Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Siyasal Bilgiler / Hukuk

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hukuk, hukuku, topluluk

Topluluk Hukuku (Hukuk)

Eski 10-09-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Topluluk Hukuku (Hukuk)



1) TOPLULUK HUKUKUNUN ULUSLARÜSTÜ (SUPRANASYONAL) NİTELİĞİ
Çağımızda bir devlet bünyesinde yaşanan olayların, öteki devletler ya da uluslararası toplum üzerinde hiçbir etkisi olmadığını söyleyebilmek pek olası değildir Uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler ve bu ilişkilerde yaşanan yoğunluk, gerek siyasal, gerekse hukuksal düzeyde kimi sorunları da beraberinde getirmektedir Bu sorunlar, devletlerin uluslararası düzeyde sahip oldukları mutlak egemenlik anlayışlarını bir ölçüde terketmeleri, ya da egemenliklerini "özgür iradeleriyle" kısıtlamaları sonucunda çözüme kavuşabilir Bu açıdan bakıldığında, uluslararası sorunlara bulunacak siyasal ve hukuksal çözümler, her aşamada "devletler arası işbirliği"ni zorunlu kılar Bu işbirliği anlayışı ise, devletlerin "mutlak egemenliğe" sıkı sıkıya bağlı kalmaları halinde başarısızlığa uğrayabilir

Uluslararası bir soruna çözüm bulmak amacıyla yapılan her antlaşma, o antlaşmaya taraf olan devletleri bağlar ve bu devletler tarafından zorunlu biçimde uygulanır Bu kural, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan pacta sund servanda anlayışının doğal bir sonucudur Bir uluslararası antlaşma, içeriği ne olursa olsun, sonuçta bir "uzlaşı belgesidir" Uzlaşıya varabilmek bakımından devletler, ulusal çıkarlarından ve egemenliklerinden, sınırlı boyutta da olsa ödün verirler Verilen ödünler siyasal, ekonomik, fiziksel ya da hukuksal olabilir Ancak verilen ödünler karşılığında devletler, başka ödünler alırlar Bir anlamda uluslararası ilişkiler, karşılıklı çıkarlar ve ödünler dengesi üzerine kurulmuştur

Bir uluslararası antlaşmanın temel hedefi bir örgüt kurmaksa, bu antlaşmaya taraf olan devletler, söz konusu Örgütün amaçlarına ulaşmasına yardımcı olmak bakımından, bu örgüt lehine kimi egemenlik kısıtlamaları yapma yükümlülüğünü üstlenirler Hele söz konusu olan hedef, "federal yapıda" bir siyasal bütünleşmeye ulaşmak ise, bu bütünleşme hareken içinde yer alan ülkelerin "ulusal egemenliklerine" daha çok kısıtlama getirmeleri gerekir Federal bir anayasaya da ancak böyle ulaşılabilir

Topluluğu kuran siyaset adamlarının düşünceleri, başlangıçtan beri örgütün bir "federal model" olmasıydı Dolayısıyla, Topluluk sistemi federal bir yapıya henüz kavuşamasa da en azından Topluluğu kuranlara başlangıçtan beri egemen olan fikir "federalizm" olmuştur

Klasik egemenlik kavramına getirilen kısıtlamalar, Birleşmiş Milletler Örgütünün kurulmasıyla uluslararası hukukta belirgin hale gelmiştir Gerçekten, bu örgütün en önemli organı niteliğindeki "Güvenlik Konseyi", örgütü bağlayan kararlarını oybirliği ile değil, veto yetkisine sahip üyelerin oylarının da içinde bulunduğu "oyçokluğu" ile alabilmektedir Giraud'nun da belirttiği gibi; Güvenlik Konseyinde beş büyüklerin veto koşuluna bağlanmış olsa da, Birleşmiş Milletlerde uygulanan "oyçokluğu kuralı", uluslararası ilişkilerde uygulamaya konulan çok önemli bir gelişmedir
Uluslararası örgütler bünyesinde alınan kararlar, örgüte üye ülkeleri doğrudan bağlamaz Sonuçta bu kararlar yöneldiği üye devletler tarafından uygulamaya konulmak zorundadır Burada önemli olan nokta, ilgili devletin kararı uygulamaya koymaması halinde "uluslararası sorumluluğu"nun söz konusu olmasıdır Ulusal düzeyde yetkili organların, uluslararası örgüt kararlarını iç hukukularında yürürlüğe koymaları, ulusal yetkilerin uygulanmasına getirilen bir kısıtlamadır Bununla birlikte, ulusal planda yetkili organlar, uluslararası örgüt kararlarının iç hukukta uygulanması konusunda "tek yetkili" durumundadır

İkinci dünya savaşından hemen sonra Avrupa'da uluslararası nitelikte örgütlerin kurulduğunu görüyoruz Kurulan örgütler, Avrupa'nın o tarihlerdeki iki temel sorununa çözüm arayışı içinde gündeme gelmiştir İlk önce, savaş sonrasının “yıkık Avrupa”sını kendi ayakları üzerine kaldırabilmek, sonra da Doğu'dan gelen "yayılımcı Sovyet tehdidine karşı siyasal ve askeri güvenliği sağlamak"

Bu amaca yönelik olarak kurulan örgütlerden (NATO dahil) hiçbiri, üyelerinin ulusal egemenliklerine, "hukuksal düzeyde" önemli kısıtlamalar getirmedi ABD ve SSCB gibi iki süper gücün "siyasal etkinlik alanı" içinde kalan Batı Avrupa ülkeleri, Avrupa Topluluğunun kurucusu olarak kabul edilen Jean Monnet'nin de vurguladığı gibi, artık gerek ekonomik, gerekse politik güçlerini biraraya getirerek örgütlenmeliydiler Bu örgütleşme içinde oluşturulacak kurumlar, son derece önemli yetkilerle donatılmalıydı Örgüt amaçlarına, ancak üye devletlerin egemen biçimde kullandığı kimi yetkileri devralmak suretiyle ulaşabilirdi Bunun için "egemenlik kısıtlaması" değil "egemen yetkilerin bir bölümünün devri" olgusu gerekliydi İşte Avrupa Topluluklarını kuran Paris ve Roma Antlaşmaları, bu olgunun bilinci altında kaleme alınmıştır Bu antlaşmalarla kurulan Topluluk, üye devletlerden egemen yetkiler devralarak "uluslarüstü" nitelik kazanmıştır

1-1) Uluslarüstülük kavramı
Uluslarüstülük kavramı yakın bir geçmişe sahip olup, ikinci dünya savaşından, Özellikle de 1950 den sonra kurulan Avrupa Topluluklarıyla evrimini sürdürmüştür Kimi hukukçular Avrupa Topluluğunun temel öğesini "uluslarüstülük" olarak görmektedir Güçlü ve merkeziyetçi bir Avrupa, ancak üye devletlerin ulusal kimlikleri törpülenebilirse kurulabilir, hatta "federal yapı "ya ancak bu yolla ulaşılabilir Bu noktada uluslarüstü örgüt ile federal devlet benzer anlamda kullanılmaktadır

Uluslarüstülük, uluslararası ilişkilere, "çarpıcı biçimde" Avrupa Topluluklarının kurulmasıyla getirilmiş bir yeniliktir Topluluklarda hukuk normlarını oybirliği yerine "oyçokluğu" ile belirleyen organların varlığı, bu şekilde belirlenen normların üye devletler ulusal hukuklarında doğrudan etkiler doğurması, uluslarüstülük kavramının ayırıcı nitelikleri olarak karşımıza çıkmaktadır

Bu yeni hukuk kavramı, "yetki devrini, hatta ulusal egemenliğin Topluluk organlarına kısmen terkedilmesini" gerekli kılmaktadır İster yetki devri şeklinde olsun, ister daha ileri giderek, ulusal egemenliğin bir bölümünün Topluluğa terkedilmesi olsun, her iki olguda da bir "bağımlılık" söz konusudur Bu bağımlılık üç şekilde ortaya çıkmaktadır

1 - Bir üye devlet, özel ya da tüzel kişi gibi antlaşma hükümlerine uymak zorundadır

2- Bir üye devlet, Topluluğun yetkili organlarının belirlediği normları aynen kabul etmek ve uygulamaya koymak zorundadır

3- Bir üye devlet, kimi zaman karar alma yetkisini elinde tutmakla birlikte, bu yetkiyi ancak Topluluğun kontrolü, hatta vesayeti altında kullanabilmektedir

Yukarıda yaptığımın bu değerlendirmeler ışığında, Avrupa Topluluklarının kurulmasıyla uluslararası ilişkilerde gündeme giren "uluslarüstü örgüt"ü, yine Toplulukların hukuksal yapısından hareket ederek şöyle tanımlayabiliriz:

Uluslarüstü örgüt; bir antlaşmayla kurulan, üyelerinin kendisine egemenlik yetkilerinin bir bölümünü devrettikleri, oyçokluğu ile bağlayıcı hukuk normları belirleyebilen, belirlenen hukuk normları örgüte üye devletlerin ulusal hukuklarında doğrudan ya da dolaylı biçimde uygulanan ve hukuksal sonuçlar doğuran bir kuruluştur

Bu tanımdan çıkan unsurları şöylece sıralayabilmek olasıdır :
1-Uluslarüstü örgüt bir antlaşmayla kurulmuştur

2-Örgüte üye ülkeler, ulusal egemenliklerinin bir bölümünü Örgütün yetkili organlarına devretmişlerdir

3-Örgüt hukuk normlarını, yerine göre oyçokluğu üe belirleyebilmektedir

4-Belirlenen hukuk normları, Örgüte üye devletleri doğrudan ya da dolaylı biçimde bağlamaktadır

5-Belirlenen hukuk normları, üye devletler ulusal hukukunda doğrudan, ya da dolaylı biçimde uygulanmakta ve hukuksal sonuçlar doğurmaktadır

Yukarıda da belirtildiği gibi "uluslarüstülük kavramı", uluslararası hukukun klasik unsurlarından biri olan "egemenliğin" bir ölçüde terkedilmesiyle ortaya çıkmaktadır Bu nedenle, uluslarüstülük kavramı ile egemenlik kavramı arasında yakın bir ilişki söz konusudur O halde, Avrupa Topluluğunun uluslarüstü niteliğini incelemeden önce klasik egemenlik kavramı üzerinde durmakta yarar vardır
1-2) Egemenlik kavramı
Etimolojik açıdan ele alındığında "egemenlik"; üstün ya da üstünlük anlamında kullanılan latince kökenli bir deyimdir Klasik teori, egemenliği "devlet olmanın statik unsuru" olarak algılamaktadır Egemenlik kavramı iki unsuru içermektedir Bunların ilki "olumsuz" (hiçbirşeyle bağımlı olmama), ikincisi ise "olumlu"(her şeyi zorlayabilme) unsurdur

Öğretide egemenliğin birçok tanımı yapılmıştır Bu tanımların hepsinde varolan ortak özellik, egemenlik kavramının, "eş düzeyde ya da daha üst düzeyde" herhangi bir başka güç tanımadığıdır Eismein egemenliği; "yönettiği ya da yönlendirdiği ilişkilerde aynı düzeyde veya üstün bir güce bağımlı olmayan otorite" olarak tanımlamaktadır Yine Eismein'a göre egemen yetki, "karar verme, istediği gibi hukuk normu belirleme ve bu normları uygulama yetkisi"dir

Malberg'e göre egemenlik; "yetkinin en üst kullanım biçimidir" Bu anlamda egemenliğin, birbirinden ayrılmaz iki yönü bulunmaktadır; "dış egemenlik - iç egemenlik" Dış egemenlikte devlet, öteki devletlerin hiçbirine bağımlı değildir Bu anlamı ile egemenlik, "bağtmsızlık"la eş anlamda kullanılmaktadır İç egemenlik kavramı ise, devletin, uyruğunda bulunan özel ve tüzel kişiler, ya da gruplar karşısında "üstün yetkilerle donatılmış olduğu" anlamına gelmektedir Ünlü fransız hukukçu Leon Duguit, egemenliği; "üstün zorlayıcı yetki" olarak tanımlamaktadır

Bir devlet bünyesinde egemenlik, "kuvvetler ayrılığı ilkesi" çerçevesinde; yasama, yürütme ve yargı yetkisi şeklinde, üç ayrı organ tarafından kullanılmaktadır Bu yetkilerin kullanılma yöntemleri de her devletin anayasasında açıkça belirlenmiştir

Bütünleşme modelleri açısından ele alındığında, egemenliğin bu klasik anlamını giderek yitirdiğine tanık oluyoruz Bütünleşmeyi amaçlayan örgütlerin kurucu antlaşmalarını imzalayan devletler, kurulacak örgütün karar organları lehine, "egemen yetkilerinin bir bölümünü devretmektedirler" Burada iki kavramı birbirinden ayırmak gerekir Devlet tarafından kullanılan yetkilerin, yine devletin "özgür iradesiyle" kısıtlandırılması başka şeydir; bu yetkilerin bir bölümünün diğer devlet ya da örgütlere devri başka şeydir Her ne kadar bu iki kavramda da "devletin özgür iradesi" belirleyici unsur olarak rol oynuyorsa da, egemen yetkilerin kısmen devri olgusu, bu yetkilerin kısıtlanması olgusuna oranla "devletin uluslararası sorumluluğu" açısından çok daha önemli sonuçlar doğurur

