Prof. Dr. Sinsi
|
Tarih'te Türk'lere Yapılan Katliamlar.(Panel)
Katılımcılar::
Gündüz AKTAN (E Büyükelçi)
Prof Dr Hikmet ÖZDEMİR (TTK Ermeni Araş Bşk)
Bilal ŞİMŞİR (E Büyükelçi)
Doç Dr Yusuf SARINAY (Başbakanlık Devlet Arş Gen Müd )
SUNUCU- Sayın Rektörüm, değerli misafirler; Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezinin düzenlemiş olduğu, "Tarihte Türklere Yapılan Katliamlar" konulu panele hoş geldiniz
Açılış konuşmasını yapmak üzere, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü Prof Dr Enver Hasanoğlu'nu kürsüye davet ediyorum
Prof Dr ENVER HASANOĞLU (Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü)- Sayın Rektörüm, değerli konuklar, değerli öğretim üyeleri, sevgili öğrenciler, basınımızın güzide temsilcileri; Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, birkaç yıldan beri periyodik olarak paneller düzenlemektedir ve bu panellerin konusunu çoğunlukla yurdumuzu ilgilendiren ve çevremizde cereyan eden hadiseler oluşturmaktadır Böylelikle üniversitelerin önemli görevlerinden biri olan, kamuyu aydınlatma ve ilgilileri uyarma görevini, Başkent Üniversitesi olarak, sizlerin de katılacağını umarak bihakkın yerine getirdiğine inanmaktayım
Bugünkü panelimizin konusunu çok önemsiyorum Zira, kanımca bu panelde Batı'nın siyasal ve insanlık tarihinin belli kesitlerine ışık tutulacak ve önemli bazı gerçekler aydınlanacaktır Türkiye'ye karşı yıllardır planlı bir şekilde sürdürülen haksız soykırım iddialarını ileri süren Batılılar, kendi tarihiyle yüzleştirileceklerdir Değerli panelistlerimiz Türklere karşı yapılan katliamları, unutulan tarih sayfalarından çıkarıp kamuoyuna ve sizleri sunacaklardır
Değerli konuklar; gerçeklere dayanmayan Ermeni soykırımı iddiaları, siyasi hesaplarla senaryolaştırılmış ve terör eylemleriyle desteklenmiş ve birçok değerli diplomatımız şehit edilmiştir Ama bugün parlamentolarından Türkiye aleyhine kararlar üretenler; Ermeni terörünü el altından desteklemişler, hatta çeşitli yollarla teşvik etmişlerdir
Batı dünyası, dünya siyasi tarihine sömürgeci olarak damgasını vurmuştur Sanayileşmeyle başlayan yeni ekonomik sistemin gelişmesi, yaşaması ve daha da güçlenmesi için, daha çok mazlum ulusun sömürge haline getirilmesi gerekmekteydi Daha çok sömürge demek, daha çok savaş, daha çok acı, daha çok insan ölümü demektir Bugün Türkiye'yi soykırım yapmakla suçlayan, Ermeni anıtları diken Fransa, Çukurova'da kendi himayesinde bir Ermeni cumhuriyeti kurmak için silahlandırdığı Fransız üniformalı Ermeni çeteleriyle, o bölgelerde vahşet yarattığı bir gerçektir İngiltere, Fransa ve diğer sömürgeci ülkeler, Asya'da, Afrika'da, Hindistan'da, Çin'de, Latin Amerika'da kısacası dünyanın her yerinde, sömürdükleri ve işgal ettikleri ülke insanlarını sindirmek için baskı yöntemlerinin en ağırını uygulamışlardır
Sevgili konuklar; Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde, bağımsızlık adı altında "93 Harbi" diye adlandırdığımız tarihlerde, Avrupa devletlerinin yaptıkları zulüm ve katliamlar neticesinde, neredeyse Avrupa'daki bütün Türkler Anadolu'ya akın ettiği herkesin malumudur; âdeta Avrupa Türkleri Anadolu'ya sürülmüşlerdir Yunanlıların Anadolu'da, Girit'te, Kıbrıs'ta, Batı Trakya'da yaptıkları katliamları seyreden, onlara daha çok silah ve daha çok para veren Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere gibi ülkelerin politikacıları ve genel olarak Avrupa Parlamentosu'ndaki politikacılar, tarihte ulusların gerçekleştirdikleri katliamları ve rezillikleri unutturarak, parmak hesabıyla tarih yazmaya çalışmaktadırlar Polıtik katılımcıların bu tür hareketlerden ve girişimlerden vazgeçmelerini ve bunları tarihçilere bırakmalarını öneririm ve eminim ki, tarihin ağır yargısı, mutlaka bunun hesabını Batılılar'dan soracaktır
Bu duygularla panelimizin başarılı geçmesini diler, panelistlere bu kadar yoğun işleri arasında davetimizi kabul ettikleri için teşekkür eder ve her zaman yanımızda olduğu için Sayın Rektörümüz Mehmet Haberal'a teşekkür eder, hepinize saygı ve sevgiler sunarım
SUNUCU- Konuşmasını yapmak üzere, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof Dr Mehmet Haberal'ı kürsüye davet ediyorum
Prof Dr MEHMET HABERAL (Başkent Üniversitesi Rektörü)- Değerli konuklar; Üniversitemizin Stratejik Araştırmalar Merkezi'ne gerçekten çok teşekkür ediyorum İyi ki, bu konuları gündeme getiriyorlar, aksi halde tarih bir yerde kendi kendisiyle yüzleşemeyecekti
Ben kendime bir soru sordum, dedim ki, bugün özellikle Avrupa'da ve bir bakıma maalesef, Amerika'da da bizim ülkemizi, yani Osmanlı İmparatorluğu'nu yıktılar Onun üzerine gencecik bir Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve âdeta bizleri sorguluyorlar Bunun anlamı nedir? Bu sorgulamayı kendilerinde yapma yetkisini görenler, acaba tarihi mi sorguluyorlar, yoksa iddia ettikleri gibi gerçekten demokrasi, insanlık, medeniyet; onu mu yapmaya çalışıyorlar? Eğer, tarihi sorguluyorlarsa, o zaman işe bir başka yerden, bir başka açıdan bakmamız gerekiyor Çünkü tarihe baktığımız zaman, eğer bir soykırım söz konusu ise, eğer toplumların yok edilmesi söz konusu ise; o zaman işe ta dünyanın öteki yüzü Japonya'dan başlamak lazım Acaba, Japonya'da ne kadar insan öldürüldü? Ondan sonra Çin'e geleceğiz, acaba Çin'de ne kadar insan öldürüldü, ne kadar insan katledildi? Yavaş yavaş Hindistan'a geleceğiz Hindistan ne idi, ne oldu? Pakistan ne idi, ne oldu? Ortadoğu'ya geleceğiz; Ortadoğu'da neler oldu? Orta Asya'da neler oldu ve bunları kimler yaptı? Dahası elbette ki, Afrika'ya ve özellikle de Kuzey Afrika'ya geleceğiz, onu sorgulayacağız Buradaki milyonların hesabını kim verecek? Bitmedi; Afrika'nın güneyine gideceğiz, o da bitmedi, Amerika'nın güneyine gideceğiz; orada kimler, ne yaptı? Dahası çok yakın, Avrupa'nın ortasına gideceğiz; 260 bin insanı kim katletti? Dahası şöyle bir Akdeniz'e gelelim, Balkanlar'da ve Kıbrıs'ta, banyoda Türk vatandaşlarını, acaba kimler katletti, bunları katleden kimlerdi?
