Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular > Sorularla İslamiyet

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilgiler, geniş, hakkında, Îmân

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...




İman Nedir ? Ve İman hakkında geniş bilgiler
Hakkında İman Nedir ? Ve İman hakkında geniş bilgiler




İMAN NEDİR?

A) İMANIN TANIMI

a) İmanın sözlük anlamı; bir şeye kesin olarak inanmaktır

b) İmanın dînî terim olarak tanımı; Allah’ın varlığına, birliğine ondan başka ilâh olmadığına ve Hz Muhammet (sav) in Onun kulu ve elçisi olduğuna yürekten inanmak (tasdik) ve dil ile söylemektir (ikrar)

B) İNANILMASI GEREKEN ŞEYLER BAKIMINDAN İMANIN KISIMLARI

1- İcmalî iman : Bu, imanın özü ve en kısasıdır Bu da "Kelime-i şahadet" ile özetlenmiştir:

Anlamı: "Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; yine şahitlik ederim ki, Hazret-i Muhammet Onun kulu ve peygamberidir"

Bu, imanin ilk derecesi, Islâm’ın ilk basamağı ve temel direğidir Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz Muhammet (sav)'in Allah’ın peygamberi olduğunu yürekten tasdik etmek demek, onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak demektir Ancak, Hz Muhammet (sav)’in haber verdiği ve tebliğ ettiği şeylerin hepsine birden iman ettiğinden, inanılacak şeyleri ayrı ayrı söylemediğinden dolayı buna "icmali veya toptan iman" denmektedir

Bir kimseye mümin diyebilmek için o kimsenin icmalî imanı "Kelime-i şahadeti" kalbi ile tasdik dili ile söylemesi gerekir Bir insan için birinci farz budur

2- Tafsîlî iman: İcmâlî imandan sonra dinin diğer hükümlerini ve iman edilmesi gerekli olan şeylerin her birini ayrı ayrı öğrenip onlara da iman etmek farz olur Tafsîlî iman, imanın en geniş şeklidir İman esaslarının hepsini içine alır[1]

--------------------
[size="3">[1] Buna ayrıca "][/size]C) İMANIN ŞARTLARI

İmanın şartları altıdır:

1- Allah’ın varlığına ve birliğine,
2- Meleklerine,
3- Kitaplarına,
4- Peygamberlerine,
5- Ahiret gününe,
6- Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır

D) İMAN BAKIMINDAN İNSANLAR

İman bakımından insanlar üçe ayrılırlar:

1 Mümin: İslâm dininin iman ve itikat esaslarını gerçekten kalben tasdik edip dili ile söyleyen(ikrar eden) kimsedir Bunların yaptığı bu işe iman denir

2 Kâfir: İslâm dininin iman esaslarına inanmayan Hz Muhammet (sav) in peygamberliğini kabul etmeyen kimsedir Bunların yaptığı bu işe küfür denir

3 Münafık: Müslümanların arasında inandığını söylediği halde kalbi ile İslâm dininin iman esaslarına inanmayan kimsedir Bunların yaptığı bu işe nifak denir Dışı mümin, içi kâfir olanlardırKonuştuklarında yalan söylerler, söz verdiklerinde tutmazlar, emanete hainlik ederler

E) İNANMA İHTİYACI VE ALLAH’A İMAN

İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir varlıktır Yeme, içme, nefes alıp verme gibi olaylar bedenimizle; inanmak, sevinmek, mutlu olmak gibi olaylar da ruhumuzla ilgilidir İnsanı diğer yaratıklardan ayıran başlıca özellik, işte budur İnsan, beden ve ruh yapısıyla bir bütündür

İnsan ruh yapısının en belirgin özelliği inanmaktır Yeryüzünde, günümüze kadar inanma ihtiyacı duymamış bir topluluk yoktur Bunu, insanlığın kültür, sanat ve geleneklerinde görmekteyiz

İnanç, maddi hayatımızla da ilişkili bir güçtür İnsanın zorluklara ve güçlüklere karşı dayanıklı olmasını sağlar İnsana çalışma, yaşama ve başarma gücü verir İnsan, hayata inançla başlar ve onunla değer kazanır Çünkü inancı olan kişi, bu inancının gereği olarak kendisine ve birlikte yaşadığı insanlara faydalı olur İnanç, insanı yeni bilgiler kazanmağa götürür Kişi,inancını kuvvetlendirmek için pek çok şeyleri öğrenmek, öğrendiklerini düşünüp değerlendirmek ve böylece hayatını düzene sokmak durumundadır İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini böylece ayırt edebilenler, ahlâk ve davranış yönünden de kişilik kazanırlar

Demek ki inanç, insanın yaratılışı gereği olan tabiî bir olaydır Bütün insanların buna ihtiyacı vardır

Çevremizde gördüğümüz ve göremediğimiz yüz binlerce varlık vardırYeryüzünde çeşit çeşit insanlar, irili ufaklı pek çok hayvanlar, renk renk çiçek ve bitkiler görürüz Gökyüzünde de ay, güneş ve sayısız yıldızlar yer alır Bunların hepsini gözümüzün önüne getirip düşünürsek kendiliğinden var olmadığını, bütün bunları yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu anlarız Evrende hiç bir şey kendiliğinden, kendi kendine var olmuş değildir İşte her şeyi yaratan bu yaratıcı, Allah’tır Gözlerimizle Onu görmesek bile evrenin bu eşsiz düzeni bize Onun varlığını göstermektedir İslâm dininde, bütün evreni ve her şeyi yaratan bu varlığa "Allah" denir Biz Allah’ın varlığına ve birliğine gönülden inanırız
__________________________________________

ALLAH’A İMAN

A) ALLAH VARDIR

Günümüzde insanlar kendi yaptıkları füzelerle aya gidip geliyorlar, uzayda inceleme ve araştırmalar yapıyorlar İnceleme, araştırma aletlerini uydular halinde yörüngelerine yerleştirerek bu uçsuz bucaksız evren hakkında yeni bilgiler ediniyorlar Bu uyduların aracılığıyla her türlü haberleşmeği gerçekleştiriyorlar Biz evimizde oturup telefonla Almanya, Amerika, Avustralya gibi uzak, yakın, ülke ve kıtalardaki yakınlarımızla konuşabiliyoruz Evdeki televizyonumuzla dünyanın her yerinde olup biten her şeyi anında görüp öğreniyoruz Diğer taraftan gözle görülmeyecek kadar küçük varlıkları da mikroskop denilen, küçük canlıları milyonlarca defa büyüten aletlerle inceleyerek bunlar hakkında pek çok bilgiler elde ediyoruz Bütün bu araştırma ve bilgiler sayesinde insanlar daha mutlu ve sağlıklı bir hayata sahip olabiliyorlar Bilgilerimiz arttıkça her şeyi içine alan bu evrenin büyüklüğünü, sarsılmaz düzenini her geçen gün, düne göre daha iyi anlıyoruz

Demek ki evren hakkındaki meraklarımız da artmağa devam edecektir Bununla beraber evren hakkındaki meraklarımız da her gün artacaktır Öyle ise bu evrende görüp öğrendiğimiz hassas düzen kimin eseridir? Etrafımızda bulunan her şey, kullanıp yararlandığımız her türlü eşya kendiliğinden meydana gelmemiştir Her şeyin bir yaratıcısı, meydana getireni vardır Sınıfınızdaki tahtada bir yazı ve çizilmiş bir resim gördüğünüz zaman bunu yazanı ve çizeni araştırırsınız Bu yazı ve resmin kendiliğinden çizildiğini söyleyemezsiniz Öyle ise her şeyin bir yapıcısı, var edip ortaya getireni vardır Yediğimiz ekmek, okuduğumuz kitap kendiliğinden bu hale gelmemiştir İşte evrendeki her şeyin meydana gelip var olması, kusursuz bir hareket içinde bulunmaları, aksamayan bir düzenle varlıklarını sürdürmeleri kime aittir "Gökleri ve yerin sırları Allah’a aittir" (Şûra Sûresi, 12 âyet)

Biz yüce Allah’ın varlığına, bir tek oluşuna ve Kur’an-ı Keriminde geçen bütün sıfatlarına her türlü şüphe ve tereddütten uzak olarak kesin bir şekilde inanıyoruz

B) ALLAH'IN SIFATLARI

Yüce Rabbımız Kur’an-ı Keriminde kendisini daha iyi anlayıp kavrayabilmemiz için bir takım sıfatlarla nitelendiğini bize haber vermiştir Bu sıfatları daha iyi değerlendirebilmek için üç kısımda ele almamız gerekir

I Allah’ın Zâtî Sıfatları

Bu sıfatlar yalnızca Allah’a mahsus olan, başka varliklarda bulunmayan sifatlardir Bunlari şöyle siralayabiliriz:

1- Vücûd: Allah’ın var olması demektir Onun varlığı kendindendir, var olması kendi zâtının varlığı gereğidir Diğer varlıklar gibi kendisini var edecek bir başkasına ihtiyacı yoktur Zaten başkasına muhtaç olan ilâh olamaz Allah’ın varlığı her şeyden öncedir Halbuki etrafımızda gördüğümüz bütün varlıklar sonradan meydana gelmiştir Sonradan var olanlar, adından anlaşılacağı üzere bir başkası tarafından var edilmişlerdir; yani bunlar var olabilmeleri için Allah’ın kendilerini var etmesine muhtaçtırlar Yüce Allah kendisinden olan bu varlığını devam ettirmek için de hiç bir yere ihtiyaç duymaz Onun yok olduğu hiçbir an düşünülemez

2- Kıdem: Allah’ın varlığının ezelî olması, başlangıcının evvelinin, öncesinin olmaması demektir Hiçbir şey yok iken, bu evren yaratılmadan önce de O vardı Allah’ın varlığı şu anda, önceki tarihlerde başlamıştır demek asla doğru olmaz Böyle bir tarih vermek ancak sonradan olan varlıklar için söz konusudur; çünkü onlar önce yok iken sonradan varolmuşlardır "O, her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı apaçıktır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir O her şeyi bilir" (Hadid Sûresi: 3 âyet)

3- Bekâ: Allah’ın sonsuza deşin ebedî olarak varolması demektir Allah ezelden beri varolduğu gibi sonraya doğru da, ebediyen varolacaktır Onun için yokluk, yok olduğu an düşünülemez Bu ancak sonradan bir başkası tarafından var edilenler için söylenebilir; çünkü onlar önce yok iken, sonradan varolmuşlardır " Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir, gelip geçici, yok olucudur Ancak Yüce ve Cömert olan Rabb’ımızın varlığı bâkîdir, ebedidir, son bulmaz" (Rahmân Sûresi: 26-27 âyetler)

4- Vahdaniyet: Allah’ın bir ve tek olması demektir O zâtında, sıfatlarında ve işlerinde bir olup eşi, benzeri ve ortağı olmayandır İslâmiyet Allah’ın tek oluşu inancı üzerine kurulmuş bir dindir ve bu özelliği ile diğer ilâhî dinlerle aynıdır " Ey Muhammet deki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir Doğurmamış ve doğmamıştır Hiçbir şey Ona denk değildir" (İhlâs Suresi)

5- Kıyam Bi-nefsihi: Varlığının kendisinden olması demektir O varlığı için bir iken Allah kendi zâtının gereği olarak vardı Varolması varlığını devam ettirmesi için hiçbir şeye muhtaç değildir Her şeyin yaratıcısı olan Allah dilerse onları var eder, varlıklarını devam ettirir, dilerse yok eder " Allah, Ondan başka tanrı olmayan diri ve her an yaratıklarını gözetip duran, hiçbir şeye muhtaç olmayandır" (Al-i Imran Sûresi: 2 âyet)

6- Muhâlifetün li’l - Havâdis: Sonradan olanlarla benzememek demektir Allah sonradan varolan varlıkların hiçbirine benzemez Biz Onu nasıl düşünürsek düşünelim, O bu düşündüklerimizden, hatır ve hayalimizden geçen şeylerin hepsinden başkadır ve hiçbirisine benzemez "Onun benzeri hiçbir şey yoktur O işitendir, görendir" (Şûra Sûresi: 11 âyet)

II Allah’ın Sübûtî Sıfatları

Bu göreceğimiz sıfatların benzerleri sınırlı ve vasıtalı olarak insanlara verilmiş olsa da, Allah’ın kendisine has olan bu sıfatları sınırsızdır ve herhangi bir vasıtaya muhtaç değildir

