Cahit Sıtkı Tarancı Ve Edebi Kişiliği |
10-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Cahit Sıtkı Tarancı Ve Edebi KişiliğiHayatı Cahit Sıtkı Tarancı (d 4 Ekim 1910, Diyarbakır - ö 13 Ekim 1956, Viyana), Şair Melankoli yüklü dizeleri ile tanınmış, "Otuz Beş Yaş" şiiri ile özdeşleşmiştir[1] 2Ekim1910 yılında, Diyarbakır'da, Suriçi Cami Kebir Mahallesi 3 nolu evde dünyaya gelen Cahit Sıtkı Tarancı'nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümü bu tarihi evde geçmiştirCahit Sıtkı Tarancı Diyarbakır'ın soylu ailelerinden olan Pirinçcizade'lerdendir 2 Ekim 1910 yılında dünyaya gelen Tarancı'nın Babası Bekir Sıtkı, annesi Arife hanımdır İlk tahsilini Diyarbakır'da tamamladı Daha sonra Orta öğrenimi için İstanbul'a gönderilerek, Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne yazıldıBurada dört yıl okuduktan sonra Galatasaray Lisesinde tamamladı (1931)Sonra İstanbul'da Mülkiye Mektebi'nde (1931-1935) ve Yüksek Ticaret Okulu'nda okudu Yüksek öğrenimini tamamlamak için Paris'te Sciences Politiques'te sürdürdü (1938-1940) Öğrenimi sırasında Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı[2][3] İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine yurda döndü 1944 yılından başlayarak Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı'nda çevirmen olarak çalıştı[2][3] 1946 Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışmasında ödül aldı 1951 de Cavidan Tınaz'la evlendi[2] 1954'te ağır bir hastalığa yakalandı ve felç geçirdi Türkiye'de tedavisi sonuç vermeyince Viyana'ya götürüldü 13 Ekim 1956'da orada bir hastanede öldü Ankara'da toprağa verildi[2][3] Eserleri[*]"Ömrümde Sükût", (1933)[*]"Peyami Safa Hayatı ve Eserleri", (1940)[*]"Otuz Beş Yaş", (1946)[*]"Düşten Güzel", (1952)[*]"Sonrası", (1957, ölümünden sonra)[*]"Ziya'ya Mektuplar", (1957, ölümünden sonra)[*]"Bütün Şiirleri", (1983) Otuz Beş Yaş Şiirleri, 1983, Hazırlayan Asım Bezirci, "Bütün Şiirleri" adıyla önce Varlık Yayınlarından daha sonra Can Yayınlarından çıkarken adı "Otuz Beş Yaş Bütün Şiirleri" diye değiştirilmiştir) [2][3][4] Edebî Kişiliği 'Sanat için sanat' ilkesine bağlı kaldı Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır Açık ve sade bir üslubu vardır Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur[3] Fransız şairlerinden, özellikle Baudelaire ve Verlaine'den etkilenmiştir[2] Cahit Sıtkı, kimileri “Muhit” ve “Servet-i Fünun/Uyanış” dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini topladığı Ömrümde Sükût'ta (1933), deney evresinin olağan sayılacak acemiliklerini en aza indirebilen bir şair kimliği kazanmıştı Zaman, ölüm, aynalar gibi Ahmet Hamdi'nin, Necip Fazıl'ın sevdiği temaları işlerken hecenin değişik kalıplarını deniyordu Yetiştiği yıllar, Nâzım Hikmet'in özgür kuruluşlar içinde coşku çağıltıları haline gelen şiirlerindeki yeni ses, yeni kavramlar ve insanı bulunduğu her yerde arama kaygısı ilgisini çekmedi pek Ahmet Hamdi gibi erken yaşlanmışlara özgü bir dünyada benmerkezli duyarlıkların ağırlığı altında kaldıkça, “Semada yıldızlardan,yerde kurtlardan başka öldüğümü kimseler bilmeyecek” (Ömrümde Sükût) dizelerinde gördüğümüz genç insan gerçeğinin taşıdığı doğallıklara uymayan acılara düştü Ölçüye egemenliği vardı; beğenisi, sesi vardı, ama bu yetenekleri, içerik yönünden kendi kendisini sınırlama tehlikesi taşıyan bir ortamda sergilendiği için yeni bir şiir kurma olanağını vermediler Varlık dergisinin ilk yılında çıkan dokuz şiirinin adları bile Cahit Sıtkı'nın işlediği temalarda, 1920 kuşağının izleyicisi olduğunu gösterir sanıyoruz Şiirine hareket noktası olan kimi sözcüklerle de saptayabiliriz bu durumu: Sonbaharı duyar da ağaç Gündüzleri çeker işkence Bir hülyada dalar da her gece Başında gök ürperen bir taç Göz kırparken ona yıldızlar Baharında sanıp kendini Çağırır da bülbüllerini Ağaç pırıl pırıl sayıklar “Sayıklayan Ağaç”, (Varlık, 15 Haziran 1934) adını taşıyan bu şiiri oluşturan 30'a yakın sözcükten sonbahar, ağaç, hülya, gece, yıldızlar, gök, ürperme, bülbül… Ahmet Hamdi; sayıklama, işkence, pırıl pırıl… Necip Fazıl'ın pek çok kullandıkları sözcükler arasındadır “Eşya” (İlkin Varlık, 15 Temmuz 1934) adlı şiir ise hem içerik, hem biçim yönünden Necip Fazıl yörüngesinde görünür Gece oldu mu korkunç Şekiller alan eşya İçime ürpermeler Korkular salan eşya ……… Ben sizi var sanırım Sahiden var mısınız? Cahit Sıtkı'nın dünyasına egemen olan- yer yer idealizme dönük- bireysellik, şiirinin daha sonraki aşamalarında da sürdüğü için temaları ve sözcük dünyası sınırlıdır Bilmem ki hâtıralar Ne istersiniz benden Gelir gelmez sonbahar, Bu kanat çırpış neden Cama vuracak ne var Ey eski hâtıralar Sanmayın güller açar Bülbül değildir öten Bu rüzgâr başka rüzgâr… Şairin Otuz Beş Yaş kitabına da aldığı bu şiirin hatıra, sonbahar, gül, bülbül gibi şiirimizin esmişi sözcüklerinin en yüzeysel anlamlarına dayanarak kurulduğunu görüyoruz Daha değişik kavramlara açılmak istediği zaman Necip Fazıl'ın şiir dünyasına kapılıyor “Gündüz” (Otuz Beş Yaş, 12 bas, sf 9) adlı şiirin ilk dörtlüğünü Kültür Haftası'ndaki (6 Mayıs 1936) biçiminden okuyarak saptayabiliriz bu savı Ey sakin suları karıştıran el Balıklara huzur vermeyen dalgıç Gündüz cüceyle dev, çirkinle güzel Arkasında keskin parlayan kılıç Bu geçiş dönemi, Orhan Burian'ın da belirttiği gibi, geceden ve ölümden duyduğu ürküntünün yerini, hayata ve insanoğluna duyduğu sevgi alıncaya kadar sürer Cahit Sıtkı'da Sonra “Bahar Sarhoşluğu” gibi, “Abbas” gibi dünyalı şiirler görünmeye başlar Garipçilerin orta tabaka insanının günlük yaşama bağlı duyarlıklarını ortaya koyuş biçimlerini benimsediğini gösteren örneklerin (Şaşırtmaca, Bir Saadet, Su Sesi, Dalgın Ölü, Uçtu Uçtu) yanı sıra, Rıfat Ilgaz gibi ince yergiyi toplumsal taşlama düzeyine çıkaran şiirler de yazar Bu konak eski paşalardan birinin Bu arsa bir mebusundur Bir doktorun bu apartman Bu dükkân benim değil Bu çarşıya hükmeden Yahudiler Bereket versin gökyüzünün tapusu yok Herkes bakabilir Bulutlara kimse el koyamaz Hayal kurma hürriyeti var Nedir ki, bir çeşit kendini yenileme çabası olarak düşünebileceğimiz bu girişimci heveslere karşın, şair, duyarlığına egemen olan iki temel etkenden kurtulamaz: Yaşlanma ve ölüm… Ölüm Tehlikesi, Dalgın Ölü, İnsan Hali, Paydos, Akıbet, Ölüm gibi şiirlerde; ölüm teması ya doğrudan doğruya, ya dolaylı olarak işlenmiştir Çoktandır tekneyi aldı sular Çoktandır ümitler sende ölüm? Sabır tesbihim kopmak üzredir Ne gün kalkacak bu perde ölüm (Ölüm) Bir de baktım ki ölmüşüm Dünya sönmüş başucumda (Bir de Baktım ki Ölmüşüm) Gel diyordu uykumda ölüler gel (Davet) Bana da yolculuk göründüğü gün Bulunmasına bulunur sanırım Tabutumu taşıyacak üç beş dost (İnsan Hali) Ölüm yer yer bir istek olarak görünmesine karşılık, çoğun, korku ifadesidir Cahit Sıtkı'da Bu nedenle, belki çevre koşulları değiştiği, iç güçlerine dayanarak kendini yaşının adamı kimliğinde duyduğu zamanlarında bilinçaltını saran bu korkulara yeter demek ister Yalnızlıktan yakınır İçtenliği şiirin başlıca koşullarından biri saydığı için saklamaz kendini, “Bitirdi beni bu içki, bu kumar” (Paydos), “Hani ev bark/ Hani çoluk çocuk/ Ne geçti elime bu hayatın/ Meyhanesinde kerhanesinde” (Garip Kişi) dizelerinde gördüğümüz gibi açılmamış penceresi kalmasın ister Her şeyi duyarlığa bağlıdır Sevgi bile sevgi özlemiyle birlikte yaşar onda Kadını, aşkı, sevecenliğin egemen olacağı yaşamı özlediği zaman, kötümserliği de, içindeki gizemci adamı da yenmiş görülür Ölmek varsa günün birinde gayri Göz nuru, el emeği, alın teri Yaşadığım iyi kötü günleri Değişmem hiçbir cennet masalına (İnsanoğlu) dizelerinde gördüğümüz gibi, birçok şiirine ve usa aykırı olan her şeye yeter demek isteyen