Şimdi önce bunun bir hesabını yapalım: Eğer tarihin değerlendirmesini yapacaksanız, eğer başka bir deyişle 19 ve 20 asrı değerlendireceksek, bunun hesabını yapmamız gereklidir Eğer bunun hesabını yapmıyor da, başka emeller peşinde koşuyorsak; o zaman o değerlendirmeyi de başka açıdan yapmamız gereklidir Hani bizim bir tabirimiz var ya halk arasında; amaç üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Tabii, burada ikisi de geçerli, hem üzüm yemek, hem de bağcıyı dövmek
Nasıl iş o? Osmanlı İmparatorluğu'nu lütfen hatırlayın, maalesef biz toplum olarak biraz tarihi az okuyoruz, aslında okumayı da biraz sevmiyoruz diyebilirim Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu'nun nasıl yıkıldığı, kimlerin yıktığı, kimlerin kimleri kandırdığı, ne için kandırdığı, o kandırılan insanlar ne idi, kimlerin ekmeğiyle, kimlerin sağladığı imkânlarla yaşamlarını sürdürüyorlardı ve 19 uncu asırda, başka bir deyişle, Birinci Dünya Savaşı'nda neler oldu, bunları kim yaptı? Osmanlı İmparatorluğu ne şekilde parçalandı ve bunu kimler yaptı? Eğer bu soruların cevabını verirsek, o zaman maalesef iki gün önce Avrupa Parlamentosu denilen parlamentoda, benim parlamenterlerimin karşısına çıkıp, "Siz Sevr'i kabul edin" deme cesaretini elbette ki bulamazlardı Ama yine, halk arasında bir tabir var ya, "Söyleyene değil, söyletene bak!" Eğer, bu kişiler böyle bir cesareti kendilerinde bulabiliyorlarsa, elbette ki onun kabahatini kendimizde aramak sorundayız
Böyle bir şey olabilir mi değerli konuklar, siz bir imparatorluğu yıkacaksınız, onun topraklarını istediğiniz şekilde bölüşeceksiniz; ama oradan bir avuç insan çıkacak, işte Atatürk, arkadaşları, aziz şehitlerimiz hayatları pahasına yeni bir devlet kuracaklar; Türkiye Cumhuriyetini kuracaklar, hani boşuna demedik, "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır" ve böyle bir vatanı bize bırakacaklar ve bugün bunları yapanlar, bizim karşımıza çıkacak diyecekler ki, "Siz soykırımı yaptınız,"
Efendiler, esas soykırımı, esas katliamı sizler yaptınız
Bunu biz bugüne kadar niye söylemedik? Doğrusu, bir bakıma bu da bizim ayıbımızdır; bu da bizim tarihi gerçeklerimize sahip çıkmayışımızdır Ama hani laf var ya; "Geç olsun temiz olsun " Hiç olmazsa bugünler, bu olaylar karşısında artık bu katliamları yapanlara, birçok toplumun insanını aldatanlara kendi çıkarları için, hani diyorlar ya; "Medeniyet çatışması" medeniyet çatışması falan değil, çıkar çatışması Bu çıkar çatışmasının elbette ki, birtakım toplumların hayatı pahasına olacağını bütün dünya biliyor, bütün dünya da görüyor; ama ben yine buradan söyledim Maalesef bugün Darwin haklı; kim güçlüyse o, gücünü üstelik demokrasi adına, demokrasiyi katlederek kullanıyor İnsanlık adına, insanlığı katlederek kullanıyor, ama bunu da birtakım toplumlara âdeta kabul ettirmeye çalışıyor
Bu toplumlar belki bunları kabul edebilir, ama biz asla Değerli konuklar; bu ülke bizimdir ve bu ülkenin, yine buradan söyledim söylemeye devam ediyorum; her çakıl taşı bizim için kutsaldır Onun için ne gerekirse bunu yapacağız Burada hiç kimsenin şüphesi olmasın Dünyanın hiçbir toplumu, hiçbir ülkesi de sakın ola ki kendisini bizden daha üstün görmesin Çünkü dünyada, en az başkaları kadar biz de güçlüyüz Ha tabii, ben yine bu kürsüden söyledim: Burası anavatan, ama unutmayalım Kuzey Kıbrıs'da yavru vatandır Nasıl ki; Türkiye Cumhuriyeti'nin Misak-i Milli hudutları içerisinde her santimetre karesi kutsaldır; bana göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hudutları içerisinde de, o ülkenin her çakıl taşı benim için kutsaldır
İnanıyorum ki, bugün bu panelde çok değerli panelist arkadaşlarım; bir bakıma Sayın Hasanoğlu'nun da söylediği gibi; âdeta tarihin gerçeklerini burada gündeme getirecekler ve o sözde Avrupa Parlamentosu'ndaki konuşmaya kalkışan efendilere de gerekli ders buradan verilecektir
Hepinize saygılar sunuyorum
Bu söylediklerimin hepsi bu dosyada mevcuttur Bunu da özellikle belirtmek istiyorum: Kim, kaç milyon, ne kadar insanı katletti?
