Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Bilgisayar,Teknoloji & İnternet Dünyası > Bilim Teknik ve Teknoloji Merkezi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilgiler, bilimsel, ilginç

İlginç Bilimsel Bilgiler...

Eski 10-07-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlginç Bilimsel Bilgiler...



Hint Fakiri Kobra Yılanını Nasıl Oynatıyor? Sadece Hindistan”a değil, Kuzey Afrika ülkelerine, özellikle Fas”a gidenlerin en çok ilgisini çeken şeylerden biri de yılan oynatıcılarıdır Yılan oynatıcısının yılanının sepetinden çıkartıp oynatmasının, onu bir tür hipnotize etmesinin, flütünden (aslında flüt benzeri bir çalgıdan) çıkardığı seslerle bir alakası yoktur Çünkü kobra yılanı bir taş gibi sağırdır İşitme organı ve buna bağlı sinirleri yoktur Sesleri duyması mümkün değildir O sadece yerden, yani topraktan gelen titreşimleri hissedebilir Yılanlar titreşimlere karşı çok hassastırlar
Aslında yılanın sepetinden çıkıp, dikelip aldığı pozisyon saldırı pozisyonudur Kobra gövdesinin ön bölümünü havaya diker ve boynunu yassıltarak genişletir Bu hareketi boyun kaburgalarını birbirlerinden ayırarak sağlar Yılan oynatıcısı elindeki flütü sağa sola sallayarak yılanın baktığı hedefin yerini sürekli değiştirir Yılan flüte doğru kafasını oynattıkça bu, seyircilere sanki yılan dans ediyormuş izlenimini verir Aslında yılanın sallanması fiziksel bir olaydır Onu vücudunun üst kısmını yerden yükseltebilmek için yapar Sallanmayı kestiği an yere düşer
Kobra yılanları türünün hepsi bir değildir Yılan oynatıcıları genellikle gördükleri her şeye anında saldıran Kral Kobrası”nı tercih etmezler Bunlar aynı zamanda dünyanın en büyük zehirli yılanlarıdırlar Boyları 5 metreyi geçer zaten en kuytu yerlerde yaşarlar ve diğer kobraların aksine insandan kaçarlar Yılan oynatıcılarının tercihleri daha sakin olan ve yemeyi gözünün kesmediği büyüklükteki objelere saldırmayan Asya Kobrası”dır

· Develerin Hörgüçlerinde Ne Var? Devenin ana yurdu Kuzey Amerika”dır Tarih içinde oradan Güney Amerika ve Asya”ya yayılmış, Kuzey Amerika kıtasında ise zamanla yok olmuştur Güney Amerika”daki lama, alpaka (bir cins koyun), guanako {lamanın irisi) gibi hayvanlar devenin akrabaları sayılabilirler
Yaşadıkları kum fırtınalarına ve diğer olumsuz şartlara uyabilmek için iki sıra koruyucu kirpikleri ve tüylü kulak delikleri oluşmuş, burun deliklerini açıp kapayabilme, çok uzaktan görebilme ve koku alabilme yeteneklerine sahip olmuşlardır
Develerin tek hörgüçlülerine Arap devesi, çift hörgüçlülerine ise Baktriane (Bactrian) devesi adı verilir Baktriane Afganistan”ın kuzeyinde bir yer olup bugün adı pek bilinmemesine rağmen çok çeşitli medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapmış, çok önemli tarihi geçmişi olan bir bölgedir
Her iki cins deve de yük hayvanı olarak kullanılırlar Çift hörgüçlü deve daha yavaştır (3-5 kilometre/saat) ama bir günde kervan içinde durmadan 50 kilometre yol gidebilir Hörgücünün tepesine kadar olan yüksekliği 2 metre iken Arap devesinin sadece bacak yüksekliği neredeyse 2 metredir Arap devesi 18 saat boyunca saatte 13-16 kilometre hızla yol alabilir Develerin yük hayvanı olmalarının yanında etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve derilerinden de faydalanılır
Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğuna, bu sayede çöllerde uzun süreli yolculuklara bu kadar dayanıklı olduklarına inanılır ama gerçek bu değildir Öyle olsaydı deve vücudundan su tükettikçe hörgücünün de bir balon gibi porsuyup inmesi gerekirdi
Develerin hörgüçlerinde sadece yağ bulunur Burası 30-35 kilogramlık bir yağ deposudur Genellikle bir çok hayvan ilerde enerji kaynağı olarak kullanmak üzere vücudunda yağ depolar ama develer bunu hörgüçlerinde yaparlar Yiyecek bulamadıkları zaman buradan faydalanırlar Hörgücün bir ikinci işlevi de deveyi çölün kızgın güneşinden korumasıdır Develer zaten çölde suya az gereksinim duyarlar 40 dereceyi bulan sıcaklıklarda iki haftaya yakın susuz kalabilirler Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür Bu sayede nefes verirken havada bulunan nemin üçte ikisini geri kazanabilirler Bir devenin vücudundaki toplam suyun yüzde 22”sinin kaybı halinde karnı çekilir, kasları büzüşür ama bu, onun performansını çok etkilemez Buna karşın bir insan vücudundaki suyun yüzde 5”ini kaybedince görme duyusunda azalma başlar, yüzde 12”sini kaybedince de ölebilir Develerin susuzluğa dayanıklı olmalarının nedeni su kayıplarının büyük bir kısmının dokularındaki sudan olması, kandaki suyun pek etkilenmemesidir Ancak bütün bu özelliklere rağmen susuzluğa dayanma rekoru develerde değil, farelerdedir Bu konuda zürafa da her ikisiyle yarışabilir Yeri gelmişken develerin bir başka özelliğine de değinelim, hayvanlar arasında sadece deve, kedi ve zürafa önce sağ taraftaki ön ve arka ayaklarını, sonra sol taraftakileri atarak yürürler Yani sol - sağ seklinde değil sol - sol, sağ - sağ şeklinde Hatta şiirdeki aruz vezninin ritminin Arap yarımadasındaki develerin bu yürüyüşlerindeki ritimden doğduğu bile rivayet edilir

· Arılar Niçin Bal Yapar? Sokunca Ölürler? Tabii ki sadece insanlar yesinler diye değil Bal arıları eşek arılarından farklı olarak kışı koloni halinde geçirirler Koloni kış uykusuna yatmaz ama bir salkım gibi kümeleşir Bu şekilde kış süresince sıcak ve aktif olarak kalabilirler Bunun için de önceden, yaz aylarında yeterli miktarda bal depo etmeleri gerekir Ortalama bir kovanın kışlık bal ihtiyacı 9-13 kilogram kadardır
Bal arılarının bal yapma kapasiteleri ise uygun yer bulabildiklerinde bundan çok daha fazladır İşte arıcılığın felsefesinde de bu yatar Sen arılara imkan sağla, onlar da hem kendileri hem de senin için bal üretsinler Arılar kendilerine yetebilecek miktardan 2-3 kat fazla bal üretebildiklerinden arıcılar da kovana şekerli şuruplar koyarak onlara bu ortamı hazırlarlar Arılar da sonradan ellerinden alınan bu ürün fazlasını dert etmezler Arıların balı çiçeklerden topladıkları nektarı ağızlarındaki bir emzimle birleştirip altıgen biçiminde balmumundan yaptıkları hücrelere depoladıklarını biliyoruz Bu karışımın su oranının yüzde 17”ye kadar düşmesini bekledikten sonra hücrelerin ağızlarını yine bir balmumu tabakası ile kaplarlar Artık arıcı için mahsul zamanı gelmiştir Ağzı kapalı hücrelerdeki bal hiç bozulmaz, saklama zamanı süresizdir
