Prof. Dr. Sinsi
|
Endülüs Emevi Devleti - Endülüs Emevi Devleti'nin Bilim Adamları Kimlerdir?
Endülüs Emevi Devleti - Endülüs Emevi Devleti'nin Bilim Adamları Kimlerdir?
Endülüs Emevi Devleti - Endülüs Emevi Devleti'nin Bilim Adamları Kimlerdir?
Dil-Edebiyat, Eğitim, Bilim ve Fikir Hayatı
Endülüs, toprakları üzerinde çok farklı unsurların barındığı ve müşterek kültürün hâkim olduğu toplumsal bir ortamdı Bir arada yaşayan üç büyük din mensubu toplulukların konuştukları Arapça, Berberîce, İspanyolca, Portekizce, Lâtince, Fransızca, Katalanca gibi yedi lisânın karışmasından ortaya çıkan “Endülüs Acemiyyesi” (el-Lâtiniyye) adında yeni bir halk dilinin sâhibi olmuş bir ülkeydi Bu nedenle, oradaki edebiyatçı ve âlimlerin, bütün lisânları kolayca öğrenme imkanları vardı
Birarada yaşama kültürünün (convivencia) doğal bir sonucu olarak Arapça’nın ve bazı Müslüman geleneklerinin yerli halk arasında yayılmış olması kadar, yerli halkın dili olan Lâtince’nin ya da bu dilin İspanya ağzı olan Romance’nin konuşma dili olarak Müslüman halk arasında yayılmış olması da bir gerçekti Dolayısıyla, Endülüs halkının kültür seviyesi de zamanın diğer devletlerine oranla oldukça yüksekti
Bu gerçeği, Endülüs devletinin eğitim, kültür ve sanat alanlarındaki seviyesini yansıtan tarihî kayıtlardan anlamak mümkündür Konuya ışık tutan kayıtlarla dolu toplumsal, bilimsel ve kültürel hayata dâir pek çok eser mevcuttur Sâid el-Endelüsî, İbnü’l-Faradî, Humeydî, İbn Bessâm, İbn Beşküvâl, İbnü'l-Ebbâr, İbn Abdülmelik, İbnü'l-Hatîb, İbn Hallikân, İbn Ebû Usaybia, İbnü'l-Esîr, İbn Dahiyye İbnü'z-Zübeyr, İbn Cübeyr ve Makkarî gibi müelliflerin Endülüs tarihi ile ilgili olan eserleri veya eserlerindeki ilgili bölümler bu konuda ilk anda sayılabilecek olanlardır
Ulaşılan yüksek eğitim seviyesi sayesinde, Endülüs’te dinî ilimler yanında müsbet ilimlerde de pek çok bilgin yetişmişti Devirlere göre bazı farklılıklar göstermiş olmakla birlikte genel olarak Endülüs’te de geçerli olan eğitim sisteminin temelini oluşturan unsurları amaçlarıyla birlikte şöyle saymak mümkündür Okuma yazma ve dilbilgisi, öncelikli olarak kutsal metinlerin incelenmesi için; Aritmetik, mirasın Kur’an’a göre paylaşılmasını sağlamak için; Gökbilim, câmilerin Mekke’ye doğru yönlendirilmesi ve takvimi düzenlemek için; tıp, hastalıkları tedavi etmek için öğrenilir ve öğretilirdi Hiç şüphesiz, bu tahsilin başka alanlarda da yararlı olacağı kabul edilirdi
Murâbıtlar döneminde özellikle edebiyatın nesir alanında çok ileri seviyede örnekler ortaya çıktı Ayrıca, bu bilginler Doğu İslam dünyasına da çeşitli amaçlarla sıkça seyâhatler yapmışlar, böylelikle kendi kültürel birikimleriyle doğuluların birikimlerini mukayese etme imkanı da bulmuşlardı Bu tespiti, İslam âlimlerinin hayatlarını anlatan kaynaklarda bulmaktayız Böylelikle, Doğu İslam dünyası ile Endülüs arasında sürekli işleyen bir kültür köprüsü kurulmuş oluyordu