SUNUCU- "Tarihte Türklere Yapılan Katliamlar" konulu paneli yönetmek üzere Başkent Üniversitesi Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof Dr Ünsal Yavuz'u davet ediyorum
Şimdi panelistlerimizi davet etmek istiyorum: Emekli Büyükelçi Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Emekli Büyükelçi Sayın Gündüz Aktan; Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof Dr Hikmet Özdemir; Emekli Büyükelçi Dr Bilal Şimşir ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç Dr Yusuf Sarınay
OTURUM BAŞKANI (Prof Dr ÜNSAL YAVUZ)- Sayın Rektörüm, sayın rektör yardımcılarım, -Mütevelli Heyet Başkanımı göremedim- Sayın Mütevelli Heyet Başkanım, sayın bakanlar, milletvekilleri, değerli meslektaşlarım, dekanlar, merkez okul müdürleri, değerli basın mensupları, öğrenciler -herhalde unuttuğum kimse yok- ve Silahlı Kuvvetlerimizin de değerli mensuplarını burada görüyorum, onlara da hoş geldiniz diyorum
Bugünkü konu oldukça önemli bir konu, Sayın Rektörüm ve Araştırma Merkezi Müdürümüz Sayın Enver Hasanoğlu hocam da çarpıcı bir şekilde olayı vurguladılar Onun için ben o konulara bir daha girmeyi arzulamıyorum, hemen de, konularında uzman olan değerli panelistlere söz vermeyi arzularım, ama açıklayıcı bir iki noktayı da eklemeyi uygun görüyorum
Soykırım veya katliamı, hiçbir zaman insanın insanı öldürmesi şeklinde de almamak lazım Çünkü çok değişik kırımlar var, katliamlar var, soykırımlar var Örneğin elimde Sefa Yürekel'in "İnsanlık Suçları" diye değerli bir kitabı var Kitabı herkese öneriyorum, çok açıklayıcı şeyler var Hem tarihte çeşitli devletlerin, dünyanın, kürenin çeşitli yerlerinde yaptığı katliamlar ve dolayısıyla, hem bize tarihimizde Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız sırasında Batı Anadolu'da, hatta daha yakına geldiğimiz zaman Kıbrıs'ta, hatta daha da yakına geldiğimiz zaman Güney Anadolu'da masum insanlarımıza ve güvenlik güçlerimize verilen zararlar söz konusu
Dolayısıyla, bütün bunların söz konusu edileceği toplu tartışma da bugün, burada gerçekleşecek Aslında Sayın Rektörüm'ün de vurguladığı gibi biz tarihimiz boyunca hep uzlaşmacı olduk Hiçbir konuya duygusal girmedik; dişe diş, kana kan, göze göz demedik Hep uzlaşmacı göründük, ama gerek çevremizden, gerekse dostumuz olacak ülkelerden bize karşı yönetilen suçlamalar, artık sabırları taşıran bir noktaya geldi Dolayısıyla, artık biz de bunları gündeme getireceğiz Artık dünya, Türklere "Barbar Türkler, insanları kestiler, biçtiler" deyip suçlamaları bir tarafa bıraksın Artık bizlerin de bir taraflarda, küresel birtakım organlarda, haklarımızı kovuşturma ve savunma konumumuza geldiğimizi burada göstermek istiyoruz
Bunu neden göstermek istiyoruz? Bir Ermeni soykırımıdır gürültüsü koparılıp, gidiyor; bütün dünya velveleye boğduruluyor Ne dendi? "Bu işi tarihçiler çözsün " Tarihçiler çözdüler Tarihçiler, Ermenilere "Alın belgelerinizi, gelin kardeşim" dediler Böyle bir buluşma Avusturya'da gerçekleşti ve aldığım duyumlara göre, Türk tarafının açtığı belgeler 50'ye ulaştığı zaman Ermeni tarafı; "Biz, masadan kalkıyoruz" dediler ve kalktılar Şunu gördüler; O dünyayı ayağa kaldıran iddialarının hiçbiri gerçek değil, hiçbir tutarlı tarafı yok Dolayısıyla, biz artık bu Ermeni soykırımı teranelerini, vaveylalarını kenara kaldırıp atıyoruz Biz de ülkemizi savunma yolunda artık defansif oynamayı bırakıp, ofansif oynamaya başlıyoruz Galiba bunun tam zamanıdır
Neden tam zamanıdır? Yüzyıl boyunca, sosyo-ekonomik, kültürel uygulamalarla Batı, bütün gücüyle üzerimize geldi Bir Doğu sorunu öküzü yarattı, bir hasta adam imajı yarattı; ve bu işi kökünden kazımaya karar verdi En sonunda da Birinci Dünya Savaşı ve Sevr'i gündeme getirdi, ama bu Sevr hayalleri, Anadolu'nun bağrından çıkan, "Ya bağımsızlık, ya ölüm" haykırışıyla kâbusa döndürüldü ve bu Sevr projesi yırtılıp, suratlarına çarpıldı, bu iş burada bitti Bittiğini sandık, aslında bitmedi Bitmedi; çünkü Sevr; Batılıların her zaman kafasında vardı ve İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği soğuk savaş ortamında çeşitli yöntemlerle tekrar üzerimize gelmeye başladılar ve son on yılda, artık bunlar dayanılamaz hale geldi Bu kabul edilemez ısrarlar ve istekler, dayatmacı politikalar karşısında Türkiye, yine aynı Sevr projesine benzer duruma geritirilmeyolunda, sosyo-ekonomik, kültürel birtakım dayatmacı isteklere hedef oldu Maalesef bunların birçoğu da "Yes man'ci yönetimler" tarafından kabul de edildi
