Prof. Dr. Sinsi
|
Ali Hışıroğlu
Ali Hışıroğlu şair, yazar
1962 yılında Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde doğdu Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu Üçüncü sınıfta okulu bıraktı Tavır, Öfke, Karar, Son Karar, Elif ve Genç Adam dergilerinde yöneticilik ve yazarlık yaptı Genç Adam Tiyatro grubunu kurdu Kendi yazdığı bazı tiyatro eserlerini sahneledi Evli ve üç çocuk babası Bir spor tesisinin yöneticiliğini yapıyor Ayrıca Zeytinburnu Damlaspor’un başkanı
ESERLERİ:
Safiyar (şiir)
Duygu Zehirlenmesi (hikaye)
Yağmura Uyanmak (tiyatro)
Bitmeyen Devrim Osmanlı (inceleme)
HAKKINDA YAZILANLAR
Bitmeyen Devrim Osmanlı
Sedat Bulut
Aylık Dergisi Kasım 2010
Ali Hışıroğlu, 1962 İnebolu doğumlu… Hışıroğlu, Tavır, Öfke, Karar, Son Karar, Elif ve Genç Adam dergilerinde yöneticilik ve muharrirlik yaptı Genç Adam Tiyatro grubunu kurduktan sonra kendi yazmış olduğu bazı tiyatro eserlerini sahneledi On cilt eserin altına imza atan Hışıroğlu’nun son eseri Bitmeyen Devrim Osmanlı
Şahsî mizaç ve hususiyeti olarak gayet mütevazı birisi olan Hışıroğlu, aynı zamanda mütevazı ve itidalli bir kalem erbabı Dolayısıyla, yazdığı eserlerin neredeyse tamamında “ben eserimi verdim, görevimi lâyıkıyla yaptım!” ukalâlığından uzak olarak, bir türlü “tam ve mükemmel” olamamanın ıztırabını yaşıyor olmanın yanı sıra, bu ıztırabını “eser verme” gayretiyle geçiştirmeye de çalışmıyor Tam aksine, “şaheserler” veren İrfan Sultanı-Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dâvasının “en hakir ferdi” olabilme liyakatına erebilmek için, çektiği “fikir sancısı”nı eserlerine yansıtan ve bu sancıyı aksiyonda verimlendirme iştiyakıyla yanıp tutuşan bir Büyük Doğu- İBDA fikriyatı mensubu o
Ali Hışıroğlu’nun yazdığı eserlerin tamamı, okunmaya değer bir nitelik belirtiyor Okunmasını, hem de ısrarla okunmasını, özellikle gençlerimize ve çevremize okutulmasını şahsen tavsiye edeceğim romanı ise Vakte Çeyrek Var Bunun yanında, Yokluğum Bana Lazım adlı eseri, bir “deneme” olmasının yanında, dikkat çekici bir nefs muhasebesi tüten kalıcı bir eser
Hışıroğlu’nun diğer eserleri şöyle iyidir, böyle güzeldir ayrı bahis Biz, bu güzel insanın Bitmeyen Devrim Osmanlı adlı eserini hem tanıtmayı ve hem de bu vesileyle bazı mütaalâlarda bulunmayı istedik Ki, bu toprakların öz be öz insanı, yine bu toprakların öz be öz insanı olan bir aydından “kökler”i hakkında bilgi temin etsin ve aralarında bir ünsiyet vukuu bulsun
ESERİN GAYESİ
Belki ekseriyet, “Osmanlı Tarihi” deyince kronolojik olarak “kuruluş, yükseliş, duraklama ve çöküş” devrelerini; padişahlar, paşalar ve remz şahsiyetlerin biyografilerini, kültür ve sanat eserlerini tek tek işaretleyici bir tarzda yazılan bir eser tahayyül edebilir Ki, Hışıroğlu’nun iştiyakı da, akıyla karasıyla bütün bir “Osmanlı Tarihi”nin, Osmanlı gibi “dik duran” kendi münevverlerimiz tarafından yazılmasıdır
Bir “tarihçi olmadığını” özellikle belirten Hışıroğlu, herşeyden önce asıl dert edilmesi gereken şeyin, “ihtiyacı gösterici bir teşebbüs” olduğunun altını çizerek eserine başlar Ve; davamız ve kavgamız bu toprakların “malı”; Anadolu kadar saf, Anadolu kadar berrak ve Anadolu kadar mübarek… Asla Batı kökenli ve ithal değil Dolayısıyla, kim ne söylerse söylesin, bu dâvanın bağlıları olarak biz “ev sahibiyiz” diyerek, ısrarla herkesi “kendi” olmaya dâvet eder