Endülüs halkının bir nevi ortak lisânı olan Acemiyye, zamanla sokaklardaki her dinden ve her kesimden insan, hatta saray seçkinleri tarafından bile kullanılır oldu Sonradan siyasî ve iktisadî hayatta da kullanıldı Bazı saray çevrelerinde Galicia lehçesi gibi farklı tarzları da konuşulurdu Ancak, bu durum beraberinde her milletin kendi dilini unutma tehlikesini de getirmişti Bu sebeple, özellikle Hıristiyan kesimde bazı yakınmalar dile getirilmişti Diğer lisânlar yanında, Acemiyye yüzünden Arapça da halkın ihmaline uğramış, resmî dâire ve eğitim yerleri dışında pek kullanılmaz hale gelmişti
Arapça’nın Nahiv ilmi denen gramerini öğrenerek tedâvülde kalmasını sağlayan ise, ancak devlet adamları ve bilginler olmuştu O zamanlar Endülüs’te olduğu gibi, bugün de ülkemizde kendi dilimizi ve onun taşıdığı millî kültürümüzü, üzerimize çöken Batı kültürünün etkisiyle kaybetme noktasına yaklaşmaktayız Yani, şu anda yaşanan kültür = kimlik dönüşümü ya da kaybıdır Bunun sonunda veya sonrasında daha tehlikeli durumlarla karşılaşmayı beklememiz gerekmektedir
Son zamanlarda konuya hassasiyetle dikkatleri çeken Sayın Prof Dr Oktay Sinanoğlu, bir aydın bilim adamı olarak milletimize büyük bir hizmet ifa etmektedir Sinanoğlu’nun piyasadaki iki kitabı (Bir New York Rüyası “Bye Bye” Türkçe ve Hedef Türkiye) dikkatle okunmaya ve ders çıkarılmaya değerdir Ancak, Endülüs ile bugünkü durum arasında temelde çok önemli bir fark vardır O da şudur: Endülüs kültürü bir toplumsal kaynaşma sonucu toprakları üzerinde barış ve huzuru doğurmuşken, buna karşın bugün ülkemizi ve bütün dünyayı saran Batı kültürü kendi dışındaki dünyada toplum ve devlet çatışmalarına zemin hazırladığı için genellikle savaşa ve huzursuzluklara neden olmaktadır
Endülüslüler, Endülüs Acemiyyesi’nin etkisiyle iki büyük orijinal edebî ürüne sâhip olmuşlardı Bunlardan birincisi “müveşşah” ve ikincisi “zecel”di Müveşşah’ı ilk kullanan edebiyatçı Makdem b Muâfir Kaberî Darîr (812-840), zecel’i ise İbn Abdirabbih (ö 356/967), Ramâdî (ö 412/1021) ve İbn Kuzmân (555/1160-564/1068) oldu Müveşşah tarzında fasih Arapça kullanılır Ancak, kasîde gibi tekli kâfiyeden yoksundur ve mûcidi olan Kaberî, Acemiyye’den kelime alır, onu “merkez” diye isimlendirir, sonra da üzerine müveşşah’ı koyar ve böylece sanatını icrâ ederdi Müveşşah’ı yaparken Acemiyye’den alınan merkez kelime ya da cümle, “harce” veya “kufl” diye isimlendirilir ve bu harceler Endülüs halk şarkılarından alınmaydı Bu edebî dalda daha başka bilginler de yetişmişti
Zecel’e gelince, zecel Acemiyye’nin daha çok İspanyolca’ya yakın şeklinden meydana gelen ve Endülüs’te kullanımı yaygınlaşan müveşşahların geliştirilmesiyle ortaya çıkmış olan edebî bir şiir biçimidir Kendi dili içinde basit kâfiyelerle yapılan beyitlerden oluşur Gerçekte zecel, ancak Latin takviminde bulunan bayramlar ve mevsimlerden bahsetmesi; avâm Arapça’sıyla karışık Acemiyye’den kelime ve cümleler kullanması; Arap edebiyatının ıssız diyarlarda yapılan yolculuklar, çöl ve bedevî hayatı, göç etme, ölüm ve ayrılık gibi geleneksel konularından uzak oluşu; buna karşın, daha çok Müsta’riblerin yaşayış ve âdetleriyle Endülüslü Müslümanların günlük yaşantılarını ihtiva etmesi sebebiyle Endülüs'e mahsus bir edebî tarzdır Burada, Endülüs şiirinin bir parçası olarak, Sefarad Yahudileri adıyla da anılan Endülüs Yahudilerine has ve bugün Batı’da Hebrew Poetry şeklinde ifade edilen bir türe de değinmeliyiz