İşte geldiğimiz noktada artık, bu Sevr dayatmalarına, nasıl Mustafa Kemal Atatürk "dur" dediyse; onun kuşakları olarak "dur" deme aşamasındayız "Dur" deme aşamasındayız, çünkü "Sevr yine geliyor?" dediğimiz zaman, içimizde Erol Manisalı hocanın dediği gibi, "İçimizdeki Danimarkacılar" değil, ama "İçimizdeki Brükselciler" bize dediler ki; "Siz saçmalıyorsunuz, rüya görüyorsunuz " İşte, dün Sayın Rektörümün de vurguladığı gibi, Jack Tubo adlı bir Fransız parlamenter, Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu'nda "Siz, artık Sevr'i tanımalısınız" demeye kalktı Sevr geliyor muymuş, gelmiyor muymuş; yoksa tehlikeli gören bizler hayal mi görüyormuşuz, gerçekleri mi konuşuyormuşuz bu böylece ortaya çıktı Tabii, patronu Chirac, "Türkler artık tarihiyle barışsın" diye bir önergeyi ortaya atarsa, biz tarihimizle hiçbir zaman küs olmadık Tam tersine, tarihimizle gurur duyduk Bizim iki bin yıllık şanlı tarihimiz var Orada kimsenin bize öğreteceği de yok Eh, onun parlamenteri de böyle der O öyle konuşunca yalnız mı kaldı, Matsakiz ortaya çıktı dedi ki; "Türkler Ermenileri, Rumları kestiler, şimdi de Kürtleri kesiyorlar " Bakınız, hemen legolar birleştiriliyor ve Türklere karşı bir kompozisyon, bir saldırı; planlı bir biçimde devreye sokuluyor
İşte onun için bu toplantı, artık bu Sevr istemlerine, "Dur, ne yaptığını bil" deme toplantısıdır O nedenle ben uzatmadan sayın konuşmacılara hemen konuyu aktaracağım Konuşmacılar, hepimizin tanıdığı saygın kişilikler Emekli Büyükelçi Sayın Gündüz Aktan, ülkemizi dışarıda yıllarca, onurla temsil etmiş bir diplomatımızdır ve kendisi Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanıdır İlk sözü kendilerine vereceğim; konuşma planımız şöyle; 15'er dakika Gönül isterdi ki saatlerce bu konuyu tartışalım, ama önce ilk turda 15 dakika vereceğiz, sonra belki unutulmuş ilaveler söz konusu olabilir, 5'er dakika daha ilave edeceğiz ve tüm konuşmalar bittikten sonra da kalan süre içinde sınırlı olarak bir soru-cevap periyodu yapacağız ve gönül rahatlığı içinde buradan dağılacağız
Evet, Sayın Büyükelçim; ilk söz sizde Buyurun efendim
GÜNDÜZ AKTAN (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı)- Teşekkür ederim Sayın Başkan
Önce Başkent Üniversite'sini bu toplantıyı tertiplemiş olmaktan ve bu konuyu seçmiş olmaktan dolayı içten kutlarım
Sayın Rektörün söylediği gibi gecikmiş bir toplantı bu; çok gecikerek bu konuyu ele alıyoruz Bunu çok çok öncesinden ele alıp, tartışmamız gerekirdi, ama bunun nedenleri var Bu nedenleri sizlere anlatmaya, görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım
Olay, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış döneminde ortaya çıkıyor Gerileme ve yıkılış döneminde bu süreçte, bir yandan Balkanlar, öte yandan Kafkaslar'dan Türk ve Müslümanlar, o bölgenin Hıristiyan toplumları ve devletleri tarafından Anadolu'ya doğru itiliyorlar Balkanlar'daki Hıristiyanların isyanlarını ve bağımsızlık yolundaki mücadelelerini biliyoruz Kafkaslar'da ise; Rus faktörü var, Rus Çarlığı faktörü var Bu 1821 Yunan İsyanın'dan alınıp 1922, yani Büyük Taarruz'un sonuna kadar geçen 100 yıllık dönemde ne kadar insanımız bu mücadelelerde öldü, -sivillerden bahsediyoruz- ne kadarı Anadolu'ya sürüldü? Ne yazık ki burada bir Türk tarihçinin değil, İrlanda asıllı bir Amerikalı'nın yazdığı kitaptan bu rakamları size vereceğim Batılılar arasında belki de, tek dürüst ve onurlu kişi Justin McCarty Rakam Yunan isyanı ile başlıyor, 1920'ye geldiğimizde 5 milyon ölü ve 5 milyon 300 binin üzerinde Müslüman ve Türklerin Anadolu'ya göç zorunda bırakılması var Bunu, dünyanın en büyük soykırımı diye kabul edilen Yahudi soykırımıyla mukayese edersek; -daha geçenlerde çıktı biliyorsunuz- 60" ıncı yıl dolayısıyla Auschwitz'in 5 milyon 100 bin Yahudi burada, bu ölüm kamplarında öldürüldü Ama Yahudi soykırımı bu olaylardan, bazılarından 100-150 yıl sonra, yani zaman içerisindeki nüfusun artışını da göz önüne almamız lazım O zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz; 5 milyon ölü 5 milyon insanın Anadolu'ya gelişi ki, bugünkü nüfusumuzun yüzde 40'ının kaynağını oluşturuyor bunlar
Dünyanın en büyük; soykırımsa soykırım, katliamsa katliama ve en büyük exodus yani göçünü oluşturuyor Bu sürekli olarak gözümüzden kaçtı Bizi topraklarımızdan, ki bu topraklar, yani biz şimdi Anadolu'yu vatanımız olarak biliyorduk, fakat Balkanlar da, Kafkaslar da bizim vatanımızdı Hiç kimse oraya fetih için gidip, sonra sömürgeymiş gibi bırakıp, gelmek amacını gütmedi Oradan bizi geriye atanların bazen telaffuz ettikleri, fakat bazen söylemedikleri bir doktrin var Bu, restitüsyon ( restituon ) doktrini, yani malı gerçek sahibine iade etme Bu topraklar Türk toprağı değildir, Müslüman toprağı değildir, bunlar Hıristiyanların topraklarıdır, bunlar eski sahiplerine iade edilmelidir Bu nedenle, Türkler ve Müslümanlar bu topraklardan atıldıklarında; uluslararası toplum bu vahşeti, hiçbir zaman hukuken suç olarak saymamıştır Bunlar suç değildir, restitüsyondur, sahibine iade edilmektedir Yine bu nedenlerle, buradan atılan insanların geriye dönme hakkı tanınmamıştır
