|  | Giovanni Trapattoni Kimdir? |  | 
|  10-07-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Giovanni Trapattoni Kimdir?2000 yılında istifa eden Dino Zoff'un yerine İtalya Milli Futbol Takımı'nın başına getirilmiştir  Milli takım teknik direktörü olarak 2002 FIFA Dünya  Kupası ve 2004 yılındaki Avrupa Futbol Şampiyonası'na katıldı  Ancak iki  turnuvada da İtalya beklenenden uzak bir performans gösterince 2004  yılında yerine Marcello Lippi getirildi   25 yılı aşan teknik direktörlük döneminde 9 kez lig Şampiyonluğu, 1 Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1 Kupa Galipleri Kupası Şampiyonluğu, 3 UEFA Kupası, UEFA Süper Kupa Şampiyonluğu ve iki kez de İtalya Kupası şampiyonluğu kazanmıştır  Bayern Münih'le Bundesliga Şampiyonluğu yaşayarak bu ülkede  takımını şampiyon yapan ilk yabancı teknik adam oldu   Teknik direktörlük kariyeri AC Milan 1974-1976 Juventus 1976-1986 ve 1991-1994 Inter Milan 1986-1991 Bayern Münih 1994-1996 ve 1997-1998 Cagliari Calcio 1996-1997 Fiorentina 1998-2000 İtalya Milli Futbol Takımı 2000-2004 SL Benfica 2004-2005 VfB Stuttgart (2005-2006)  ÖLÜMSÜZ USTA GIOVANNI TRAPATTONI Ne demişti ölümsüz futbol filozofu Liverpool’lu Bill Shankley: “Eğer teknik direktörseniz ne yaparsanız yapın, ölene kadar hep son maçta aldığınız skorla hatırlanırsınız” “Shankley yerden göğe kadar haklı çünkü insanlar bir kere şekerin tadını alınca bir daha tuz yemek istemezler” diyerek 35 yıllık teknik adamlık macerasını özetliyor Giovanni Trapattoni, “Sen de bizzat teknik direktör olarak artık o taraftarlar gibisindir; şampiyonluklar, kupalar, başarı öyle tatlıdır ki sen de farkında olmadan onlar gibi şeker bağımlısı olmuşsundur  70’ine merdiven dayadığında  bile kendini 35 yaşında işe ilk başladığın günkü gibi hisseder, dünyanın  bir ucundan diğer ucuna başarının peşinde sürüklenir durursun; sadece  başarılı olamadığın zaman 35 yaşında olmadığını, artık ömrünün sonuna  geldiğini ve tüm bir hayatının o başarının peşinde yitip gittiğini fark  edersin  ” Dile kolay, Trapattoni’nin antrenörlük yaşamı, bu satırların yazarının hayatından daha uzun… 35 yıl, 20 kupa ve 3000 klasik müzik CD’si! Juventus, Platini, Inter, Mattheus, Vivaldi, Puccini, Verdi… Belki de başta opera olmak üzere klasik müziğe bu kadar delice tutkun olduğu için Trapattoni takımlarına asla Keeganvari “Napolyon futbolu” veya Gullit gibi “Monica Belluci futbolu” oynatmaz  Çoğu zaman, Trapattoni’nin takımı sahasına hapsolmuş, oyunu  geride kabul etmiş gibi gizlenirken belki de o Vivaldi’nin en güzel  eserlerinde tüm orkestra düşük tempoda devam ederken aniden ortaya çıkıp  yükselen kemanlar gibi bir anda farkı açar; 90 dakikanın en doğru  zamanında en doğru yerinde başlayan konçerto, 35 yılın sonunda en  görkemli futbol operalarından birisine dönüşür    Bir başka ihtimal, 23 yıllık futbol kariyeri boyunca 284 maç oynamış olmasına rağmen sadece 3 gol atmasıdır, Trapattoni’nin önce savunmayı sağlama alan oyun planlarının hareket noktası  1939 yılında Milano’da doğup 20 yaşından  itibaren 12 sezon boyunca doğup büyüdüğü şehrin AC Milan’ında orta  sahanın defansif kısmını kimselere bırakmayan Trapattoni, futbol  oynayanlar eğer İtalyan ise golün ne kadar zor atıldığını herkesten iyi  anladığından kendine özgü savunmanın, hücum hattının en ilerisindeki  presle başladığı futbol tarzını icat eder  Kendisinden sadece iki  yaş küçük olan Alex Ferguson, kazandığı onca kupaya ve yıllardır  Manchester’ın Kırmızı yakasına hep en şekerli