Endülüs dili ve edebiyatı, nasıl Hıristiyanların dil ve edebiyatlarından etkilenerek Acemiyye, Müveşşah ve zecel gibi ürünler verdiyse, İspanyalıların ve güney Frankların edebiyatı da Endülüs’ünkinden etkilenerek yeni ürünler vermişti Bunun örneği, Pireneler bölgesinde doğan ve Terubador veya Teruver adı verilen şiir tarzıdır Endülüs’ün müveşşah ve zeceline çok benzeyen bu şiir, zecel gibi duygusal içerikli ve enstrümanla söylenebilir özelliğe sâhipti İcra yeri ise, kral ve aristokratların saray ve mâlikâneleriydi Bu şiir tarzının Müslümanlardan mı alınma, yoksa doğal gelişimle mi ortaya çıkma olduğu konusundaki batılı araştırmacıların tartışmalarında, bu şiirin Endülüs kültürünün etkisiyle ortaya çıkmış olduğu kanısı yaygın olarak işlenmiştir Gerçekte konuları, beyitlerin dizin örneği ve kâfiyelerin birbirini takip etmesi gibi özellikleriyle bu şiir tarzı, müveşşah ve zecellerin hemen aynısıdır
Endülüs’ün sınır eyâleti Sarakusta, Endülüs dili ve edebiyatı mahsûllerinin Hıristiyanlara tesiri ve naklinde önemli bir role sâhip olmuştu Çünkü, Hûdîler’in elindeki şehir, her ırktan Hıristiyan süvârilerin uğrak yeriydi Oradan aynı anda Katalûnye, Aragon ve Navarın her bölgesine yayılan kahramanlık şiirleri ile besteler, Sarakusta sarayı ve konaklarında Endülüslülerce inşâd ediliyordu Böylelikle, Endülüslülerin şiir ve şarkıları komşu Hıristiyan beldelere yayılıyor, millî şarkı nağmeleriyle marşları zamanla Pireneler bölgesine, oradan da diğer Avrupa toplumlarına yayılıyordu
İspanyol edebiyatında pişmanlık bildiren aşk şiir tarzı ile tarihî olayların anlatıldığı şiirler, tamamen Endülüs şiirinin etkisinde oluşum ve gelişim göstermişlerdir Sadece şiir ile değil, kelime haznesi bakımından da Arapça’nın İspanyolca’ya etki ve katkısı büyük olmuştur Arapça’dan İspanyolca’ya geçen kelimeler, bazı modern araştırmacılara göre İspanyolca sözlüğünün dörtte birini teşkîl etmektedir Ayrıca, Portekizce’ye geçen otuz bin ve Katalanca’ya geçen sayısız kelime de hesaba katılmalıdır Arapça kelimelerin söz konusu dillere geçişi, daha çok Müslümanların kendileri için edindikleri ve kendi dilleriyle isimlendirdikleri medeniyet ürünü maddî unsurların, adları değişmeden kuzeyli Hıristiyan devletlere intikâl etmesi ve oralarda yayılması şeklinde olmuştur
Bu türden kelimelerden sadece konuyu örnekleme amacıyla verilebilecek olan bazıları şunlardır: “Fünduk” kelimesi “fonda”, “tâhûne” “tahona”, “ta’rîf” “tarifa”, “ürz” “erros”, “sükker” “azucar”, “sâkıye” “acequia”, “hizâne” “alacena”, “mühadde” “almohada”, “dükkân” “adoqurin”, “kirâ “alquiler”, “kâdî” “alcalde”, “kubbe” “alcoba”, “binâ” “albanil”, “fülân” “fulano” Bugünkü İspanyolca’da kullanılmayıp Portekizce’ye girmiş olan kelimelerden bazıları da şunlardır: “Katîfe” “alcatifa”, “fünduk” “alfandaga”, “hayyât” (terzi) “alfajate”, “sahrâ” “safara” ve “rıtıl” “arretel”