Şimdi bu iki yönüyle, bugünkü durumla mukayese et Kıbrıs'ta Rumlar malum nedenlerle 1974 Harekatı'ndan sonra Güney'e gittiler "Hepsi Kuzey'e geçecek, çünkü onların evleri, arsaları, işyerleri oradadır, buraya gidecekler" Yine restitüsyon var burada Asıl sahibi o, oraya gidiyor Yunan İsyanı'ndan sonra da aynı oldu, Kafkaslardan da Bizden geriye giden yoktur, geriye gitme hakkı tanınmamıştır Dolayısıyla tek yanlıdır Bunun sonunda bir Yunan milliyetçiliği "Helenizm" doğdu Hepiniz biliyorsunuz, bu Osmanlı aleyhine genişledi, Cumhuriyet aleyhine de genişlemek için çabaladı ve bu milliyetçiliğin bir sınırı olmadı Yani hedef olarak "Ben şuraya kadar gideceğim demedi" niye? Çünkü, restitüsyon denilen şeyin sınırı belli değildi Anadolu da onların sayılabilirdi, Anadolu'nun da tümünü alabilirlerdi, yani bu yaklaşım karşı tarafta genişleme sınırları belli olmayan bir milliyetçilik yarattı
Şimdi Türk ve Müslümanları yerlerinden etmekte uygulanan yönteme geçiyorum Bu yöntemi 1991-1995 arasında Bosna-Hersek'te gördük Orada ne yapıldıysa, burada Türk ve Müslümanlar'a da aynısı yapılmıştır Nedir bu? Evvela militanların, çetelerin yerleşik yerlere saldırmaları, oradaki insanları, sivilleri öldürmeleri, oradan atmaya çalışmaları Ama belli bir aşamadan sonra, hele hele savaş da kazanılmışsa, ordular bu işi yapmışlardır Kasabaları, köyleri yıkmışlardır, arazileri, tarlaları yakmışlardır, öldürmüşlerdir ve itmişlerdir belli bir istikamete doğru İnsanlar, malını mülkünü, çoluğunu çocuğunu bile tam alamadan Güneye, Türkiye'ye doğru kaçmak zorunda kalmışlardır Şimdi bu Bosna-Hersek'te mahkemesi görülen, -çeşitli davalardan ortaya çıkıyor- General Karadziç, Srebrenitsa'da yapmış olduklarından dolayı giymiş olduğu hüküm; soykırım hükmüdür Lahey'de biliyorsunuz bunun davası görülüyor Demek ki Türkleri bu şekilde, vatanlarından atarken işlenen suç aslında soykırım suçudur Bunu katiyen hafif olarak söylemiyorum; soykırım suçunu 1948 Sözleşmesinin 2 inci maddesindeki tanımına göre söylüyorum
Tabii bunun dışında o, uzun yol boyunca bunları koruyacak hiçbir güç olmamıştır Yani onlara, devletleşmekte olan bu ülkelerin silahlı güçleri veya çarlık Rusya'sı; tüm devlet ve savaş hukuku sorumluklarından mahrum olarak, yoksun olarak cezalandırmak üzere, öldürerek göndermiştir Türkiye'ye doğru Ondan sonra da Osmanlı zulmünü, yaptıklarını mazur göstermek için kullanmıştır ve bundan dolayı da bugün Türkiye'nin imajı, bütün Avrupa'da tahrip olmuş, bozulmuştur Bizim imaj bozmamız bizim, aslında 1800'lerin başından itibaren bugüne kadar devam etmektedir
Bizim bunlara karşı tepkimiz ne olmuştur? Bizim tepkimiz, Cumhuriyet kurulduktan sonra geçmişi unutmak şeklinde olmuştur Bunu yaparken de şöyle dedik: "Yani, büyük trajediler geçti, facialar geçti başımızdan, ama bu vatanı kurtardık O zaman geçmişe bakmayalım Çünkü, bu insanlarla yaşayacağız, bu devletlerle yaşayacağız Bunlara karşı kin gütmeyelim Buradaki tarihi varlığımızı, tarihimizi unutalım, geçen geçmiştir Biz, ileriye bakalım" ve bütün kuşaklar birbiri arkasından böyle yetiştirildi Yani bu kuşaklarda intikam duygusu yoktu, intikam duygusu bu kuşaklara verilmedi Bunun verilmemesinin başka nedenleri de var, "Biz canımızı zaten zor kurtardık bu mücadelede "
Kuvvet dengesi, bizim bir kez daha oralara gitmemize, vatan saydığımız, yurt saydığımız yerleri tekrar almamıza veya almasak dahi, sivil insanlar halk olarak yerleşmemize imkân vermiyordu, böyle bir hayal yoktu Bu Türk gerçekçiliği denen şeyin dışındaydı, ama karşımızdakiler böyle değildi Onlar zaten yeni kurulmuş, genişliyor, genişleme imkânına sahip Batı toplumu uluslararası toplum tarafından, zaten destekleniyorlar Bu destekle onlar hâlâ elimizde bulunanları alma eğilimini içlerinde muhafaza ettiler, çocuklarına bunu okutmaya devam ettiler Burası, Anadolu; tarihi bakımımdan onların; bir tarafta Rumlar, bir tarafta Ermeniler; onlara aitti Tarih uzundu, yarın öbür gün şartlar değiştiğinde ne olacağı bilinemezdi