1-3) Topluluk hukukunda egemen yetkilerin devri
Avrupa Topluluğunu uluslararası düzeyde kurulan diğer örgütlerden ayıran en önemli özellik, Topluluğun "uluslarüstü yapısı" ve bunun gereği olarak, egemen yetkilerin üye devletler tarafından Topluluğa kısmen devri olgusudur Yetki devri olgusu, ulusal planda kullanılan, "yasama, yürütme ve yargı" yetkilerinin bir bölümünün Topluluk kurumlarına devri şeklinde ortaya çıkmaktadır Gerçekten, gerek AKCT'yi gerekse AET ve AAET'yi kuran antlaşmalar, klasik uluslararası hukukta örneği bulunmayan, "sui generis" bir hukuk düzeninin kurulmasına öncülük etmişlerdir Bununla beraber, değinilen antlaşmaların hiçbir maddesinde, Topluluğun uluslarüstü bir örgüt olduğu yolunda bir hüküm bulunmamaktadır Buna karşılık, Topluluğun uluslarüstü niteliği TAD'ın vermiş olduğu kararlarda açıkça yer almaktadır

Egemen yetkilerin Topluluğa kısmen devri olgusunu "bütünleşme hukuku"nun doğal bir sonucu sayan Pescatore'a göre; "ortak organların kurulması ve objektif biçimde işlemesi, bütünleşme hukukundan kaynaklanan bir sisteme katılma, ulusal egemenliğe getirilen kısıtlamaları kabul edilebilir ya da katlanılabilir kılmaktadır”

Egemen yetkilerin devri ile, bu devir olgusu sonucunda ulaşılmak istenen "siyasal hedef" arasında çok yakın bir ilişki vardır AT örneğinde siyasal hedef "Avrupa'nın siyasal birliği"dir Bu amaca ulaşmayı olanaksız kılan ya da zorlaştıran kısıtlayıcı unsurlar ortadan kaldırılmak gerekir Avrupa birliği yolundaki en önemli hukuksal engel, "ulusal egemenlik kavramı"dır Kimi üye devletler (özellikle İngiltere) bu kavramdan en az düzeyde ödün vermek istemekte, buna karşılık kimi üye devletler (Fransa ve Benelüks ülkeleri) bu konuda olabildiğince liberal bir tutum izlemektedirler
Bu siyasi tablo, Avrupa'nın siyasal ve ekonomik birliği yolunda çok önemli kararların alındığı, Aralık 1991 Maastricht Zirvesinde açıkça ortaya çıkmıştır

Egemen yetkilerin bir bölümünün Topluluğa devri olgusunu şemada gösterebiliriz:

1 Nolu şema, Avrupa Topluluğunun henüz kurulmadığı yıllarda, daha sonra Topluluğa üye olacak kimi Avrupa devletlerinin ulusal egemenlik alanlarını göstermektedir Örneğin "ADO", Fransa'nın hiçbir kısıtlama olmaksızın kullandığı egemenlik alanıdır

2 Nolu şema ise, Avrupa Topluluğu kurulduktan sonra üye devletlerin ulusal egemenlik alanlarına getirilen kısıtlamaları göstermektedir Taralı alan Topluluğa devredilen egemenlik alanıdır, işte bu alana dahil konularda ulusal hukuklar değil "Topluluk hukuku" uygulanmaktadır Topluluk hukukunun uygulanma alanı, üye devletlerin ulusal hukukunun dışında değil, ulusal hukukun içinde, ya da Üstünde oluşmaktadır Üye devletler Topluluk hukuk düzeninin kurulmasını ve işlemesini sağlamak bakımından, şemada görülen taralı alanı oluşturacak ölçüde "egemenlik dilimleri"nden, Topluluk lehine vazgeçmişlerdir Örneğin "EHO" taralı alanı Fransa'nın Topluluğa devrettiği ulusal egemenlik alanıdır Topluluk kurulduktan sonra Fransa'nın ulusal egemenlik alanı "AEHD" alanı ile sınırlı kalmıştır Şemada görülen ve iç çemberden, dış çembere doğru yönelen oklar Topluluk egemenlik alanının giderek, ulusal egemenlik alanları aleyhine genişleme eğiliminde olduğunu simgelemektedir Gerçeklen 1992 “Avrupa Tek Pazar”ının kurulması “Avrupa siyasal ve ekonomik birliği”nin aşamalı biçimde oluşturulması sonucunda iç çember, bir başka deyişle "Topluluk hukukunun uygulanma alanı", dış çembere doğru giderek genişleyecektir Genişleme olgusu,Topluluk düzeyinde belirlenen ve üye devletleri bağlayan hukuksal normların giderek arttığının bir kanıtıdır Topluluk hukukunun genişleme eğilimi, üye devletlerin iç hukuklarının dışında değil, içinde sürmektedir

Dolayısıyla ulusal hukuklar, Topluluk hukukunun genişlediği ölçüde daralmaktadır

İç çember, hiçbir zaman dış çemberle çakışmayacaktır Böyle olsaydı, üye devletlerin ulusal egemenliklerinin ve iç hukuk düzenlerinin tamamen ortadan kalkması gerekirdi Oysa Topluluk, bir devletler birliğine ya da Avrupa'da giderek daha sık kullanılmaya başlayan bir deyimle "Federal Devlet"e doğru gitmektedir Federal yapıdaki devletlerde bile, federasyona dahil olan devletlerin iç hukukları, sınırlı alanda olsa da varlıklarını sürdürmektedir Örneğin, İsviçre'de Lozan kantonu ile Zürih kantonu ayrı ayrı iç hukuk düzenlemelerine sahiptir Hatta kimi zaman bu hukuk düzenlemeleri birbirlerinden farklı hükümleri içermektedir Ancak bu hukuksal düzenlemeler, federal hukukun temel ilkelerine aykırı olamazlar

Topluluk hukuku, üye devletler ulusal hukukları arasındaki ilişkilerde de durum pek farklı değildir Topluluk, son hedef olarak belirlediği, federal yapıdaki "Avrupa Birleşik Devletleri"ne dönüşse bile üye devletlerin ulusal hukukları varlığını sürdürecektir Örneğin, evlenme yaşı, boşanma nedenleri gibi medeni hukuk kuralları bir üye devletten, diğerine farklılık gösterebilecektir Aynı değerlendirmeyi, borçlar hukuku, miras hukuku ve ceza hukuku kuralları için de yapabiliriz Örneğin, bir üye ülkede suç olan bir fiil, bir başka üye devlette suç olmayabilir Üye devletlerin ulusal hukuklarında bulunan bu farklılıklar, Topluluklar düzeyinde "tekdüze kurallar" haline getirilmeyecektir Bir başka deyişle, değindiğimiz konularda ulusal hukuklar, siyasal bütünleşme sonrasında da varlığını sürdürecektir Buna karşılık, gümrük hukuku, anti tröst hukuku gibi alanlarda artık üye devletlerin yetkili organlarının norm belirleme yetkisi yokîur 1996'dan sonra kambiyo hukuku için de aynı değerlendirme geçerli olacaktır Saydığımız hukuk dallarında, gerekli düzenlemeleri yapma yetkisi Topluluk organlarınca kullanılmaktadır

Topluluk düzeyinde yetkili organlar tarafından kullanılan hukuk kuralı yaratma yetkisi, bir üye devlet için egemenliğin tamamen yitirilmesi anlamına da gelmemektedir Burada daha çok, "egemenliğin kullanım alanının bölüşülmesinden" söz etmek olasıdır Üye devletler, Topluluğa devredilen yetkilere saygılı olmak koşuluyla, ulusal düzenlemeleri yapmakta Özgürdür Bir başka deyişle "yetki devri sınırsız değildir" ve antlaşmalarla bu olgu belirlenmiştir Topluluk kurumları ise, antlaşmalar tarafından kendilerine bırakılan yetkilerin sınırları içinde hareket etmek durumundadırlar

1-4) TAD Kararları Işığında Ulusal Yetkilerin Devri
Topluluğa üye devletlerin, egemenliklerinin gereği olarak ulusal düzeyde kullandığı egemenlik yetkilerinin bir bölümünün Topluluk organlarına devri olgusuna genel olarak değindikten sonra, TAD'ın "yetki devri" konusunda vermiş olduğu kararlan inceleyeceğiz
TAD, üye devletlerin egemen yetkilerinin devri konusunda son derece önemli kararlar vermiştir 15Temmuz1964 tarihli ünlü COSTA / ENEL davasında Divan, şu yargıya varmıştır :
"Uluslararası anlaşmalardan farklı olarak Topluluğu kuran antlaşmalar, yeni ve sui generis bir hukuk düzeni yaratmıştır Bu düzen, üye devletlerin ulusal hukuk düzeni ile bütünlük içindedir Gerçekten, sınırsız süreli, kendine özgü kurumları olan, hukuksal kişiliğe ve uluslararası düzeyde temsil gücüne sahip bulunan bu Topluluğu kurarken üye devletler, ulusal yetkilerini sınırlamışlar ve Topluluğa çok önemli egemenlik yetkileri devretmişlerdir Üye devletlerin, belirli alanlarda da olsa, egemen yetkilerini devretmeleri sonucunda, bir hukuksal normlar bütünlüğü (Corps des normes juridiques) yaratılmıştır Bu normlar, yalnızca üye devletleri değil, aynı zamanda onların uyruklarını da bağlamakladır"

COSTA / ENEL davasında Divan, "uluslarüstü Topluluk hukukunun" ayırıcı niteliklerini de ortaya koymaktadır Bu niteliklere şöylece değinmek olasıdır:
1-Topluluk hukuku sui generis bir hukuktur

2-Topluluk hukuku, üye devletlerin hukuk düzenlerinden kopuk değil, aksine bu hukuk düzenleriyle entegre olmuş bir hukukdur

3-Bu nitelikteki bir hukuk düzenini yaratabilmek için üye devletler, ulusal egemenliklerini kısıtlamışlar ve sınırlı alanda da olsa egemenliklerini Topluluğa devretmişlerdir

4-Yaratılan bu hukuk düzeni, yalnızca, ortak iradeleriyle düzeni yaratan üye devletleri değil, aynı zamanda devletlerin uyruklularını da bağlar

TAD, COSTA / ENEL davasıyla, Topluluk hukukunun temel niteliği konusunda daha önce vermiş olduğu kararlarına önemli bir yenilik getirmiştir Geçekten Divan, VAN GEND / LOOS davasında verdiği kararında, Topluluk hukukunu yeni bir hukuk düzeni olarak görmekle beraber, bu düzene "uluslararası hukukun içinde" yer vermekteydi Oysa COSTA / ENEL davasıyla TAD, Topluluk hukukunu "üye devletlerin hukuku ile entegre bir hukuk" olarak kabul etmiştir

Divan, NUEMANN davasında verdiği bir başka kararında da, COSTA / ENEL davasındaki kararına paralel bir yaklaşım sergilemiştir Divan kararında şu hususun altını özellikle çizmiştir :
" Üye devletler Topluluk kurumlarınaTopluluğun bütününü ilgilendiren konularda karar alma yetkisini vermişler, bu şekilde, daha önce özgür biçimde kullandıkları egemen haklarına kısıtlamalar getirilmesini kabul etmişlerdir"

Divan, 1971 yılında KOMİSYON / İTALYA davasında verdiği kararda, egemen yetki devri deyimi yerine "üye devletlerin Topluluğa verdiği yetkiler" deyimini kullanmıştır Ancak, terminolojideki nüans Divanın daha Önce vermiş olduğu kararlardan "geriye dönüş" olarak algılanmamalıdır Topluluk organlarına verilen yetkiler, bir daha hiçbir şekilde geriye alınması söz konusu olmayan yetkilerdir Topluluk organlarının bir konuda karar almakta gecikmiş olması, bir başka deyişle, bu yetkisini gereken zamanda kullanmamış olması durumunda, söz konusu "yetki üye devletlere geri dönmemektedir" TAD'ın bu konuda verdiği önemli kararlar bulunmaktadır

Gerçekten, KOMİSYON / FRANSA davasında Divan, Fransa'nın; "Topluluk kurumlarının herhangi bir konuda karar almakta gecikmesi ya da hiç almaması halinde, o konuda karar yetkisi üye devletlere geri döner" şeklindeki savım reddederken, COSTA / ENEL davasındaki eski içtihadında yeralan gerekçeleri aynen sıraladıktan sonra;

“ bu nedenle Topluluğa devredilen yetkilerden geriye dönülmesi ve bu yetkilerin yeniden üye devletler tarafından kullanılması, ancak Topluluğu kuran anılaşmada hu konuda açık bir hüküm olması halinde söz konusudur Anılaşmada bu yolda bir hüküm bulunmadığına göre yetki devrinden geriye dönüş olanaksızdır "
hükmüne varmıştır

Öte yandan Divan, aynı konudaki KOMİSYON / İNGİLTERE davasında, daha da ileri giderek şu gerekçeleri kararına dayanak yapmıştır:

“ Topluluk lehine yetki devri kesindir ve bir bütündür Topluluk Konseyinin bir konuda karar almaması, bu konuda bir üye devlete, tek taraflı olarak karar alma yetkisi vermezTopluluğun yetki alanı içinde kalan konularda üye devletler, bundan böyle ortak çıkarların ulusal düzeyde yürütülmesi ve denetlenmesiyle yükümlüdür Bu bakımdan bir üye devlet, belli bir konuda konseyin uygun bir girişimi olmamışsa, ivedi durumlarda ulusal düzeyde gerekli önlemleri ancak Komisyonla işbirliği halinde alabilirBir üye devlet Komisyon Tarafından belirlenecek koşullara ve ilkelere ters düşen tek taraflı ulusal korunma önlemlerine başvuramaz "

Divan, aynı kararın bir başka yerinde :