Konunun dağlar, tepeler, adalar, sâhiller, nehirler, denizler, mağaralar, bahçeler, ağaç ve çiçekler, renkler ve yıldızlar, ovalar ve vâdiler gibi tabiat mekânları; otlaklar, ekim alanları, köyler, şehirler, yapılar, sokaklar, yollar, köprüler, kaleler, değirmenler ve kuleler gibi insan ürünü eserler yönünden de örnekleri sayısız miktarlardadır Meselâ, dağ anlamındaki “cebel” kelimesi “jabalcon”, “gibralbin” ve “gibralfaro” şeklinde İspanyolca’ya geçmiştir “Müdevver” kelimesi “Almodâvâr del Rio” şehrine isim olmuş, “vâdî” kelimesiyle başlayan “el-Vâdî’l-Kebîr” “Guadalquivir”, “Vâdî’l-Hicâre” “Guadalajara”, “Vâdî’l-Kanâl” “Guadalcanal”, “Vâdî’l-Kasr” “Guadalcazar”, “Vâdî’l-Kutn” “Guadalcoton” pek çok coğrafî isim; ayrıca kılık kıyâfet, hendese, mimârî, süsleme gibi hayatın pekçok alanındaki eşya isim ve kavramları İspanyolca’ya Arapça’dan geçmiştir
Avrupa’da Romen rakamlarının yerini alan bugünkü Hint menşeli Arap rakamları, halen kullanılan “algebra” (cebr), “betelgeuse” (beytü’l-cevze) ve “cenit” (semt) gibi terimler, sıfırın kullanılması gibi matematik ve astronomi sahasındaki Endülüs-İslam tesirleri hakkında fikir vermektedir Astronomi sahasında Arapça’dan Lâtince’ye pek çok kitap tercüme edilmiş ve bu eserlerdeki terimler Arapça şekliyle muhâfaza edilmiştir Bu alanda büyük çalışmalar yapmış bilginler içinde meşhur olanları, Mesleme el-Mecrîtî ile ez-Zerkâlî ve et-Tuleytulî’dir V /XI yüzyılda Tuleytula’da kurulan Zerkâlî’nin rasathânesi, Hıristiyanlar üzerinde etkili olmuştu Konunun önemli yazmalarını bularak inceleyen araştırmacı Jose Milas Villicrosa, bulduğu sonuçları El quebacer astronomico de la Espana Arabe adını verdiği kitabında toplamıştır
Astronomiyle birlikte, tıp alanında da Endülüs Müslümanlarının İspanyol ve Avrupalılar’a intikâl eden mirasları azımsanamayacak kadar çok olmuştu Endülüslü Hıristiyan ve Yahudiler, daha evvel Hipokrat ve Calinus’un eserlerinden yararlanırken, Müslümanlar ile İberya’ya gelen tıbbî birikimi benimsemişler ve Müslümanlar ile birlikte buna büyük katkıda bulunmuşlardı Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, Avrupalılar’ın hastalık ve sebepleri hakkındaki gelenekleri zamanla değişmiş ve yerini modern anlamda İslam tıbbına bırakmıştı Endülüs’te tıbbın gelişimi konusu, buraya sığmayacak kadar geniştir Burada vurgulanması gereken, bu alanda Batı dünyasına geçen Endülüs tesirlerinin büyük olduğu gerçeğidir
Endülüs’te toplumsal bilimlerin dil, edebiyat dışında tarih, coğrafya, biyografi, felsefe ve dinî ilimler gibi alanlarında da büyük bilginler yetişmiş ve değerli eserler vücuda getirmiştir Murâbıtlar’ın Endülüs’e hâkim oldukları ilk zamanlarda yaşamış olan bilginlerden Ebû Cafer Yusuf b Hasdây, Ebû’s-Silt, İbn Bâce, Ebû Mervan İbn Zühr, Ebû’l-Ulâ İbn Zühr, Ebû Mervan b Ebû’l-Ulâ’ İbn Zühr ve botanik bilgini İşbiliye’li İbnü’l-Avvâm’dır Muvahhidler zamanında yaşamış olanlar ise şunlardır: Hafîd Ebû Bekr İbn Zühr, Ebû Muhammed İbnü’l-Hafîd İbn Zühr, büyük bilgin ve filozof Ebû’l-Velîd İbn Rüşd, Ebû Bekr Ebû’l-Hasen Zührî ve Mâleka’lı botanikçi İbnü’l-Baytar Bu bilginler, kendi zamanlarının en değerli şahsîyetleri olarak Endülüs kültürü ve medeniyetinin gelişimine büyük katkılar yapmışlardır
İslam dünyasının Batı’ya tesirleri kendisini en fazla felsefe alanında göstermiştir Doğu-İslam dünyasında Fârâbî (ö 850), Kindî (ö 873) ve İbn Sinâ (ö 1037) gibi büyük filozoflar yetişmiştir Ancak, İslam felsefesinin Batı düşüncesini etkilediği merkez Endülüs’tür Çünkü, Avrupalılar Doğu felsefelerini ancak Endülüs kanalıyla öğrenme imkanı bulmuşlardır İslam dünyasındaki dil, din ve kültür birliği fikir alışverişini, bilginlerin ve kitapların doğudan batıya intikâlini kolaylaştıran bir unsurdu İslam felsefesi alanında Endülüs’ün yetiştirdiği üç büyük filozof vardır Bunlar İbn Bâce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’tür
