bu meyve halk (yaratma) fiiliyle var olmuş ve onda Hâlık ismi tecelli etmiştir Bu fiil ve bu tecelli olmasa o meyve vücuda gelemez İşte bizim ilmen, fikren düşündüğümüz bu mânâyı o mümtaz zâtlar hissederler, yaşarlar, o hâl ile hallenirler ve cezbe hâlinde o meyvenin yokluğuna hükmederler İstiğrak hâlinden çıkınca meyvelerini âfiyetle yer ve Rezzâk olan Allah’a şükrederler İstiğrak hâlinde şükür de yoktur Zira, ne meyve vardır ne insan

Nur Külliyatında bu meşrebin “salih” olduğu, mensuplarının da ehass-ı havas oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir “Hulefa-i râşidinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarihen görünmüyor” denilerek bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığı vurgulanır

Ne sahabeler, ne mezhep imamları, ne de asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmişlerdir Onlar bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dediğimiz, insanları irşat etme, ikaz etme, hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişlerdir Bu kutsî vazife ise istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilir Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de “Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın” buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını beyan etmiş bulunuyor

Nur Külliyatında dikkat çekilen önemli bir nokta da, bu meşrebe giren bir velînin sadece Allah’a imanda terakki ettiği, buna karşılık diğer iman rükünlerini düşünmemekle yahut hayal saymakla onlardan gereken feyzi alamadığıdır İstiğrak hâlinde söylenen “lâ mevcude illâ hu” sözünün uyanık halde söylense diğer beş iman rüknünün dikkate alınmaması sonucu doğar

Öte yandan, bu meşrebi uyanık halde iddia etmek, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek gibi büyük bir cinayettir Rızık hayal olunca Cenâb-ı Hakk’ın rezzakiyeti de, hâşâ, hakiki olmayacaktır Mahlûkata hayal dediniz mi Allah’ın yaratıcılığı da hayalî olur Hayâlî şeyleri yaratmak için sonsuz bir kudret, irade gerekmeyeceğinden bütün ilâhî sıfatların ulviyetleri de gizlenecektir Sadece Allah’ın zâtına nazar edilmekle, sıfatlara, fiillere, isimlere ve onların tecelli ettiği olan mahlûkata bakılmayacaktır Bunun ise velâyette yüksek bir meşrep olmayacağı açıktır

ProfDrAlaeddin Başer


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.