Bu yenilmiş ve yılgın psikoloji, bizim unutkanlığımızın, unutmamızın nedenlerinden birini oluşturuyor Ama bunun dışında bir başka neden daha var, o da şu; Türkiye'de tabii karizma sözcüğü biliyorsunuz, en fazla istismar edilen, yanlış kullanılan sözcüklerden biridir Karizma kelimesi, siyasi bilimlerde Max Weber tarafından ortaya atılmıştır Max Weber, büyük liderin o olağanüstü karizmasıyla toplumu büyük bir felaketten, büyük bir başarıya bir tür anesteziyle geçirdiğini anlatır Yani acılar, kayıplar unutulur ileriye bakarsınız Yeni insan, yeni devlet, yeni toplum, yeni değerler yaratacaksınız; bu size büyük bir umut verir ve oraya geçersiniz Atatürk'ün belki de, -bu konuda Max Weber inceleme imkânına sahip olsaydı- bu olağanüstü örneği bizi ileriye, geleceğe, Cumhuriyete çevirdi; geriye, arkaya bakmamıza yol açtı Bu aslında belli ölçüde sağlıklı bir toplum da yarattı
Fakat psikolojide bir kural vardır, "Büyük kayıplarınızın yasını tutmanız lazım " Bu ailelerde de böyledir, toplumlarda da böyledir Türk milleti büyük kayıplarının yasını tutmamış bir millettir Belki bizim bugün, bunca seneden sonra bu konuya eğilmemiz, işte bu yas sürecinin başlangıcı olacaktır Tabii bu yas sürecine de başlamamızın nedenini unutmayalım Eğer Ermeniler bizi rahat bıraksalardı, soykırım isnatları olmasaydı; hiçbir zaman bu işe geriye dönüp bakmayacaktık Şimdi geriye dönüp bakıyoruz Evet, Türk milleti tarihiyle yüzleşmemiştir, ama sorun Ermeni sorunu değildir Kendi büyük acılarıyla yüzleşmemiştir Türk milleti, büyük kayıplarıyla yüzleşmemiştir Böyle bir yüzleşmeye eğer, bu toplantı ve bunun vesile olacağı yazılar, kitaplar yol açacaksa unutmamamız gerekir ki; bu çok zor bir yoldur, çok tehlikeli bir yoldur
Ben, kaybın ne olduğunu ilk kez Yunanistan'da hissettim Benim ailem Yunanistan'ın Arnavutluk sınırından geliyor, yani Yanya'dan Ailemizin içinde, tabii tahmin edeceğiniz gibi bir Yanya nostaljisi her zaman olmuştur, ama o nostaljinin bana etkisi doğrusunu isterseniz olmamıştı Ne zaman ki Yanya'ya gittim, ne zaman ki oradaki yıkılmakta olan Türk eserlerini gördüm; işte o korkunç bir duygu Yani bu duyguyu hissetmek, bunun yasını, yani büyük bir kaybı hissetmek; hem çok zor, hem de çok açıkçası sizde hemen "Burası bizimdi, bizimdir" duygularını uyandırıyor Bugünün dünyasında bu çok tehlikeli bir şey, tehlikeli, fakat Türkiye'nin normalleşmesi için yasını tutması lazım Türkiye kayıplarının yasını tutmadığı, kayıplarıyla yüzleşmediği için, bugün Türkiye'den çok kolay toprak alınabileceğini zannedenler var Türkiye'nin içinde de çok kolay toprak verileceğini umanlar ve sananlar var
Bunların aşılması için, doğrudur Ermenilerin söylediği, Türkler tarihleriyle yüzleşmemişlerdir, yüzleşmeleri gerekir
OTURUM BAŞKANI- Efendim, Sayın Büyükelçiye çok teşekkür ediyoruz, çok düşündürücü bir konuşmaydı Gerçekten, biz tarihimizin bu yüzüyle hiç yüzleşmedik, yüzleşmemiz lazım, yas ta tutmamız lazım Bunu biraz da yüksek sesle söylemekte yarar var, içeriye değil dışarıya karşı İçeride de, tabii bir ulusal bilinçlenme açısından kuşkusuz böyle bir politika tam yerinde olacaktır, örtüşecektir diye düşünüyorum
Söze başlarken, sadece bir soykırım, etnik arındırma diye bir arındırma literatürde yok Bu değerli çalışmadan, bazı başka soykırımlar da öğrendim Sayın Büyükelçi konuşurken, "Acaba Kıbrıs'ta yapılanlar hangi soykırım çeşitlemelerine giriyordu?" diye ister istemez düşündüm Örneğin bir fiziki soykırım var, etnik soykırım var, kültürel soykırım var, biyolojik soykırım var ki, kitapta dünyanın çeşitli yerlerinde İngiliz ve Amerikan uygulamalarının hangi soykırım çeşidine, grubuna girdiği konusunda da çok çarpıcı örnekler de var Ekonomik soykırım var, bir grubun sosyal, siyasi, kültürel, askeri ve teknolojik olarak gelişimini veya zaruri ihtiyaçlarının giderilmesini önlemek için; maddi olarak yoksullaştırıp, iflas ettirilmesi ve teslim alınması Kıbrıs'ta bunun hepsi var Bu soykırım gruplandırmalarından bir veya birkaçına Kıbrıs'ta rastlıyoruz Bulgaristan'da rastladık Kuzey Yunanistan'da Batı Trakya'da rastladık ve en nihayet adamlar; dayak yeyip ülkeyi terk ederken Batı Anadolu'da yaptıklarına da rastladık
Ekolojik soykırım var Belki çoğunuz için yeni bir terminoloji ABD'nin Irak'ta yaptığı önemli soykırımcı tehcir var, soykırımcı asimilasyon var, etnik temizlik var Kıbrıs'taki ünlü Akritas Planı, bir etnik temizlik uygulamasının hareket noktasıydı, az kaldı da isteklerine, sonuçlarına ulaşıyorlardı Bu arada, bu soykırım çeşitlemelerini de ben size iletmek gereğini duydum; çünkü sayın konuşmacılar örnekleri ortaya koyduğu zaman o örneklerin hangi gruba girdiğini kolayca sınıflandırmak olanaklı diye düşündüm
Efendim, ikinci sözü Prof Dr Hikmet Özdemir'e vereceğim Kendisi Türk Tarih Kurumu Ermeni Masası Direktörü'dür Son senelerde yurtdışındaki arşivlerde değerli çalışmalar yaptılar ve bunları yayınladılar yanılmıyorsam Öyle mi Hikmet?