futbolu izlettirmesine  rağmen Trapattoni’den fazlasıyla etkilendiğini gizlemiyor: “Sacchi’nin  dediği gibi iyi bir teknik adam olmadan önce iyi bir futbolcu olmak  gibi bir zorunluluk yok, çünkü hiçbir şampiyon jokey, daha önce at  olarak yarışlara katılıp şampiyon olmamış  Ama yine de Trapattoni gibi  hem futbolculuğunda hem de antrenörlüğünde Avrupa Şampiyonu olmak başlı  başına büyük bir ayrıcalık  Futbolculuğu ile teknik adamlığı arasındaki  devamlılık da bizzat futbolcuyken oynadığı oyuna teknik direktör olarak  bakabilmesinden kaynaklanıyor  1980’lerde futbolda yaşanan değişimin en  büyük mimarlarından birisi olarak İtalya’da ilk hücum prese dayalı oyun  tarzını başlatan Trapattoni’dir, Lippi ve Capello onun açtığı yoldan  ilerleyerek bu kadar başarılı oldular  Birçok zaman Trapattoni’yi sadece  Trapattoni yenebilir  ”  Bir de tabii başta benimki olmak üzere birçok futbol aşığının yüreğinde uzun süre iyileşmesi imkansıza yakın bir acı olan Henry gibilerin sahtekarlıkları    2002'de ev sahibi olduğu için Güney Kore  kayırılırken, canı yakılan yine Trapattoni'den başkası değildi tıpkı  Euro 2004'teki son grup maçlarında İskandinav kumpasına kurban edildiği  gibi  Hayatında İtalya'yı tutmamış, desteklememiş birisi olarak itiraf  ediyorum: 18 kasım günü asla büyümeyecek kadar küçülen Henry'nin eli  benim de suratıma bir tokattır zamanında İtalya'nın uğradığı  haksızlıklara isyan etmediğim için    Yine de arşivde boğulmayıp tarihe, ölümsüz ustaya dönelim: Milan’da geçen 12 yıllık futbolculuk yaşamından sonra, sadece 10 maçlığına Varese formasını giyen Giovanni Trapattoni, Maldini gibi olmamasının sebebini de Milan’a olan sevgisinin azlığına bağlamaz; aksine onun için asıl aşkından bir süre uzaklaşmak, yeni sulara yelken açmak, aşkı tazeleyen bir dönüm noktasıdır: “Varese’de tabii ki Milan’daki kadar iyi olamayacağımı biliyordum, herkes de bunu söylüyordu zaten ama bunu gidip kendim görmeliydim  Zaten futbolu bırakır bırakmaz  soluğu yine Milan’da bu sefer genç takımın teknik direktörü olarak  aldım  ”  Tabii ki Trapattoni’nin gönlünde Milan’ın yeri Rıza Çalımbay için Beşiktaş’ın yeri ya da kendisiyle beraber hem futbolcu hem de teknik adam olarak Avrupa Şampiyonluğu yaşamış beş isimden birisi olan Johann Cruyff’ın gönlünde Barcelona’nın olduğu yerdir  Ama Cruyff’tan çok Rıza  Çalımbayvari bir başlangıç yapar Trapattoni  Henüz çok da fazla bir  deneyimi yokken alınan istikrarsız sonuçlar üzerine eski takım arkadaşı  Paolo Barison’un yerine göreve getirilir  İlk önce aldığı iyi sonuçlar  üzerine göreve kalıcı olarak getirilirken, 1974-1975 sezonunun İtalya  Kupası’nda takımını finale kadar taşıyınca kulübün tarihinin en zor  günlerinde biraz olsun nefes almasını sağlamış, teknik direktör olarak  rüştünü tam anlamıyla ispatlamıştır  Finalde Fiorentina karşısında  alınan yenilgi ise bir kez daha Shankley’i haklı çıkaracak, Trapattoni  bir dahaki sezona final maçının yenik adamı olarak başlayacaktır    1975-76 sezonunda o zamanların en iyi orta saha oyuncularından birisi olan Fabio Capello’yu Juventus’tan transfer etmesine rağmen bir kez daha bekleneni veremeyen takımın faturası Rıza Çalımbay örneğinde olduğu gibi “bizim oğlan” konumundaki Giovanni Trapattoni’ye çıkartılır ve “henüz büyük bir takımı çalıştıracak kalibrede olmadığı” gerekçesiyle görevinden alınır  Trapattoni’den  sonra Milan, 1986’da Berlusconi kulübü satın alana kadar iflah  olamazken, hatta bir süre ikinci ligde mücadele etmek zorunda kalırken, Milan’ın  