bir davranışla yılların biriktirdiği alışkanlıklara karşı çıkar Bu elbette ki idealizmden materyalizme yöneliş değil, kişiliğinin artık kendine karşın, başkaldırısıdır Ahmet Hamdi ve Necip Fazıl şiirini, 1940 hareketine ulaştıran Cahit Sıtkı'nın, dönemi içinde yarattığı geniş etkiyi yaşadığını yazma alışkanlığına bağlayabiliriz[5][6] Şiirlerinden Örnekler Abbas Haydi Abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun Aya haber sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana Katıp tozu dumana, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan Akrostiş Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder İnan ki bir daha geri gelmez bu günler Âlemde bir andır bize dost esen rüzgâr 1962 Aşk İle Baktım ki gökyüzü baştan başa bulut Unut diyor o güzel günleri unut Baktım ki deniz her dalgasıyla düşman Kuşlar av peşinde balıklar pusuda Çok gerilerde kalmış çıktığım liman Yok görünürde sığınacak bir ada Baktım ki musibet gün gelip çatmış Yolcusunda tayfasında şafak atmış Ne yelken kâr eder ne kürek ne istim Dayandım aşk ile yürüttüm gemiyi Aşk ile koskoca dağları düz ettim Avladım sonunda o civân kekliği Bir Şey I Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi Lâzım insana lâzım onsuz yaşanılmıyor Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor Bir şey ki gözünüzde memleket kadar aziz Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz Adını çocuklarımıza bellettiğimiz Bir şey ki hasretine dayanılmıyor II Bir şey daha var yürek acısı Utandırır insanı düşündürür Öylesine başka bir kalp ağrısı Alır beni ta Bursa'ya götürür Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş Otur denmiş oracıkta oturmuş Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş Ne güzel şey dünyada hür olmak hür Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin Hey kahpe felek ne oyunlar ettin En yavuz evlâdı bu memleketin Nâzım ağabey hapislerde çürür Bir Ölünün Ağzından Kabrime çiçek getirenlere gülerim; Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm; Bilmezler ki, bu kabirle yoktur alâkam; Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim Biz Nerdeyiz Sevgilim? Gecesi benden, mehtabı senden Bir bahçesi var ki aşkımızın, Mevsimlerdir dolaşırız, bitmez Kim demiş ki zamanla gül solar? Bülbül hiç yorulur mu türküden? Dilbersin işte, delikanlıyım Ne hikmettir bu Yarab, ne güzel! Herhalde yeryüzünde değiliz; Sahiden biz nerdeyiz sevgilim? Bugün Cuma Bugün cuma; Büyükannemi hatırlıyorum, Dolayısıyla çocukluğumu, Uzun olaydı o günler! Yere düşen ekmek parçasını Öpüp başıma götürdüğüm günler! O zaman inandığım gibi, Sahiden bir öbür dünya varsa eğer, Orada da cumaysa bugün, Başında bulutlardan beyaz örtüsü, Büyükannem namaz kılmaktadır, Namahrem eli değmez seccadesinde; Mekke-i Mükerreme'den getirilmiş Dilerim duasında unutmasın beni; Günahkar olduğumu hatırlayarak Çocukluk Affan Dede'ye para saydım, Sattı bana çocukluğumu Artık ne yaşım var, ne adım; Bilmiyorum kim olduğumu Hiçbir şey sorulmasın benden; Haberim yok olan bitenden Bu bahar havası, bu bahçe; Havuzda su şırıl şırıldır Uçurtmam bulutlardan yüce, Zıpzıplarım pırıl pırıldır Ne güzel dönüyor çemberim; Hiç bitmese horoz şekerim! Desem Ki Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin! Desem ki İnan bana sevgilim inan, Evimde şenliksin, bahçemde bahar; Ve soframda en eski şarap Ben sende yaşıyorum, Sen bende hüküm sürmektesin Bırak ben söyleyeyim güzelliğini, Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber Günlerden sonra bir gün, Şayet sesimi fark edemezsen, Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm Fakat yine üzülme, müsterih ol; Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini, Ve neden sonra Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede, Hatırla ki mahşer günüdür Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum |
|