"Topluluğun temelini oluşturan yapısal ilkelere, üye devletlerin uymaları zorunludur Topluluk yetki alanı İçinde kalan konularda bir karar boşluğu olması halinde bile, üye ülkelerin ulusal yetkilerini kullanmamaları gerekir "
hükmünü getirmiştir

1-5) Topluluk hukukunun uluslarüstü nitelikteki hükümleri
Avrupa Topluluğunu kuran antlaşmaların hiçbir yerinde Topluluğun "uluslarüstü bir örgüt" olduğu yolunda herhangi bir hüküm yer almamaktadır Ancak, antlaşmaların genel niteliği ve kimi hükümlerinin yapısı, bizi Topluluğun uluslarüstü bir kuruluş olduğunu kabule zorlamaktadır

Henüz yürürlüğe girmemekle birlikte, Avrupa Topluluğuna "yeni bir kimlik" verecek olan Avrupa Birliği Antlaşması (Maastricht Antlaşması) Topluluğun "uluslarüstü" niteliğini, daha da güçlendirmektedir Gerçekten bu antlaşmanın ortak dış politika ve savunma, ekonomik ve parasal birlik ya da Avrupa vatandaşlığı ile ilgili hükümleri, üye devletlerin ulusal egemenlik yetkilerine önemli kısıtlamalar getiriyor Bu kısıtlamalar Topluluğun "uluslarüstü" niteliğini pekiştirmek amacına yöneliktir

Bu kesimde, önce AET'yi kuran Roma Antlaşmasının uluslarüstü nitelikteki hükümlerine göndermeler yapacak, daha sonra antlaşmanın Topluluğun karar organı niteliğindeki Bakanlar Konseyine tanıdığı; "nitelikli oyçokluğu ile karar alma yöntemi"ni ayrıntılı biçimde inceleyeceğiz Sözü edilen yöntem, uluslarüstülüğün en çarpıcı örneği olarak karşımıza çıkmaktadır

1-6) AET Antlaşmasının Uluslarüstü Nitelikteki Hükümleri
Madde : 6 / 1
Bu maddeye göre; "üye devletler, Topluluk kuruluşlarıyla sıkı işbirliği halinde, antlaşmanın amaçlarına ulaşmak için gerekli olan ölçüde ekonomi politikalarını koordine ederler"

Maddeden de anlaşılacağı üzere artık üye devletler, kendi ekonomi politikalarıyla ilgili olarak ulusal düzeyde bireysel kararlar alamamaktadırlar Yetki ancak "Topluluk kurumlarıyla eşgüdüm çerçevesinde" kullanılmaktadır

Madde : 12-29
Gümrük birliğini düzenleyen bu maddeler, üye devletlerin ulusal hukuklarının üstünde hukuksal etkilere sahiptir Gümrük birliği, Avrupa Topluluğunun temel unsuru ya da "çekirdeği" olarak kabul edilir Üye devletler arasında ekonomik entegrasyonu sağlamak bakımından gümrük birliği bir "katalizör" olarak ele alınmıştır

Gümrük birliğinin bir tanımını vermek gerekirse; "Gümrük birliği, birliğe dahil üyeler arasındaki ticarette uygulanan gümrük vergilerinin ve eş etkili diğer vergilerin tamamen kaldırıldığı, birliğe dahil olmayan ülkelerden yapılan ithalata tek ve ortak bir tarifenin uygulandığı, üçüncü ülkelerden gelen mallardan alınan vergilerin üyeler arasında paylaşıldığı bir birliktir"

AET Antlaşmasının 12 maddesine göre üye devletler, gümrük birliğini aşamalı biçimde yürürlüğe koymadan önce, kendi aralarında yaptıkları ticarete yeni gümrük vergileri koymaktan ve varolanların oranlanın artırmaktan sakınma yükümlülüğünü üstlenmişlerdir Topluluk hukukunda bu yükümlülüğe "standstill" adı verilmektedir Öte yandan üye devletler, AET Antlaşmasının yürürlüğe girdiği 1Ocak1958 tarihinden itibaren, 12 yıllık bir geçiş dönemi içinde birbirlerine uyguladıkları gümrük vergilerini ve eş etkili diğer vergileri kaldıracaklar ve üçüncü ülkelerden gelen mallara karsı "ortak bir gümrük tarifesi"(OGT) uygulayacaklardı Bu iki unsurdan oluşacak gümrük birliği, öngörülen 12 yıllık geçiş döneminin tamamlanmasından bir buçuk yıl önce 1Temmuz1968 tarihinde kurulmuştur

Gümrük birliği kurulduktan sonra, üye devletlerin artık ulusal gümrük tarifeleri kalmadığı için, bir üçüncü devletle, gümrüklerle ilgili ticaret anlaşmaları yapma yetkileri de ortadan kalkmıştır Bu yetki, Topluluğa üye devletlerin tümünü bağlayıcı nitelikle ticaret anlaşmaları yapan " Konsey ve Komisyona" devredilmiştir Nitekim Tarife ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) bünyesinde "gümrük tarifeleriyle" ilgili görüşmeleri üye devletler adına Komisyon yürütmekte ve kararları da Komisyon almakladır

Madde : 30-37
Üye devletler arasındaki ticareti sınırlayıcı nitelikteki "miktar kısıtlamaları", bir başka deyişle kotalar, ve eş etkili önlemler, Standstill kuralı gereğince geçiş döneminin başlangıcında varolan düzeylerinden daha kısıtlayıcı hale getirilemeyecek (madde : 31 / 1), mevcut kısıtlamalar da en geç 12 yıllık geçiş dönemi sonunda tamamen kaldırılacaktı Oysa bu kısıtlamalar, öngörülenden 8 yıl Önce 31 Aralık1961 tarihinde kaldırılmıştır Bu tarihten itibaren, artık üye devletlerin birbirleriyle yaptıkları ticarete kota uygulama yetkileri kalkmıştır

Madde : 113
Bu maddeye göre geçiş döneminin sona ermesiyle birlikte Topluluğun dış politikası, tek düze ilkeler üzerine kurulacaktır Toplulukta geçiş dönemi 1Ocak1970 tarihinde sona ermiştir Bu tarihten sonra, üye devletlerin tek tek üçüncü ülkelerle tarifelere ilişkin "ticaret anlaşmaları" yapma hakları (Treaty-making power) ellerinden alınmış ve bütünüyle Topluluğa devredilmiştir Gerek çok taraflı olarak GATT bünyesinde, gerekse üçüncü ülkelerle ikili düzeyde ticaret anlaşmaları yapmak gerektiğinde, Komisyon, Konseye öneriler sunar Konsey de Komisyona yapılacak ticaret anlaşmaları için görüşme talimatı verir Bu anlaşmalar Komisyonca yürütülür ve sonuçlandırılır Yapılan anlaşmalar yürürlüğe girer girmez tüm üye devletleri bağlar

Madde : 138
Avrupa Parlamentosu üye devletlerde doğrudan yapılan seçimlerle oluşur Bu kural 1979 yılından beri uygulanmaktadır Daha önceki yıllarda Avrupa Parlamentosu, üye devletlerin ulusal parlamentoları tarafından kendi üyeleri arasından seçilmekteydi

Avrupa Parlamentosu üyeleri, ait oldukları ülkeleri temsil etmezler Sahip oldukları "siyasal görüşlere" göre gruplara ayrılırlar Parlamentoda "Avrupa'nın ortak çıkarları" doğrultusunda kararlar alınır, üye devletlerin ulusal çıkarları söz konusu edilmez

Madde : 145
Bu madde, antlaşmanın yukarıda değindiğimiz 6 maddesiyle paralellik göstermektedir Maddeye göre Konsey, üye devletlerin ekonomik politikalarının eşgüdümünü sağlar İstisnai durumlar dışında, bir üye devlet, “para ve ekonomi politikaları”yIa ilgili ulusal düzeyde tek başına karar alamaz Söz gelimi, bir üye devlet, "tarımsal pazarlar ortak organizasyonu" (AET Antlaşması madde 40) kapsamındaki ürün fiyatlarını özgürce belirleyemez Bu yetki üye devletlerden alınmış ve her yıl ilkbahar aylarında toplanıp fiyat belirleyen "Topluluk Tarım Bakanları Konseyi"ne devredilmiştir

Madde : 169
Bu maddeye göre Komisyon, antlaşmada öngörülen yükümlülüklerinden birini yerine getirmeyen üye devlet aleyhine TAD'a başvurabilir Bir başka deyişle, Topluluğun kurucu antlaşmasını imzalayan üye devletler, TAD'ın zorunlu yargı yetkisini de kabul etmiş olmaktadır Bunun doğal sonucu olarak, bir üye devlet Divan önünde taraf olma yükümlülüğünden kaçamaz

Madde : 171
Bu maddeye göre Divan, bir üye devletin, antlaşmalar çerçevesinde üstüne düşen yükümlülüklerden herhangi birini yerine getirmediğine hükmederse, ilgili üye devlet, aleyhine verilen bu hükmün gereklerini yerine getirmek ve sonuçlarına katlanmak zorundadır Bir başka deyişle TAD kararı üye devletleri tüm yönleriyle bağlayıcıdır

Madde : 177
Antlaşmanın bu maddesi, "ön karar prosedürü "nü belirlemektedir Buna göre TAD, Topluluk antlaşmalarının, Topluluk organlarınca belirlenen kuralların ve Konsey tarafından kurulan organların statülerinin yorumu üzerinde "münhasır yetki"ye sahiptir Dolayısıyla, ulusa! bir mahkeme Önünde görülen bir davada, taraflardan biri, bu "yorum konusu"nu ileri sürdüğünde, ilgili mahkeme, kararını vermeden önce, bu konuyu yorumlamasını TAD'dan isteyebilir (madde : 177 / 2) Sorun, kararlarına karşı başkaca yargı yolu bulunmayan bir mahkeme önünde, söz gelimi "yargıtay" da ileri sürüiürse, bu mahkemenin hükmünü vermeden önce TAD'a başvurması zorunludur (madde : 177 / son) Bu noktada, ulusal mahkemenin yargı yetkisi, TAD kararını verene kadar ertelenmiş olmaktadır Bir başka deyişle, "bekletici ön karar sorunu" denilen bu sorun çözümleninceye kadar, ulusal yargı yetkisi hiçbir şekilde kullanılamamaktadır TAD kararı, en üst düzeydeki ulusal yargı organını dahi bağlamakta ve dolayısıyla Divan, hiyerarşik bakımdan, üst ulusal yargı organının da üstünde yer almaktadır

Madde : 189
Bu maddeye göre Konsey ve Komisyon, antlaşmalarda öngörülen koşullar içinde tüzük, ve yönergeler çıkartır, kararlar alır "Tüzük" genel kapsama sahiptir, tüm yönleriyle bağlayıcıdır ve üye ülkelerde doğrudan uygulanır "Yönerge", şekil ve yöntem bakımından yetkiyi ulusal kurumlara bırakarak, yöneldiği devleti varılacak sonuçlar bakımından bağlar "Kararlar" ise, yöneldiği kişiler için tüm yönleriyle bağlayıcıdır

Görüleceği gibi, "oyçokluğu" ile çıkartılmış olsa dahi tüzükler, doğrudan, yönergeler ise dolaylı biçimde üye devletleri bağlamaktadır Topluluğun bu hukuk normları, üye devletler ulusal hukuklarındaki normlarla çatışırsa, ulusal normlar değil Topluluk normları uygulanmaktadır Dolayısıyla, iç hukuk, burada bir kere daha uluslarüstü nitelikteki Topluluk hukukunun altında kalmaktadır

Madde : 192
Bu maddeye göre, Konsey ve Komisyonun, üye devlet uyrukluları hakkında parasal yükümlülük doğuran kararları "zor yaptırım (cebri icra) ilâmı" niteliğindedir Zor yaptırım, ulusal mahkemelerin kararı ile durdurulamaz, ancak TAD karan ile askıya alınabilir Topluluk organlarının kararları, yalnızca üye devletleri değil, onların uyrukluğunda bulunan özel ve tüzel kişileri de bağlamaktadır

Madde : 211
Bu madde, Topluluğun, üye devletlerden ayrı bir tüzel kişiliği olduğunu açıkça hükme bağlamaktadır

Madde : 219
Bu maddeye göre üye devletler, antlaşmanın uygulanmasından ya da yorumlanmasından doğan uyuşmazlıkları, yine bu antlaşmada öngörülenden farklı biçimde çözümlememekle yükümlüdürler Bir başka deyişle üye devletlerin, herhangi bir hukuksal sorunu Topluluk dışında bir yargı veya hakem kuruluna götürmeye hakkı yoktur Dolayısıyla, üye devletlerin özgür iradeleriyle hakem ya da yargı organı seçme haklan ellerinden alınmıştır Antlaşmaların uygulanmasından veya yorumlanmasından doğan sorunların çözümünde TAD tek yetkili organ olarak kalmaktadır

Madde : 240
Antlaşma sınırsız bir süre için yapılmıştır Bu hükmün doğal hukuksal sonucu, üye devletlerin "fesih hakkı"na sahip olmamalarıdır

AET’yi kuran Roma Antlaşmalarının yukarıda incelenen maddeleri dışında diğer kimi olgular da Topluluğun uluslarüstü niteliğini ortaya koymaktadır İlk olgu, antlaşmaya “rezerv” konulabileceği yolunda herhangi bir hükmün Topluluk hukuk belgelerinde öngörülmesidir İkincisi ise, Topluluğun daha önce üçüncü ülkelerde yaptığı tüm anlaşmaların,yapıldıkları sırada onlara taraf olmayan ve fakat sonradan Topluluğa katılan yeni üye devletleri de bağlamasıdır(Acquis Communautaires)