Arılar böcek dünyasının en gelişmiş sosyal hayatına sahiptirler İşçi arılar dünyaya geldikten sonra bir ay içinde kovanda bir iki günlük sürelerle temizlik, larvaları besleme, balmumu yapma, yiyecek taşıma, muhafızlık gibi değişik görevler yaparlar Sonra uçuş başlar, çiçekler ziyaret edilir, nektar, polen ve su toplanır İşçi arılar çalışma mevsiminde 4-8 hafta yaşarlar Kış mevsiminde ise arkadan gelen gençler olmadığı için ömürleri 5-7 ay sürebilir İşçi arılar dişi olmalarına rağmen kısırdırlar, yavru yapma yetenekleri yoktur Arılar polenleri, su ile karıştırıp larva halindeki yavruları beslemek için toplarlar Bir arı kovandan 7 kilometre uzağa gidip, geri dönebilir Ancak arılar normal olarak kovanlarından ortalama bir kilometre kadar uzaklaşırlar Arılar bu yolculuklarında yollarını güneşin pozisyonuna göre saptarlar Ayrıca yer kürenin manyetik alanına karşı da hassastırlar Gözleri polarize ışığa karşı o kadar hassastır ki çok kalın bir bulut tabakasının ardından gelen zayıf bir güneş ışığıyla bile kötü havalarda yollarını bulabilirler
Arılar geceleri ortadan yok olurlar ama uyumazlar Gece boyu hareketsiz kalarak enerjilerini ertesi günkü yoğun işler için biriktirirler
Arılar renklerin çoğunu görürler Işık dağılımında mavi ve ona yakın renkleri daha iyi görürler Ultraviyole ışınlarına karşı da çok duyarlıdırlar Ultraviyole ışınlarını çok yansıtan çiçekler onlara daha parlak görünür Kırmızı rengi hiç ayırt edemezler
Bize bu derecede faydalı olan arılar etrafımızda dolaştıklarında veya balkonda kahvaltı sefası yaparken reçel tabağına konduklarında çoğu insan huzursuz olur Bunun nedeni minik arının sokma tehlikesidir Halbuki arılar sadece iki durumda canlılara saldırır ve sokarlar:
l) Kolonilerine bir tehdit olduğunda korumak için;
2) Korkutuldukları zaman Bu nedenle arı kovanlarına çok yaklaşmamanız, el kol hareketleri yaparak hızlı hareket etmemeniz önerilir
Arılar insanı soktuktan sonra genellikle ölürler, çünkü arı tarafından sokulan insan ani bir hareketle arıyı fırlatınca arının iğnesi ile beraber zehir torbası ve ifrazat bezi de yırtılarak arıdan ayrılır ve soktuğu yerde kalır İlginçtir ki bu kalan zehir torbasındaki kaslar arıdan ayrılsalar bile zehri pompalamaya bir süre devam ederler Bu nedenle tırnağın ucu ile bir an evvel iğneyi soktuğu yerden çıkarmakta fayda vardır Arı zehrine alerjisi olan kimselerde arı sokmaları ağır tepkilere hatta ölüme yol açabilir Buna karşın arı zehri bazı ağrılı hastalıkların özellikle romatizmanın tedavisinde kullanılır

· Yumurtanın Bir Tarafı Neden Daha Sivridir? Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık açısından çok zayıf olurdu Şüphesiz böyle bir yumurtayı yumurtlamak da tavuk için bir işkence olurdu Aslında dış yüzeyi en dayanaklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki bir yumurta da bulunduğu yerden yuvarlanıp gidince nerede duracağı belli olmaz
Hemen hemen tüm kuş yumurtalarının bir tarafı daha yuvarlak diğer tarafı da daha incedir Bu sekil, yumurtaların yuvada birbirlerine en yakın ve en az hava boşluğu bırakacak şekilde durmalarını sağlar Böylece hem ısı kaybı önlenir hem de yuvadaki yerden en iyi şekilde faydalanılır
Yumurta yuvarlanıp gittiğinde düz gitmez, ince tarafı üstünde dairesel bir yol çizer ve başladığı yere yakın bir noktada durur Yani bu şekli ile yumurtanın düz bir yüzeyde yuvarlanarak kaybolup gitmesi mümkün değildir Asıl önemlisi bu şekli ile yumurtanın kuştan veya tavuktan daha rahat çıkmasıdır Genel tahminin aksine yumurtanın yuvarlak yani daha geniş tarafı önce çıkar Hem bunu hem de yumurtanın her iki tarafındaki farklı şeklini sağlayan yumurtanın çıkış yolu üzerindeki kaslardır
Pek alakasız gözükse de tavuğun içinde yumurtanın oluşmaya başlayabilmesi için önce güneş ışığının veya yapay bir ışığın tavuğun gözüne çarpması gerekir Böylece göz yolu ile uyarılan tavuğun hipofiz bezi bir hormon salgılar Bu hormon kan dolaşımına girer ve bu yolla yumurtalığa taşınır