en büyük rakiplerinden Juventus, Milan’ın kovduğu genç teknik adamı  göreve getirerek tarihinin en altın çağını yaşayacaktır  1976  yılında Juventus’un başına geçen Trapattoni 1986’a kadar görev yaparak  sadece İtalya tarihinin bir takımda en uzun süre görev yapan teknik  direktörü olmakla kalmayacak hem İtalya’da hem de Avrupa’da tüm kupaları  kazanarak, Juventus’un İtalya tarihinin en başarılı takımına dönüşmesi  sürecinde tarihi bir rol oynayacaktır   Henüz ilk sezonunda Juventus’u lig şampiyonluğuna taşıyan Trapattoni, Scirea ve şimdilerde İrlanda Milli Takımı'nda yardımcısı olan Marco Tardelli üzerine kurduğu hücum prese dayalı futbolla İtalyan futbolunda yeni bir çağı başlatır  Aynı yıl, 1976-77 sezonunda kazanılan UEFA Şampiyonluğu da Avrupa  futboluna damgasını vuracak olan İtalyan futbol çağının miladı  niteliğindedir  Finalin kahramanı yine Marco Tardelli olur  Kendisi  gibi orta sahada savunmaya dönük oynayan Tardelli’yi yıllar sonra  Mattheus’u dönüştüreceği gibi çok yönlü bir futbol makinesine dönüştüren  Trapattoni, bir sonraki sezon manevi evladı gibi gördüğü o zamanların  genç yıldızının performansı ile 1978 yılında üst üste ikinci kez  Juventus’u Serie A şampiyonluğuna taşır    1979’da İtalya Kupası’nı kazanan Trapattoni’li Juventus, 1980’de ligi ikinci bitirdiğinde kadroda revizyona gider  Henüz  futbolcu izleme komitelerinin fazla kök salmadığı Kıta Avrupası’nda o  zamanlardan sadece kendi liginin değil, dünyanın dört bir yanındaki  oyuncuları avucunun içi gibi bilen Trapattoni, orta sahada Tardelli’nin  kaptığı topları değerlendirebilecek hücum prese yatkın bir 10 numara  olan ama Juventus’a karşı oynadığı iki maç dışında İtalya’da pek de  tanınmayan Liam Brady’yi transfer eder  Kağıt üzerinde Brady’nin  transferi büyük bir kumar olsa da Trapattoni’nin başta İtalya olmak  üzere tüm dünyaya tanıttığı Brady’nin sol ayağı, adeta 1981 ve 1982’de  üst üste iki sezon kazanacağı Serie A şampiyonluklarının kapısını açan  eşsiz bir futbol anahtarıdır  Sağ iç ve sol iç ayrımlarını kaldıran  Trapattoni’nin uzun yıllar Avrupa futboluna egemen olan baklava orta  saha modeliyle yeni bir çığır açmış, oyuncularını sisteme göre kullanmak yerine elindeki malzemeye göre yeni bir taktik anlayış geliştirmişti   1982’de İtalya sürpriz bir şekilde Dünya Kupası Şampiyonu olurken, sergilediği rakibin oyununu bozmaya dayalı tatlı sert presli oyun anlayışı, tamamen Trapattoni’li Juventus’un iki sezon üst üste şampiyonluğa taşımış olan formülün milli takıma uygulanmış versiyonudur  Trapattoni’nin manevi oğlu gibi olan  Tardelli turnuvanın en iyi oyuncularından birisine dönüşürken, final  maçında şampiyonluğu getiren gole de imzasını atacaktır  Ama asıl 1982  Dünya Kupası’ndaki Trapattoni damgası, çok yakın bir zamanda Juventus’ta  beraber oynatacağı Platini ve Boniek ikilisi olur  O  zamanlar Bosman futbolcuların ayaklarındaki prangaları kırmamış olduğu  İtalya’da yabancı oyuncusu sınırlaması hüküm sürdüğü için Brady satılmak  zorunda kalınır    Yerine transfer edilen Platini, İtalya’daki ilk günlerinde zorlanırken, Trapattoni bir kez daha insan yönetimi sanatının, teknik direktörlüğün en önemli boyutu olduğunu vurgularcasına Platini’yle görüşerek sıkıntılarını masaya yatırır  Platini,  takımın oynadığı oyunun Boniek ve kendisine uymadığını, takımdan  ayrılmak istediğini söylediğinde Trapattoni ders vermez, ders alır   1983’te Serie A ikincisi ve Şampiyon Kulüpler finalisti olan Juventus, sadece İtalya Kupası