Bunların Batı felsefe tarihindeki tesirleri çok büyüktür Özellikle İbn Rüşd, kendisine yöneltilen eleştiri, töhmet ve zındıklık (dinsizlik, dinden çıkma) suçlamalarına rağmen fikirlerini özgür iradesine dayanarak geliştirdiği için, fikir hürriyetinin de öncüsü sayılmaktadır Filozofların filozofu Aristo’yu İslam dünyası ve daha sonra da Batı’ya fikirlerini geliştirerek aktaran İbn Rüşd olmuştur Onun kanalıyla Avrupa’ya geçen felsefî düşünceler, kilise tarafından sakıncalı görülerek yasaklanmasına rağmen yayılma fırsatı bulmuştur Bu olgu, Avrupa’da kiliseye karşı başlatılan düşünce özgürlüğü mücadelesinin tetikleyicisi olmuştur
Tercüme Hareketiyle Gerçekleşen İlişkiler ve Etkileşim
İslam medeniyeti tarihinde tercüme hareketi denince, akla Abbâsîler’in Bağdat’ı ile Endülüs gelmektedir Bağdat’ta başlayan bilim ve felsefe alanlarındaki tercüme faaliyeti, Endülüs’te daha da yoğun şekilde sürdürülmüştü Buna karşın, Avrupalı Hıristiyanlar dine aykırı kabul edildiği için bilim ve düşünce faaliyetlerini yasaklamışlardı Bu sebeple, batı dünyası “karanlık çağ” denilen bir dönemi yaşamaktaydı ve genel olarak Müslümanların, özelde ise, kendi içlerindeki Endülüs-İslam medeniyetinin pek fazla farkında değillerdi Ancak, V /XI yüzyıl sonlarında Fransızlar ve Papalığın etki ve destekleriyle Haçlı fikrinin doğuşu, peşinden Reconquista hareketinin hızlanmasıyla, önce İspanyalılar ve sonra da Avrupalılar Endülüs’e, daha sonra doğu Türk ve İslam dünyasına Haçlı seferleri tertip ettiler
İster Endülüs’e ve isterse Orta Doğu’ya karşı olsun, Haçlı Seferleri vesilesiyle Hıristiyanlar İslam medeniyetini yakından tanıma fırsatı buldular Burada, Endülüs açısından sadece bir askeri ilişki tarzı olan Haçlı Seferleri ya da karşılıklı savaşlar dışında, Müslüman Endülüs ile Hıristiyan İspanya arasındaki medenî iletişim ve etkileşim kanallarını da hatırlamalıyız Aslında, savaş bu kanallardan sadece biridir Her durumda mümkün olan bütün yollarla taraflar arası ilişkiler gerçekleşmekteydi ve Avrupalıların İslam ülkelerini görmeleri önünde bir engel bulunmamaktaydı Dolayısıyla, müreffeh-huzurlu hayatlarını görerek hayran kaldıkları Müslümanlar gibi yaşamak arzusuyla, bilim ve felsefe alanlarında onların eserlerini inceleyerek benimsemeye, bu çerçevede Arapça yazılmış eserleri Lâtince’ye tercüme etmeye başladılar Tercüme faaliyetinin Bağdat’tan sonra iki önemli merkezinden biri Sicilya, en önemlisi de Endülüs idi
Endülüs’te tercüme faaliyetleri IV /X yüzyılda başlamış olmasına rağmen, daha sistemli ve yoğun bir şekle bürünmesi, VI /XII yüzyıl başlarına tekâbül eder Kurtuba ile Tuleytula, mütercim ve müelliflerin çalıştığı merkezler oldu Endülüs Emevileri halifelerinin, özellikle Hakem el-Müstansır’ın başşehir Kurtuba’da, Doğu-İslam bilim merkezleri olan Bağdat, Şam, Kahire, İskenderiye ve Konstantiniye’den topladıkları kitaplarla çok zengin bir saray kütüphanesi kurduğu bilinmektedir Bundan başka, Kurtuba’da özel kitaplıklar da mevcuttu İster Müslüman, ister Yahudi veya isterse Hıristiyan olsun her isteyen kişi kütüphanelerden yararlanabiliyordu
