Prof. Dr. Sinsi
|
Türkmenlerde Semah
Türkmenlerin geleneklerinde, dansın, şiirin, sazın, sözün, sohbetin önemli bir yeri vardır Türkmenler, çeşitli günlerde semah düzenlerler Düğünde, bayramda, adak için, doğumda, ölümde, konuklar onuruna ve başka vesilelerle… Sofraları çeşitli yemeklerle kurarlar Sazlar çalar, türküler söylerler Semah oynanır
Bu tür toplantılara kadın erkek tüm köy halkı çağrılır Böylesi toplu şölenler evlerde, bağda, bahçede yapıldığı gibi köy meydanında da düzenlenebilir Bir konuk şerefine verilen şöleni izleyelim:
Şölene tüm köy halkı davetlidir Şölene gelen her hane, beraberinde bir sini dolusu yemek getirir Toplantının yapılacağı yere hasırlar serilir, kilimler atılır, sofra örtüleri yayılır Yer minderleri döşenir Bu tür sofralarda 100 – 150 kişi rahatlıkla oturur, yer içer
Köy halkı, çağrının yapıldığı zamana uyarak, şölen evinde ya da yerinde yavaş yavaş toplanmaya başlar Her gelen, beraberinde getirdiği yemekleri yer sofrası üzerine bırakır Konuk onuruna verilen şölen, köylülerce ortaklaşa hazırlanır
Şölene gelen konukları bir erkek karşılar, “hoş geldiniz,” der Onlara, sofrada oturacakları yerleri gösterir
Örneğin:
“Aşa, sen Ali’nin yanına otur Yazgülü, sen de Veli’nin yanına geç Fatma, sen Mustafa’nın yanındasın…”
Sohbeti sohbetine uygun düşenleri özenle seçer, sofraya yerleştirir Bu işin yöneticisi, hatırı sayılan, sözü dinlenen, saygıdeğer bir kişidir Çünkü sofra düzenini ve sofranın uyumunu ancak böylesi yetenekleri olan bir kişi sağlayabilir
Saatlerce sürecek sohbetlerin, anlatılacak hikâyelerin, söylenecek şiirlerin, karşılıklı yapılacak taşlamaların, okunacak türkülerin, oynanacak semahların geleneklere uygun şekilde ve neşe içinde geçebilmesi, törenleri yönetenlerin bilgi ve ustalıklarına bağlıdır Nitekim her köyün böylesi şölenleri ustalıkla yönetecek ‘üstat’ kişileri vardır
Sofrayı ise, sofracıbaşı yönetir Elinde, beline bağlayacağı peştamalı vardır Peştamalı üç kez belinde dolandırır Sofrayı kusursuz yöneteceğine söz verir İşte bu ‘üstat’ kişi, herkesin ne kadar içeceğini ve ne kadar yiyeceğini bilir Sofrayı ona göre yönetir Meclisin sohbetini de dikkatle izler, herkesi yakından, ama belli etmeden izler
Kocası mecliste olmayan kadın semaha kalkmaz Semaha daveti kadın, erkeğe yapar; ancak bu erkek, kadının kocası olamaz Zaten kadın, sofrada kocasının yanına da oturtulmaz
Avrupa’daki ‘davet’ sofraları gibidir buradaki düzenleme Ama bir farkla:
Onlar masalarda, köylülerimiz yer sofralarında otururlar; Avrupalılar sıkıcı bir ciddiyetle, köylülerimizse yürekten gelen bir içtenlikle yer içerler
Türkmen törenlerinde herkes sofracıbaşı olamaz Semah sofrası, kişilerin
‘ahenkli’ sohbetleriyle saatlerce sürer Lokma, lokma yenir, yudum, yudum içilir Yunus’tan, Karacaoğlan’dan şiirler okunur
“Burcu, burcu kokar durur
Mut’un gülleri, gülleri
Bülbül gibi şakır durur
Yârin dilleri, dilleri
Gurbet ele varmak gerek
Aşka gönül vermek gerek
Hele bir yol sormak gerek
İnce belleri, belleri
Karacaoğlan yâri ünler
Acı tatlı geçti günler
Türkmen kızı diye inler
Sazın telleri telleri ”
Sofra, şiir ve edebiyat havasına bürünür Hikâyeler anlatılır, hoşsohbet kişiler sofraya renk katarlar Sesi güzel olanlar türküler söylerler Sazlar çalar Bazen herkes birlikte söyler, bir koro gibi:
“Bu dünya bir gelindir
Yeşil kızıl donanmış
Kişi, yeni geline
Bakar bakar doyamaz ”
(Yunus Emre)
Semah başlayacağı zaman kadın kalkar, erkeğin önüne gelir Yere diz çöker Niyaz alır, semaha davet eder onu
Semah bir çift, iki çift, dört çift, altı çift, sekiz çift olarak oynanır Eskiden köy meydanlarında kırk çiftin semah yaptığını söylerler