1- Hayat: Allah’ın diri ve canlı olması demektir Allah ezelî ve ebedî olan hayat ile diri ve canlıdır Onun için ölüm, uyku, dalgınlık, gaflet gibi şeyler asla düşünülemez; çünkü bu ve benzeri şeyler eksikliktir, güçsüzlüktür O daima hayat sahibidir " Ölümsüz, diri olan Allah’a güven, Onu özenerek tesbih et" (Furkan Sûresi: 58 âyet)

2- İlim: Allah’ın her şeyi bilmesi demektir Evrendeki hiçbir şey Onun bilgisinin dışında değildir Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır Onun ilmi ezelîdir, sınırsızdır, hiçbir şey Onun ilminin dışında meydana gelmez İnsanların ilmi ise, sonradan kazanılan, belli ve sınırlı bir ilimdir " Görüleni de görülmeyeni de bilen, yücelerin yücesi olan Allah’a göre, aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek ( gecenin karanlığına ) gizlenip gündüz ortaya çıkan arasında fark yoktur" (Râd Sûresi: 9-10 âyetler)

" İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir Göklerde olanları da yerde olanları da bilir Allah’ın her şeye gücü yeter" (Al-i Imran Sûresi: 23 âyet)

3- İrade: Allah’ın dilemesi, istemesi demektir Allah, dilediği gibi hükmeder, istediğini yapar ve bunları yerine getirmek için hiçbir şeye muhtaç değildir Hür serbest olarak dilediğini yapar, dilediğini yapmaz Evrendeki her şey Onun bu sıfatı ile yaratılmakta ve meydana gelmektedir

"Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece OL demektir ve o hemen oluverir" (Nahl Sûresi: 40 âyet)

4- Kudret: Allah’ın gücü olması, istediği her şeyi yapabilmesi demektir Allah’ın evrende dilediği gibi hükmetmesi, tercihini kullanmaya gücünün, kudretinin yetmesi demektir Allah’ın sonsuz, bitmek, tükenmek bilmeyen kudreti ve gücü vardır Onun ezelî olan güç ve kudretinin dışında kalan hiçbir şey yoktur Dilerse bu evren gibi daha bir çok evrenler yaratmağa gücü yettiği gibi, yaratıkları bir anda yok etmeğe de gücü yeter Yıldızlara, aya, güneşe bakarak bu gücün büyüklüğünü, sınırsızlığını, ebediliğini daha iyi kavrarız

"Şüphe yok ki Allah her şeyi yapmağa, her şeye güç yetirmeğe kâdirdir" (Bakara Sûresi: 20 âyet)

5- Semi: Allah’ın her şeyi işitip duyması demektir Onun işitmesine hiçbir şekilde sınır ve kısıtlama yoktur İnsanlar belli şiddetteki sesleri işitebilirler İşitmek için bir takım araçlara ve organlara sahip olmak gerekir Arada hava olmasa, insanlar birbirlerini duyamazlar Allah’ın işitmesi doğrudan doğruyadır Bu türlü araçlara, organlara ihtiyacı yoktur

"Şüphe yok ki Allah işitendir, bilendir" (Bakara Sûresi: 181 âyet),

"Bilin ki, Allah işitir ve bilir" (Bakara Sûresi: 244 âyet)

6- Basar: Yüce Allah’ın her şeyi görüp gözetmesi olmak demektir Onun görmesinden hiçbir şey uzak ve gizli değildir, göremeyeceği hiçbir şey ve yer yoktur Onun görmesine uzaklık, yakınlık veya aşırı aydınlık gibi yaratıklarla ilgili şeylerin hiçbir şekilde etkisi olmaz Her yerde olup biten her şeyi görür, bilir ve anında haberi olur

"Allah yaptıklarınızı hakkıyla görür" (Enfal Sûresi: 244 âyet)

7- Kelâm: Yüce Allah’ın konuşması ve söylemesi olmak demektir Allah’ın konuşması, sese ve harflere ihtiyaç duymadan olur Bu ezelî ve ebedî olan sıfatı ile peygamberlerine söylemiş emirler vermiş yasaklarını bildirmiştir İşte böylece ilâhî kitaplar meydana gelmiştir Yüce Allah’ın konuşamaması, dilsiz olması asla düşünülemez

"Allah Musa’ya da hitap ile konuştu" (Nisa Sûresi: 169 âyet)

8- Tekvin: Yüce Allah’ın yoktan var edip yaratması demektir şu evrende var olan ve varlığını devam ettirmekte olan her şeyi O, ezelî ve ebedî olan tekvin sıfatının gereği olarak yaratmıştır Allah’ın yaratmak, yaşatmak, rızkları vermek, bol bol nimetler ihsan etmek, ödüllendirmek, cezalandırmak, affetmek, öldürmek, diriltmek gibi bütün işleri bu sıfatının gereğidir

"Allah önce mahlûkatı yaratır, ölümden sonra onu tekrar diriltir Sonunda Ona döneceksiniz" (Rûm Sûresi: 11 âyet)

III Allah’ın Fiilî Sıfatları

Yüce Allah’ın fiilî sıfatları pek çoktur; bunların hepsini saymak mümkün değildir Ancak bunlara birkaç örnek vermekle yetinelim

Halk: Yaratmak demektir Bütün varlıkları yaratan Hz Allah’tır Hiçbir mahlukun herhangi bir şeyi yaratmağa gücü yoktur

İnşa: Yoktan var etmek demektir Evrendeki tüm varlıkları yoktan var eden Yüce Allah’tır Yaratıklarınsa yoktan var etme gücü yoktur

İbda': Yüce Allah'ın, aslı ve benzeri olmaksızın icat etmesi demektir

İhya: Yüce Allah’ın diriltmesi demektir Bir yaratığa can verip onu yaşama ulaştırmak, diriltmek ancak Allah’a mahsustur

İmate: Yüce Allah’ın öldürmesi, hayata son vermesi demektir Bir yaratığa can veren Hz Allah dilediği zamanda onun yaşamına da son verir

Terzîk: Yüce Allah’ın rızk vermesi demektir Allah (cc) Rab ol-masının gereği sayısız çeşit ve ihtiyaçta olan mahlukatın rızkını da yaratır O, yaşamlarını devam ettirebilmeleri için muhtaç oldukları besinleri yoktan var edip onlara sunar
____________________________________________

MELEKLERE İMAN

A) MELEKLERİN TARİFİ

Melekler, gözle görülmeyen, yemeyen, içmeyen, çeşitli şekillere girebilen, günah işlemeyen, Allah’ın nurdan yaratıklarıdır Kur’an-ı Kerîmde meleklerden çok bahsedilir Biz bu âyet-i kerîmelerden birkaçını zikretmekle yetinelim:

" Onlar Allah’ın şerefli kullarıdır Allah’ın sözünden önce söz söylemezler ve Onun emrine göre hareket ederler" (Enbiya Suresi: 26 - 27 ayetler)

"O melekler ki Allah Teâlâya, kendilerine emrettikleri şeylerde asla âsî olmazlar, emir olundukları şeyleri yaparlar" ( Tahrim Suresi: 6 âyet )

B) MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ

- Devamlı olarak Allah’a ibadet ve itaatle meşgul olurlar,

- Iyilik yaparlar, kötülük yapma kabiliyetleri yoktur,

- Allah’a asla isyan etmezler, karşi gelmezler,

- Erkek ve dişileri yoktur,

- Yemezler ve içmezler,

- Uyumazlar, bizim gibi istirahata muhtaç degildirler,

- Gözle görülmezler,

- Evlenmek ihtiyaci onlarda yoktur

- Nurdan yaratilmişlardir

- Yorulmak, usanmak nedir bilmezler

- Gençlik, yaşlilik gibi durumlara onlarda rastlanmaz

- Bir anda en uzak mesafelere gidebilirler,

- Kanatlari vardir; fakat bu özelliklerini, bizim bildigimiz kanatlarla karşilaştirmamiz dogru olmaz

- Yerlerde, göklerde, her yerde vardirlar ve her birinin kendisi ne ait vazifeleri vardir Bu vazifeleri hakkiyla yaparlar

Biz melekleri göremeyiz; çünkü her şeyin varligi kendine göredir Bizim göremedigimiz daha nice varliklar var! Ruhumuzu, aklimizi görebiliyor muyuz? Ama ruhumuz vardir, ayni zamanda akilliyiz Aklimizi göremiyoruz diye kendimizi akilsiz sanabilir miyiz? Işte melekler de ruh gibi, akil gibi nûrânî bir varlıktır Sağlam bir akıl bize nasıl doğru yolu gösterirse melekler de bizi hep iyiliğe yönelten kuvvetlerdir Meleklerin varlığını bütün peygamberler ve ilâhî kitaplar haber vermişlerdir İlâhî kitaplar peygamberlere melekler vasıtası ile gelmişlerdir Bunun için, melekleri inkâr etmek aynı zamanda peygamberlerin peygamberliklerini ve ilâhî kitapları da inkâr demektir Bu ise küfürdür Böyle bir duruma düşmekten şiddetle kaçınmak lâzımdır

C) MELEKLERİN ÇEŞİTLERİ

Meleklerin, yapmış oldukları iş ve emr olundukları vazifelere göre çok çeşitleri vardır Fakat bunların en başında dört büyük melek vardır

1 Cebrâil Aleyhisselâm: Cenab-ı Hak ile peygamberleri arasında elçilik vazifesi ile emr olunmuştur Bütün peygamberlere Cenab-ı Hak vahyini bu melek ile bildirmiştir Bütün meleklerin başı olarak Cebrâil ( as )dan Kur’an’da "Rûhu’l - Kudüs, Rûhul Emîn" gibi şerefli isimlerle bahsedilir

2 Mikâil Aleyhisselâm: Yaratiklarin (mahlûkatın) rızklarına kâinatta meydana gelecek olaylara, tabiat olaylarını yönetmeğe;hastalık, şifa, rahmet, bereket ve benzeri şeylerin kullara ulaştırılması gibi vazifelerle emr olunmuştur

3 İsrafil Aleyhisselâm: Kıyametin kopması için bir de tekrar diriliş için olmak üzere iki kere sûr üfürmekle vazifelidir Kur’an’da şöyle bahsedilir:

"Sûr üfürülünce, Allah’ın dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi öleceklerdir Sonra sûr bir kere daha üfürülür Onlar hemen ayağa kalkarak bekleşirler " ( Zûmer Sûresi: 68 âyet )

4 Azrail Aleyhisselâm: Eceli gelenlerin, Allah’ın izni ile ruhlarını almakla vazifelidir Dilimizde buna " can almak " denir Nitekim Kur’an’da da şöyle buyrulur:

"Size memur olan ölüm meleşi caninizi alacak, ondan sonra da Rabb’inize döndürülüp götürüleceksiniz" ( Secde Sûresi: 11 âyet )

Bunlardan başka yapmiş olduklari vazifelere göre şu melekleri sayabiliriz:

Suâl melekleri: Bunlar Münker ile Nekir adli meleklerdir Ölü, mezara konup üzerine toprak atildiktan sonra bu melekler gelip "Rabb’in kimdir Dinin nedir Kitabın nedir Peygamberin kimdir" sorularını sormakla vazifelidirler

Hafaza Melekleri: Bunlar insanları muhafaza eden meleklerdir

Kirâmen Kâtibîn: Bunlar insanların iyi ve kötü amellerini yazmağa memur meleklerdir Öyle ki, bunlar insanların hayatının tamamını, gecesini gündüzünü filme alırcasına kaydederler

"Halbuki sizin üzerinizde bekçiler vardır Bunlar şerefli kâtiplerdir Sizin bu işlediklerinizi bilirler" ( Infitar Sûresi: âyet 10 - 12 )

Bunlardan başka "Hamele-i arş melekleri, cennet ve cehennemde görevli olan melekler" gibi daha pek çok çeşitli vazifeler gören melekler vardır Bir de bazı melekler vardır ki, "Karûbiyyun veya Mukarrabûn" adını alırlar Bunların vazifesi Allah’a ibadettir Yaratıldıkları gün ibadete başlamışlar, Allah’ın dilediği güne kadar da ibadete devam edeceklerdir

D) MELEKLERE İMANIN, FERT VE TOPLUM HAYATINDAKİ ETKİLERİ

Müslümanlıkta itikat esaslarından her biri, bir amel ve hareketin temelidir Bu nedenle iman esaslarının yaşanması gerekir Melek inancı, tabiî olarak günlük hayatta insanı daima iyi işler yapmağa, doğru kararlar vermeğe ve dürüst olmağa yöneltir Bir kere yaptığı iyiliklerin ve kötülüklerin "Kiramen Kâtibîn" melekleri tarafından tespit olunduğunu, kaydedildiğini, bilinçli olarak kavrayan insan, her halde amel defterine kötülük yazılmasını istemez Attığı her adımın ilâhî bir gözetim altında olduğuna inanan insanların kıyamet gününde Rabb’ına karşı kara yüzlü çıkmak istemez İşte melek inancının temelinde insanı iyiliğe sürükleyen böyle itici bir kuvvet vardır Meleklere inanan insan bilir ki, kendisini iyiliğe çağıran, meleğin sesidir Kötülüğe çağıran ise, şeytanın sesidir Cenab-ı Hak kullarına karşı o kadar merhametlidir ki, insana düşman olan şeytana mukabil insana yardımcı ve şeytanın hilelerine karşı onu koruyucu olarak sayısız melekler yaratmıştır Bu melekler insanlara günlük hayatta daima "Salih ameller = iyi ve faydalı işler" yapmalarını ilham ederler Nitekim Peygamber Efendimizin şu mübarek sözleri daima hatırlarımızdan çıkmasın:

"O fiskosları yapan, aklını çelmeğe çalışan şeytandır Ve gizli ses de onun bu sesidir Bundan Allah’a sığınmak gereklidir

Eğer içinden gelen ses, hak ve hayra çağırıyorsa bilsin ki o ses, melek tarafındandır, Allah’tandır Bundan ötürü Allah’a hamdetsin ve o yolu tutsun!"