Bu sayede yüksek bilimsel düzeylere erişen Endülüslü bilginlerden bazıları şunlardır: Matematik, tabiat ve astronomi bilgini Mesleme b Ahmed el-Mecrîtî (338-398/950-1007), saray tabibi Hasday b Şeprut, astrolog İbn Vâfid, astronom İbn Hamîs Kurtuba’nın bilimsel gelişme havasını bozan, X yüzyıl sonunda başlayarak XI Yüzyılın başında gittikçe vahim bir hal alan siyasi iç kargaşalar (el-fitnetü’l-kübrâ, el-fiten) oldu Bu karışıklıklar sebebiyle, pekçok bilgin Kurtuba’yı terk ettiler ve daha elverişli ortama sahip diğer vilayetlere, bu arada daha çok eski Vizigot başkenti Tuleytula’ya göç ettiler Bu ortamda yağmaya maruz kalan Kurtuba kütüphanelerinin kitapları diğer vilayetlere dağıldı Tuleytula’da Müslümanların kurduğu kütüphaneler şehrin kaybından sonra da Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan bilginlerin uğrak mekânları olmaya devam etti
Şehrin Başpiskoposu Raimundus, Bağdat’taki Beytü’l-Hikme’ye benzer bir müesseseyi Tuleytula’da kurdu Arap dili ve edebiyatının da öğretildiği bu kurumda çalışan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi mütercimler felsefe, astronomi, matematik, tıp, kimya, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi bilim dallarıyla ilgili çok sayıda Arapça eseri Lâtince’ye çevirdiler Bu tercüme çalışmaları esnasında Tuleytula farklı din ve milletlerden bilginlerin kaynaştığı bir medeniyet merkezine dönüşmüştü Tuleytula’dakinin benzeri tercüme okulları, VII /XIII yüzyılda İşbiliye ve Mürsiye’de de açıldı
Esas olarak Yahudiler, ticarî hayatta olduğu gibi bilimsel faaliyet alanında da Hıristiyanlar ile Müslümanların aracılığını yapan kesimdi Grekçe ve Lâtince’den Arapça’ya aktarılan felsefî ve bilimsel eserler, V /XI yüzyılın sonlarından itibaren Müslüman bilginlerin elinde olgunlaşmış ve yenilenmiş halleriyle Arapça’dan Lâtince ve İspanyolca gibi diğer dillere çevrilmeye başlandı Böylece, İslam medeniyetinin bilim ve felsefe alanlarındaki birikimleri batılılara aktarılmış oluyordu Ortaçağ Avrupası, bu tercüme hareketi sayesinde eski Yunan felsefesini, özellikle Aristo’yu öğrenme imkanı buldu Din ile aklı uzlaştırmaya dönük Müslüman filozofların fikirleri onların zihniyetlerinde inkılap meydana getirdi
İbn Rüşd, Musâ b Meymûn, İbn Bâce ve İbnü’l-Arabî gibi İslam filozoflarının, eserleri ve fikirleriyle Hıristiyanların fikir ve bilim hayatlarına asırlarca şekil verdiği bilinen bir husustur Albert Magnus, Duns Scottus, Spinoza, Immanual Kant, Leon-Kastilya kralı X Alfonso el Sabio, Dante ve Bacon gibileri, Endülüs-İslam filozoflarından etkilenerek eser veren Avrupalı bilginlerden sadece bir kısmını teşkîl etmektedirler
Endülüs’e Gelen İspanyol ve Avrupalı Öğrenciler Vasıtasıyla Gerçekleşen Etkileşim