Bu “kendi” oluşun da ancak “kendinden zuhur diyalektiğinin mimarı” ve “yüzyılın topoğrafyasını çizen Mütefekkir’in önünde kendimizi hesaba çekerek olunabileceğini”, “bu eser bu…” diyerek, ısrarla vurgular Demek ki Hışıroğlu, eseri için zâhiren “ihtiyacı gösterici bir teşebbüs” derken, “gerçek ihtiyacın” aslında Mütefekkir’i cemiyete takdim etmek ve hâkim kılmak olduğunu belirtir Zira, Hışıroğlu’nun (ve tüm gönüldaşların) nazarında o Mütefekkir, yaşadığımız topraklarda ezelî ve ebedî değerlerin muhafızlığını dâvadan kıl kadar taviz vermez bir “dik duruş” gösterek” ifâ eden biricik fikir ve aksiyon adamıdır
İMPARATORLUĞUN SIHHATİ
Osmanlı Devleti’nin “Din-ü Devlet” ibaresinde tecelli eden “millet-devlet-ordu” üçlüsü üzerine kurulduğunu, devletin sıhhatli ve uzun ömürlü olmasının ise “İslâmı tatbik sevdası”ndan dolayı olduğunu vurgulayan Hışıroğlu, bunun en canlı timsâlinin “Gazâ ve Şehadet Şuuru” olduğunu söyler Diğer taraftan Osman Gazi’nin vefat edince terekesinden altun ve gümüş gibi kıymetli eşyalar çıkmamasını ve Kosova Savaşında Miloş Koboloviç tarafından şehid edilen I Murad’ın, savaş öncesi Allah’a “Bana şehadeti, orduma da zafer nasib eyle” diye dua etmesini, ideal bir İslâm Devleti’nde bir “Başbuğ”un nasıl olması gerektiğine dair misâl olarak gösterir, dolayısıyla devletin bekâsının bunlar vesilesiyle olduğunu söyler
Ayrıca, Gâziyân-ı Rum (Gaziler ve Alpler), Bâciyan-ı Rum (Tekke mensubu silahlı hanımlar) gibi kuruluşların; Evrenesoğulları, Mihailoğulları, Turhanoğulları ve Malkoçoğulları gibi beyliklerin; Orhan Gazi zamanında teşkil edilen “Divan”ın; inşâ edilen “medrese” ve onların hemen yanı başındaki “tekke ve zaviyeler”in de önemine vurgu yapar Hattâ, “ardında çil çil kubbeler serperek” akından akına, fetihten fetihe koşan İmparatorluğun-Fatihlerin “sadece insanlara değil hayvanlara ve tüm canlılara emniyetli hayat standartları sağladığını” belirtir Yani Osmanlı, “Cihana hâkim” olmanın bedelini herkese ödemiştir…
Hışıroğlu, “Osmanlı’nın her asrına, bir değil belki birden çok devrim sığdığını” ifade ettikten sonra, “Mucize çapında kurtuluş hikayesi, 1402 ile başlayan Fetret Döneminin, 1413 tarihinde yeniden doğuşun, 1453’de İstanbul’un fethinin, bir çırpıda sayılabilecek önemli devrim harekâtları” olduğunu belirtir ve “Çöküş döneminde de, aradan Sultan Hamid’i çıkartırsanız, tâ 1923’e ve hatta günümüze kadar devam edegelen, negatif devrimler sürecine şahid olduğumuza” dikkat çeker 1923 devriminin, İttihat ve Terakki çetesinin marifeti(!) sonucu mağlubiyet neticesinden doğan bir “negatif devrim” olduğunu ise, Büyük Doğu Mimarından iktibasla, “Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici” vasfına bağlar Ve, bu devrimin “uzun ömürlü olamayacağını” iddia eder Hışıroğlu’na göre bu devrim, “yabancılaşmış adam ve zihniyeti” tarafından yapılmıştır Bu devrimin bizim insanımızın “tarihî kültürel dokusuyla çelişen bir ideolojisi” vardır ve bu ideoloji, bu devrimin bu topraklardaki en büyük handikapıdır
Fatih’in bir “dehâ”, Yavuz’un (II Abdulhamid’in de) “İslâm Birliği” idealine sahib Ümmetçi bir devlet başkanı olduğunu” deklare eden Hışıroğlu, Kânunî’den sonraki bozulmalara da dikkat çeker Özellikle “Yahudi Nurbanu Sultan’ın (Yuvan Miket) oğlu, ordunun başında sefere çıkmayan ilk Osmanlı Sarı Selim’de rehavet ve süflî bir tamâhkarlık” başgösterdiğini belirten Hışıroğlu, kaba softa ve ham yobaz eliyle bataklığa sürüklenen Osmanlı devletinde “ıstılah değil yeniden bir dönüş ve asliyetine rücû hamlesi” başlatılması ve topyekûn “bir derdin potasında erimek” için esaslı bir devrim yapılması lâzım geldiğini, bu devrimin maalesef yapılmadığını söyler…