Buna göre ahlâkî olgunluklar, rûhî yükselmeler ve iyilik sahibi olmalar, meleklere şuurlu olarak îman etmekle olur Bunlara iman edilmedikçe ve bu imanin şefkatli sesini kalbimizde hissetmedikçe ahlâk güzelligine kavuşamayiz, rûhî yüksekliği elde edemeyiz

E) CİNLERIN MAHİYETİ

Rabb’ımızın yaratmış olduğu gözle görülmeyen başka varlıklar daha vardır ki; bunların başında cinler gelir Cin Allah Teâlânın tekliflerine muhatap olan ve insanların gözle göremedikleri varlılıklardır Bunların Allah’a iman edenleri bulunduğu gibi inkâr edenleri de vardır Allah’a ilk isyan eden "İblis = şeytan"ın da cinler taifesinden olduğu bilinmektedir

Cinler hava ile karışık alevli bir ateşten yaratılmışlardır Cinler, çeşitli sûretlere girmeye ve zor işleri yapmağa güçleri olan varlıklardır Kısa zamanda bir yerden başka bir yere gidebilme özellikleri vardır

Peygamberimiz (sav) hem insanlara hem cinlere peygamber olarak gönderilmiştir Kuran’ı cinlere de okuyarak Allah’ın emirlerini onlara öğretmiştir
___________________________________________

KİTAPLARA İMAN

A) KUTSAL KİTAPLAR

İslâmiyetin iman esaslarından biri de kitaplara imandır Kitaplara iman etmek her müslümana farzdır

Yüce Allah kullarına mutluluk ve saadet yollarını göstermek için içlerinden bazılarını peygamber seçmiş; onlardan bir kısmına melek vasıtası ile kitaplar indirmiş; yaşam kanunlarını koymuş, emirler ve yasaklar koymuş; iyiyi kötüyü, doğruyu eğriyi göstererek bunların sonuçları konusunda insanları aydınlatmıştır Böylece insanlara her iki dünyada da mesut olmanın yolları gösterilmiştir Bu ilâhî mesajların toplamına "İlâhî Kitaplar" veya "Semavî Kitaplar " denir

İlâhî kitaplar, insan cihazının bütün hassasiyetini, yapılış özelliklerini muhafaza ederek sürdürebileceği ideal yaşam biçimi, hayat kanunları ve işleyiş kurallarıdır Yaratılmışların en şereflisi olan insanın, gerek yaratanına, gerekse birbirlerine ve başka varlıklara karşı nasıl hareket edeceklerini, nasıl davranacaklarını ilâhî kitaplar bildirirler Bilinmesi, inanılması gereken meseleleri ve ibadetleri insanlar, sırf kendi akılları ile bulamazlar Öldükten sonraki hayat, âhiret ahvali, iman esasları, ibadet çeşitleri ve şartları, kardeşlik ve yardımlaşma şekilleri vb pek çok konularda insanlar mukaddes kitaplara müracaat etmek zorunda kalmışlardır Eğer Cenab-ı Hak ilâhî kitapları göndermeseydi insanlar büyük bir vahşet içine düşerler, denizin ortasında rotasını yitirmiş bir gemiye dönerlerdi

Ne yazık ki, Hz Adem (as)'den bizim Peygamberimize kadar gönderilen ilâhî kitaplar, peygamberlerine gönderildikleri şekilleri muhafaza edememişlerdir Hiç değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşabileni sadece Kur’an-ı Kerîmdir

Biz kitaplara inanırken, onların Allah'ın gönderdiği ilk orijinal şekillerine inanırız Onların hepsinin hak ve Allah tarafından olduklarına iman ederiz

B) KİTAPLARIN ÇEŞİTLERİ

a Sayfa halinde gelenler: Bunlara suhuf(sayfalar) denir

10 sayfa Adem Aleyhisselâma
50 sayfa Şit Aleyhisselâma
30 sayfa İdris Aleyhisselâma
10 sayfa İbrahim Aleyhisselâma gelmiştir

b Dört büyük kitap:

Tevrat: Musa Aleyhisselâma
Zebûr: Dâvut Aleyhisselâma
İncil: İsa Aleyhisselâma
Kur’an: Muhammed Aleyhisselâma gönderilmiştir

C) KUR’AN-I KERİM

Kur’anı Kerim son peygamber Hz Muhammet (sav)e Allah tarafından Cebrail (as) aracılığı ile nazil olmuş mukaddes kitapların sonuncusudur Kur’an adı bizzat âyetlerde geçer " Onlar hâlâ Kur’anı gereği gibi düşünmeyecekler mi?" ( Nisâ: 82 )

Kur’an-ı Kerîm, Müslümanların mukaddes kitabıdır Tevrat, Zebur ve İncil’de olduğu gibi Kur’an’da herhangi bir tahrif olmamıştır Kıyamete kadar da olmayacaktır Çünkü Allah ( cc) Kur’anın muhafaza olunacağını bizzat vaat etmiştir "Kur’anı biz inzal ettik, şüphesiz koruyucuları da biziz" (Hicr:9)

a Nazil Oluşu (Levh-i mahfuzdan yer yüzüne indirilişi)

Kur’an-ı Kerîm, âyet âyet, sûre sûre, ihtiyaçlara cevap olarak 23 senede vahiy yoluyla Hz Peygambere gelmiş, vahiy kâtipleri tarafından yazılmış, yüzlerce hâfız tarafından ezberlenmiş tevatür yoluyla hiçbir değişikliğe ve eksikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir

Bu mübarek kitap, Peygamberimize 40 yaşında iken nazil olmağa başlamıştır Milâdî 610 yılının 27 Ramazanında Cebrail (as)ın "Oku" emrini getirmesiyle Kuran’ın nüzulü başlamış ve 63 yaşında tamamlanmıştır

O lâfzı, manası, üslubu ve bütün yönleriyle Allah kelâmıdır O, ebedî bir mucizedir Hiçbir beşer sözüne benzemez

Kur’an-ı Kerîm 114 suredir Kur’anın ayetleri hususunda ise âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir Bu itibarî olup, esasta bir fark yoktur Bazı âlimler sûre başlarındaki besmeleleri ve mukattaa harflerinden bir kısmını müstakil âyet saymışlardır Bazıları da secâvendle ayrılmış olan âyetleri iki ayrı âyet saydıklarından âyet sayısı değişik rakamlarla ifade edilmiştir Bu Kuran’ın kendisinde bir eksiklik veya fazlalık değil, var olanın değişik sayımıdır

Ebu Amr ed-Dâni’ye göre âyetlerin sayısı 6000’dir
İsmail b Cafer’e göre âyetlerin sayısı 6214’tür
Ehl-i Mekke’ye göre âyetlerin sayısı 6219’dur
Ehl-i Kûfe’ye göre âyetlerin sayısı 6236’dır
Basralılara göre âyetlerin sayısı 6204’tür
Şamlilara göre âyetlerin sayisi 6226’dır
Zemahşerî'ye göre âyetlerin sayısı 6666’dır

Kur’anın kelimeleri: 77439, harfleri: 332015’tir

b Toplanışı:

Peygamberimize Kur’an âyetleri ve sûreleri geldikçe Efendimiz (sav) bunları yanında olan ashabına okurdu Ashap hem duyduğu Kur’an âyetlerini ezberler hem de bir tarafa yazarlardı Ayrıca nazil olan âyetleri yazmakla vazifeli Müslümanlar vardır ki bunlara "vahiy kâtipleri" denirdi Böylece Kur’an-ı Kerîm, Peygamberimizin sağlığında çok sayıda Müslüman tarafından ezberlenmiş, yazılmış ve vahiy kâtipleri tarafından da yazı ile kaydedilmişti Ancak ayrı ayrı olan sayfalar toplanmış değildi

Peygamberimizin vefatından sonra ilk halife Hz Ebû Bekir zamanında Yemâme savaşlarında 70 kadar hafız şehit olmuştu Hz Ömer, Hz Ebû Bekir’e müracaat ederek bizzat Peygamberin sağlığında onun lisanından ezberlenmiş olanlar ölüp gitmeden Kuran’ın kitap halinde bir araya getirilmesini teklif etti Hz Ebû Bekir bir süre düşünüp, istişare ettikten sonra vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit’in başkanliginda bir komisyon kurarak titiz bir çalişma yapti Böylece âyet ve sûreler Hz Peygamberin, vahiy kâtiplerine bildirdiği tertip üzere bir araya getirildi

Kur’an-ı Kerîm böylece toplanmıştır Vefatına kadar Hz Ebû Bekir’de kalmış olup sonra ikinci halife Hz Ömer’e geçmiş, daha sonra Hz Ömer’in kızı ve Peygamberimizin eşi olan Hz Hafsa’ya geçmiştir Titizlikle korunan bu nüsha kutsal bir emanet olarak Hz Osman’a intikal edince ilk nüsha esas olmak üzere adedi çoğaltılarak yediye çıkarılmış ve Müslümanların nüfuz bakımından çoğunlukla oturmakta olduğu büyük şehirlere gönderilmiştir Bu çoğaltılan nüshalar da büyük bir şuur ve dikkatle muhafaza olunmuştur Böylece Kur’an bir yandan ezber (hıfz) yoluyla bir yandan da toplanıp yazılarak tevatüren (yalan söylemelerine imkân olmayan çok sayıda kalabalık tarafından günümüze kadar bir harf bile tahrif olunmadan) gelmiştir

Kuran’a sevgi ve saygı duymak, gösterdiği yoldan gitmek, her müslümanın borcudur Kur’an yolu, saadet ve hak yoludur

c Özellikleri:

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’e bir takım özellikler vermiştir ki, başka hiçbir kitapta bulunmaz:

Tarihî belgelere ait bütün şartları, içinde toplayan yegâne mukaddes kitap, Kuran’dır

Lâfız ve manası ile beraberce Cenab-ı Hak tarafından vahy olunmuş olup bu konuda Cebrail (as) ve Muhammet (sav) sadece vasıta olmuştur Kur’an, Allah Teâlâ’nın ezelî kelâmıdır

Peygamberden zamanımıza kadar tevatür yoluyla nakledilmiş ve tevatür yüz binlerce, milyonlarca insan tarafından zamanımıza kadar devam ettirilmiştir

Kur’an kolayca öğrenme özelliğine sahiptir

Kur’an hem lâfız, hem mana bakımından mucizedir İnsanda hayranlık uyandıran bir eşsizliğe sahiptir ve benzeri, insanlar tarafından yapılamayacaktır

Kuran’ın bir başka özelliği ise dünyada başardığı büyük değişikliktir O, (23) yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda yüzyıllar boyunca kökleşip yerleşmiş olan putperestlik ve buna bağlı yüzlerce ahlaksızlığı ve yüz kızartıcı ahlâksız adetleri kökünden silip süpürmüştür Kuran’ın en mühim özelliklerinden biri insan ruhunda meydana getirdiği büyük tesir ve buna paralel olarak yaptığı inkılâptır

Kur’an’da çok kısa âyetlerde, çok büyük hakikatler dile getirilmiştir

Namazlarda zorunlu olarak, namaz dışında hükümlerini öğrenip anlamak gayesi ile sürekli olarak okunur

Kur’an, başka kitaplar gibi belli bir millete ve belli bir zamanin ihtilaçlarini karşilamak üzere degil bütün zamanlarin ihtiyacini karşilamak üzere ve bütün insanliga gönderilmiştir

Hakiki mümin Allah Teâlânin bütün kitaplarina inanir ve Hak Teâlânin insanlara son kitabi olan Kur’an-ı Kerîme sarılır, onun hükümlerine riayet etmeğe çalışır Kuran’ın üstünlüğüne dair Peygamberimizin hadis-i şerifleri çoktur Peygamberimizin Kur’an-ı: " Allah’ın metin bir ipi, açık bir nûru, hikmet dolu bir zikri ve sırat-ı müstakîmdir Alimler ona doymaz mattakiler ondan usanmaz, onun ilmini bilen ileri gider, onunla hükmeden adalet eder Ona sıkı sarılan doğru yola hidayet bulur" hadisi ile ne güzel tanıtmıştır! İslâm âlimleri Kuran’ın üstün özelliklerini tanıtmak için ciltler dolusu eserler yazmışlardır



Alıntı Yaparak Cevapla

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...