2-) AVRUPA BİRLİĞİ KURUMSAL YAPISI VE İŞLEYİŞLERİ
2-1) Avrupa Birliğinin Yapısı
2-1-1) İç İşlevi
1965'te Brüksel Antlaşması ile kurulup I967'de işlerlik kazanan Avrupa Birliği (EC), Avrupa'da var olan üç örgütü bir araya getirdi; Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (ECSC), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom), ECSC, kömür ve çelik sağlanması konusunda ortak bir yol izlemek amacıyla 1952'de kurulmuştu, AET 1958'de üye devletlere ortak bir pazar oluşturmak ve mal, personel ve hizmetlerin serbestçe taşınması amacıyla kuruldu Euratom da 1958'de kuruldu, amacı atom enerjisinin barışçı amaçla kullanımını sağlamaktır, Başlangıçta her üç örgütün de altı üyesi vardı; Belçika, Fransa, Federal Almanya, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya "Altılar Avrupası", Aynı altı ülke Avrupa Birliğinin de üyelerini oluşturuyordu Avrupa Birliği kendisini oluşturan kuruluşların amaçlarına uymayı sürdürdü ve kendi uzun vadeli hedefi olarak, ECSC, AET ve Euratom'un ayrı ayrı başarabileceğinden daha geniş kapsamlı uluslararası politik işbirliği sağladı, 1 Ocak 1973’te İngiltere, İrlanda ve Danimarka, Avrupa Birliği'ne üye oldular Yunanistan 1 Ocak 1981'de Avrupa Birliği’nin onuncu üyesi oldu İspanya, Portekiz ve Türkiye'nin ileride üye olabilmeleri için görüşmeler sürmektedir

2-1-2) Kuruluşu
2 Dünya Savaşı'nı izleyen yeniden kalkınma döneminde ortaya çıkan Avrupa işbirliği düşüncesi, başlangıçta Doğu-Batı arasındaki anlaşmazlıktan ölçüde etkilendi Doğu bloku ülkelerinin karsı çıktıkları Marshall Planı'nı uygulamak için I948’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (EEC), 1949’da Avrupa Konseyi kuruldu Bunları 1952'de ESCS izledi; bu, tek tek hükümetlerden bağımsız olarak karar verebilen ilk uluslararası kuruluştu ECSC'nin başarısı pek büyük olmadı Özellikle Fransa'nın geniş kapsamlı uluslararası güçlere karşı olması ve örgütün çelik endüstrisindeki kartellere karşı durabilecek kadar güçlü olmaması yüzünden, öncü niteliğinin getireceği sonuçlara ulaşılamadıysa da ekonomi politikası alanında işbirliğine yönelik ilk adımlar atıldı ve 1957'de Roma'da AET ve Euratom'un kurulmasını sağlayan anlaşmalar imzalandı AET, 1970'den önce bir ortak pazar ve ortak bir tarım politikası gerçekleştirmenin yollarını aradı, tam bir ekonomik bütünleşmeye 1970’li yıllar içinde varılacaktı ECSC ile kazanılan deneyimlerin ışığı altında, uluslararası olma niteliği bir ölçüde sınırlandı Yurütme organı olan komisyon, karar verme süreci içinde hazırlık çalışması yapacak ancak, son kararlar Bakanlar Konseyi tarafından verilecekti Bu durum I967’de Avrupa Konseyi'nin kurulmasından sonra da geniş ölçüde sürdürüldü

2-1-3) Birlik ve çeşitlilik
Fiziksel çevre ve iklim çeşitliliği içinde, kültürlerin, dillerin ve dinlerin yarattığı çeşitlilik içinde AET, Anglosakson dünyasının bir bölü*müyle (Protestan ağırlıklıdır) Latin dün*yasının bir bölümünü (çoğu Katoliktir) bir araya getirir 1957 Roma Antlaşması ile 1986 Avrupa Tek Senedi arasında AET tarihinde birçok olay yaşandıysa da bu durum onun Kuzeybatı Avru*pa'nın sanayileşmiş ülkelerini, en yok*sul ülkelerini ve Akdeniz'in kırsal kesim ağırlıklı ülkelerini bir araya toplayan 12 ülkelik bir bütün oluşturmasını engelle*medi

Glasgow-Roma ekseninin çok yoğun nüfuslu bölgeleriyle, batıda İrlanda, Fransa'nın büyük bölümü veya İber Yarı*madası gibi daha az yoğun bölgeler veya Yunan takımadaları, Korsika ve Sardinya veya İspanyol ve Portekiz adaları gibi iyice ıssız kesimler arasında önemli çe*lişkiler vardır Günümüzde gerilemekte olan eski sanayi bölgeleri önemlerini kaybederken, geleceği yaratan veya ya*ratma iddiasında olan bölgeler öne çık*maktadır Ortada olan bir gerçek vardır:

Güney’e daha geniş bir yer veren yeni bir Avrupa coğrafyası oluşmaktadırBü*yük eksenlerin sanayideki rolüne ve metropollerin (Londra, Paris, Milano, Münih) belirleyici ağırlığına, kıyı kesim*lerinin sanayideki atılımı ve hizmetler, ulaşım ve telekomünikasyondaki köklü değişiklikler sayesinde ücra yerlerde başarılı sanayilerin kurulması da eklen*mektedir Günümüzde Avrupa bölgele*rinin, dünyanın en sık ulaşım yollan ağı, bazen Manş Denizi dibinde açılan tünel gibi dev çalışmalarla sürekli modernleş*tirilmesi ve karayolu ağının genişletil*mesi sayesinde, kendi aralannda giderek daha iyi bir ulaşım sağlamaktadır

Topluluk içinde mübadelelerin artma*sına olanak veren gümrük vergilerinin kaldırılmasıyla Ortak Pazar bir gerçeklik halini aldı Aslında her AET ülkesi munzam gümrük resimlerinin düzenlenmesi konusunda (bu düzenlemeler çoğunluk*la kurallar, fiyatlar, gümrük resimleri ba*kımından elde edilen avantajları yok et*mek veya küçük « tarihsel » ayrıcalıkları silmek anlamına geliyordu) biraz çekin*gen davranmaktadır

2-1-4) Örgütlenme
Bakanlar Konseyi karar verme ve yasama görevini yürüten organ olarak genel ekonomi politikasını düzenler ve üye olmayan devletlerle anlaşmalar yapar En yüksek yargı organı, Avrupa politikasının ana çizgilerini belirlemek için yılda üç kez toplanan devlet yöneticilerinin yarı resmi görüşme organı olan Avrupa Konseyidir Konseye ve Avrupa Parlamentosuna sunulan öneri ve kararlar Avrupa Birliği'nin etkin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu'nca hazırlanır Komisyonun, konsey kararıyla belirlenen çerçeve içinde bağımsız karar verebilme yetkisi vardır Yunanistan'ın da katılmasıyla komisyon, üye devletler tarafından önerilen ve 4 yıl görevde kalan 14 üyeden oluşmaktadır Görev dağılımı komisyonun kendi içinde yapılır Avrupa Birliği’nin sürekli bir merkezi yoktur, toplantılar Brüksel, Lüksemburg ya da Strasburgla düzenlenir Avrupa Parlamentosu ayda bir kez Strasburg ve Lüksemburg'da toplanır 1979'dan bu yana doğrudan seçimlerin yapıldığı parlamentonun 410 üyesi vardır Ulusal devletlerden Avrupa Birliğine geçen yetkilerin çoğu konseyde ve komisyonda toplanır; hiçbir yasama yetki olmayan yalnız danışma ve denetleme işlevi olan parlamentonun yetkisi oldukça azdır Bununla birlikte parlamento, komisyonu istifaya zorlama ve konseyin hazırladığı bütçeyi geri çevirme yetkisiyle baskı uygulayabilir Parlamento bu yetkiyi 1979'da kullanmıştır

Avrupa Birliğinin Lüksemburg'da adalet mahkemesi biçiminde bir yargı organı bulunur, iki gruba ayrılan mahkeme, Avrupa Birliği'nin yaptığı anlaşmaların uygulanmasını denetler ve topluluk içindeki kurumlar, üye devletler ve bireyler arasındaki anlaşmazlıklarda karar verir Mahkeme üye devletleri Avrupa Birliğinin kararlarına uymaya zorlayabilir Önemli kararların alınmasında çoğunlukla fikir birliği gerekir ancak bazı durumlarda, bu durumda yetkili olan çoğunluğunun oylarına gerek vardır; Fransa, Federal Almanya, İngiltere ve İtalya'nın onar, Hollanda ve Belçika'nın beser, Danimarka, Yunanistan ve İrlanda'nın üçer, Lüksemburg'un iki oy hakkı vardır Çok uzun süren toplantılar anık normal süreye inmiş ve çoğunlukla uzlaşma yoluyla sağlanan kararlar güç de olsa alınabilmektedir Avrupa Birliğinin, ekonomik yapıları oldukça farklı olan 10 üyesi arasında karar verme işleminin giderek daha da zorlaşacağı ve fikir birliği ilkesinden vazgeçmek zorunda kalınabileceği sanılmaktadır Bu durumda üyeler arasındaki birliğin korunup korunamayacağı belli değildir

2-1-5) Kuruluşların İşleyişi
İngiltere'nin Birlik'e geç üye olması en büyük iki üye devlet olan Fransa ve Federal Almanya'nın etkinliği kendilerinde toplamalarına yol açmıştır İki ülke birlikte, Avrupa Birliği üyelerinin toplamının üçte ikisini ellerinde tutuyorlardı ve aynı zamanda ekonomik yönden en güçlü olan ülkelerdi, Federal Almanya ve Fransa arasındaki anlaşma öteki ülkeleri pek çok konuda oldu bittiye getiriyordu Bu durum, küçük devletler arasında geniş ölçüde huzursuzluğa neden oldu, İngiltere topluluğuna katıldığında, büyük güç olma niteliğini çoktan yitirmişti ve Federal Almanya ile Fransa'nın üstünlüğünde önemli bir azalma olmadı

2-1-6) Gelişme farklılıkları
AET içinde bile «Kuzey» ve «Güney» arasında,yani zengin ülkelerde daha az zengin ülkeler arasında gelir farklılıkları vardırÜlkeler arasındaki farklar, göstergeler (kişi başına GSYİH, iş, faaliyet alanları, iş*sizlik, donanım malları ya da kişi başına düşen altyapı) veya üretim rakamlarıyla ölçülür AET'nin GSYİH'sinin yüzde 87'sini en kalabalık beş ülke (Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve İspanya) sağlar AET’nin GSYİH'si, ABD'ninkinin yüzde 95'iydi Ne var ki AET içinde ki ülkeler ara*cında çok büyük farklılıklar vardır: kişi basına GSYİH Lüksemburg, Danimarka ve Fransa'da o ortalamanın çok üzerinde, İrlanda, Yunanistan, İspanya ve Porte*kiz'de çok altındadır Üye ülkeler arasındaki bu farklılıkların yanı sıra, aynı ülkenin çeşidi bölgeleri arasında da farklılıklar görülür İngiltere veya İtalya'nın kuzeyiyle güneyi arasında, İspanya'nın kuzeybatısıyla güneybatısı ara*sında veya Fransa'nın Limousin ve Korsika gibi bazı bölgeleriyle İle de France arasında kişi başına GSYİH bakımından yer yer ufak, yer yer yüzde 100'e varan farklılıklar bulunur

Avrupa'da sanayi işletmeleri ortalama olarak faal nüfusun üçte birini istihdam eder ve bütün AET ülkelerinde bu ortalamaya göre sergilenen farklılık azdır (Al*manya'da yüzde 40, Hollanda'da yüzde 26) Buna karşılık tarım alanında, AET ortalamalarına göre farklılıklar çok daha büyüktür (AET ortalaması faal nüfusun yüzde 8,3'üdür) Tarım sektöründe faal nüfusun oranı İrlan*da'da yüzde 13,7, İspanya'da yüzde 10,22, Portekiz'deyuzde 19 ve Yunanistan'da yüzde 28,5 iken (1991), Almanya'da yüzde 5,3, Belçika'da yüzde 2,7, Hollanda'da yüzde 4,9, İngiltere'de yüzde 2,3 düzeyindedir İstih*damın hizmet sektörüne kaydırılması, bu sektörde kullanılan iş gücünün (AET ortalaması yüzde 60,2'dir [1991]) büyüklüğüyle ortaya çıkar; bu konuda iki aşırı örnek vardır: Yunanistan'da yüzde 43,4, Hollanda'da yüzde 69,6(1991)

AET ülkelerinin işsizlik ha*ritası, faal nüfus oranıyla iş arayanlar oranı arasında 10 katı bulan farklılıktan Lüksemburg’ta yüzde 1,3 iken İrlanda'da yüzde 15,3, İspanya'da yüzde 15,4 [1991] gözler önüne serecektir; AFT ülkelerinde ortalama işsizlik oranı yüzde 9 (1991) dolayındadır (yaklaşık 30 milyon işsiz) Bu konuda da, hem bir yaş dili*minden diğerine ve kadınlardan erkeklere, hem de aynı ülkedeki çeşidi bölgeler arasında değişik rakamlar ortaya çıkmaktadır

Donanım malları ( telefon, televizyon, araba ), altyapıların niteliği ve sayısı (otomobil, de*miryolu) ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir Kuzey ve kuzeybatıdaki zengin AET ülkeleri bu sınırlandırmada da Akdeniz ülkeleri ve İrlanda ile karşıtlaşır ve bu konuda da gelişme düzeyi farklılıkları sergiler