Endülüs medeniyetinin Avrupa ile ilişkileri konusunda ilk akla gelen husus, genellikle öğrenciler meselesi olmaktadır Endülüs, İspanya ve Avrupa milletlerinin ihtiyacı olduğu bir zamanda bir bilim, kültür ve eğitim ülkesi olarak hizmet vermişti Bu olgu, Endülüs Emevileri dönemi başlarından itibaren yavaş yavaş, özellikle 1085 tarihinde Leon-Kastilya kralı VI Alfonso’nun Tuleytula’yı almasından sonra gözle görülür şekilde bir ivme kazanmıştı 711 yılından 1085 yılına kadar 374 sene İslam hâkimiyetinde kalmış olan kadîm Vizigot başkenti Tuleytula, Endülüs İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden birisiydi ve Hıristiyanların eline geçerek VI Alfonso’nun yeni başşehri olduktan sonra, bu medenî birikimi sayesinde zamanla İspanya devletleri ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere hizmet veren bir bilim merkezi hâline gelmişti VI Alfonso, Endülüs medeniyetinin etkisinde kalarak sarayının her yanını İslam kültürünün alâmetleriyle bezemiş ve kendisini de “iki milletin İmparatoru” ilân etmişti
Kuşaklar arasında toplumsal iletişimin ve eğitimin papazların tekelinde olduğu Ortaçağ Avrupa Hıristiyan dünyasında, sadece Latince olarak okuma yazma öğretmekle sınırlı, dinî hayata yönelik ve erkek çocukların katılabildiği bir okul eğitimi söz konusuydu Yeni bir bilgi üretilmesi söz konusu değildi Bütün çaba, özü koruma ve aktarmaydı Dış etkilere karşı savunma durumunda özü korumak tasasına bağlı olarak ortaya çıkan bu katılık, Engizisyon mahkemelerine kadar uzanan bir boyuta sahip olacaktır Fakat, surların ve şatoların dışına taşıp yeni sömürgecilik ilişkilerinin başlamasıyla, çok geniş bir alana yayılan Hıristiyan toplum biriminde ideolojik birliği, tek bir toplum benliğini elde edebilmek için yeni bir araca gerek duyuldu Belli bir görüş ve düşüncenin geniş bir alana ve geniş topluluklara bozulmadan standart biçimde yayılabilmesi ancak matbaa ile sağlanabilecekti
Endülüs devletinin başşehri ve kültür merkezi olan Kurtuba’ya, Tuleytula’dan evvel Hıristiyan öğrenciler gelmeye başlamışlardı Kastilyalı, Leonlu, Aragonlu ve Navarlı zeki gençler Endülüs’e gelerek Arapça öğreniyor, muhtelif alanlarda uzman âlimlerden dersler alıyor, bu arada Endülüs eşrâfına karışarak Müslümanların âdetlerini benimsiyor ve birer Müsta’rib hâline gelerek âdetâ Endülüslüleşiyorlardı Yani, Müslümanların yaşantısına ayak uyduruyorlar, onlar gibi giyiniyor, yiyip içiyor, gezip eğleniyor ve hayat tarzı ve âdâbı muâşeret kurallarını benimsiyorlardı Onların bu durumunu, barbarlıktan medeniyete geçiş olarak değerlendirmek mümkündür Bu öğrenciler içinden, kendini yetiştirerek vezirlik makamına kadar yükselenler bile oluyordu
Endülüs’te eğitim ve iş imkanları bol olduğu için Hıristiyan ülkelerden Endülüs’e gelen insanlar, hem eğitim alıyorlar ve hem de çalışacak bir iş bulabiliyorlar, böylece hayatlarını Müslümanlar gibi müreffeh şekilde yaşama fırsatını yakalayabiliyorlardı Bu konuda onlara karşı herhangi bir kısıtlama veya ambargo koyulmuyordu Bunun ilk örneklerinden birisi, 967-970 yılları arasında Kurtuba’da eğitim alarak Avrupa’ya dönen ve daha sonra II Silvester (999-1003) adıyla Papa seçilen Gerbert’tir Gerbert memleketine döndüğünde, öğrenmiş olduğu astronomi, matematik ve cebir bilgilerini duyan Hıristiyanlar çok şaşırmışlar ve bu bilimleri sihir saymışlardır
Endülüs’ün Belensiye şehrini 1094 tarihinde işgal ederek bir süre elinde tutan ve maddî çıkar karşılığında herkes için savaşabilen Sid ile, 1104 tarihinde ölen Aragon kralı I Pedro da Arapça’yı çok iyi konuşan ve Endülüs’te tahsil gören önemli kişilerdendi
|