PEYGAMBERLERE İMAN

A) PEYGAMBER (RESÜL-NEBİ) KAVRAMI

"Peygamber" kelimesi Farsça bir kelime olup, haber getiren anlamındadır Dilimizdeki anlam, Yüce Allah’ın, emir, yasak ve hükümlerini kullarına bildirip açıklamak üzere, insanlar arasından seçip görevlendirdiği elçi demektir

Kur’an-ı Kerîmde peygamber kelimesinin yerine Resûl ve Nebî kelimeleri geçmektedir ki, elçi ve haber getiren anlamındadır Dînî anlamları bakımından Resûl ile Nebî arasında fark vardır

Resûl, Allah tarafından kendisine kitap gönderilmiş peygamber demektir

Nebî, Allah tarafından kendisine kitap gönderilmemiş, fakat önceki peygamberlerin şeriatını tebliğ ile mükellef peygamber demektir Nebîler de Cebrail aracılığı ile Allah’tan vahiy almışlardır

İman esaslarından biri de peygamberlere inanmaktır Peygamberler, Allah’ın seçtiği, eğittiği ve yetiştirdiği insanlardır İnsan kendi çabaları ile, eğitim ve öğretimi ile peygamberliği elde edemez Allah, peygamberliği dilediğine verir Onlar, Allah ile kullar arasında elçilerdir Yüce Allah’ın, kullarına hak yolu göstermek için gönderdiği ilk peygamber Hz Adem (as), sonuncusu Hz Muhammet (sav) ve bu ikisi arasında gelip geçen peygamberlerin hepsinin hak olduğuna, Allah tarafından gönderildiğine inanmak farzdır

B) İNSANLARIN PEYGAMBERLERE OLAN İHTİYACI

İnsanlar kendi akıllarıyla Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini anlayıp kavrayabilirler Fakat ona nasıl kulluk ve ibadet edileceğini, âhiretle ilgili işleri, oradaki ödül ve cezanın nasıl olacağını dosdoğru bilmezler İşte insanların bu ihtilaçlarını karşılamak için Yüce Allah peygamberler göndermiştir Onlara her şeyi bildirmiş ve onları insanlara doğru yolu göstermeleri için görevlendirmiştir

Allah kendisinin varlığını, bir tek oluşunu, ortağının bulunmadığını Ona bu dünyada gözlerin ulaşamayacağını unutan, Allah’ı taşlardan, heykellerden, putlardan ibaret sanan o insanları uyarmak için peygamberler göndermiştir Peygamberler de bu gerçekleri o insanlara açıkça haber vermişlerdir Fakat insanların alıştıkları bu şeylerden ve düşüncelerden uzaklaşmaları, peygamberlere inanarak onların Allah’tan getirdiği haberlere uymaları kolay olmamıştır Bununla beraber çoğunluk peygamberlere inanmış ve onların gösterdiği doğru yolda yürümüştür Doğru yolu göstermek için gönderilmiş olan peygamberler, ahlâkı güzelleştirmek ve olgunlaştırmak için de güzel bir örnek olmuşlardır

Peygamberlerin, biri Allah’a karşi, digeri de insanlara karşi olmak üzere iki durumlari vardir Peygamberlerin Allah’la durumları Onun elçisi olmak ve vereceği emaneti yerine tam olarak ulaştırmaktır Peygamberler bu açıdan Allah’a karşi sorumludurlar

Peygamberlerin insanlara karşi olan durumlari da, Allah’ın emirlerini ve yasaklarını bildiren bir elçi oluşlarıdır Onlar yalnız bildirmekle, açıklamakla ve örnek olmakla görevli birer elçidirler Bu görevlerini tamamıyla yaptıkları zaman, insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar Onlar Allah tarafından kendilerine bildirilen inanç esaslarını, ibadet şekillerini, güzel ve çirkin, faydalı ve zararlı, doğru ve yanlış, iyi ve kötü şeyleri ayrı ayrı anlatıp açıklamışlar ve Allah’tan aldıkları hiçbir şeyi gizli tutmamışlardır

İnsanlar dünyada çalışmakla her şeye ulaşabilirler ve en yüksek mertebelere çıkabilirler, fakat peygamber olamazlar Çünkü peygamberlik insanın kendi çalışma ve gayretine dayanan bir hüner değildir Onu Yüce Allah dilediğine verir Çalışıp çabalamakla peygamber olunmaz Bu husus Kuran’da " Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir" ( En’am : 124 ) âyeti ile açıklanmıştır

C) VAHİY NEDİR?

Vahyin lügat manası: Vahiy, işaret etmek, yazı yazmak, yazılmış nâme ve kitâbe, elçi göndermek, ilham etmek ve gizlice söz söylemek manalarına gelir

Vahyin ıstılahı manası: Yüce Allah’ın peygamberine dinî bir hükmü bildirmesi, onun kalbine nakşetmesidir

Vahyin geliş şekilleri: Vahiy Hz Muhammet (sav)e çeşitli tarz ve şekillerde gelmiştir Bunların başlıcaları şunlardır:

Vahyin en eski, yani ilk şekli Hz Peygamber (sav)in uyku halinde iken gördüğü sadık (gerçek) rüyalardır

Hz Peygamber sonradan bir hakikat olarak zuhur edecek olan hadiseleri bu rubaları ile daha önceden görmüş oluyordu

Cebrail (as) görülmediği halde Hz Peygambere çok net bir ses halinde gelen vahiydir Bu çok net sesi Peygamberimiz çan sesine benzetmişti Kendisine gelen vahyin en aşır şekli bu idi Net ses bittiği zaman Hz Peygamber Allah tarafından ve Cibrîl vasıtası ile bu şekilde vahy olunan sözleri aklında tutmuş oluyordu

Cebrail (as) tarafından Hz Peygamberin kalbine nefes (üflemek) suretiyle yapılan vahiydir

Cebraillin insan sûretinde gelip, Peygamberimize vahiy getirmesidir Hz Peygambere en kolay gelen vahiy budur Ekseriya "Dıhye" adındaki sahabî sûretine girerek gelirdi

Cebrail’in Hz Peygambere uyku halinde iken vahiy getirmesidir

Hz Peygamberin uyanık bulunduğu sırada Cenab-ı Hak ile konuşma şeklinde vuku bulan vahidir

Vahiy meleğinin kendi aslî sûreti üzere görünerek tebliğde bulunmasıdır Bu sûretle vahiy, Hz Peygambere yalnız iki defa vaki olmuştur

D) PEYGAMBERLERİN SIFATLARI

Peygamberler bütün insanlar için takdir edilmiş olan her türlü iyi ve yüksek vasıflara sahiptirler Nebîlik ve Resûllük şanına layık olmayan her türlü hallerden ve noksanlıklardan uzak bulunmuşlardır Bu bakımdan peygamberler şu kemâl sıfatlarıyla vasıflandırılmıştır:

1- İsmet: Peygamberlerin her türlü gizli, açık günahlardan ve bu günahlara delâlet edecek hareketlerden uzak olmalıdır İsmetin zıddı olan ma’siyet (günahkâr olmak) peygamberler için düşünülemez Çünkü onlar ilâhî bir egitimden geçmişlerdir Eger onlar günah işleyip de günahsiz oluşlarina aykiri harekette bulunmuş olsaydilar, bizim de o yolda hareket etmemiz lâzim gelirdi Çünkü biz onlara ve onlarin girdikleri ilâhî emirlere uymakla memuruz Halbuki Yüce Allah kullarina günah işlemeyi, günahkâr olmayi emretmez Bu bakimdan peygamberlerden asla günah olan söz ve davranişlar çikmamiştir

2- Emanet: Peygamberler her bakimdan emin olup, kutsi, ilâhî vazifeleri hususunda ve diger işlerinde en dogru yolda bulunmalidir Emanetin ziddi olan "hiyanet"ten uzaktirlar Çünkü hâin olan bir kimse ilâhî sirlarin tecellî ettigi Nebîlik vazifesiyle şereflenemez

3- Sidk: Peygamberler her hususta yani gerek dinî hükümleri teblig ve gerek diger emirleri haber verme hususunda dogru sözlü olmalidir Peygamberlerin yalan söylemeleri men edilmiştirÇünkü yalan en büyük günah oldugundan "ismet" ve "emanet" sifatlariyla bir arada bulunmaz Eger, peygamberler yalanci olsalardi, Yüce Allah yalancilari tasdik etmiş olurdu Halbuki yalanciyi tasdik -bir çeşit yalancilik oldugundan- Allah’ın ilâhî şanında tasavvur edilemez

4- Fetânet: Peygamberlerin fâtın, uyanık görüş ve zekâ kuvvetlerine sahip olmalarıdır Onlar insanların en akıllısı, en zekîsidirler Kendilerinde mutedil bir yaratılış, mutedil bir huy ve güzel bir hayat seyri tecelli etmiştir Onların haklarında gaflet düşünülemez Eğer en üstün fetânet ve zekaya sahip olmasaydılar ümmetlerine karşı delilleri ortaya koymaya kadir, onları ikna için güzelce mücadeleye muktedir olamazlardı böyle bir hal ise risalet ve nübüvvetten kastedilmiş olan gayeye aykırıdır

5- Şeriatı tebliğ: Peygamberlerin Allah tarafından bildirilen şeyleri ümmetlerine tamamen tebliğ etmeleridir Bunun zıddı olan "dînî emirleri gizlemek" peygamberlerde yoktur Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikati gizleyip değiştirserlerdi vazifelerine hiyanet etmiş olurlardı Halbuki hiyanetle vasıflanmış olmaları ilâhî bir eğitimle men edilmiştir

6- Adaletli olmak: Peygamberler her türlü işlerinde haktan ve adaletten ayrılmazlar Hiçbir kimseye haksızlık yapmamışlardır Adaletli olmanın zıddı olan "zalim olmak" peygamberler hakkında düşünülemez

7- Erkek olmak: Kadınların yaratılış icabı peygamberlik gibi aşırı ve mes’uliyetli bir vazifeyi yapmaları mümkün olmadığından onlardan peygamber gelmemiştir Gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin erkeklerden seçildiğini Yüce Allah bize Kur’an-ı Kerîmde açıklamıştır

E) PEYGAMBERLERİN DERECELERİ

Bütün peygamberler peygamber olmaları bakımından eşittirler, aralarında fark yoktur Ancak, kavimleriyle olan mücadeleleri, onların bazılarını diğerlerine üstün kılmıştır Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır" (Bakara / 253)

Aralarında derece farklılıkları, birbirinden üstünlükleri olduğunu Allah'ın beyan ettiği peygamberlerin içinde "Ulu'l - Azm", azim sahibi peygamberler olduğunu yine Yüce Allah, kitabında şöyle açıklıyor:

"Ey Muhammet! Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (Ahkaf /35)

Ulu'l - Azm peygamberler, Hz Nuh, Hz İbrahim, Hz Musa, Hz Isa ve Muhammet (as)dır

Kur'an-ı Kerimde şöyle ifade edilmiştir: "Hani biz peygamberlerden söz almıştık; sen (Muhammet (sav)den, Nuh'tan, İbrahim’den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa’dan da (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık" (Ahzab /7)

Kısaca bu peygamberleri tanıtalım:

- Hz Nuh (as): Hz Nuh (as) zamanında çoğalan insanlar Allah'ı tanımaz oldular Putlara tapmağa başladılar Hz Nuh onları bir Allah’a ibadete çağırdı 950 sene yaşayan Nuh (as) her türlü çağrı ve ikna metotlarını kullanarak kavmini hakka çağırdı Ancak bu çağrıya kulak verenler bir gemiye sığabilecek kadar az bir topluluktu Islahı kabil olmayan azgın ve sapık güruh ise helâkı hak etmişti İlâhi bir emirle gemi yapıldı, inananlar o gemiye alındı Bunlar arasında Ham, Sam, Yafes adında Hz Nuh'un üç oğlu da vardı İnanmayan ve puta tapanlar ise meşhur "Tufan" ile sulara gark olarak helâk oldular Bu helâkten sadece Hz Nuh’a inananlar kurtuldu Kur'an'da Hz Nuh'tan şuara, Saffat ve Nuh surelerinde genişçe bahsedilir

- Hz Ibrahim (as): Hz Ibrahim, Nuh (as)dan sonra "Ulu'l -Azm" peygamberlerin ikincisidir Kâbe'nin banisi, Peygamber (sav)in büyük dedesidir Peygamberimizden 2500-2600 yil kadar önce Nemrut zamaninda putperest Babillilere gönderildi Kendisine on sayfalik bir kitap verildi Nemrutla mücadelede bulundu, putlarla savaşti, ateşe atildi Halilullah (Allah’ın sevgilisi) olan Hz İbrahim’e bütün semavi dinler tazimde bulunur Kur'an'da Al-i Imran, Bakara, Saffat, Ibrahim ve şuara surelerinde Hz Ibrahim degişik yönleriyle anlatilmaktadir

- Hz Musa (as): Peygamberimizden 1900-2000 yil kadar önce, Israilogullarina peygamber olarak gönderildi Fir'avn'la mücadelesi, Kur'an'da genişçe anlatilir Kendisine müstakil bir kitap olarak Tevrat gönderilmiştir Kur'an'da özellikle Bakara, şuara, Taha, Neml, Kasas ve Kehf surelerinde Hz Musa (as)dan söz edilir

- Hz Isa (as): Israilogullarindan olan Hz Isa (as), Hz Meryem’in oğludur Babasız dünyaya gelişi bir mucizedir Beşikteyken konuşmuş, 30 yaşındayken Israiloğullarına peygamber olmuş ve 33 yaşındayken semaya urûc etmiştir Kendisine müstakil bir kitap olarak İncil gönderilmiştir Peygamberimizden 600 yıl kadar önce yaşamıştır

- Hz Muhammet (sav): Bütün peygamberlerin sonuncusu olan Peygamberimiz (sav), yaşadığı asırdan kıyamete kadar gelecek bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderildi Milâdi 571'de doğdu, 610'da peygamber oldu, 632'de vefat etti Böylece 23 sene peygamberliği süresince ilâhi emaneti büyük bir titizlikle ümmetine tebliğ etti İlâhi kitap Kur'an-ı Kerim kendisine bir defada değil olaylar ve hadiseler gerektirdikçe gönderildi

F) MUCİZELER VE DİĞER HARİKALAR

a Mucize: Âciz bırakan, yapılması, meydana getirilmesi insan gücünün üstünde olan şey demektir

Terim olarak mucize: Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin, iddiasını te'yid ve tasdik için Allah'ın onun elinde gösterdiği alışılmış tabiat kanunları ve normal olaylar üstü, harikulâde bir hadisedir

Mucizenin asıl sahibi Allah tır Elçisinin doğruluşunu ispat için mucizeyi tasdik aracı olarak onun elinde gösterir

b Harika: Alışılmış olmayan, yaran, kesen anlamlarına gelir Harika olayda, normali kesen olağanüstülük söz konusudur Alışılmış olmamak harikanın niteliğidir "Hariku'l - âde" deyiminde, her zaman vuku bulmayan, bilinenin dışındalık mutlaka vardır

Bununla birlikte, mucize ile harika arasında bükük farklar vardır Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

c Mucizenin şartları:

1- Mucize ancak peygamber olan zattan sadır olur Mucizede peygamberin meydan okuması vardırYalan yere peygamberlik iddia edenlerin mucize göstermeleri imkânsızdır Bu da onun yalancı peygamber olduğunu ortaya koyar Mucizeler Allah’ın elçilerini tasdiki olduğundan, Allah ancak gerçek peygamberleri tasdik eder, yalancıları tasdik etmez

2- Mucize, peygamberlik iddiasında bulunan zatın davasına uygun ve amacına münasip tarzda zuhur eder Herhangi bir şekilde taklit edilemez, aynısı şu veya bu şekilde yapılamaz

3- Mucize istek üzerine vuku bulur ve "Bu mucizenin bir benzerini getiriniz" denir Ama hiç kimse buna güç yetiremez Kur'an mucizesi bunu en güzel örneğidir

4- Mucize gösteren nebi, en yüksek ahlâk ve fazilet esaslarınla mevsuftur Kendi şahsi çıkarı mucizede asla görülmez Mucizeyi davası uğruna kullanır Her yönden ahlâk ve fazilet örneği olan nebinin, bizzat hayatı ve davranışları mucizedir Bunun en güzel örneği Hz Muhammet (sav)in hayatı ve davranışları olan sünnettir

d Harikanın çeşitleri:

Mucizeden başka olan harika olaylar, çeşitli şekillerde ve şahıslarda ortaya çıkar Bunların başlıcaları şunlardır:

1- Irhasat: Peygamberlik öncesi peygamber olacaklarda görülen harika olaylardır Peygamberliğe hazırlık döneminde cereyan eden bu olaylar, peygamber olacağının ön habercisidir Peygamber (sav)e bazı ağaçların ve taşların selâm vermesi, Hz Isa (as)ın beşikte iken konuşması irhasata örnektir

2- Keramet: Allah'ın veli kullarından sadır olan harikulâde hallerdir Veliler, Allah'ın emirlerine uyan ve yasaklarından titizlikle kaçınan, Peygamber Efendimizin sünnetine tabi olan, ibadet ve taatta üstün züht ve takva sahibi olan Allah dostu saf ve samimi müminlerdir Keramet bu gibi veli kullardan sadır olur Evliyanın kerameti haktır Keramet mucize gibi istenildiği anda değil, kendiliğinden Allah tarafından verilir

3- Meûnet: Bazı müminlerde ortaya çıkan harikalardır Bunlarda bir iddia söz konusu değildir Bazı saf Müslümanların geçimlerinin kolay olması, belâ ve sıkıntılara düşmemesi, ilâhi yardıma mazhar olması bu türdendir

4- Istidrac: Küfür ve günahı açık olan kişilerde görülen ve onların isteklerine uygun olarak ortaya çıkan harikalardır Bunlar ancak Allah'ın fırsat vermesiyle mümkün olur Yoksa istidrac sahibinin elinde bir şey yoktur İlâhi hikmet gereği bu kişilere bu tür imkân verilir Zalim ve günahkâr kişilerin başarıları istidrac türünden harikalardır şeytanın, kıyamete kadar kendisine müsaade edilmesi; Firavunun 400 sene gibi uzun bir zaman yaşayıp baş ağrısı bile görmemesi; Nemrut ve benzerlerinin uzun seneler yeryüzünde saltanat sürüp arzu ve isteklerine erişmeleri ve bütün dünya nimetlerine kavuşmaları, hep bu kimseler için birer istidraçtır

5- İhanet: Küfrü ve günahı açık olan kişilerin elinde ve onların isteklerine aykırı olarak cereyan eden harikalardır Yalancı peygamber Müsellemetü'l - Kezzap suyu azalmış bir kuyuya suyunu çoğaltmak maksadıyla tükürmüş; fakat kuyunun mevcut suyu da kurumuştu Allah (cc) bu tip kimseleri, davasında yalancı çıkartmak ve aşağılamak maksadıyla isteklerinin tersine harikalar yaratmıştır Buna aynı zamanda "Hızlan" da denir

Sihir ve büyü ise bu harika olaylardan sayılmaz Sihir ve büyü de Allah'ın izni dahilinde meydana gelir Belirli bir tekniği ve bilgiyi gerektiren sihir ve büyü dinen haram kılınmış, en büyük günahlardan sayılmıştır

G) PEYGAMBERLERİN BİLDİRDİKLERİ DİNLERDE BİR OLAN ESASLAR

Peygamberlerin getirdikleri dinlere "Hak din" veya "Semavî din" denir Hak dinin bir takım mümeyyiz vasıfları vardır:

- Hak din, bir peygamberin Allah’tan vahiy suretiyle alıp insanlara bildirdiği hükümler ve kanunlar şeklinde oluşur

- Hak din, kâinata mutlak olarak hakim olan bir Allah’a îman ve Ona kulluk etme esasına dayanır

- Hak din, uhrevî mesuliyeti (ahiret hayatını) kabulü ve buna imanı emreder

- Hak din, nübüvvete (peygamberlik müessesine) iman esasına dayanır

- Hak din, mukaddes bir kitaba dayanır

- Hak din, meleklere imanı (manevî varlıkların var olduğunu kabul etmeyi) emreder

- Hak dinde ibadet sadece Yüce Allah’a tazîm ve Ona samimiyetle bağlanmak kastiyle yapılır

- Hak dinde akla ve müspet ilme aykırı bir hüküm bulunmaz

- Hak din, sosyal hayatta eşitliği, kardeşlik ve adaleti kökleştirmek ve her türlü imtiyazı ortadan kaldırmayı amaç edinir

- Hak dinde, dînin genel kanunları, bir cemiyetin kurulmasını ve bu cemiyetin en mükemmel bir nizam üzere devam etmesini hedef olarak kabul eder

H) KUR’AN’DA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER

Vahiy meleği vasıtasıyla Yüce Allah tarafından gönderilen ilâhî emirleri ve yasakları insanlara bildirmekle vazifeli kimselere Kur’an-ı Kerîm’in dilinde "Nebî, resûl, beşir ve nezîr" adlari verilir Bunlar her bakimdan üstün ve seçkin kimselerdir Peygamberler günah işlemezler, yalan söylemezler, emanete hiyanet etmezler, Allah’tan aldıkları emirleri olduğu gibi insanlara bildirirler Çok zekî, uyanık ve mantıklı kimselerdir Peygamberlerin bir kısmı bir kavme, bir bölgeye, bazıları da bütün âleme ve insanlığa gönderilmiştir Bunların ne kadar oldukları bildirilmemiştir; sayılarını ancak Allah bilir Kur’an-ı Kerîmde peygamberlerin sadece bir kısmından bahsedilir Onlar da şunlardır:

1 Hz Adem (as)
2 Hz Idris (as)
3 Hz Nuh (as)
4 Hz Hûd (as)
5 Hz Salih (as)
6 Hz Ibrahim (as)
7 Hz Ismail (as)
8 Hz Lût (as)
9 Hz Ishak (as)
10 Hz Yakûb (as)
11 Hz Yusuf (as)
12 Hz Eyyûb (as)
13 Hz şuayb (as)
14 Hz Musa (as)
15 Hz Harun (as)
16 Hz Davut (as)
17 Hz Süleyman (as)
18 Hz Zülkifl (as)
19 Hz İlyas (as)
20 Hz El- Yesâ (as)
21 Hz Yunus (as)
22 Hz Zekeriya (as)
23 Hz Yahya (as)
24 Hz Isa (as)
25 Hz Muhammet (sav)

Bunlardan başka Kur’an-ı Kerîmde isimleri geçen fakat peygamber olup olmadıkları hakkında kesin bilgi olmayanlar vardır ki; bunlar da şunlardır:

- Üzeyir
- Lokman
- Zü’lkarneyn

İslâm dininin inanç esaslarında Allah’ın peygamberlerinden hiçbirisi diğerinden ayrılmaz Hepsi peygamber olarak kabul edilir, her peygamberin getirdiği ve tebliğ ettiği dînin hak din olduğu benimsenir Çünkü İslâm dininin îman esasına göre; gerçek din, semavî din tektir ve Allah tarafından elçiler aracılığı ile gönderilir

I ) HZ MUHAMMET (SAV)’IN SON PEYGAMBER OLUŞU

Yüce Allah Hz Adem ile başlayan peygamberler zincirini Hz Muhammet (sav) ile sona erdirmiştir Artik başka din, başka peygamber gelmeyecek; kiyamete kadar bütün dünyada Islâmiyet geçerli olacaktir

Allah (cc) Peygamber (sav)i bütün insanliga peygamber gönderdigini şu ayetlerinde belirtiyor:

"De ki: Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah’ın elçisiyim" (A’ raf:158)

"Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe: 28)

Yüce Allah’ımız Islâmiyetin son din olduğunu da şu âyetinde haber veriyor:

" Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim" (Maide: 3)

Yine Rabb’imiz kutsal kitabında Peygamberimiz (sav)in son peygamber olduğunu ve Ondan başka peygamber gelmeyeceğini şu âyetiyle ilân ediyor:

"Muhammet, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir Fakat Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur" (Ahzab: 40)


Alıntı Yaparak Cevapla

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...