2-1-7) Nüfusun tıkanması ve göç
Aet ülkelerinde doğumların sayısı asla ölümleri aşmaz Bu ülkelerde yoğun ama hızla yaşlanan bir nüfus yaşar Avrupa Ekonomik Topluluğu ülkelerinde 335759000 (1992) insan 12 üye ülkeye eşitsiz biçimde dağılır Ancak, birbirine bağlı iki ortak özellikleri vardır; yüksek yaş ortalaması; hafif nufus artışı Avrupa yaşlıdır; ortalama doğum oranı binde 11,8 ve ölüm oranı binde 10,3'dir ; bu, yılda ancak yüzde 0,1 doğal artış oluyor demektir Bununla birlikte, hem genç nüfus oranı yüksek olan güney ülkeleri ve İrlanda (ama, hiç değilse güneyde, doğum oranlarının düşmesi nedeniyle gençlerin oranı da düşmektedir), hem de nüfusu çok yaşlı olan Almanya arasında farklılıklar vardır Hatta bazı ülkelerde (Almanya) nüfus azalmaktadır Kimindeyse (Belçika) artmayıp aynı kal*maktadır Bu durum, 2000'li yılların arifesinde bütün ya da hemen hemen bütün Avrupa Ekonomik Topluluğu'na bula*şacak gibi görünen tehlikeli bir eğilimin ilk belirtileridir Bugün ile gelecek arasında Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun nüfus artış oranı yüzde 2'yi geçmeyecektir ve bu sayı Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya için öngörülen yüzde 17'lik veya Japonya için öngörülen yüzde 8'lik oranlarla karşılaştırıldığında çok düşüktür (dünya için ön*görülen ortalama nüfus artışı yüzde 36'dır) Avrupa Ekonomik Topluluğu, dünyanın en düşük çocuk ölüm oranlarından birine (binde 8,6) ve dünya ortalama ömür süresinin çok üstünde bir ortalamaya (73-77 yıl arası) sahiptir Bunlar, sağlık hiz*metlerinin ve yaşama düzeyinin nitelikli olduğunu ortaya koyan iki belirtidir

Avrupa Ekonomik Topluluğu ülkelerinde, çoğu Akdeniz havzasından (Magrib, Türkiye), Hindistan'dan ve Antiller'den gelen yaklaşık 8 milyon yabancı yaşamaktadır Yabancıların bulunması bugün birçok büyük sorun yaratmaktadır, yabancı*ların yaşlı Avrupa halkıyla bugün tartışmalara yol açan biçimlerde kaynaşması (kültürel kimliklerini korumaları veya kaybetmeleri), yabancı düşmanlığı ve göç mevzuatı

2-1-8) Bölgesel dengesizlikler
Üye ülkeler arasındaki çelişme farklılıklarının yanı sıra, her ülke içindeki farklılıklar da çoğu zaman önemlidir Çeşitli bölgeler arasındaki farklılıkları ve az gelişmiş bölgelerin geri kalmışlığını ortadan kaldırmak için Roma Anlaşması'nda çeşitli ilke ka*rarları alındı Ne var ki, söz konusu kararların uygulamaya kona*bilmesi için yaklaşık 20 yıl bek*lemek gerekti ve kararlar ancak Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu ile 1975'te uygulamaya konabildi Avrupa Yatırım Bankası'nın açtığı düşük faizli krediler ve yaptığı yardımlardan oluşan bu kay*naklar, toprak düzenlemelerinden etkilenen ulusal bütçeleri des*tekler; bu fonların yüzde 75'i donanım ve altyapı (karayolu ağı akarsu düzenlemeleri, su getirme, telefon) çalışmalarının masraflarını karşılamaya yarar; geriye kalan bölümce istihdam yaratıcı (bürolar, otelcilik, vb gibi) yatırımlar için kullandır

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu'nun desteğinden iki tip bölge yararlanabilir

Bir yanda çevreden kopukluk, adalar üzerinde bulunma ya da uzak olma gibi yapısal engellerle karşı karşıya kalan bölgeler; öte yanda, topluluk ortalamalarına göre geri kalmış olarak sınıflandırılan bölgeler (Yunan ta-kımadaları, Korsika, Sardinya, veya denizaşırı yönetim bölge*leri); bunlar Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu'nun fonlarının büyük bölümünü yutar Her ne kadar «adalar Avrupası» AETnin Denize Kıyısı Olan Bölgeler Komisyonu aracılığıyla Özel yardımlardan yararlanıyorsa da, kıtanın içine sıkışıp kalmış, çoğunlukla orta yükseklikte dağlarla çevrili, kırsal kesim ağırlıklı, çölleşmekte olan bölgeler de aynı kategoriye girer

Öte yandan, üç ölçüte göre (işsizlik oranı, AET ortalamalarının üstünde sanayi istihdamı ve işyerlerinin kapanması) de*ğerlendirilen dönüşüm güçlüklerinin sancılarını çeken eski sanayi havzaları da (kömür, çelik, tersaneler, tekstil) Avrupa Böl*gesel Kalkınma Fonu'nun fon*larından yararlanır

Ülkeler arasındaki arabulu*culuk bazen güçtür ve çok titiz seçimler yapılır kredilerin har vurulup harman savrulmamasına dikkat edilir ve birkaç yıla yayılmış kalkınma planlarının tu*tarlılığı, teknoloji aktarımlarıyla da oluşturulması üzerinde önemle durulur 1960’lı ve 1970’li yıllarda sanayileşmenin geriye çekilmesinden en çok zarar gören ülke olan ingiltere, 1939-1993 arasında sanayi dönüşümüne ayrılan paketten yüzde 40, ispanya ile Fransa yüzde 20'şer, Almanya yüzde 10'dan az pay aldı

Örnek verecek olursak Fransa'da, 17 metropol bölge içinde zarar görmüş kesimler, yani gerçekte bu bölgelerin büyük bölümü, topluluk yardımlarından yararlanmak için Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu'na dosyalar sunmuşlardır


Alıntı Yaparak Cevapla

Topluluk Hukuku (Hukuk)

Eski 10-09-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Topluluk Hukuku (Hukuk)



2-1-9) Tarım politikası
Değişik ekonomik sektörlere gösterilen ilginin ölçüsü konusunda Avrupa Birliği kendi içinde çelişkilere düşmektedir Avrupa Birliği bütçesinin dörtte üçü, işgücünün %10’undan azını karşılayan tarım sektörü için ayrılmıştır Tarım politikasının amacı, yeterli üretim değişmeyen fiyatlar, yiyecek sağlanması ve çiftçiler için uygun bir gelirdir Bu amaçlara ulaşmak için Avrupa Birliği belli ürünlerin taban fiyatlarını dondurmuştur Bununla birlikle belirlenen düzeyler gerekenden fazla üretim yapılmasına neden olmaktadır (tereyağ üretiminde olduğu gibi)Başka bir olumsuz etken de paylaşılmadaki eşitsizliktir Az sayıda küçük çiftçi ve belli ürünlerin alındığı verimli geniş çiftliler Bu tarım politikası, 1970'e kadar Avrupa işbirliği alanında bir başarı olarak nitelendirildi 1970’lerde ortaya çıkan ekonomik durgunluk görüntüyü değiştirdi Akaryakıt ve gübre fiyatları yükselirken, tarımdaki fiyatlar düştü, Ürün fazlasından ve fiyatlarda ki düşüşten kurtulmak için getirilen önlemler yeterince başarılı olmadı Avrupa Birliği bütçenin tarım politikası, ekonomik politikanın büyük bir bolümü, ekonomideki öteki alanların zararına, tarım politikasına ayrıldı Avrupa Birliğinin iflas etmemesi için tarıma ayrılan payın azaltılması zorunludur Komisyon, tarım harcamalarının artışını durdurmayı ve böylece artacak parayı yöresel fona ve artan işsizlik gibi toplumsal sorunlar karşılama fonuna ayırmayı istemektedir Bu politikanın uygulanması bakanlar konseyinin etkisiyle büyük ölçüde engellenmektedir Üye ülkelerin tarım bakanları kendi tarım ödeneklerini azaltmadıkça, Avrupa Birliği tarıma ayrılan büyük harcamalarının azaltılması için çok az şey yapılabilir

Tarım, Avrupa Ekonomik Topluluğu bütçesinin büyük bölümünü alıp götüren, geleneksel olarak güçlüklerle dolu bir konudur Roma Antlaşması'nın im*zalanmasından bu yana, antlaşmanın tarafları, tarımı, topluluğun amaçlan içine sokma gereğini duydular, 1960'ta «Yeşil Avrupa» nın ilkeleri saptandı ve bu ilkeler 1962'de Ortak Tarım politikası'nın gerçek anlamda başlangıcını oluşturan tahıl pazarının düzenlenmesiyle uygu*lamaya kondu Bu politikanın amaçları çok geniştir Avrupa'nın kapasite noksanını göz önünde tutarak, tarımda üretkenliği artırıp kıtanın besin ihtiyacını karşılayabilecek düzeye çıkarmak; pazarları sürekli kılarak ve fiyatları garanti altına alarak çiftçilere yeterli bir yaşam düzeyi sağlamak Bu amaçlara ulaşmak için üç yöntem uygulandı: Tanm pazarlarını birleştirmek, öncelikleri AET ülkelerine vermek; onları parasal açıdan güçlü kılmak Avrupa Tarımsal Yön Verme ve Garanti Fonu tanımlanan amaçların gerektirdiği harcamaları sağlamaktadır Üretimi özendiren fiyat garantileri sayesinde hızla amaca ulaşılmıştır Üyelerden akan süt ırmağını yavaşlatmak ve tereyağı ile tahıl dağlarını küçültmek için AET, 1934'ten başlayarak zorlayıcı önlemleri yumuşatmak zorunda kaldı

Ortak Tarım Politikası'nın öngördüğü AET bütçesinin yüzde 60-70'ini temsil eden harcama*ların izlediği çizgi her zaman denetim altında tutulamadı AET dışında Ortak Tarım Politikası özellikle ABD ve Yeni Zelanda gibi ülkelerce eleştirildi; bu ülkeler bunu kendi ürünlerinin ihtiyaçtan fazla besin maddesi üretmesine karşın, dünyanın en çok besin maddesi satın alan ülkeleri olan AET ülkelerine girmesini en*gellemeye yönelik bir uygulama olarak gürdüler

2-1-10) Vergiler ve Dışalım Vergileri
Ortak bir pazar kurulması için dışalım vergilerini kaldırmak ve birbirine benzer ulusal bir vergi düzenlemek getirmek gerekiyordu

1968’de AET içinde yapılan ticarette gümrük vergileri tümüyle kaldırıldı ve aynı zamanda AET dışı uygulanacak bir gümrük tarifesi getirildi Vergi konusu daha da zordu En akla uygun önlem Fransız vergi iadesi ya da katma değer vergisi sisteminin getirilişiydi Uygulanan oran değişmekle birlikte, bu 1972'den beri bütün üye devletlerde geçerlidir

Davranış özgürlüğü malların serbestçe taşınması konusuyla ilgili sınırlı da olsa bir ilerleme sağlandı Ülke içi gümrük vergileri sonradan kalkmakla birlikte gümrükle ilgisi olmayan çok sayıda engel vardır Tüm üye ülkelerde serbest yerleşme hakkı yasal olarak kabul edilmişti ancak burada hâlâ mesleki niceliklerin farklı ülkelerde kabul edilme durumu gibi pek çok sorun vardır Serbest yokuluk olanakları ve herhangi bir üye ülkede çalışma hakkı ile birlikle kişilerin hareket özgürlüğü de vardır Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde yaşıyanlar, her yerde işsizlik sigortası, vergi ve sağlık konusunda yasal olarak aynı haklardan yararlanır Sermayenin serbestçe yer değiştirmesi henüz bir kuram aşamasındadır Avrupa Birliği'nin henüz gerçekleşmemiş amaçlarından biri olan ekonomik ve mali işbirliği kurulmasını sağlamak amacıyla üyeler kambiyo kurları konusunda işbirliğine varmak için çalışmaktadır Özellikle, sermaye yatırımlarının kâr sağlayan bir kaç alanda toplanacağı ya da değersiz dövizlerle spekülasyon yaratmak için kullanılacağı endişesiyle sermayenin serbestçe yer değiştirmesi engellenmektedir

2-1-11) Bölgesel Politika
Avrupa Birliği içinde belli bölgeler bazı yönlerden gelişmemiştir Bu yüzden Avrupa Komisyonu 1975’te işlerlik kazanan bölgesel fonu kurmuştur Fondaki en büyük pay İtalyanındır Özellikle İtalya'nın güneyinde yoksulluk, yüksek oranda işsizlik, kötü yerleşme koşulları ve yanlış gelişmiş yapı sıkıntısı çekilmekledir Fonun para kaynaklarının dağılımındaki çarpıcı özellik, Fransa ve İngiltere gibi oldukça zengin ülkelerin, Yunanistan gibi gelişme yönünden geri ülkelerden daha büyük payları olmasıdır Buna benzer bir soruna, daha da büyük ölçüde, Avrupa Birliğinin tarıma yönelik desteklemelerinin bölgesel dağılımında rastlanır 1980'de Paris Havzası, Kuzeydoğu Almanya ve Güneydoğu Ingilteredekiler gibi gelişmiş tarım alanları, Kuzeydoğu İtalya ve Güney Fransa gibi alanlardan %60’ın üzerinde Sicilya'dan %100’ün üzerinde daha fazla destek görmekteydiler