şampiyonluğuyla yetinir  Ama aslında kısa vadede kaybetmiş gibi  gözüken Trapattoni, uzun vadede İtalyan futbolunun gerçek imparatoruna  dönüşecektir  Platini sorununu çözerken aldığı ders,  siyah-beyazlılara oynattığı futbola yansıyan Trapattoni 1984’te  Juventus’u Serie A, Kupa Galipleri Kupası ve Avrupa Süper Kupası’nda  şampiyon yapar  1985’te Juventus’u Şampiyon Kulüpler Kupası ve  Kıtalararası Kupa şampiyonluklarına taşıyan teknik adam, 1986’da bir kez  daha siyah-beyazlıları Serie A şampiyonu yaptıktan sonra İtalya’nın en  pahalı teknik direktörü olarak Inter’in yolunu tutar: “Juve’deki  onuncu yılımın sonunda artık daha fazla kazanabileceğimiz bir şey  kalmamıştı  Yine de o on sezon boyunca kazandığım para hayatımın sonuna  kadar torunlarıma bile yeterdi ve ben Inter’e kesinlikle para için  gitmemiştim  Önemli olan İtalya’nın en pahalı teknik direktörü olmak  değildi, herkesin çalıştırılması, düzeltilmesi imkansız bir takım olarak  andığı Inter’de başarılı olabilmekti” En başlarda Trapattoni’nin işi sandığından da zordur  Herkes ilk sezonun  sonunda Trapattoni’nin de kendisinden önceki teknik adamlar gibi  harcanıp gideceğinden eminken, Trapattoni ilk önce sabırla kendi futbol  felsefesini kulüp yönetimine benimsetir  Daha sonra ise Mattheus’u  transfer ederek, Avrupa’nın en iyi oyuncularından birisi olarak  gösterilen Alman futbol makinesine aslında daha öğrenecek çok şeyi  olduğunu anlatarak yoluna devam eder  İlk olarak Alman yıldızın  sadece sol ayağını çalıştırır, daha sonra ise onun kalibresinde bir  oyuncunun maç boyunca oyunun her iki yönünü de oynamak zorunda olduğunu  ve bunun takımın kaderini belirleyecek en önemli nokta olduğunu  açıklayarak antrenmanlarda kendisini savunmada oynatır  Inter ilk önce  1989’da 10 yıl sonra Serie A şampiyonu olurken, Mattheus yılın  futbolcusu seçilir  1990 Dünya Kupası’nda ise Almanya’nın şampiyon  olmasında başrolde olan Mattheus bir kez daha Trapattoni’nin kendisini  baştan yarattığı kabul edecek ve 38 yaşına kadar futbol oynamasının  İtalyan hoca sayesinde olduğunu birçok kez tekrarlayacaktır   1991-1994 yılları arasında ikinci kez Juventus’un başına geçen Trapattoni, eski gücünden uzak olan ve Berlusconi’nin Milan’ının gölgesinde kalan siyah-beyazlıları tekrar şampiyonluğa oynayan bir takıma dönüştürse de sadece 1993’teki UEFA Kupası şampiyonluğuyla yetinmek zorunda kalır, 1992 ve 1994’te ligi ikinci sırada tamamladığında ise Bill Shankley bir kez daha haklı çıkar: “Birinciysen insanların gözünde her şeysin ama eğer ikinciysen sadece hiçbir şeysin” 1994-95 sezonunda Bayern Münih’in başına geçen Trapattoni, Almanya’daki ilk deneyiminde daha çok saha dışı etkenler yüzünden başarılı olamazken bir sezonluğuna Cagliari’nin başında İtalya’ya geri döner  Ama Trapattoni’nin asıl  muhteşem dönüşü 1996’da yine Bayern Münih’e olacaktır  1996-97 sezonunda  Bayern’i Bundesliga şampiyonluğuna taşıyan Trap, 1997-98 sezonunda da  Almanya Kupası’nı kulübün müzesine götürürken bir kez daha “fazla  İtalyan” birisi olarak saha dışında Alman futbol kültürüyle çatışmasının  kurbanı olacaktır  Bir maçtan sonra kendisinin bile bazı  futbolculardan daha çok koştuğunu söylemesi, oyuncularını içi boş  şişelere benzetmesi Trapattoni ile Alman devinin yollarının ayrılmasına  sebep oldu  Ama yine de sadece o yılların en yetenekli Alman  yıldızlarından Mario Basler’i Lucescu’nun Sergen’i oynatması gibi hiç  kimsenin beceremediği kadar iyi oynatması onun Almanya’da da kendine has  bir