Peki, şimdi 15 dakikalık ikinci aşamayı sana veriyorum
Prof Dr HİKMET ÖZDEMİR (Türk Tarih Kurumu Ermeni Masası Direktörü)- Teşekkür ederim Sayın Rektörüm, saygıdeğer konuklar, meslektaşlarım ve öğrencilerimiz
1940 yılında Amerika'da Pennsylvania Üniversitesi Tarih Bölümü 2'inci sınıf öğrencilerine bir anket dağıtılıyor, bilimsel anlamda daha sonra bunun sonuçları bir bilimsel dergide yayınlandı Bu ankete göre bir sayfada iki sütun var, birinci sütunda birtakım sıfatlar var Örneğin, yiğit, korkak, alçak, katil, ırz düşmanı filan gibi, yani negatiften pozitife kadar birtakım sıfatlar var bir sütunda Diğer sütunda da, kavimlerin, milletlerin isimleri yazılı; Vietnamlılar, Fransızlar, Türkler, Çinliler, Ruslar şeklinde Öğrenciler, yalnız dikkatinizi çekerim Tarih Bölümü Üniversite 2" inci sınıf öğrencileri Öğrencilerden istenilen de çok kolay Söz konusu olan sıfatlarla, diğer sütundaki uluslararasında bir ilişki kurmaları isteniyor Sonuç, öğrenciler ırz düşmanı, katil sıfatları Türklerle eşleştiriyor Ben bu araştırmanın sonuçlarını yıllar önce öğrenmiştim Aradan çok zaman geçti, bu üniversitede 4 yıl önce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde siyasi tarih dersleri verirken, bu araştırmanın sonuçlarını öğrencilerimize de anlattığımı çok iyi hatırlıyorum
Şimdi buradan başlamak istiyorum, "Acaba 1940'larda Amerika Birleşik Devletleri'nde 18-19 yaşındaki çocukların, gençlerin biz Türkler için, hem de hiç tanımadıkları Türkler için katil, ırz düşmanı sıfatını yakıştırmalarının sebebi ne olabilir?" diye hep birlikte düşünebiliriz Hepinizin yerine sesli olarak ben düşünmeye gayret edeyim; bunun bir tek nedeni vardır; çünkü 6-7 Eylül hadiseleri 1950'lerin sonuna doğrudur, Kıbrıs meselesi de sonradır Ama 40'ların başında 19 yaşında gencecik öğrencinin böyle düşünmesinin bir tek nedeni vardır O da Birinci Dünya Savaşı başladığı andan itibaren yapılan propagandadır; Türkiye aleyhindeki propagandadır Esas itibarıyla söylemek istediğim şeylerden biri şudur: Osmanlı İmparatorluğu, Sayın Büyükelçimiz çok güzel bir perspektif çizdiler, "Balkanlar ve Kafkaslar'dan göç eden, göç etmek zorunda bırakılan Türk ve Müslüman unsurlar Anadolu'ya geldiler" dediler Şimdi Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu'da yaşayan Gayrimüslim unsurlarından, özellikle Ermeniler için konuşuyorum, bir büyük ayaklanma planlanması sonucu bir kısmının zorunlu göçe tabi tutulduğunu biliyoruz, çok önemli bir kısmının da 4 yıllık savaş sürecinde ve savaştan sonra ve Lozan'a doğru geldiğimiz dönemde mülteci statüsünde Ortadoğu coğrafyasında ve diğer ülkelerde Fransa'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde yerleşmeyi tercih ettiklerini biliyoruz Bunların hepsini saptamış durumdayız Bugün diaspora adı altında, Ermeni diasporası adı altında faaliyet gösteren kesimler; Avrupa ve Amerika Birleşik Devletler'inde, işte bu Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'ndan giden Ermenilerin 3 üncü, 4 üncü kuşağıdır
70'li yıllarda diplomatlarımızı katleden de bu kuşaklardan gelen gençlerdir Diasporanın çeşitli kuşakları üzerine Amerika'da Avustralya'da bilimsel çalışmalar da vardır Birinci kuşak için böyle şeyler söz konusu değil, ama üçüncü kuşakta, artık silahlı eylemlerle Türk diplomatlarını katletme derecesine kadar gözü dönmüş bir topluluk yetiştirilebiliyor Tabii bu topluluklar 36 diplomatımızı, görevlimizi katlettikten sonra nedense birdenbire durdular; şimdi daha farklı yöntemleri kullanıyorlar Esasında bugün yeniden, Sevr'in olduğu gibi bütün koşullarıyla birlikte dayatıldığı bir dönemi yaşamaya başlamış durumdayız Tabii Amerikan Cumhuriyeti'nin temelinde olduğu gibi, bizim Cumhuriyetin temelinde de bu göçmenlik psikolojisi, mültecilik psikolojisi vardır, bizde de vardır Bizde, Sayın Büyükelçimiz vurguladılar "Geçmişi unutmak şeklinde" bir tercihimiz olmuştu