Hormon burada bulunan binlerce yumurtadan birinin içine pirer ve o yumurtanın aniden çok hızlı bir şekilde büyümesini sağlar Önce yumurta sarısı meydana gelir ve yumurta, yumurta kanalına geçer, döllenme organlarında geçirdiği aşamalardan sonra 24-25 saatte oluşumunu tamamlar
Yumurta, yumurta kanalını kesik kesik hareketlerle geçer Buradaki dairesel kaslardan sırası ile geçerken, yumurtanın önündeki kas gevşek durumda iken arkasındaki kas kasılır, daralır
Yumurta bu kanalın başında iken küre şeklindedir İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kaslar büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik bir sekil almasına sebep olurlar Çıkışa kadar yumurta kabuğu da sertleşir ve bu haliyle dışarı çıkar Yumurtanın şeklinin ve kalın kısmının önce çıkışının nedeni de budur Sürüngenlerde ise bu düzenek yoklur Onların yumurtaları çıkışta küresel şekildedir

· Kuşlar Nasıl Konuşabiliyorlar? Sadece papağan ve muhabbet kuşları değil, üzerinde uğraşıldığında kargalar, kuzgunlar, saksağanlar ve sığırcıklar da konuşabilirler Hatta bir kaç kelime söyleyebilen serçe ve kanaryalar bile kayıtlara geçmiştir Aslında bu, kuşların yaptıkları konuşma değil, sesleri ezberlemeleri ve taklit etmeleridir Her insan ağzı ile konuşur ama konuşabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir Beyinde oluşan düşünceler daha sonra dilimize ve dudaklarımıza aktarılır Hayvanlar bu nedenle konuşamaz Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları da konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrarıdır
Kuşların ses organlarının memeli hayvanlardan çok farklı olarak gırtlakta değil de göğüs kafeslerinin dibinde, karın boşluğunun derinliklerinde yer alması kuşların bu ses taklit özelliklerini daha anlaşılmaz bir hale getirmektedir Ses organlarının bu yeri dolayısıyla tavuk, ördek gibi bazı kuşgiller kafaları kesildikten sonra da ötmeye devam ederler
Bu ses taklit yeteneği bazı kuşların doğasında vardır Tabiatla içice yaşarken diğer kuşların seslerini taklit edebilmeleri sayesinde onlarla daha iyi iletişim kurabilmişler ve çevreye daha iyi uyum sağlayabilmişlerdir Konuşma denilince ilk akla gelen kuş olan papağanlar Avrupa”ya ilk olarak Büyük İskender tarafından Hindistan”dan getirilmişlerdir Papağanlar arasında en iyi konuşan tür olan Afrika Papağanları”nın gelişi ise daha sonradır Muhabbet kumarı 19 yüzyılın ortalarında Avustralya”dan Avrupa”ya getirilmişlerdir Papağanlar insan isimleri, selam, emir ve soru sözcüklerini öğrenmekten hoşlanırlar Bir papağan 500-600 kelime öğrenebilir Zamanla bazı kelimeleri unutur ve yerine yeni kelimeler öğrenir
Papağanların insan seslerini ve hayvanların bağırışlarını son derece benzeterek taklit etme ve parmaklarını kullanabilme yeteneklerine rağmen çok gelişmiş bir tür oldukları söylenemez Uzmanlara göre papağanlar, ruhsal bakımdan kargagillerden daha az gelişmişlerdir

· Fillerin Kulakları Niçin Büyüktür? Fillerin kulaklarının büyüklüğünün daha iyi işitmeleri ile bir ilgisi yoktur, kulaklar soğutucu görevi yaparlar Bilindiği gibi filler çok büyük hayvanlardır ve havanın çok sıcak olduğu bölgelerde yaşarlar Filin kulaklarında bir çok kan taşıyıcı damar vardır Bunlar sıcak kanı kulağın yüzeyine taşırlar ve sıcaklığın buradan havaya gitmesini sağlarlar Böylece hayvancağız kulaklarını oynatarak kendini serinlemiş hisseder Afrika filleri çok az ağaç bulunan kurak yerlerde yaşadıklarından kulakları daha büyüktür Asya”da özellikle Hindistan”da ise fillerin saklanabilecekleri ağaç gölgeleri çok olduğu için oralarda yaşayanların kulakları daha küçük ve üçgenimsidir