Eski 10-11-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İman Nedir ? Ve İman Hakkında Geniş Bilgiler...






KAZA VE KADERE İMAN

A) KAZA VE KADER

Kaza ve kadere inanmak, iman esaslarından altıncısı ve sonuncusudur

Alemdeki canlı cansız her varlığın, güneşin, ayın ve yıldızların yoktan yaratıldığını biliyoruz Bütün bunların belirli bir düzen ve ölçüler içerisinde hareket ettiğini ve değişip durduğunu, zamanı gelince de yok olduğunu görüyoruz Bu ince düzen bu sürekli oluş ve yaratılış bir tesadüfün eseri olamaz İşte bütün bunları yapan sonsuz bir güç vardır ki, o da Allah’tır Onun bilgisi dışında hiçbir şey olamaz Başlangıçtan sonsuza kadar ne olacaksa o, hepsini bilir

Âlemde vuku bulan, cereyan eden her şey Allah'ın kaza ve kaderiyledir Her şey, Allah'ın ilim, irade ve kudretinin eseridir, ilâhi kanuna tabidir Her şeyde sebepler, bir takım ölçüler mevcuttur, bütün bunlar Allah'ın kaza ve kaderine uygun olarak meydana gelir Allah bir sebep ve hikmete uygun olarak yaratır

Kader, bir şeyin ölçüsüdür Her varlık bir ilâhi ölçüye bağlıdır Âlemdeki düzen ve istikrar, devamlılık ilâhi kaza ve kaderle mümkün olmaktadır

Rabbımızın, olacakların hepsini, önceden bilip takdir etmesine (ölçüp, biçip belirli kılmasına) KADER denir Bu, Allah’ın ilim sıfatının sonucudur

Yüce Allah’ın takdir ettiği şeylerin zamanı gelince, Onun tarafından yaratılıp ortaya çıkmasına ise, KAZA denir Bu da, Allah’ın irade, kudret ve yaratma sıfatlarının sonucudur şu halde kaza ve kadere iman, Allah’ın ilim, irade, kudret ve yaratma (Tekvîn) sıfatlarına inanmak demektir

B) KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

"şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık" (Kamer/49),

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir" (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın Doğrusu bunu bilmek Allah'a kolaydır" (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik" (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!" (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (sav)den HzÖmer (ra)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail’e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmaktır" (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir

C) İRADE

Kaza ve kadere iman, insanın durumunu tespit ve tayinde büyük önem kazanır Her şeyden önce insanın iradesinin olup olmadığı söz konusu edilir

İrade; istek, arzu, eğilim, kast, sevgi ve benzeri anlamlara gelir Bir sıfat olarak kabul edilir Bu sıfatla canlı fiillerini yapar Her hangi bir işin meydana gelmesinde irade sıfatı ilk ve en önemli rolü oynar İrade, istek olmayınca iş meydana gelmez

İradeyi anlamanın iki yolu vardır:

Allah'ın ve insanın iradesi,

İnsanın iradesi

a) Allah'ın ve insanın iradesi

Allah'ın iradesinin olduğu ve bu iradenin her şeyi kuşattığı malumdur Allah mutlak irade sahibidir Bu ilâhi iradenin varlığına akıl ve nakil (ayet ve hadisler) şahitlik etmektedir Âlemde hiçbir şey, Allah'ın mutlak iradesinin dışında değildir

İlâhi iradenin her şeyde hükümran ve söz sahibi olması bakımından, Allah'ın irade ve meşietine "Külli irade" denebilir Bu bakımdan ilâhi irade, insanın iradesini de kuşatır

İnsanın da iradesi vardır İnsan bazen istekli, bazen isteksiz olur; bazen bir işi yapmak ister, bazen istemez Bunlar onun iradesinin varlığının delilidir İnsanın bu tarzda anlaşılan iradesi, Allah'ın yüce, mutlak, tarifi imkânsız iradesinin yanında çok küçük bir iradedir Bu bakımdan insanın bu iradesine, Allah'ın külli, mutlak iradesi yanında "Cüz'i irade" denebilir

b) İnsanın iradesi

İnsanın iradesinin olduğu kesindir Bu irade, insan tek başına ele alındığında bağımsızdır, hürdür, bütündür, küldür

İnsanda ortaya çıkan hareketler iki türlüdür:

1- İhtiyarî fiiller: Yapmak ve yapmamak kulun elindedir Kul irade-i cüziyesi ile bunu ister Allah (cc) da yaratır O yüzden kul, ihtiyari fiillerden (kendi yaptığı işlerden) sorumlu olur Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek gibi İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir Sözgelimi insanın önünde "camiye gitmek veya gitmemek" şeklinde iki tercih bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz'i iradenin varlığı görülür Söz konusu insan, camiye gidip gitmeme noktasında külli, ikisinden birini tercih ettiğinde ise cüz'i iradesini kullanma halindedir

Gerçekte insanın hayatı sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir İnsan kendisinde bulunan irade-i cüz'iyesiyle Allah'ın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur Allah (cc) da kulun tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudreti halk eder O fiilleri isteyen ve yapan kul, fiillerinden de sorumlu olur Bu fiillerinde kendisi tercih yaptığından fiillerinde mecbur değildir Böylece tercihler hayat boyu kulun amellerini oluşturur

2- Gayr-i ihtiyarî fiiller (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan sırf Allah’ın yaratması ile olan hareketlerdir: İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi şeylerdir

D) KAZA VE KADER KONUSUNDA GÖRÜŞLER

Kaza ve kader konusu, insan zihnini meşgul eden konuların başında gelir Bu konuyla ilgili olarak ilk devirlerden itibaren çeşitli görüşler ortaya atılmıştır Kaza ve kader konusunda başlıca üç görüş vardır:

a) Ehl-i Sünnetin görüşü

Ehl-i Sünnete göre insan, belli ölçülere göre hareket eden hür bir varlıktır O, işlerini kendi irade ve ihtiyariyle yapar Zorunlu fiiller dışında kendi isteğine bağlı olarak yaptığı işlerin emir olanlarından mükâfat, yasak olanlarından ceza görecektir Allah'ın teklifleri, sevap ve ikabını gerektirecek işler bellidir İnsan bunları seçme ve yapmada serbesttir

Burada iki husus ortaya çıkmaktadır:

İnsan kendi irade ve ihtiyariyle yaptığı zorunlu olmayan fiillerden, başka bir deyimle, isteğe bağlı olarak seçimini kendi kendisinin yaptığı işlerden sorumludur Bu fiillerin tümü teklif dairesine girer, sevap veya ikabı, mükâfat veya cezayı gerektirir

Tek yaratıcı ancak Allah'tır İnsanı, fiillerini ve her şeyi yaratan Allah’tır Çünkü "Allah her şeyin yaratanıdır" (Zümer / 62), "Sizi ve işlediklerinizi yaratan Allah'tır" (Saffat / 96)

İnsanda yaratma vasfı yoktur O, fiilini seçme hürriyetine sahiptir İnsanın seçimine göre yaratma Allah'a aittir İnsan ancak kâsibtir, müktesiptir, fiillerini kesb eder, kazanır

b) Cebriyenin görüşü

Ehl-i Sünnetin dışında yer alan Cebriye'ye göre insan fiillerinde yaptığı işlerde mecburdur İnsanın iradesi, gücü yoktur O fiillerini zorunlu olarak yapar İnsanın fiilleriyle münasebeti, çöpün rüzgârla olan münasebeti gibidir Fiiller insana nispet edilir Kulların hareketleri cansız varlıkların hareketleri gibidir Kulun fiillerinde ihtiyar sahibi olması, mucit ve halık olmasını gerektirir Halbuki yaratıcılık yalnız Allah'a aittir

Bu fırka, kaza ve kaderi nazara alarak kulun fiillerini yapmada mecbur olduğu görüşünü ileri sürmüştür Bununla Allah Tealâyı acizden tenzihe çalışırken diğer taraftan Allah Tealâya zulüm isnat etmişlerdir

Bu görüşe göre insan, değersiz, şuursuz, akılsız, iradesiz bir varlık durumuna düşüyor O âdeta cansız bir varlık haline geliyor Böylece dinin, Peygamberin, kitabın, teklifin, ceza ve mükâfatın hiç bir değeri kalmıyor Bu görüş sahipleri zaten zamanla yok olup gitmişlerdir Ama zaman zaman hayatta aynı görüşü benimseyenlerle karşılaşmak mümkündür

c) Mutezile’nin görüşü

Mutezile, Cebriyenin görüşünün tam tersini savunur Mutezileye göre insan irade ve güç sahibidir ,kendi fiillerinin yaraticisidir Onlara göre insan, kendi fiillerini yaratirsa ancak hür ve sorumlu olur, ceza ve mükâfat ancak böyle tahakkuk eder

Mutezilenin bu konudaki görüşünde aşiriliga gittigi görülüyor Gerçekte insan cüz'i bir irade sahibidir Allah’ın bahşettiği bir kudretle fiillerini yapar; ama asla yaratıcı değildir, kendi fiillerinin halıkı olamaz İnsan dilediğini seçme ve yapma hakkına sahiptir Ama hiç bir zaman mutlak irade ve mutlak güç sahibi değildir

Görüldüğü gibi, Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşü aşırılıktan uzak, Kur'an ve sünnetin ruhuna uygun orta bir yolu temsil etmektir

E) HAYIR VE ŞER

Dinimizin, iyi, güzel ve yararlı gördüğü söz, düşünce ve davranışlara "HAYIR"; kötü, çirkin veya zararlı gördüklerine de "ŞER" denir Dinimize göre; hayrı da, şerri de yaratan Yüce Allah’tır

Yüce Allah hayra razıdır; fakat şerre razı değildirYani Rabbımız, kötülüklerimizi beğenmeyerek iyiliklerimizi ise beğenerek yaratır Çünkü Onun bilgisi ve yaratması dışında hiçbir şey olamaz

F) İYİYE VE DOĞRUYA YÖNELME

Bir insan, "Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim" deyip kötü davranışlarda bulunamayacağı gibi, tembel tembel de oturamaz Çünkü insan, cüz’î irade dediğimiz güçle, iyiyi veya kötüyü kendisi seçer Yüce Allah, emir ve yasaklarıyla iyi ve kötü yolu göstermiş ve "İyi olana gidin, kötü olandan uzaklaşın" demiş; bu iki yoldan birini seçmekte insanı serbest bırakmıştır İyi ve kötü yollardan birini seçmek insanın kendi isteğiyledir Allah, insanın bu isteğine göre iyi ve kötüyü yaratır Böyle olunca isteyen ve istemeyen insandır, yaratan ise Allah’tır Bunun için insana, irade ve gücünü kullanarak yaptığı davranışlardan sorumlu tutulacağı, âhiret gününde niçin kötü yolu seçtiğinin sorulacağı bildirilmiştir İradesini iyiye, doğruya yöneltip iyi ve yararlı davranışlarda bulunanlar mükâfatını görecekler, kötüye yönelip kötü ve zararlı davranışlarda bulunanlar, tövbe etmeden ölürlerse cezasını çekeceklerdir

Kötü çirkin davranışlarda bulunanlar, dünyada da bu kötü davranışlarının cezasını görürler Bunun için insana yaraşan iradesini iyi, doğru ve yararlı olana yönelterek güzel davranışlarda bulunmak ve bu sayede hem dünyada hem de âhirette mutlu olmaktır Dinimizin bütün emir ve yasakları insanın cüz’î iradesine yön vermek içindir

G) TEVEKKÜL

Bir amaca ulaşabilmek için gerekli olan bütün tedbirleri aldiktan sonra Allah’a güvenmeye ve sonrasını Ona bırakmaya "Tevekkül" denir Meselâ: Bir çiftçi önce tarlasını zamanında sürer, tohumu eker ve gerekli bütün yapım işlerini yapar, sonra da Allah’a tevekkül eder Yani "Takdir ne ise o olur, ben üzerime düşeni yaptim" diyebilir Yoksa bunlarin hiç birini yapmadan "kader ne ise öyle olur, ben Allah’a güveniyorum" demek, tevekkül değil tembelliktir