repütasyon oluşturmasını sağlayacak, uzun yıllar Almanya’nın birçok  kulübünden teklifler alacaktı   Yine de Almanya’ya bir kez daha dönene kadar ilk önce Fiorentina’yı çalıştıran ve elindeki kısıtlı kadroya rağmen Floransa ekibinin İtalya’nın dev ekipleri arasından sıyrılarak Şampiyonlar Ligi’ne katılmasını sağlayan Trapattoni, 2000 yılında hayatı boyunca hayalini kurduğu göreve getirildi  2000-2004 yılları arasında İtalya Milli Takımı’nı çalıştıran  kurt hoca, 2002 Dünya Kupası’nda Güney Kore maçında gözleri Steve  Wonder’dan bile daha az gören hakemlerin kurbanı olurken, 2004 Avrupa  Şampiyonası’nda İskandinav kumpasının ve kendi kendisinin kurbanı  olacaktı  Daha önceleri kendisini, Almanya ve İtalya gibi Avrupa’nın  en zor liglerinde başarıya taşıyan defans ağırlıklı futbol, İtalyanların  tarihleri boyunca en iyi oynadıkları oyun tarzı olsa da en iyi savunma  oynatan İtalyan teknik direktör olarak milli takımda büyük bir  hayalkırıklığı yarattı   2004-2005 sezonunda Portekiz’in Benfica ekibinin başına geçen ve orada geçirdiği tek sezonda takımını lig şampiyonluğuna taşıyan yaşlı kurt, Avrupa’nın üç ayrı liginde şampiyonluk yaşayarak tarihi bir başarıya imza attı  Bir kez  daha Almanya’dan gelen ısrarlı teklifleri reddedemeyen Trapattoni,  2005-06 sezonunda Stuttgart’ın başına geçtiğinde beklentiler büyüktü  Ancak bu kez Stuttgart’ın en büyük iki hücum silahı olan Danimarkalı  forvet oyuncuları Tomasson ve Gronkjaer’le arasına oynattığı savunma  ağırlıklı futbol yüzünden kara kedi giren kurt hoca, sadece 20 maç  sonra görevinden alındı  Tomasson ve Gronkjaer, Trapattoni’yi “hücum  yapmaktan korkmak”la suçlarken, Stuttgart yönetimi iki yıldız forveti  yedek kulübesine mahkum eden Trapattoni’yi “Kulübün hedefleri”yle  uyuşmadığı için kovdu   2006 yılında dünyanın en zengin adamlarından birisi olan Salzburg başkanı Dietrich Mateschitz’ın teklifi üzerine futbol direktörü olarak Avusturya takımının başına geçen yaşlı kurt, ilk sezonunda takımın başına eski talebesi Mattheus’u getirdi  İşler istendiği gibi gitmeyince bizzat  takımın başına geçen Trap, 2006-2007’de Salzburg’u Avusturya  Bundesliga’sında şampiyonluğa taşıyarak dört farklı ligde şampiyonluk  yaşamış oldu  Ama asıl teknik adamlık dehasını 11 yeteneksiz ama kimsenin olmadığı kadar mangal yürekli gençle mücadele eden İrlanda Milli Takımı'nda gösterdi  İtalya ve  Bulgaristan'ın olduğu en alt torbadan Dejan Saviçeviç'in Yugoslavya  mirası Karadağ'ın yer aldığı grupta dünyanın en güzel futbolunu  oynamasalar da eldeki malzemeye göre çok büyük iş başararak hiç  yenilmeden play-off'a kalan İrlanda Cumhuriyeti, olabilecek en çirkin  şekilde Henry'nin eline yenildi   O gün 70 yaşında oyuncularıyla beraber ağlayan Trapattoni, kişiliği ve eserleriyle ki (en büyüğü kazandığı tüm rekor mertebesindeki kupaların üzerinde o geceki takımı yaratmaktır) oynattığı futbolun çok daha ötesinde futbolun en güzel yüzlerinden birisi  Benim de bu vesileyle Henry'ye söylemek istediğim bir şey var  Cantona kadar ustaca sözler olmasa da Henry asla duymayacak olsa da:"Senin  hiç hayallerin oldu mu? Hiç hayallerini biriktirip yüreğine sığmayınca  ay ışığına astığın oldu mu? Sahi sen hiç hayal kurdun mu? Eğer kurmuş  olsaydın, sadece ölümsüz ustaya hürmetinden gider bu gol el değimiş,  iptal et derdin! Artık herhagi birisin, herhangi bir hırsızsın!" Binlerce kez daha teşekkürler Trapattoni dede, dünyanın en güzel, en şerefli kaybeden takımını yarattığın için!  | 
|   | 
|  | 
|  |