Afrika filleri Asya fillerinden ortalama yüzde 5 daha büyüktürler Bugüne kadar yaşayan fillerin içinde büyüklük rekoru 4,10 metre yükseklik ve 10,7 ton ağırlık ile bir Afrika filine aittir Fillerde dişler yeme değil de savunma amaçlı olup Asya fillerindekiler daha ince ve uzun ama daha hafiftirler
Filin burnu değişikliğe uğrayarak uzamış, yakalayıcı bir hortuma dönüşmüştür Bir insanın vücudundaki kasların sayısı 600 iken bir filin gövdesinde 50 bin kas vardır İnsanda kalp tek bir kastan oluşmuşken gülmek için 17, surat asmak için ise 43 kasın çalışması gerekir Yani gülmek daha az yorucudur Fillerin kaslarının 40 bini hortumda bulunur Bu hortumu ile fil bir ağacı devirebilir, yerdeki bir toplu iğneyi alabilir Filleri diğer hayvanlardan ayıran bazı ilginç özellikleri vardır Örneğin fil zıplayamayan tek memeli hayvandır Ayrıca fil insanın dışında başı üstünde amuda kalkabilen tek hayvandır Filler parmak uçlarına basarak yürürler, çünkü ayaklarının geri taraflarında kemik yoktur, bu bölge sadece yağdan oluşmuştur Bir günde 30 kilometre yüzebilirler, bu arada hortumlarını şnorkel gibi kullanarak hava alabilirler Suyun kokusunu 5 kilometre öleden alabilirler ve bir günde 250 litre su içebilirler Filler, özellikle Asya filleri sakin ve uyumlu hayvanlardır Ancak bugüne kadar sirklerde ölümcül kazalara aslan ve kaplanlardan çok filler yol açmışlardır
Fillerin en önemli özelliklerinden birinin kendilerine yapılan bir hareketi unutmadıkları olduğu söylenir Bu inanış tam doğru değildir Yapılan deneylerde fillerin zor öğrenen ama bir kere öğrenince ömür boyu unutmayan hayvanlar oldukları saptanmıştır Kendisine yapılan kötü bir hareketi hiçbir zaman unutmayan hayvan devedir Kendisini döven kim olursa olsun fırsatını bulduğunda intikamını alır Dayak yedikten yıllar sonra sahibini öldüren develer görülmüştür “Deve kini” tanımı işte bu nedenle kullanılır

· Atlara Niçin Gözlük Takıyorlar? “Olaylara at gözlüğü ile bakmak” ifadesi bir kişinin bir olaya tek bir açıdan baktığını, ona etken olan diğer olayları veya faktörleri göremediğini veya görmek istemediğini anlatmak için kullanılır Aslında atlar için takılan gözlük, şekil olarak bile gözlüğe benzemez, onların görüş kapasitelerini arttırmak için değil aksine azaltmak için takılır
Atın evcilleştirilmesi, insanın dostu olarak en ağır işlerde yardımcı olması, binek hayvanı olarak daha uzak yerlere ulaşmasını sağlaması, savaşlarda ölüme beraber gitmesi o kadar eskilere dayanır ki bildiğimiz atın yabani soyu hakkında hiçbir bilgi yoktur Bugün steplerde yaşlı bir aygırın önderliğinde sürüler halinde yaşayan ve yabani olarak nitelendirilen atların evcil atlardan türeme oldukları herkes tarafından kabul edilir Canlıların gözlerinin algılayıp beyine bildirdikleri üç ana husus vardır: Biçim, renk ve mesafe Özellikle avcı olmayan otobur hayvanlar için tehlikeyi uzaktan sezip, iyi bir mesafe tahmini yaparak kaçabilmek çok önemlidir Atlar her iki yandaki gözleri sayesinde hem Önlerini hem de arkalarını görme yeteneğine sahiptirler Ne var ki gözleri birbirlerinden çok uzaktadırlar Bu da at için cisimlerin mesafelerini tespit bakımından büyük bir zafiyet yaratır