Başka bir örnek daha verelim: Meselâ, bir öğrenci derslerine hiç çalışmadan "kaderim ne ise o olur, Allah dilerse sınıfımı geçerim" diyerek işi Allah’a bırakamaz Böyle bir davranış hem Allah’a karşi gelmek olur, hem de kader inanci ile uyuşmaz Halbuki önce derslere en iyi şekilde çalişmak, bütün konulari ögrenmek, işi ondan sonra Allah’a bırakmak, Onun yardımını dilemek gerekir ki, işte bu tevekkül olur

H) FERT HAYATI YÖNÜNDEN ÖNEMİ

Hayır ve şer, kaza ve kader, kâinatta olup biten şeylerin hepsi belirli kanunlar, belli sebepler ve ölçülü miktarlar dairesinde cereyan etmektedir Allah her şeyi iradesiyle yaratır, var olan ve olup biten her şey Allah’ın bilgisi ve iradesi altındadır

İşte kaza ve kadere, hayır ve şerre iman, bu inancın sahibini daima çalışmaya ve emek harcamaya sevk eder Çünkü kişi önüne ne çıkacağını, ileride ne olacağını bilmediğinden kendisini çalışmaya memur bilir Doğuşundan itibaren kişinin kaderinin ne olduğu belli değildir O bakımdan insana çalışmak ve kaderin var olduğuna inanmak düşer

Kadere iman, insanlar felâketlerle baş başa kaldıkları zaman bir teselli kaynağı olur İnsan üzüntülü olduğu zaman kaza ve kadere olan imanı onun imdadına yetişir Arzu ettiği bir şeye kavuşamadığı ve ümitlerinin arasına engeller girdiği zaman, Allah’ın takdirine olan imanı ve güveni ona destek olur, ümitsizliğe düşmez Olanların bir ilâhî takdir gereği olduğunu bilir ve üzülmez

Kişi işlerinde başarılı olunca sevinir Bu sevinci ile birlikte şımarmaz Fazla sevinçten dolayı hayat dengesini kaybedip gururlanmaz Alçak gönüllü olmayı elden bırakmaz Bütün bu çalışma ve gayretlerin sonunda bunların Allah’ın bir lütfü ve takdiri olduğunu hatırdan çıkarmaz Kur’an-ı Kerîm bu hususu bize şöyle belirtiyor:

"Size yeryüzünde veya nefislerinizde bir belâ dokunmaz ki, ancak o sizi yaratmazdan önce yazılmış olmasın Ve bu da Allah’a göre kolaydır Bunu önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan (kaybettiğiniz) şeylerden dolayı üzüntüye düşmeyiniz ve elinize girenle de (kazandığınızdan dolayı) sevinip şımarmamanız için size beyan ettik Allah övünen ve kibirlenenleri asla sevmez" ( Hadid sûresi /22 - 23 âıetler)

Kadere iman, insanda kahramanlık ve yiğitlik duygularını kuvvetlendirir İşlerin Allah’ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılmaz ve korkmaz

Cömertlik ve iyilik hislerini arttırır, insanı eli açık yapar İnsan düşünür, madem ki rızklar bellidir, Allah herkesin rızkını çalışmasına, çabasına göre takdir etmiştir Aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur, düşkünlere yardım eder, muhtaçları ve yoksulları maddî ve manevî yönlerden destekler

Kâinatta bütün işlerin Cenab-ı Hak’kın elinde olduğuna imanı olan kimse en güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır Ölümden korkmaz, her zaman hakkı, adaleti, eşitliği, insan hak ve hürriyetlerini savunur Her ne pahasına olursa olsun, Allah’ın emirlerine uyar ve yasaklarından kaçınır

İnsana bir felâket ve üzüntü geldiği zaman, hüzün ve kederden kendisini helâk etmez İlâhî takdire razı olur

Demek ki, yeryüzünde olup biten her şey, ilâhî bilgi ve takdir çerçevesindedir
___________________________________________

İSRA VE Mİ'RAÇ

A) İSRA VE Mİ'RACIN ANLAMI

İsra lügatte, gece yürüyüşü demektir Miraç ise lügatte, yükseğe çıkmak ve merdiven manalarına gelir

İslâm ıstılahında ise, Peygamber (sav)in Mekke'de Mescid-i Ha-ramdan Mescid-i Aksa'ya oradan da yüce makamlara çıkartılması hadisesidir

Miraç, hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27 gecesi vuku bulmuştur

B) Mİ'RAÇLA İLGİLİ TANIMLAR

Konunun daha iyi anlaşılması için bazı terimler üzerinde duralım:

İsra: Yürümek demektir Geçişli fiil olduğu için "geceleyin yürüttü" manasına gelir

Mescid-i Haram: Kâbeyi çevreleyen ve Harem-i şerif denen mesciddir Yeryüzünde ilk defa inşa edilen mabet budur

Mescid-i Aksa: Kudüs’teki Beytü'l - Makdistir Kâbeden sonra yeryüzünde yapılan ikinci mabeddir Aksa denilmesi Kâbe'ye bir aylık mesafede bulunmasındandır Mescid-i Aksa, Peygamberlerin toplandığı, ilâhi vahiylerin indiği mübarek bir yer olduğu için, Miraçta Peygamberimizin yol uğrağı olmuştur

Beytü'l Mamur: Yedinci kat gökteki melekler tarafından tavaf edilen mabeddir

Sidretü'l Münteha: Arşın sağında bir ağaçtır ki, ne melek, ne başka bir şey ondan ötesine asla geçemezler

Refref: Mahiyetini aklımızın kavrayamayacağı bir vasıtadır

Kaab-ı kavseyn: İki yay miktarı kadar bir mesafedir

C) Mİ'RAÇ NE ŞEKİLDE VUKU BULMUŞTUR?

Miraç hakkında Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

"Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammet) kulunu Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; </B>erçekten işitendir, görendir" (Isra suresi:1)

Miraç hadisesi Ebu Hureyre, Ebu Zer, Ebu Said-i Hudri, Enes b Sa'saa tarafından bizzat Rasülüllah (sa</B>en rivayet edilmiştir Bu rivayetler, Buhari, Müslim ve Nesaai gibi Kütüb-ü Sitte'nin meşhur kitaplarında mevcuttur Biz, bu değişik rivayetleri birleştirerek nakledeceğiz

Peygamberimiz (sav), şöyle buyurmuşlardır:

"Bir gece, halam ümmü Haninin evinde (bir riva</B> göre Kâbede) iken Cebrail (as) geldi "Ey muhterem Nebi! yarlıgayıcı olan Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor" dedi Göğsümü göbeğime kadar yardı Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı Tekrar yerine koydu Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte Burak adında bir hayvana bindirildim Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu Bir anda Mescid-i Aksaya geldik, Cebrail Burakı, bütün Peygamberlerin, hayvanlarını başladıkları bir halkaya başladı Mescitte diğer Peygamberlerin ruhları temessül etti Bize selâm verdiler Ben de selâmlarına karşılık verdim Cebrail bana, "Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır" dedi Ben de imam olup namazı kıldırdım Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi Ben sütü içince "yaratılışına uygun olanı seçtin" dedi "

Ebu Said-i Hudrinin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz şöyle devam ettiler:

"Bundan sonra bir Mi'rac (merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim O mi'rac, ölülerinizin, ölürken gözlerini diktikleri şeydir Ölülerin ruhları da bu merdivenden yukarı çıkar Cebrail beni bu merdivenden HAFAZA kapısına kadar çıkardı yeni dünya semasına kadar bir anda geldik Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti İçerden soruldu:

- Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im
- Yanındaki kim?
- Muhammet (sav)
- Yaa! O, resul olarak gönderildi mi?
- Evet

Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar Bir de ne göreyim semayı muhafaza eden İsmail isminde müvekkel büyük bir melek yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var

"Bunlardan ayrılınca; bünyesi yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim Kendisine zürriyetinin ruhları arz edilince; mümin ruhu ise, "ne güzel, ne hoştur! Bunun kitabını İlliyyin'de kılın!" diyor; kâfir ruhu ise, "ne kötü ruh, ne fena rayiha! Bunun kitabını Siccil'de kılın" diyor"

"'Ya Cebrail, bu kimdir' diye sorduğunda "Baban Âdemdir" diye cevap verdi O, bana selâm verdi ve 'hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlât" diye karşıladı"

"Burada bana Cehennem gösterildi Orada, çeşitli şekillerde azab gören kavimler gördüm Dudakları deve dudağı gibi bir kavim gördüm ki, başlarına birtakım memurlar konmuş, dudaklarını kesiyorlar Bunların kim olduklarını sorunca Cebrail, yetim malı yiyenler olduklarını söyledi Yine orada cife (pislik) yiyen zinakârlar, kendi etlerini yiyen gıybetçiler, yerlerde ve Firavun hanedanının ayakları altında çiğnenen faizciler, baş aşağı ayaklarından asılmış, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar gördüm"

"Sonra ikinci semaya çıktık Orada Yusuf (as) ile buluştuk Yanında ümmetinden kendisine tabi olanlar da vardı Yüzü ayın on dördü gibiydi Onunla da selâmlaştık"

Peygamber Efendimiz, üçüncü semada iki teyze zade Yahya ve İsa (as) ile; dördüncü semada idris (as) ile, beşinci semada Harun (as) ile ve altıncı semada Hz Musa (as) ile görüştü Onların da hepsi "Hoş geldin ey salih kardeş, salih nebi" dediler

Resul-i Ekrem, anlatmaya devam ediyor:

"Daha sonra yedinci semaya geçtik Orada İbrahim (as) ile buluştum Sırtını Beytü'l Mamura dayamış; beni selâmladı "Hoş geldin ey salih nebi! Hoş geldin ey salih evlât" dedi Burada bana denildi ki, "işte senin ve ümmetinin mekânı" Sonra Beytü'l Mamura girdim, içinde namaz kıldım Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha kıyamete kadar tavaf için bunlara sıra gelmez"

Peygamber Efendimiz, burayı anlatırken şu âyet-i kerimeyi okudular:

"Rabbinin askerlerinin (adedini) ancak Rabbin bilir" (el - Müddesir/31)

Peygamberimiz yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:

"Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bir ümmeti bürür Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu Cebrail'e bunu sorduğumda dedi ki: 'şu rahmet nehri, şu da Allah (cc)'ın sana verdiği Kevser Havzıdır' Rahmet nehrinde yıkandım Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi Sonra, Kevser yolunu tutarak Cennete girdim Orada göz görmedik, kulak işitmedik, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek olan şeyler gördüm

"Bundan sonra Sidretü'l Münteha'ya kadar çıktık Sidre'den yükselince Cebrail durakladı ve 'Ya Muhammet, yemin ederim ki, ben buradan bir karış ileri geçersem yanarım Benim buradan ileriye geçmeye takatim yoktur' dedi"

Resul-ü Ekrem, lâhut aleminin bu en yüksek yerinde Refref denilen bir vasıta ile Allah'ın dilediği yere geldi Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:

"Sidre'den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum Arşın altına geldiğimde, Arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, nede cihet Rabbimin şu lâhuti sesini işittim; 'Yaklaş ey Muhammet! Ben de Kâbe Kavseyn miktarı yaklaştım Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: 'Ettehiyyatü lillâhi, vessalâvatü, vettaıibatü' (En güzel tahiyye Allah'a mahsustur Bedeni ve mali ibadetler de Ona layık ve mahsustur) Bunun üzerine Allah (cc) şu mukabelede bulundu: "Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi veberekâtühü" (Ey Nebi, selâm sana olsun, Allah'ın rahmeti ve bereketi de sana olsun Ben tekrar; 'Esselâmü aleyna ve alâ ibadillâhissalihin, eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülühü' (Selâm bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun Ben şahadet ederim ki, Allah birdir Ondan başka ilah yoktur Yine şahadet ederim ki, Muhammet, Allah'ın kulu ve elçisidir) dedim"