Semah, dinsel inançla oynanan bir tür oyundur Felsefesi vardır Bu nedenle, semahı iyi bilmeyen yapamaz Semah türküsünü sazlar çalar Topluluk, türküleri koro halinde söyler
Çiftler aynı anda, aynı ölçüler içinde hareket ederler Çiftler, 40 da olsa, aynı anda aynı dönüşleri eş figürlerle yaparlar Semahı izleyen yabancı bir kişi, onu vals’e benzetebilir
Semah dört bölümden oluşmaktadır
Birinci bölüm çok ağırdır Burada çiftlerin yalnız kolları bir sağa bir sola hareket eder Çiftler, birbirlerinden iki metre kadar uzaklıkta karşılıklı dururlar
Sol ayakları üzerine sağ ayaklarını koyarlar; dengelerini hiç bozmadan yere doğru eğilerek birbirlerini saygıyla selamlarlar
Saz, ağır ağır semah havası çalar
“Dön, dön şah boylum…”
Birinci bölüm insanın doğumuyla yirmi yaş arasındaki büyüme dönemini anlatmaktadır
Birinci kısım biter, ikinci kısım başlar Çiftler, birbirlerine doğru yaklaşırlar
Kadın saygıyla eğilerek iki elini erkeğin omuzları üzerine koyar Kadınla erkek yavaşça, başlarını birbirine üç kez deydirerek niyazlaşırlar Sonra bir sağ ellerinin küçük parmaklarıyla bir sol ellerinin küçük parmaklarıyla tutuşarak sağa sola dönmeye başlarlar
İkinci kısımda oyun biraz hareketlenmiştir Çiftler büyük bir uyum içindedirler Vücutlar ile başlar diktir Eşit hareketlerle oyun sürer
İkinci kısım, insanın yirmi ile kırk yaş arasını dile getirir İnsanoğlu, bu yaşlarda bastığı yeri bilmez; aşka sevgiye, üremeye en açık olduğu bir dönemdir bu
Sonra üçüncü kısım başlar Hareketler daha da hızlanır Bu bölüm, insanın kırk ile altmış yaş arasını yansıtır İnsanoğlunun canını, malını, ocağını, çoluğunu, çocuğunu, dostunu, ilmini ve irfanını en iyi değerlendirdiği dönemdir bu yaşlar
Dans, saz, söz bir başka türlü anlam kazanır bu kısımda Çünkü bu yaşlar olgunluk, verimlilik, ermişlik çağıdır
Sonra, semahın dördüncü kısmına geçilir Yerle gök birleşir Dönülür, dönülür… Ayaklar yerden kesilir Baş yukarı doğru uzanır, kollar açılır ‘İlahi’ bir görünüm kazanır semah
Arada fazladan bir erkek girer; yorulan erkeğin yerini alır Böylece
“kavalyeler” değişir
Dördüncü bölüm, insanın altmış ile seksen yaş arasındaki zamanıdır İnsan yerle gök arasında gider gelir
İnsan ömrünü dörde bölmüşler, “Yaşam, seksek yaşına kadar değerlidir ”
demişler “Sekseninden sonraki hayat boşlukta yaşamaktır ”
Semah sona erer böylece Çiftler sofraya gelirler, secde ederler Sonra oturup sofraya karşı niyazlaşırlar, semahlarını kutlarlar, bade içerler Sofrada sakin sakin, sohbetleri dinleyerek yorgunluklarını giderirler
Yıllar önce böyle bir sofranın konuğu olmuş ve hayretler içinde kalmıştım Uygarlık örneği olarak gösterdiğimiz batı ülkelerinin modern, “ileri” yaşantılarını yüzyıllardır bizim köylülerimiz uyguluyorlarmış meğer Hem de büyük bir felsefeyle, inançla, soylulukla Ayrıca, Avrupa’da kadının erkeği dansa davet ettiğini henüz duymamıştım
İşte Anadolu’muzda böylesi uygar gelenekler hâlâ var Tabii zamanın akışı içinde Anadolu’nun tüm bölgelerindeki insanların gelenekleri görenekleri değişecektir Bu doğaldır Ama biz, bu değişim sırasında Anadolu insanımızla nasıl ilgilenebiliyoruz? Onun yapısına uygun neler sunabiliyoruz? Eski gelenekleri araştırmak için ne yapıyoruz? Özetle, insanlarımızın yapısını öğrenmek için ne gibi çabalara girişiyoruz?
Tabii, böylesi binlerce yıllık gelenekleri atom çağında aynen sürdürmek
istesek de olamaz Ama halkımızın bünyesini – hem şimdi hem gelecek çağlarda tanıyabilmek için bu tür etnografya araştırmaları yapmak da zorunludur
Araştırmacı – Etnolog – Yazar
Prof Dr Sabiha Tansuğ
|