Tımar sisteminin özelliklerinden de bahseden Hışıroğlu, Vakıfların işleyişinden Guraba Hâne-i Laklakân’a (leylek hastanesi), Câmi, Medrese, Tekke ve Zaviyelerin inşaından, Hanlar, Kervansaraylar ve Sebil’lere kadar, İslâm şaheserlerinin hiçbirisinin devlet tarafından yapılmadığını fakat, padişahlardan paşasına kadar her biri devlet erkanı olan şahıslar ve ayrıca dinine-milletine sadık olan âlimler ve cemiyetin iştirakıyla Allah’ın rızasını kazanabilmek için “hayra hizmet” sevdasıyla yapıldığını belirtir
Tüm İslâm devletlerinde-cemiyetlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de eğitime apayrı bir önem verildiğine dikkat çeken Hışıroğlu, “Osmanlı Devleti’nde eğitimin, sibyan mekteblerinden medreselere ve oradan da tekkeler ve meclisler gibi yaygın eğitim kurumlarına kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını, birkaç neslin bir arada yaşayabildiği pederşâhi aile yapısının ise, zengin eğitim ve bilgi aktarması sürecine sahib” olduğunu özellikle hatırlatır
Şer’î mahkemelerdeki hassasiyete de dikkat çeken Hışıroğlu, “Padişah tüm nizamın üzerinde olup istediğini yapmaya muktedir değildir Meselâ Şer’î hükümlerin tatbik edildiği mahkemelere müdahale edemez I Selim, İran’la ticaret yapmış 400 tüccarın asılmasına kabul ettirememiş, geri adım atmıştır ” hadisesini misâl olarak gösterir Hışıroğlu, mahkemelerde “şühûdu’l müslimîn” denilen bilirkişi kurulu (bir nevî avukatlık görevi) bulunduğuna temas etmeyi de ihmâl etmez Osmanlı Devleti’nde Yasama, Yürütme ve Yargı’dan önce, Padişahından hamalına kadar cemiyete hâkim olan ruhu ise şu cümleyle özetler:
- “Devlet ve millet, sultanındır; sultan ise makamı gereği Allah Resûlünün vekili ve temsilcisidir Millet de sultan da Allah’ındır Mülk Allah’ındır ”
ÇÖKÜŞÜ HAZIRLAYAN SEBEBLER
“1683 meşhur Viyana bozgununu, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve Kırım Hanı Murad Gazi Giray’ın Tuna köprüsünü tutmamasına” bağlayan Hışıroğlu, “Karlofça anlaşmasının (1699) yıkım yılının başlangıcı” olduğunu söyler, Baltacı-Katerina Prut antlaşmasını (1711) ise, “hataların hatası” olarak yorumlar
“Şeyh Bedreddin, Patrona Halil, Celâlî isyanları ve yeniçerilerin kazan kaldırmalarının” da altını çizen Hışırıoğlu, “Osmanlıya en büyük darbenin Mason-İttihat ve Terakki çetesinden geldiğini” belirtir
II Selim’in bile İnebahtı’da âdeta yok edilen donanmamızın ardından günlerce uykusuz ve perişan yaşadığını belirten Hışıroğlu, Osmanlı Sultanlarının en dirayetsiz ve “hafif”lerinin bile şaşırtıcı bir devlet ve memleket sevdalısı olduğunu belirttikten sonra, “Hele bir de Cumhuriyet dönemine bakın… Aman Allah’ım!” dedikten sonra, “dirayetsiz padişahlar devrinde bile büyük devlet adamları, âlimler, Kınalızade Ali Efendi, Muhammed Birgivî gibi şahsiyetler çıktığına” dikkat çektikten sonra, “Barbaros, Turgut, Kemal Reislerle, Sokollu, Köprülü gibi vezirlerin imparatorluğu ayakta tuttuğunu” vurgular Tarih muhasebesi yapan herkes gibi, “I Ahmed’in Rum rahibin kızı olan Kösem Sultan’ının devletin başına işler açtığını” belirtmeyi de ihmâl etmez
Abdulhamid dönemine apayrı bir önem veren Hışıroğlu, “Osmanlı’nın son İmparatoru” diye yâdettiği zirve şahsiyet olan Ulu Hakan’ın, (“Keyfiyetleri Allah’a havale etmek gibi bir bahtiyarlıktan” dolayı) “Müslüman kanı dökülmemesi için üzerine gelen Hareket Ordusuna müdahale etmeyen bu Allah dostu adamın, haddim olmayarak bu tür karar alma lüksüne sahib olmadığını vurgulamakla yetineceğim” şeklinde bir değerlendirmede bulunur ve koskoca bir “ah!” çeker
Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi’nin “tescilli bir mason” olduğunu zikreden, Said Nursi ve Mehmed Akif’in “31 Mart Vak’asına karışmasını, İttihat ve Terakki’nin emellerinden bihaber bir şekilde onların kürsülerinde nutuk atmalarını” ise tenkid eden Hışıroğlu, daha sonra Said’in “Euzü billahi minessiyâse” demesini tasvib etmez Akif’in ise; “Otuz üç yıl şeriat diye korkuttu bizi pinti” diyerek Sultan Abdulhamid’e saldırmasını ve Mason Abduh’a medhiyeler göndermesini ahlâkî bulmaz
“Düşen Osmanlı’nın sorgulandığını fakat yükselen Osmanlı’nın yeterince araştırılmadığını” vurgulayan Hışıroğlu, Yalçın Küçük gibi Osmanlı düşmanlarının “kaba ve ilkel” ideolojik lâfız ve tavırlarının komikliğinden bahseder Ümit Aktaş, Fikret Başkaya, Mustafa Armağan ve İlber Ortaylı gibi araştırmacı yazar ve tarihçilerden de iktibaslar yaptıktan sonra, bu şahısların bazı taraflarını tenkid etmeyi ihmal etmez Meselâ; “ısrarla uydurukça kelimelerle yazılan eserler bir ihanet vesikası, sahibleri de birer haindir ” diyerek Aktaş’a gönderme yapar Fikret Hoca’ya, “din’in Osmanlı Devleti’nin bir unsuru değil, bilakis onun varlık sebebi” olduğunu hatırlatarak, Hoca’yı bir hakikate dâvet eder İlber Ortaylı’ya ise, “tarih ve şuur olarak değişmemiz lâzımdır” gibi sözlerinden dolayı veryansın eder Zira, bu gibi lâfızlarla Ortaylı, Osmanlı ile Cumhuriyet arasında âdeta bir köprü kurmayı; tarihî süreç içerisinde bu iki devleti birbirinin “zorunlu devamı” olarak göstermeyi hedefler “Din inceltilemez ama dinî hükümler yerine, devlet için başka hükümler de getirilebilir” diyen Yılmaz Öztuna’yı ise “bir acaib âdem” olarak yorumlar
“Osmanlı ile Cumhuriyet arasında bir kültür, bir birikim, hattâ bir devlet mantığı şifresi nakli olduğunu” inkâr etmeyen Hışıroğlu, yine de “Osmanlı ile Cumhuriyet arası hattâ Tanzimatla Cumhuriyet arası kopuksuz, kesintisiz ve kırıksız bir süreç olduğunun söylenemeyeceğini” de ısrarla belirtir…
OSMANLININ YIKILIŞI
1865 yılında “Genç Osmanlılar”, iki yıl sonra da “Jön Türkler” nâmıyla teşkilat kuran şahısları “devletine, milletine ve milletinin değerlerine isyan bayrağı çekmiş ve yabancılaşmış” olarak nitelendiren Hışıroğlu, 1889 yılında kurulan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ise “mason” olduğunu beyan edip, A Şerif Aksoy’dan bir iktibas yaptıktan sonra, “Hareket Ordusu subaylarının çoğunun mason ve ittihad mensubu olduğunu” belirtir ve “M Kemal’in İttihad ve Terakki üyesi olduğunun ve Hareket ordusunun plân ve programını yürüttüğünün” malzemesini de, Aksoy’un eserinden devşirir
Kurtuluş Savaşı sonrası “işgalcilerin bile yapamayacağı bir cinayetle” düşman kesilen bir yapılanma gerçekleştiğini, “seksen yıllık TC’nin sosyal barışı sağlayamadığını, kendine has ekonomik sistem modeli kuramadığını, ahlâkî çöküntünün patlama yaptığını, terörün bitirilemediğini” tesbit edip, nice şeyleri “sorgulamak” gerektiğine de dikkat çeken Hışıroğlu, “Osmanlı mirası bize yeter” der Yeni bir eserin habercisi olarak da: “Öldürücü küfür dönemi”nde (Cumhuriyet dönemi) buluşmak üzere…” diyerek okuyucusuna veda eder
Değerli büyüğümüz, bu toprakların öz be öz insanı ve sahici aydını Ali Hışıroğlu’na Allah’ın gayret ve başarı vermesini temenni eder, yine bu toprakların iyi ve güzel insanlarının Hışıroğlu’nun eserlerini okumalarını, çevrelerine tavsiye etmelerini cân-ı gönülden dileriz…
|