Rasülüllah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döndü Hz Musanın yanına gelince; Hz Musa, "Allah sana neler emretti" diye sordu Peygamberimiz de elli vakit namazla emr olunduğunu söyledi Hz Musa, "Ya Rasûlâllah, elli vakit namaz çoktur Bu, senin ümmetine aşır gelir, yapamazlar Rabbine iltica et de hafifletsin" dedi Bunun üzerine Hz Muhammet (sav) tekrar geri dönüp namazın hafiflemesini istedi Önce on vakit kaldırdı Peygamberimiz Hz Musanın yanına gelip durumu bildirince; Hz Musa, bunun da çok olacağını söyledi Bu minval üzere Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica etti Böılece; namaz beş vakte kadar indirildi

D) Mİ'RAÇ HADİSESİNİN MEKKEDEKI AKİSLERİ

Peygamberimiz Hz Muhammet (sav) Mekke'ye döndüğünde, müşahedelerini anlatmaya başlayınca, Kureyşliler fitne krizlerine tutulup deli divane oldular Kimi, Ebu Bekir (ra)'a koşuyor; kimi, ellerini çırpıyor; imanı zayıf olanlardan irtidat edenler oluyor, bu olağanüstü mucizeyi bir türlü akıllarına sığdıramıyorlardı Hz Ebubekir gibi iman sahipleri ise, "Evet Mi'raç haktır Eğer Muhammet (sav) bunları demişse, doğru söylüyor ve ben bundan daha büyüklerini de kabul ederim" diyorlardı Hz Ebubekir, Peygamberimizin yanına gelmiş, Miracı bizzat kendilerinden dinlemiş; Allah'ın Resulü anlattıkça, "Doğru söylüyorsun ya Resulüllah" diyerek tasdik etmiştir Peygamberimiz de, "Sen sıddıksın ya Eba Bekir" diyerek; ona "Sıddik" unvanını vermiştir

Cabir ve Ebu Hüreyre (ra)nin, Resulüllah (sav)'den rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

"Ben, saba</B>in İsra ve Miracı anlatınca Kureyşliler beni tekzip etti Bana, gidip geldiğim yerlerden ve Mescid-i Aksa'dan sorular sordular Halbuki ben Mescid'i Aksa'nın hiç bir özelliğini tespit etmemiştim Bu sebepten müşkül durumda kalıyordum Allah (cc), bana Mescid-i Aksa'yı gösterdi Ben de Kureyşlilerin bütün sorularına cevap verdim" (Müslim)

Sahih rivayetlere göre; Kureyşliler, Mescid-i Aksa'nın kapı, pencere ve cihet gibi her özelliğini soruyorlar; Peygamberimiz de teker teker cevap veriyordu Buna rağmen buna da inanmadılar "Biz sana Şam'dan gelmekte olan develerimizi soracağız; bize onlardan haber ver" dediler Peygamberimiz şöyle cevap verdi: "Evet, falan kimselerin kervanına rastladım 'Revha' isimli mevkide idi Bir deve yitirmişler, onu arıyorlardı Iüğleri arasında bir su kabı vardı Susadım, o kabı alıp su içtim ve kabı yerine koydum Geldiklerinde sorun bakalım, suyu bulabilmişler mi" O anda kervan, Peygamberimize gösterildi O da, kervanın kemiyet ve keyfiyetine dair haber verdi ve şöyle buyurdu: "İçlerinden 'Cemel-i Evrak' (yani karam tırak beyaz bir deve) önde olarak, falan gün güneşin doğmasıyla beraber gelecekler:" Peygamberimizin haber vermiş olduğu o gün; müşrikler sabahın erken saatlerinde "Seniyye" tepesine doğru çıktılar Güneş ne zaman doğacak da Muhammet (sav)'i yalancı çıkaracağız diye, bekliyorlardı Derken; içlerinden birisi, "Güneş doğdu" diye haykırdı Tam o sırada bir diğeri de, "İşte kervan geliyor, önlerinde Cemel-i Evrak, tıpkı söylediği gibi" diye bağırdı Bu da ayrı bir mucize olmuştu Hal böyle iken, müşrikler yine iman etmediler "Bu açık bir sihirdir" dediler

E) RASULÜLLAH'IN Mİ'RAÇTAKI BİNEKLERİ

Kütüb-ü Sitte ve diğer hadis kitaplarında Mi'rac hadislerinin çeşitli rivayetleri vardır Bu hadislerde Peygamberimizin Mi'rac esnasındaki binitleri anlatılır Âlâmî Tefsirinde Alûsî'nin nakline göre, Rasülullah'ın binitleri beş tanedir:

1- Burak: Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa'ya kadar

2- Mi'rac (Merdiven): Mescid-i Aksa'dan dünya semasına kadar

3- Meleklerin kanadı: Dünya semasından yedinci semaya kadar

4- Cibril: Yedinci semadan, Sidre-i Münteha'ya kadar

5- Refref: Sidre-i Münteha'dan Kaabe Kavseyn'e kadar

F) PEYGAMBERİMİZE Mİ'RAÇTA VERİLEN İHSANLAR

Müslim'in rivayetine göre, Mi'raç'ta Rasülullaha üç şey verildi:

1- Her gün elli vakit sevabına denk, beş vakit namaz,

2- Bakara sûresinin son âyetleri,

3- Ümmetimden, hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmayanlara cennet müjdesi

Bunlardan başka Mi'raç hadisesini anlatan el-İsra suresi ile itikat, ahlâk, iktisat gibi cemiyet nizamının bel kemiği olan, milletleri huzur içinde yaşatıp mihnet, zillet ve buhrandan kurtaran şu esaslar vahiy ve tebliğ edilmiştir:

- "Allah ile beraber diğer bir ilah edinme Sonra kınanmış ve kendi başına bırakılmış olursun" (İsra/22)

- "Rabbin kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin, diye hükmetti" (İsra/23)

- "Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver Gereksiz yere saçıp savurma" (İsra/26)

- "Zira, israf ile saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar şeytan ise çok nankördür" (İsra/27)

- "Eli sıkı olma! Büsbütün eli açık da olma Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın" (İsra/29)

- "Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur" (İsra/31)

- "Zinaya yaklaşmayın Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur" (İsra/32)

- "Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine (mirasçısına, hakkını alması için) yetki verdik Ancak bu veli de kısasta ileri gitmesin Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, yardıma mazhar olmuştur" (İsra/33)

- "Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın yaklaşmayın Verdiğiniz sözü de yerine getirin Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir" (İsra/34)

- "Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir" (İsra/35)

- "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur" (İsra/36)

- "Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma Çünkü sen (aşırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin" (İsra/37)

G) Mİ'RACIN HİKMETİ

Allah (cc), mekân ve zamandan münezzeh ve cismaniyetten beri olduğundan, Hz Peygamber (sav)in semalara çıkarılması; (haşa) Allah ile bir makam-ı muallada buluşup şereflenmesi değildir Böyle bir inanç yanlıştır

"Ancak, Resul-i Ekrem (sav)in böyle yüce bir makama çıkarılması; mücerret melekût-i ilâhiyeyi temaşa etmek, birtakım hakikat ve sırlara muttali olmak ve kendisine has müstesna bir atıfet-i sübhaniyeye mazhar olmak hikmetine müstenittir" (Ö Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm/235)

Miraçla, Resulüllah (sav) Efendimize birçok şeyler gösterilmiştir Bunlardan bazıları şunlardır:

Burak'a bindirilmesi, Mescid-i Aksa'yı görmesi, burada enbiyanın temessül etmesi, nebilerin makamlarını görmesi, her biriyle konuşması, cennet ve cehennemin hallerini görmesi, Sidre'yi geçip m</B>ut-i ilahiyeden nice hayret verici şeyleri müşahede etmesi Ayrıca Mi'raç hadisesiyle imanı sağlam olanlarla imanı zayıf olanlar birbirinden ayırt edilmiştir (Tefsir-i Allame Ebu's Suud, "Tefsir-i Kebirin kenarında" 5/544)

"(Ve bu gece yolculuğunu) Ona (O Peygambere), ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık)" (İsra/1) ayetini izah ederken Fahruddin-i Razi Tefsir-i Kebir'inde şu hususları sıralamaktadır:

1- Cennetin mükafatları çok büyük, Cehennemin ateşi ise pek şiddetlidir Allah (cc) dünyada iken Resulüne (sav) bunları gösterdi ki, kıyamet günü bunları ilk görüşü olmasın ve kıyamet günü kalbi Cennetin rağbeti, Cehennemin dehşeti ile meşgul bulunmasın Ancak kalbi şefaatle meşgul olsun

2- Resulüllah (sav)in Mi'raç gecesi Peygamberleri ve melekleri müşahedesi, hem kendisinin, hem de onların yükselmelerinin sebebidir

3- Peygamberimiz, semavatın, Arş ve Kürsünün hallerini müşahede edince, bu alemin ahvali ve korkuları onun gözünde küçülür Bu itibarla, Allah yoluna daveti ve İslam davasına çalışması, kalbinde daha da kuvvetlenir Allah'ın düşmanlarına iltifatı kalmaz Bütün zorluklara rağmen, cihatta sebatı sonsuz olur

İbn Atiye gibi bazı müfessirler ise, bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir:

"Mi'raç, sadece Peygambere ayet ve ibret göstermekten ibaret değil; aynı zamanda, Peygamberin kendini kâinata bir delil olarak göstermektir" (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili 5/3152)

H) Mİ'RAÇ RUH İLE Mİ, BEDEN İLE Mİ OLMUŞTUR?

Mi'racın vukuu hakkında selef ve halef ittifak etmiş oldukları halde, Mi'racın keyfiyeti, yani ne şekilde olduğu hususunda aralarında bazı ihtilaflar vardır

Seleften Hz Ayşe ve Hz Muaviye, tabiundan Hasenu'l Basri ve Muhammet İbn-u İshak gibi zatlar, miracın yalnız ruhani olduğuna kail olmuşlardır Hz Ayşe (ra), "Muhammet (sav)in cesedi, Mi'rac gecesi ayrılır olmadı" diyor Muaviye (ra) de kendisine Mi'raç sorulunca, "Salih bir rüyadır" demiştir

Selef ve halefin ekserisi ile cumhur-u ulema ise, Mi'racın ruh ve cesetle olduğunu kabul etmişler ve hususta kuvvetli deliller getirmişlerdir Hz Muaviye'nin sözünü, "Baş gözüyle görüştür"; Hz Ayşe'nin sözünü de "Ceset ruhtan ayrılmadı, beraber Mi'raç etti" diye tevil etmişlerdir

Gerçi, Mi'racın ruh ile olduğuna delalet eden haber vardır Cesetle olduğuna delalet eden hadisler de vardır ve ikinci şıkkı takviye eden vesikalar daha fazladır Bu hadisler arasında çelişki bulunmadığını belirtmek için, Fatih Sultan Mehmed'in hocalarından âlim Hızır Bey, Akait Manzumesi (Beyit 56'da)'nde şöyle demektedir:

"Mi'raç, birkaç defa vuku bulmuştur Âlimlere göre, bu tekrar sebebiyle, hadisler arasındaki tearuz ortadan kalkar"

Yani Peygamberimizin miracı bir kere değildir Ruhani olarak, nice kereler vaki olmuştur Cismani olarak ise bir kere vuku bulmuştur ki, İsra suresindeki ayetin delalet ettiği mi'raç budur Böylece hadisler arasındaki ihtilaf bertaraf olmuş olur

I) Mİ'RACIN SÜBUT DELİLLERİ

Mi'racın vukuunu gösteren deliller hususunda Hızır Bey (55 beyitte), şöyle demektedir:

"Peygamberin Miracının, bedeni ile ve uyanıkken olduğu keyfiyeti ayetle, meşhur hadis ve haber-i ehad ile sabittir"

Meşhur âlim Aliyyü'l Kaari bu hususta şöıle demektedir:

"Mi'racın Mekke'den Mescid-i Aksa'ya kadarki kısmı kitapla sabittir Bunu inkâr eden kâfir olur Mescid-i Aksa'dan semaya kadarki kısmı meşhur hadislerle sabittir Bunu inkâr eden kimse bidatçi olur Semadan Cennete, Arşa ve Maverayı Aleme çıkış ise haber-i ehad ile sabittir Bunu inkâr eden ise hata etmiş olur" (Aliyyü'l Kari, şerh-i Emali/20)

Allâme-i Sâni Saadettin Teftezani ise şöyle demektedir:

"Resulüllahın Miracı, uyanık halinde ve bedeni ile olmuştur Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar olan kısmı kitapla sabittir Delili kesindir Semaya kadar Mi'raç ise, meşhurdur Semadan arşa ve diğer yerlere gitmesi ise, haber-i ehad ile sabittir" (Teftezani, şerhu'l Akait/174)



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.