At arkasından ya da yandan yaklaşan tehlikeyi görür ama tehlikenin ne kadar yakın veya uzakta olduğunu kavrayamaz Nesneleri neredeyse iki misli büyük gören at tehlikeyi olduğundan daha yakındaymış gibi algılar Bu nedenle de sürekli endişe içindedir
Yarış atlarına koşu sırasında yandaki hemcinslerinden ürkmemeleri için yan taraflarını görmelerini engelleyecek gözlükler konulurken at arabalarını çekenlere sadece önlerini görmeleri, diğer yönlerde olan hareketlerden etkilenmemeleri için gözlük takılır Yani at gözlüğü ile bakmak insan için olumlu bir davranış değildir ama atlar için durum farklıdır

· Böcekler mi Üstündür, İnsanlar mı? Biz insanlar kendimizi tabiattaki en mükemmel varlık olarak kabul eder, dünyanın asıl sahibi olduğumuzu zannederiz Oysa diğer canlılar bir yana insanlar böceklerle yaptığı savaştan bile galip çıkamamıştır Bir kere böcekler, insanın ortaya çıkmasından milyonlarca yıl önce de dünyada yaşıyorlardı
O devirlerde onlarla birlikle yaşayan, başta dinozorlar olmak üzere, bir çok canlı türü tabiattan silindikleri halde, onlar çoğalma kapasiteleri ve farklılaşarak yeni türler çıkarma yetenekleri sayesinde günümüze kadar gelebilmişler, okyanusların derinlikleri hariç dünyanın her köşesinde yaşamayı başarmışlardır İnsan en baştan beri böceklerle savaş halindedir Bilim ve teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen insan bu savaşta nihai zafere ulaşamamıştır Halbuki böcekler fare piresi ile yayılan veba mikrobu aracılığıyla tarihte 100 milyonun üzerinde insanın ölmesine sebep olmuşlardır Böceklerle taşınan virüs, bakteri ve mikropların insana verdiği zarar ve zayiata tarih boyunca hiç bir savaş sebep olamamıştır
İlk bakışta boyutlarının küçüklüğü böcekler için bir dezavantaj olarak görülebilir Oysa böceklerin insanlarla savaşlarındaki başarılarının en önemli faktörlerinden biri de bu boyutlarındaki küçüklüktür Böcekler bu bedenleri ile her yere girebilmekte, kolaylıkla kaçabilmekte, saklanabilmekte, gıdamıza ortak olmakta, evimizde yaşamakta hatta kanımızı bile emebilmektedirler
Böceklerin beden yapılarının küçük olması, onların çok kuvvetli bir kas sistemine ve inanılmaz fiziksel özelliklere sahip olmalarını sağlamıştır Bacak uzunluğu 1,2 milimetre olan bir pire 196 milimetre yüksekliğe sıçrar ve 330 milimetre uzaklığa rahatça atlar
Eğer insanoğlu kendi bedenine göre pire kadar kuvvetli olabilseydi bacak uzunluğu 90 santimetre olan ortalama bir insan 146 metre yüksekliğe sıçrayabilir, 247 metre uzağa atlayabilirdi Muhteşem kas yapıları nedeni ile bir kaç milimetre boyunda olan bir sinek saniyede 330 kez kanat çırpabilir, küçük bir karınca ağırlığının 50 katı kadar bir yükü itebilir
Böcekler üreme bakımından da insanlardan çok üstündürler Bir çift sineğin bıraktığı yumurtaların hepsi yaşasa ve bunlar erginleştikten sonra hepsi üremeye devam edebilse 5 ay içerisinde sayıları inanılmaz bir miktara ulaşırdı (191”in yanına 18 tane sıfır koyun) Şükür ki tabiatın dengeleri hiçbir zaman buna müsaade etmez
Böceklerin bir çoğu insan kemiğinden daha sert, daha dayanıklı ve hafif, mekanik ve kimyasal dış etkenlere hatta aside dayanıklı bir dış iskelete veya beden duvarına sahiptirler Ayrıca böceklerin dünyada yaşadıkları yerlerde nüfus yoğunlukları da çoktur Çekirgelerin sürü halindeki uçuşlarında 320 kilometrekarelik bir alanı kapladıkları görülmüştür Ormanlık bir bölgede 4 bin 500 metrekarelik bir alanda, toprağın üstünde ve altında 65 milyon böcek yaşayabilmektedir Eğer dünyadaki bütün böcekler bir araya gelebilselerdi, bunların toplam ağırlığı, dünyamızda yaşayan tüm insanların ve hayvanların ağırlıklarının toplamından fazla olurdu