2-1-12) Genel Görünüm
İngiltere’nin topluluğa katılması ülkede geniş tepkiyle karşılandı Norveç halkı ise yapılan oylamada üyeliğe hayır deyince bu ülke topluluğa katılmadı Sol görüşlü ülkeler, örgütün büyük kapitalist ülkeler için bir araç olduğunu ileri sürerek Avrupa Birliğine karşı çıkmalarının yanı sıra, ulusal etkinliğinin sınırlanacağı ve eski ulusal geleneklerin yok olacağından korkan sağ görüşlü ülkeler de örgüte karşı çıkmaktadırlar Yunanistandaki muhalefet, güçlü Avrupa ekonomileriyle birleşmenin zayıf sektörlerde işsizliğe yol açacağından korkmakladır Ulusal hükümetler etkin çıkar gıuplarına, özellikle çiftçi birliklerine karşı her zaman duyarlı olmuşlardır Tanm konusunda daha fazla önemi olan bazı ülkelerin üyeliğe alınması bunu daha da büyük bir sorun durumuna getirecektir Batı Avrupalı şarap üreticileri ve sebze yetiştiricileri Türk, Yunan, ispanyol ve Portekiz ürünlerinin rekabetinden korkmaktadırlar Genelde, 1970’lerde başlayan ciddi ekonomik bunalım,

Avrupa Birliği'nin görev yapmasını daha da zorlaştırmaktadır, 1980'de Avrupa Birliği içindeki toplam işsiz sayısı 8 milyona ulaşmıştır Enflasyon, yüksek faiz oranları ve artan uluslararası rekabet, ekonomik durgunluğu artırmaktadır Bu durumda Hükümetler Avrupanınkinden çok, kendi ulusal çıkarlarına yönelme eğilimindedirler Ne ölçüde olursa olsun, Avrupa Birliği için destek fonları kısa dönemde hazır olmayacaktır, bu da tarımdan çok öteki ekonomik sektörleri özendirmeyi amaçlayan politikanın pek başarı şansı olmadığı anlamına gelir Avrupa'da ekonomik birleşme ulusal ekonomilerdeki durgunluk nedeniyle yavaşladı Avrupa Birliği içinde ekonomik ve politik bir birlik oluşturulması her zamankinden daha uzak görünmektedir

2-2) Avrupa Kömür Çelik Topluluğu
Almanya Federal Cumhuriyeti Belçika, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda' dan oluşan altı ülkece imzalanıp onaylanan 16 nisan 1951 antlaşması, 25 temmuz 1952'de kömür, demir cevheri ve hurda demir ortak pazarının açılmasıyla yürürlüğe girdi Bunu izleyen 1 mayısta da ortak çelik pazarı kuruldu Avrupa kö*mür çelik topluluğu'nun (CECA) "görevi ve amacı, üye devletlerin genel ekonomi*siyle uyumlu bir tarzda ve bir ortak pazar kurulması suretiyle üye devletlerin ik*tisadi gelişmesine, istihdam hacminin ve yaşam düzeyinin yükselmesine yardımcı olmaktadır Üretimin en yüksek verimlilik düzeyinde, en rasyonel biçimde dağılımını kendiliğinden sağlayacak ko*şulların yerleşmesini giderek gerçekleşti*recek ve bunu yaparken istihdamın sü*rekliliğini bozmaktan ve üye devletlerin ekonomilerinde temelli ve kalıcı bozukluk*lar yaratmaktan kaçınacaktır" Hükümetler bu örgüte elli yıl için bağlanıyorlardı;
öngörülen amaçların gerçekleşmesi sabit sürelere göre sıralanıyordu, beş yıllık bir geçiş dönemi içinde, bazı koruyucu hü*kümlere ve takas mekanizmalarına izin veriliyordu 21 aralık 1954'te İngiltere ile bir ortaklık anlaşması imzalandı ve bu anlaşma 23 eylül 1955'te ingiltere ile bir ortaklık anlaşması imzalandı ve bu anlaşma 23 eylül 1955'te yürürlüğe girdi

Avrupa kömür çelik topluluğu için ön*görülen organlar (oluşumu itibariyle, çeşitli üye devletlerden bağımsız Yüksek Otorite; bakanlardan kurulu özel Konsey, Adalet divanı ve Meclis) diğer Avrupa toplulukları için de örnek oluşturacaktı Hatta, Adalet divanı ve Meclis öteki top*luluklar ile ortak nitelikte olacaktı

Nihai karar yetkisine sahip Bakanlar konseyi ile aynı zamanda hem yasama —Konsey'in onayına bağlı olarak— hem de yürütme gücüne sahip Yüksek otorite'ye gelince, bunlar 8 nisan 1965 tarihli Brük*sel antlaşması hükümleri uyarınca öteki konsey ve komisyonlarla kaynaştırıldı Bununla birlikte, "kaynaştırılan" organlar*dan her biri, ilgili alana göre topluluklar'dan birinin organı olarak hareket eder, örneğin demir ve çelik sanayisi sorunlar;söz konusu olduğunda Avrupa Kömür çelik birliği bakanlar konseyi, bağcılık sorunla*rının çözümü söz konusu olduğunda AET komisyonu Avrupa Kömür çelik birliği’nın merkezi Lüksemburg'dadır

2-3) Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)
(European Economic Community-EEC)
Avrupa ekonomik topluluğu'nu (Ortak pazar) kuran antlaşma, Roma'da 25 mart 1957’de imzalandı ve 1 ocak 1958'de yü*rürlüğe girdi

Yeni topluluğun "görev ve amacı, bir ortak pazar kurmak ve üye devletleri gi*derek birbirlerine yaklaştırarak toplulu*ğun bütünü içinde iktisadı etkinlikleri uyumlu bir biçimde geliştirmek, sürekli ve dengeli bir büyüme sağlamak, istikrarı ar*tırmak, yasama düzeyini hızla yükseltmek ve birleştirdiği devletler arasında daha sıkı ilişkiler kurmaktır" Roma antlaşması'nda şu noktalar önemlidir:

1-Topluluğun te*melleri (üye devletler arasında gümrük ta*rifelerinin ve kontenjanların kaldırılması ve üye olmayan ülkelere karşı ortak tarife uy*gulanması yoluyla malların serbest dola*şımı; ortak bir tarım politikası izlenmesi; kişilerin serbest dolaşımı işçilere uygula*nan ve ulus esasına dayanan ayrımcı iş*lemlerin kaldırılması ve yerleşme özgür*lüğü; hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı, ortak bir ulaşım politikasının saplanması);

2-Topluluğun iktisat politi*kası (işletmeler arasında malların üretim ve dağıtımının iyileştirilmesine hizmet eden, teknik ya da ekonomik ilerlemeyi güçlendiren anlaşmaların tanınması; üre*timi, teknik gelişme ve yatırımları sınırlan*dırmayı ya da pazarları ve hammadde kaynaklarını bölüştürmeyi ya da ticari or*taklar arasında eşit olmayan koşullar ya*ratmayı öngören anlaşmaların yasaklan*ması, dampinglerin ve vergi ayrımlarının yasaklanması, iktisadi ve toplumsal yasa*lar arasında yakınlaşma sağlanması)

Antlaşma sınırsız bir sure için yapılmış ve bir yeniden gözden geçirme yöntemi öngörülmüştür, her Avrupa devleti, eski üyelerin oybirliğiyle onaylaması koşuluy*la, topluluğa üye olmayı isteyebilir Top*luluk herhangi bir üçüncü devletle, dev*letler birliğiyle ya da uluslararası örgütle anlaşmalar yapabilir Belçika, Fransa, ital*ya ve Hollanda ile özel ilişkileri olan Av*rupa dışındaki ülke ve bölgeler de top*luluğa ortaklık bağıyla bağlanmıştır Or*tak pazar'ın on yıllık bir geçiş dönemi için*de gerçekleşmesi için belirli aşamalar ko*nulmuştur Bu süre gerektiği takdirde on-beş yıla çıkartılabilir Çeşitli üye ülkelerin bazı özel çıkarları gozönünde tutularak birtakım korunma hükümleri de öngörül*müştür Ortak pazar'ın 1963'ten bu yana hızlanan uygulamaları, 1965'te ortak ta*rım fiyatlarının saptanması sırasında bir bunalım geçirdi

Çeşitli topluluklar için ortak bir merci olarak çalışan Avrupa parlamentosu'na karşı sorumlu bir komisyon'a sınırlı bir dü*zenleme ve yasama yetkisi tanınmıştır Fakat, gerçekte yürütme ve yasama yetkileri, mutlak gücü yalnızca Roma antlaş*ması çerçevesinde üstlenilen yükümlülük*lerle sınırlandırılmış bir çeşit senatonun elin*dedir, bu, her üye devletin bir bakanıyla temsil edildiği karalarını oybirliğiyle ya da büyük bir çoğunlukla alan bir Konsey'dir Gerek Komisyon, gerek Konsey, mesleki ve teknik nitelikte çeşitli danışsal kurum*ların yardımından yararlanır Bunların en önemlileri Ekonomik ve sosyal Konsey, Para komitesi ve Ulaştırma danışsal komitesi'dir Bundan başka (işveren ve iş*çi temsilcilerinden oluşan özel bir Konsey’in yönetiminde) bir Avrupa sosyal fo*nu da kurulmuştur Fon'un görevi, geçiş dönemi suresince üye devletlerin, Ortak Pazar'ın kurulmasından doğacak bazı ko*şullar altında, işçilerine verimli bir iş sağlamak ve yeteri kadar ücret almalarını ola*naklı kılmak için üstlenecekleri giderlerin yarısını karşılamaktır Ayrıca, bir de De*nizaşırı ülke ve toprakları kalkındırma fo*nu vardır Roma antlaşması aynı zaman*da bir Avrupa yatırım bankası kurulması*nı da öngörmüştür Bu bankanın kuruluş sermayesi üye ülkeler tarafından karşıla*nacak ve banka, istikraz tahvilleri çıkar*tabilecektir Amacı, kredi ve garanti ver*mek suretiyle Ortak pazar'ın düzenli kal*kınmasına katkıda bulunmaklır Banka, en az gelişmiş bölgelerin kalkındırılması*nı hedef alan projeler (Güney italya'nın sanayileştirilmesi amacıyla borç para ve*rilmiştir), birkaç ülkenin ortaklaşa hazırla*yacakları projeler ve modernleştirme, onarım ve yeni etkinlik alanları yaratma projeleri konularında karar alma yetkisi*ne sahiptir

AET, gelişmekte olan devletlerle birçok anlaşmalar yaptı Bütün Afrika-Karaibler - Pasifik devletleriyle -sayıları elli kadardır-en önemlisi Lome'de (1975) olmak üze*re anlaşmalar imzaladı, 1979'da yeniden müzakere edilen bu anlaşmalarda, söz konusu devletlerin yararına olarak, bun*ların temel ürünlerinin ihraç fiyatlarına is*tikrar kazandıracak bir mekanizma öngö*rülüyordu Akdeniz ülkeleriyle ve Finlan*diya gibi çeşitli başka ülkelerle de ortak*lıklar ya da (tercihli ya da tercihsiz) basit ticari yararlar öngören anlaşmalar yapıl*dı

Parasal alanda, AET birbirini izleyen farklı sistemler benimsedi 1958 Avrupa para anlaşması, değeri altın cinsinden ifa*de edilen, ABD dolarıyla eşdeğer bir he*sap birimi kurdu 1972'de uygulamaya konulan Avrupa "para yılanı" ise üye ül*keleri (bunlardan bir kısmı AET dışında bulunuyordu), paralarının paritesini bazı dar sınırlar içinde (% 225) tutmakla yü*kümlü kılıyordu Para yılanı, 1972'den 1978'e kadar krizden krize düştü Bunun yerine benimsenen Avrupa para sistemi (bu sistem, bir hesap ve referans parası olan Ecu'de [European corrency unit ya da Avrupa para birimi] eşit olmayan mik*tarlarda temsil edilen çeşitli ulusal paraların değerine dayanır), yeniden parala*rın birbirlerine oranla belli bir istikrar için*de tutulmasını genel ilke olarak kabul et*ti Avrupa para sistemi, bir paranın izin verilen dalgalanma marjını aşmasını önlemek için, merkez bankalarının müdahalede bulunmasını öngörür

Art arda gösterdiği genişlemelerden önce de, AET, dünyanın en başta gelen dışalımcısıydı, bu genişlemelerden son*ra, aynı zamanda dünyanın en başta ge**** dışsatımcısı oldu

• AET- Türkiye ilişkileri Türkiye, başlan*gıcından bu yana, 1958 Roma antlaşması ile kurulan Avrupa ortak pazarı'na ilgi gösterdi Türkiye, AET ülkeleriyle sadece aynı Batı kurumları içinde işbirliği yapmakla kalmıyor, sıkı dış ticaret ilişkileri de sürdürüyordu Bu dönemde dışsatımın yaklaşık % 40’ı Batı Avrupa'nın bu altı ül*kesine yapılıyor, dışalımın da % 30'u aynı kaynaktan sağlanıyordu Türkiye, üye ol*mak üzere Ortak pazar'a 1959'da baş*vurdu Dört yıl süren görüşmelerden son*ra toplulukla Türkiye arasında 12 eylül 1963'te Ankara anlaşması imzalandı Türkiye bu anlaşmayla AET'ye "tam üye" olarak değil "ortak üye" olarak katıldı Tam üyeliğe geçiş için, Türkiye'nin, Ro*ma antlaşması'ndan doğan tüm yüküm*lülükleri üstlenebileceğini göstermesi ge*rekiyordu