O zamanki devlet yönetiminin böyle bir tercihi ders kitaplarına da yansımıştı O kadar ki, ben 2002 yılında bir profesör olarak Türk Tarih Kurumu'nda Ermeni Araştırmaları ile ilgili bir faaliyetin içine gelene kadar Ermeni meselesi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim Bu nasıl bir eğitim sistemi ki profesör yaptığı adama dahi Ermeni meselesini öğretemiyor, öğretememiş Bizim ders kitaplarımız Batı cephesini belki anlatıyordu, ama Doğu Cephesini ve Doğu Cephesi'nde kimlerle savaştığımızı hiç anlatmıyordu Açıp bakabilirsiniz; merhum General Fahri Belen'in "20'inci Yüzyıl Tarihi" Osmanlı tarihiyle ilgili eserinde Ermeniler'den hiç söz edilmez Sayın Büyükelçimizin saptaması çok doğrudur "Bu geçmiş, bir tercih olarak unutulmuştur" Bu aslında, bir büyüklük anlamında anlaşılması gereken bir şeydir Fakat ne yazık ki hiç kimse tarihi ve geçmişi unutmamış, özellikle mülteci olarak başka ülkelere gidenler kendi öfkelerini, yaşadıklarını, gözlemlerini savaş koşullarındaki değerlendirmelerini oraya taşımışlardır Bunu kuşaktan kuşağa geçen bir kin ve öfke dalgası halinde, kabaran bir dalga halinde bugüne kadar getirmişlerdir
Yine 1940'larda adını çok iyi hatırlıyorum Kerküklü bir şair Leyla hanımefendinin bir şiiri var Diyor ki: "Hatıralarınızı yüklenip gidebilir misiniz?" Bizimkiler Balkanlar'dan, Kafkasya'dan hatıralarını yüklenecek vakte ve imkâna sahip değillerdi, ama Ermeni diasporasını bugün oluşturanlar bütün hatıralarını olduğu gibi naklettiler Yani demek ki burada bizim ciddi bir yanlışımız, eksiğimiz var
Üzerinde durmak istediğim bir diğer konu; Birinci Dünya Savaşı'yla beraber özellikle "Cihat Kararı"nın alınması ki, o cihat kararının alınması da zaten zorunludur O günkü koşullarda bütün kaynakları seferber edebilmek için, bütün kesimleri seferber edebilmek için "Amerika Birleşik Devletleri'nde misyonerlerin faaliyetleri bunlardan etkilenecek" diye büyük bir endişeye yol açmıştır Nitekim, 1921 tarihinde büyük Atatürk'ün bir Amerikan gazetecisine verdiği mülakatta işaret ettiği bir husus son derece önemlidir Orada Atatürk özellikle misyonerlerin faaliyetlerine işaret ederek, "Onlar bütün bu olup bitenlerden dolayı, manevi açıdan sorumludurlar" der Bunun üzerinde de düşünmemiz gerekir, yani misyonerlerin manevi sorumluluğu
Şimdi çok milletli, çok dinli, çok dilli bir imparatorluk Bu imparatorluk süreç içerisinde dağılmak, parçalanmak zorunda Herkes kendi ulusal devletini kurmak için planlar yapıyor, kongreler düzenliyor; Türkler bir şey yapmak istedikleri zaman, yani Türk Milli Devlet'ini kurmak istedikleri zaman bu ayıp karşılanıyor Bugün de hâlâ bu ayıp karşılanıyor, bazı aydınlarımız tarafından Oysa bu coğrafya üzerinde Türklerin de kendi ulusal devletlerini kurma hakları olacaktı Bu tarihi bir haktı, bu aynı zamanda kaçınılmaz bir durumdu Yani İmparatorluğun sahibi durumundaki bir ulus, kendi aklını başına topluyor, diyor ki, "Ben kendi ulusal devletimi kuracağım "
Burada konuşmamın birinci kısmında üzerinde durmak istediğim, bir başka nokta da şudur: Uluslararası ilişkilerde bir imaj sorunu, algılama sorunu var Bu 19'uncu Yüzyıl sonu itibarıyla da vardı, bugün de aynı şekilde var Fakat doğrusu bilimsel açıdan oturup bir araştırmak gerekir; Atatürk'ün Türkiyesi ile ilgili böyle bir sorun var mıydı, acaba Atatürk'ün Türkiye'sinde, 1930'lar Türkiyesi'nde dünya bizi nasıl algılıyordu? Dış ziyaretler bir ölçü olarak kabul edilebilirse Sayın Rektörüm, Atatürk Türkiyesi'nin dış dünyayla olan ilişkileri bir veri alınabilirse, bu Birinci Dünya Savaşındaki imajın, propagandayla yaratılan imajın önemli ölçüde yüzeyselleşmiş olduğu görüşündeyim
Buna bir örnek olarak İngiltere'yle olan ilişkilerimizi incelediğim için söylüyorum, onu gösterebilirim Yani İngiliz kralının Türkiye'yi ziyaret etmesi, İstanbul-Çanakkale'ye gelmesi, İstanbul'a gelmesi, Atatürk tarafından karşılanması ve bu sırada Times Gazetesinde enteresan bir haber Times Gazetesi diyor ki; "Bugüne kadar Konstantinopol diyorduk, bu tarihten sonra İstanbul diye yazacağız" diyor Londra'da ve İngiltere'de yaşayan Rumlar da ayağa kalkıyorlar "Siz bunu nasıl yaparsınız?" diyorlar Şimdi, Birinci Dünya Savaşı'yla ilgili bütün bu parçalama planlarının arkasındaki devletin İngiltere olduğunu biliyoruz Hatta şu kadarını söyleyeyim: İzmir'in Yunanlılar'a verileceği 1914 yılında İngiliz savaş kabinesine sunulan haritalarda belirtilmiştir Oysa biz bunun 4 sene sonra olduğunu düşünüyorduk, o zaman kararlaştırıldığını düşünüyorduk 1914'te İngiltere, Yunanistan'a İzmir'i veriyordu
|