Şimdiye kadar böceklerin hep zararlarını anlattık İpeği yapan ipek böceği ya da balı yapan arı da birer böcektir Çiçeklerin ve meyvelerin çoğunun üremeleri böceklerin taşıdıkları tozlarla olur

· Kediler Balık ve Sütü Niçin Severler? Suyu, suya girmeyi, yıkanmayı sevmeyen kedilerin balığı niçin sevdiklerine gelmeden önce kediler sudan gerçekten mi nefret eder ona bir bakalım Kedilerin sudan nefret ettikleri inancı doğru değildir Mısır”da evcilleştirilmelerinden önce yaşadıkları ortam su kenarları idi
Su, kedinin tüylerini ıslatır ve bu da kedinin soğuğa karşı olan direncini azaltır Eğer bulunduğu yerin hava şartlarına göre bu kedi için önemli ise ıslanmaktan kaçınır Sıcak iklimlerde yaşayan aslan, kaplan, jaguar gibi akrabaları sudan kaçınmazlar Kaplan ve jaguarlar sudaki bir avı veya düşmanı yakalamak için hiç düşünmeden suya atlayabilirler Soğuk bölgelerde yaşayan kar leoparı gibi akrabaları da gerekirse suya girerler ama derin yerlere yaklaşmazlar
Kedilerin sudan uzak durmalarının diğer nedenleri, zaten temiz bir hayvan olmaları, biraz kaprisli biraz da tembel olmaları ve suya girmenin menfaatleri açısından bir anlam ve amaç taşımamasıdır Bir taraflarına su değdiğinde bütün vücutlarını yalayarak temizlemek zorunda kalmaları da cabası Aslında kediler de diğer bir çok hayvan gibi suda gayet iyi yüzebilirler Van ve Ankara kedileri diğer cinslere göre suyu daha çok severler Köpekler böyle değillerdir Sahibi denize bir sopa veya küçük bir top attığında onu alıp geri getirmek için hiç düşünmeden, mutlu bir şekilde suya atlarlar Karaya çıktıklarında silkelenerek etraftakilere de duş yaptırırlar Ne var ki su, köpeklere kedilerden daha fazla zararlıdır Köpek derisinde ter bezleri yoktur, sadece bol miktarda yağ bezi vardır
Köpekler insanlarda olduğu gibi ısı düzenlemesi için terlemezler, ısı ayarını solunum sistemleri ile yaparlar Çok yıkanırsalar deri kurur ve çatlar Belki bu nedenle köpekler suya girdikten sonra tozlu topraklı yerlere gidip yatarlar
Ev kedisinin balık sevmesinin yanında kuşlara ve farelere de olan düşkünlüğünün nedeni evcilleştirilmeden önce Nil vadisinde balık, kurbağa, küçük kuşlar ve fareleri avlayarak yaşamış olmasıdır Zaten eski Mısırlılarda kedileri evcilleştirme düşüncesini yaratan da bu fare yakalamadaki ustalıkları olmuştur Günümüzde bile kedinin kuzey Hindistan ve güneydoğu Asya”da yaşayan türleri ırmakların kenarlarında dolaşarak balık avlarlar Patileri ile balıkları sudan dışarı atar, bu arada gerekirse tamamen suya da girerler Ev kedileri, özellikle yavru olanları havuz veya akvaryumlardaki balıklara karşı aynı eğilimi gösterirler, bu amaçla ıslanmaktan da pek kaçınmazlar
Yunanlı tarihçi Siculus eski Mısır”ı anlatırken kedi bakıcılarının onları ekmek ve sütle beslediklerinden, Nil nehrinden getirdikleri balıkları çiğ olarak yedirdiklerinden bahseder Günümüz kedilerinin balık merakının vahşi atalarından gelen genlerden, süt zevkinin ise Mısırlı bakıcıların yarattığı beslenme alışkanlığından kaynaklandığı anlaşılıyor

alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.