Ortaklığın temel amacı, taraflar arasında bir gümrük birliğinin aşamalı olarak gerçek*leştirilmesi ve buna paralel olarak ekonomi politikalarının giderek birbirine yaklaştırılmasıdır Ankara Anlaşması'nda bu amaca üç dönemden geçerek ulaşılması öngörül*müştür: Hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem Hazırlık döneminin normal süresi beş yıldır Bununla birlikte, 11 yılı aşmamak üzere, uzatılması da olanaklıdır Türkiye bu dönemde ileride kendisine dü*şecek yükümlülükleri üstlenebilecek duru*ma gelmek için, topluluğun da yardımıyla ekonomisini güçlendirmeye çalışacaktır Geçiş döneminde, gümrük birliğinin aşama*lı olarak gerçekleştirilmesi ve tarafların ekonomi politikalarını yakınlaştırmaları ön*görülmüştür Gümrük birliğini izleyen son dönemde, tarafların ekonomi politikaları arasındaki uyum sağlanacaktır

Ankara Anlaşması’yla oluşturulan kurum*sal yapının temelinde ortaklık ilişkilerinin uygulanmasını ve giderek gelişmesini sağla*makla görevli en yetkili organ olan Ortaklık Konseyi bulunur Türkiye ile AET üyesi ülkelerin ve AET Komisyonu'nun temsilci*lerinden oluşan bu konseyde Türkiye ile AET'nin birer oyu vardır ve kararlar oybir*liğiyle alınır Konsey başkanlığı, altışar aylık süreler için, Türkiye ile üye ülkelerin temsilcilerinden biri tarafından sıra ile yürütülür Ortaklık Komitesi ise Ortaklık Kon*seyi'nin çalışmaları için gerekli hazırlıkları yapmak ve öneriler sunmakla görevlendiril*miştir

Ankara Anlaşması'nda, TBMM ile Avru*pa Parlamentosu arasında işbirliği ve temas*ların sıklaştırılması da öngörülmüş ve Or*taklık Konseyi'nin 27 Temmuz 1965 tarihli bir kararıyla Türkiye-AET Karma Parla*mento Komisyonu kurulmuştur Ortaklığın demokratik denetim organı olan Karma Parlamento Komisyonu, TBMM ve Avrupa Parlamentosu'nun 18'er üyesinden oluşur ve yılda en az iki kez toplanır AET Komisyonu, ortaklıkla ilgili bütün sorunlara eğilerek Ortaklık Konseyi'nin kendisine sunduğu raporları inceler Yalnızca tavsiye kararlan alabilen komisyonun karar yetkisi yoktur

Hazırlık döneminde, AET Türkiye'nin dört ana ihraç maddesi olan ve toplam ihracatının yüzde 40'ını oluşturan tütün, kuru üzüm, kuru incir ve fındık için gümrük indirimi sağladı Bunun yanı sıra mali protokoller ile Türkiye'ye mali yardımda bulundu

Hazırlık döneminin süresi sona ermeden, Türkiye'nin isteği üzerine 1967'de geçiş döneminin gerçekleşme koşullarını, yön*temlerini ve süresini belirlemek için görüş*meler başladı ve 23 Kasım 1970'te katma protokol imzalandı Bu protokolün 1 Ocak 1973'te yürürlüğe girmesiyle de geçiş döne*mi başladı Geçiş döneminin süresi, tarafla*rın birlikte öngörecekleri istisnalar saklı kalmak üzere, 12 yıldır; istisnai alanlarda ise 22 yıla uzamaktadır Katma protokol karşılıklı ve dengeli yükümlülükler temeline dayanmakta ve malların serbest dolaşımı, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı ve ekonomi politikalarının yaklaştırılması bö*lümlerini içermekteydi

Malların serbest dolaşımı açısından tarım ve sanayi sektörleri arasında farklılık var*dır Katma protokolde tarım ürünlerinde serbest dolaşımın nasıl sağlanacağı saptan*mamış, bu konuyla ilgili hükümlerin 22 yıllık dönemin sonunda Ortaklık Konseyi'nce belirlenmesi öngörülmüştür Bu süre içinde Türkiye AET'nin ortak tarım politi*kasına uyum için gerekli önlemleri alacak*tır Geçiş dönemi boyunca tarım ürünleri ticareti tercihli bir rejim uyarınca gerçekleş*tirilecektir AET tarım ürünlerinde Türki*ye'ye tek taraflı ödünler vermiş, Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiştir 1987'den başlamak üzere AET (fark gideri*ci vergi konusu olanlar dışında) Türk tarım ürünlerine uygulanan vergileri tümüyle kal*dırmıştır Sanayi ürünlerinde ise ilke olarak 12 yılda, istisna olarak 22 yılda gümrük birliği kurulması öngörülmüştür AET, Türkiye'nin sanayi ürünlerine uyguladığı gümrük vergi ve resimleri ile miktar kısıtla*malarını üç istisna dışında bir defada kaldır*mayı ve bu durumu sürekli kılmayı kabul etmiştir Söz konusu üç istisna şunlardır: 1) Pamuk ipliği, pamuklu dokuma ve maki*ne halılarında yüzde 25'lik bir gümrük indirimi yapılarak 12 yılda tümüyle gümrük vergisi bağışıklığı sağlanması; 2) petrol ürünlerinde gümrük vergisi bağışıklıklarının belli kontenjanlarla sinirli olarak tanınması; 3) ipekböceği kozası ve ham ipekte, toplulu*ğa ileride miktar kısıtlaması koyma hakkı tanınması Türkiye ise AET çıkışlı mallara uyguladığı gümrük vergi ve resimlerini 12 yılda kaldırmayı kabul etmiştir Ancak, özel bir koruma gerektiren ya da Türkiye'nin gelecekte üretimini geliştirmeyi planladığı bazı sanayi dallarında 22 yıllık bir süre öngörülmüştür

Katma protokolde kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı bölümünde, Türkiye ile topluluk üyesi ülkeler arasında işçilerin serbest dolaşımının, Ankara Anlaşması'nın ilkelerine uygun olarak, anlaşmanın yürür*lüğe girişinden sonraki 12 yılın sonu ile 22 yılın sonu arasında aşamalı olarak gerçek*leştirilmesi hükme bağlanmıştır Ayrıca, taraflar, yerleşme hakkına ve hizmetlerin serbest edimine yeni kısıtlamalar koymak*tan kaçınma ve Ortaklık Konseyi'nin sapta*yacağı sıra, süre ve yöntemlere göre, var olan kısıtlamaları giderek kaldırma yüküm*lülüğü altına da girmişlerdir

Ekonomi politikalarının uyumu konusun*da rekabet, vergileme ve mevzuatın birbiri*ne yaklaştırılmasına, ekonomi ve ticaret politikalarının eşgüdümüne ilişkin hüküm*ler yer almaktadır Katma protokolde, Tür*kiye - AET ortaklığının işleyişinde karşılaşı*lacak güçlükler ve aykırı davranışlara karşı tarafların ekonomilerinin korunması için çeşitli önlemler de kabul edilmiştir

Başlangıçta, Türkiye ile topluluk arasında*ki ilişkiler Ankara Anlaşması ve katma protokolde öngörüldüğü biçimde gelişti Türkiye, gümrük birliğim sağlamaya yöne*lik olarak 1973 ve 1976'da gümrük vergile*rinde iki indirimi gerçekleştirdi, ama daha sonraki yıllarda yapılması gereken indirim*ler, Türkiye'nin ekonomik sorunları nede*niyle ertelendi Topluluk, sanayi sektörüne ilişkin olarak vergi indirimi yükümlülüğünü yerine getirdi, ama kendi tekstil sektörünün içinde bulunduğu güçlükleri öne sürerek ve katma protokolün ilgili maddelerine aykın olarak, Türkiye'den tekstil ürünleri ithalatı*na miktar kısıtlamalan koydu Ayrıca, kat*ma protokolün 1 Aralık 1986'dan başlaya*rak işçilerin AET içinde serbest dolaşımını öngörmüş olmasına karşın Ortaklık Konse*yi konuya ilişkin yöntemleri kararlaştırmadığından işçilerin serbest dolaşımı gerçek*leşmedi

1970'lerin ikinci yarısında Türkiye içinde bulunduğu ekonomik bunalım nedeniyle AET ile ilişkilerini askıya almıştı 12 Eylül 1980'den sonra ise ilişkiler bu kez Türkiye' de demokratik parlamenter rejim olmadığı gerekçesiyle AET tarafından donduruldu Türkiye - AET ilişkileri 1983 sonrasında yeniden normalleşme sürecine girdi TC hükümeti, 1987 içinde AET'ye tam üyelik başvurusunun yapılacağını açıkladı

Türkiye'nin AET ile ilişkileri 1960'lardan bu yana değişik yönleriyle tartışıla gelmiştir AET'ye tam üye olmayı savunanlar, böyle*ce Türkiye'nin siyasal ve ekonomik ufku*nun genişleyeceğini, Batı ile bütünleşmenin ilerleyeceğini, dış yatıranların artacağını ve dış ticaretin gelişeceğini ileri sürmüşlerdir Ayrıca, Türkiye'nin bugünkü sanayi yapı*sıyla tam rekabet ortamına ayak uydurabi*leceği ve böylelikle daha sağlıklı bir yapıya kavuşabileceği de savunulmuştur

Üstelik AET'ye katılma, tüketicilerin de yararına olacaktır; çünkü dışa kapalı ve korumacılığa dayalı bir ekonomi politikası, maliyetleri ve yurt içi fiyatlan artırıcı bir etki yapmaktadır

AET'ye katılmaya karşı olanlara göre ise AET üyeliği Türk ekonomisinin gelişme biçimini değiştirecektir Buna göre, hızlı gelişme gösteren sanayi dalları rekabet edemeyerek tasfiye edilecek, Türkiye AET'nin terk ettiği geleneksel sektörlerde uzmanlaşmış bir ülke olacaktır Sanayi yapı*sındaki bu değişikliğin sonucu olarak eko*nominin gelişme hızının düşeceği de AET üyeliğine karşı olanlarca ileri sürülmüştür Bu görüşe göre sanayinin mülkiyet yapısın*da da bir değişiklik ortaya çıkacak ve Türk sanayisinin önemli bölümü yabancı serma*yenin eline geçecektir Türkiye'nin tam üyelik için 1987’de AET’ye başvuracağının açıklanmasından sonra bu konudaki tartışmalar yeniden yoğunlaşmıştır

Toplulukla Türkiye arasında ortaklık re*jimini yürütmek üzere şu iki organ kurul*du: (a) Ortaklık konseyi: Ortaklık rejiminin asıl karar alma merciidir; (b) Türkiye top*luluk karma parlamento komisyonu Av*rupa parlamentosu ile TBMM arasındaki işbirliğini yürütür

Ortak üyeliğin üç aşaması vardır: (a) hazırlık dönemi, (b) geçiş donemi, (c) son dönem

1 aralık 1964'te başlayan hazırlık dö*nemi 5 yılı kapsıyordu Bu süre bittiğin*de 11 yıla kadar bir uzatma istemek mümkün olduğu halde Türkiye bu ek sü*reyi istemedi Bu donemde Türkiye top*luluğa herhangi bir ödün vermeksizin ekonomisini güçlendirecekti

Geçiş dönemi, emeğin serbest dolaşı*mına, sanayi ürünlerinde gümrük birliği*ne ve tarım ürünlerinin serbest dolaşımı*na hazırlık niteliğindedir Bu amaçlara na*sıl varılacağı, 23 kasım 1970'te imzalanan katma protokol ile saplandı Katma pro*tokolle birlikte, geçiş döneminde top*luluğun Türkiye'ye verebileceği krediler*le ilgili 2 mali protokol de yürürlüğe gir*di Katma protokol geçiş döneminde şu gelişmeleri öngörmekledir

Sanayi ürünlerinde gümrük birliği: topluluk, katma protokol'ün yürürlüğe girmesiyle (1 ocak 1973), bazı istisnalar dışında Türkiye'den gelen sınai ürünlere uyguladığı gümrük vergilerini sıfıra indir*mekle ve miktar kısıtlamalarını kaldırmaktadır Buna karşılık Türkiye 1967 yılında topluluktan yaptığı dış alımın yüzde 55'ı için 12 yılda ve yüzde 45'ı için 22 yılda gümrük vergilerini sıfıra indirmeyi taahhüt ediyordu

Tarım ürünlerinde tercihli sistem: Türkiye, geçiş donemi suresince tercihli gümrük tarifesine tabi üçüncü ülkelerden farklı durumda değildir Ödünlerden yararlanabilecek ürünlerin listesi katma pro*tokol'e eklenmiştir Tarım alanında Türki*ye'ye düşen yükümlülük, 22 yıllık sürenin bitiminde topluluğun ortak genel tarife*sine uyacak biçimde kendi tarım politika*sını düzenlemesidir

Emeğin serbest dolaşımı; Katma protokol, en geç 1 ocak 1986'dan itibaren, isçilerin serbest dolaşımının ortaklık konseyince saptanacak yöntemler çerçevesinde gerçekleştirilmesini öngörür

Krediler: 2 mali protokol ile Türki*ye'ye, katma protokolün imzalanmasını
izleyen 55 yıl sonra kullanılmak üzere, düşük faizli 195 milyon hesap birimi tutarında kredi ve ayrıca Avrupa yatırım bankası'nca özel sektöre 25 milyon hesap bi*rimi tutarında kredi verilmesi kararlaştırıl*mıştır

Ekonomi politikasında uyum: Geçiş döneminde, Türkiye'nin rekabet ve vergileme konusunda topluluğun geliştirdi*ği mevzuatla kendi mevzuatı arasında uyum sağlaması beklenmektedir

Son dönem: Ankara anlaşması'na gö*re, geçiş döneminin tamamlanacağı, kat*ma protokolün yürürlüğe girişinin 22 yı*lından itibaren (1995) son dönem başla*yacaktır Ancak bu dönemin kaç yıl sü*receği belirtilmemiştir

Türkiye ile aynı üretim yapısına sahip Yunanistan'ın 1981'de, ispanya ve Por*tekiz'in 1986'da tam üye olarak AET'ye katılmasına ek olarak, AET'nın yükseltti*ği gümrük duvarları ve özellikle tekstil ürünlerine uygulanan ithalat kotaları, Türkiye'nin bu ülkeler topluluğuna karşı etkin bir rekabette bulunmasını güçleştir*di Bu da, Türkiye'nin 1980’li yıllarda AET'ye tam üye olarak katılma işlemini yeniden gündeme getirdi Türkiye tam üyeliğe geçişi isterken, Türk işçilerinin AET ülkelerinde serbest dolaşım hakkını sağlamayı amaçlamakta ve Ankara anlaşması'nın 12, katma protokolün 36 mad*desine göre dolaşım serbestisinin 1 ocak 1986'dan itibaren başlaması gerekliğini öne sürmektedir, işsizlik oranı yüzde 15 dolayında olan Türkiye, özellikle serbest dolaşım konusunda hassastı Nihayet, AET ülkeleriyle daha sıkı bir rekabetin Türk sanayisinde etkinliği artırması beklen*mektedir

Buna karşılık AET üyesi ülkeler, Türki*ye'nin tam üyeliğini tartışmakta isteksiz*dir Türkiye'nin tam üyeliğe geçişini ön*leyen engellerden biri, AET ülkelerinin içinde bulunduğu iktisadi bunalımdır Ör*neğin, Avrupa parlamentosu'nun, ilke ola*rak Türkiye'nin tam üyeliğine karşı çıkma*yan, diğer gruplara oranla daha ılımlı bir tavır alan muhafazakâr Alman ve İngiliz üyeleri bile, AET'nin karşı karşıya bulun*duğu iktisadı güçlükleri öne sürmekledir İktisadi bunalım, genelde, AET ülkeleri*nin, Türk işçilerinin serbest dolaşımına ve Türkiye'nin tam üye olması halinde toplu*luğun üzerine düşecek yüke karşı çıkmalarına yol açmaktadır

Türkiye'nin kısa sürede tam üyeliğini önleyen diğer engeller arasında, hızla ar*tan nüfusunun dini-kültürel özelliklerinin Batı Avrupa'nınkine benzememesi, de*mokrasiye geçiş döneminde bulunması, iktisadi gelişme bakımından AET ülkele*rinden geride olması, katma protokolün 1978'de dondurulmuş olması sayılabilir (haziran 1986)

2-4) Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM)
Roma'da 25 mart 1957'de imzalanan Avrupa atom enerjisi topluluğu (Euratom) antlaşması da, 1 ocak 1958'de yürürlü*ğe girdi Sözleşmeye katılanlar, Avrupa kömür çelik birliği'nin ve Ortak pazar'ın üyeleridir Bu topluluğun "görevi ve amacı, nükleer sanayilerin hızla kurulması ve büyümesi için gereken koşulların sağ*lanması yoluyla üye ülkelerde yaşam dü*zeyinin yükselmesine ve diğer ülkelerle mübadelelerin gelişmesine katkıda bulunmaktır" Antlaşma, araştırmaların gelişti*rilmesini, bilgilerin yayılmasını ve sırlara saygı gösterilmesini, sağlığın korunması*nı, mineral, hammadde ve özel parçala*nabilir maddeler (bu sonuncular toplulu*ğun malı sayılırsa da, üreticisinin ya da dışalımcısının bunlar üzerinde kullanma bakımından bir öncelik hakkı vardır) sağ*lanmasını öngörür Sınırsız bir süre için akledilmiş olan antlaşma, yeniden göz*den geçirilebilir Her Avrupa devleti top*luluğa üye olmayı isteyebilir isteğin ka*bulü için bütün üye devletlerin olumlu oy vermesi gereklidir

Topluluk, Avrupa kömür çelik toplulu*ğu ve Ortak pazar ile aynı ayrıcalıklardan yararlanır

Kurumları, Avrupa kömür çelik toplulu*ğu ve AET ile ortak kurumlardır Komis*yonun emrinde bir ajans vardır Bu ajans, üye devletlere maden, hammadde ve öze! parçalanabilir maddeler sağlamak*la görevlidir Üye devletler, ürettikleri par*çalanabilir maddeler üzerindeki tercih hakkı ve malzeme sağlanması için sözleş*meler yapmak konusundaki tekel hakkı dolayısıyla gerekli bütün bilgileri ajansa iletirler

Araştırma alanında, topluluğun iki ro*lü vardır, bir yandan ulusal programlar arasında uyum sağlar; öbür yandan doğ*rudan doğruya kendine ait bir program hazırlar Topluluğun bu kendi öz progra*mı dört kuruluşu —Belçika'da Geel, İtal*ya'da Ispra, Almanya'da Karlsruhe, Hol*landa'da Pelten— kapsayan bir araştırma merkezinde gerçekleştirilir
Euratom ile ABD arasında 1958 kası*mında bir teknik işbirliği anlaşması imza*lanmıştır

Ortak Kuruluşlar
1965 Brüksel antlaşması'ndan bu yana, toplulukların dört ortak temel kuruluşu vardır

Avrupa parlamentosu Her üye dev*letin vatandaşlarınca doğrudan doğruya genel oyla ve O devletin nüfusuna, iktisa*di ve siyası önemine göre, eşit olmayan sayılarda seçilen temsilcilerden oluşur Kural koyucu bir yetkiye sahiptir; ayrıca bütçe düzenler ve siyasi denetleme gö*revi yapar Kurulun merkezi Strasbourg'dadır

·Konsey Her üye devlet hükümetinin bir üyesinin (dışişleri bakanı ya da bir "teknisyen" bakan) katılımıyla oluşur Ge*nel yasama gücüne sahiptir, ancak, Avru*pa kömür çelik topluluğu organı ola*rak çalıştığı zaman bu yetkiye sahip de*ğildir; bu takdirde danışsal bir rol oynar, bazen bu rol Konsey'in "uygun" görüşü*nün alınması koşuluyla güçlendirilebilir Konsey bünyesinde başgösteren ağır bir krizden sonra, ocak 1966 tarihli "Lüksemburg anlaşmaları" nda, kararların, oy bir*liğiyle alınması kararlaştırıldı Konsey'in merkezi Brüksel'dedir

•Komisyon Üye devletler hükümetlerin*ce, dört yıllık bir süre için atanan komis*yon üyelerinden oluşur (Yunanistan'ın üyeliğe kabulünden sonra sayıları on dör*dü bulmuştur) ve gerek hükümetlerden, gerek Konsey'den bağımsızdır Bir baş*kanı ve çok sayıda başkan yardımcısı var*dır Avrupa kömür çelik topluluğu'nun or*ganı olarak karar yetkisine sahiptir Bu*nun dışında genel olarak, yönetim, denet*leme, girişimde bulunma ve Konsey'ın görevlendirmesi halinde, karar verme yet*kisiyle donatılmıştır Komisyon'un merkezi Brüksel'dedir

•Adalet divanı Üye ülkeler sayısı kadar yargıçla dört savcıdan oluşur Görevi, toplulukları kuran antlaşmaların uygulan*masında hukuka saygıyı sağlamaktır Ko*misyon ya da üye devletlerden birince toplantıya çağrılabilir Kararlarına itiraz edilemez ama uygulamada Divan karar*larından birini uygulamayı reddeden bir devlet, kararı uygulamaya zorlanamaz Adalet divanı'nın merkezi Lüksemburg'dadır ( AVRUPA TOPLULUKLARl ADALET DİVANI )

Bu organların yanı sıra, her yıl, devlet ya da hükümet başkanları bu "Konferans" ta bir araya gelerek toplulukların iz*leyecekleri genel politikanın ilkelerini sap*larlar Bu konferansın resmi bir niteliği yoksa da günümüzdeki "zirve konferanslar'ına tekabül etme eğilimindedir ve söz konusu kuruluşları ikinci planda bırak*maktadır

Son olarak, topluluklar, bazı yardımcı uzmanlaşmış organlarla donatılmıştır Bunların en tanınmışları şunlardır Avru*pa yatırım bankası, Avrupa tarımsal yön verme ve garanti fonu, Avrupa sosyal fo*nu, Avrupa kalkınma fonu Floransa'da kurulmuş bulunan Avrupa üniversitesi, üye devletlerden öğrenci ve öğretim üye*leri almaktadır

Avrupa toplulukları adalet divanı, 1958'de kurulan ve merkez Lüksemburg'da olan uluslararası yargı organı 1951'de kurulan Avrupa kömür çelik birli*ği, Adalet divanının yerini aldı Çeşitli Avrupa toplulukları antlaşmalarının uygu*lanmasına ve yorumlanmasına ilişkin da*valara bakan Divan'a, üye devletler, top*luluk organları, ulusal mahkemeler ya da bireyler başvurabilir

2-5) Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü
(Organisation for European Economic Cooperation - OEEC)
3 Nisan 1948'de Paris' te imzalanan bir anlaşmayla Avrupa ekono*misini, Avrupa Kalkınma Programı (Marshall Planı) uyarınca yeniden toparlama çabalarını eşgüdüm içinde yürütmek ama*cıyla kurulan örgüt Örgütü kuran 16 Avru*pa devleti arasında Türkiye de bulunmak*taydı OEEC'nin birçok işlevi arasında, üye ülkeler arasındaki ticaret sınırlamalarını kaldırmaya yardımcı olmak, kıt kaynakları paylaştırmak ve ortak ekonomik çıkarlarla ilgili konularda düzenli bir danışmanlık sistemi kurmak da vardı OEEC'nin yerini 1961'de ABD ve Kanada gibi Avrupa dışı üyeleri de kapsayan Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) aldı

3) AVRUPA’DA KÜLTÜREL ENTEGRASYON
Batı Avrupa’da AT bazında devam eden sosyal bir gelişme süreci mevcuttur Bu süreç, üyeleri arasında bir takım ortak çıkarlar yönlendirilmesiyle başlamıştır Kuruluşu ve amaçları itibariyle Batı Avrupa’daki söz konusu hareket uluslarüstü bir örgütlenme çerçevesinde devam etmektedir İster AT vasıtasıyla oluşan üst toplum boyutlarında bir entegrasyonu amaçlayan ve kurulumu itibariyle de uluslarüstü karaktere sahip olan bir örgütlenme olsun veya isterse bu boyutlarda bir entegrasyonu amaçlamayan fakat daha çok üye devletlerarası işbirliği amaçlı uIuslararası örgütler olsun dar anlamda gösterdikleri benzeşen bazı hususiyetleri bulunabilir Öncellikle birinci nedenleri farklı da olsa tarafların benzeşen amaçları bazında oluşturdukları ortak çıkar bilincidir Spinelli ' ye göre ;

" Kamu ortak çıkarı meselesi, AT kurumlarınca idrak edilmekle birlikte, artma temayülü içindedir Ancak kamu ortak çıkarı daima sınırlı kalacaktır, zira ortak politikanın parçası balina gelmeyen her husus, üye devletlerin tasarrufundadır Avrupa Topluluklarının amacı , Avrupa ulusu oluşturmayı hedefleyen bir Avrupa Devleti olmak değil, fakat vatandaşların kendi ulusal gelenek ve kültürlerini sıkı bir şekilde korurlarken, aynı zamanda AT nin de vatandaşı olacakları bir uluslar federasyonu kurmaktır"
AT, bazında devam eden oluşumdaki gibi üst kültürel bütünlere bir takım örnekler verilebilir, örneğin alt gruplarda oluşan ulusaI bütünler biraraya gelerek, çok uluslu ulus oluşturan devletler veya çok uluslu devletsel toplumlar gibi bir takım entegrasyon şekillerine gidebilirler Kuruluşu ve gelişen süreçteki vaziyeti itibariyle AT' deki üst toplum yapılanması büyük boyutlarda çok ulusIu devletsel topluma benzetilebilir Batı Avrupa 'da oluşan çok uluslu devletseI karakterindeki hareket Avrupa toplulukları bazında devam etmektedir AT vasıtasıyla oluşturulması hedeflenen bir devletsel toplum ideali nedeniyle, bir araya gelerek bu toplumu oluşturacak bireylerin ve dahil oldukları alt grupların veya alt grupları ihtiva eden ulusal düzeyde daha karmaşık nitelik ve nicelikteki grupların bir ortak çıkar bilincine sahip olmaları gerekmektedir Devletsel karakteri ağır basan bir sosyalleşme süreci içerisinde bulunan AT ‘nin ulus oluşturma işlevi muğlak olmakla birlikte devam eden süreç itibariyle bu boyutlarda bir amacın taşınmadığı veya gerçekleştirilemeyeceği anlamı da çıkarılamaz Orjinal olarak , Avrupalılığın bir parçası durumundaki bölgesel Avrupalılığa dayanarak gelişen bu olgu, sadece alt unsurlar pozisyonundaki üye ulusların devIetsel bir organizasyonundan ibaret değildir
Bu durumda Batı Avrupa'da üç Topluluktan (AKÇT EURATOM ve AET) meydana gelen Avrupa Topluluklarının anayasal nitelikteki kurucu antlaşmaları çerçevesinde devlet ve ulusların entegre olma süreci, bireysel maneviyat ve hayatiyetin, sosyal birleşmenin ve yaşama geniş perspektifli bir bakışın temel kaynağı olan kültürel bir entegrasyon olmaksızın düşünülemez

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.