Prof. Dr. Sinsi
|
Kur'an-İ Kerim'in İndirilişi Süreci Ve Çoğaltılması İle İlgili Bilgiler Nelerdir?
Kur'an-I Kerim'in İndirilişi Süreci Ve Çoğaltılması İle İlgili Bilgiler Nelerdir?
Kur'an-I Kerim'in İndirilişi Süreci Ve Çoğaltılması İle İlgili Bilgiler Nelerdir?
Kur’an-ı Kerim’in İndiriliş Süreci
Hz Muhammed, çocukluk ve gençlik çağlarında ahlaka uygun olmayan davranışlardan kaçınmıştır İçinde yaşadığı toplumun taptığı putlardan uzak kalmış ve yaratılışın inceliklerini düşünmek amacıyla kırk yaşına yaklaştığı sırada Mekke ile Arafat arasında yer alan Nur dağındaki Hira mağarasına gidip gelmeye başlamıştı Burada kendisine gaipten “Ey Muhammed” diye sesleniliyor ve otuz dokuz yaşında iken gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi gördüğü şekilde gerçekleşiyordu Taş ve ağaçlar peygamberimizi selamlamaktaydı
Miladi 610 yılında ramazan ayında peygamberimiz kırk yaşında iken yine Hira’ya gitmiş ve burada ibadetle meşgul olurken vahiy meleği Cebrail (a s ) gelerek peygamberimize Alak Suresi’nin ilk beş ayetini vahyetmiştir Bu ayetlerde Yüce Allah (c c ) şöyle buyurmuştur ;
“ 1– Yaratan Rabb’inin adıyla oku
2- O, insanı alaktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı
3 – Oku,Rabb’in en büyük kerem sahibidir
4 – O, (insana) kalemle (yazmayı)öğretti :
5 – İnsana bilmediğini öğretti
Hz Muhammed,vahyin heyecanı ile eve gittiğinde eşi Hz Hatice tarafından “müjdeler olsun! Sen sözün doğrusunu söylersin,emanete riayet edersin,akrabanla ilgilenirsin,güzel ve iyi ahlaklısın…” sözleriyle teselli edilir
Kur’an-ı Kerim,Hz Muhammed’e bir defada değil 23 yılda nazil olmuştur Bu durum,insanların Kur’an-ı ,yazıya geçirerek öğrenmelerini kolaylaştırmıştır
Kuran’ın bir bölümü Mekke’de bir bölümü de Medine’de nazil olmuştur Mekke’de indirilen ayetler içerik olarak ; iman konularını,Medine’de indirilenler ise ibadet,ahlak kuralları ve sosyal düzenlemeleri kapsıyordu
Hz Muhammed(a s ) hayatta iken nazil olan ayetleri, vahiy katiplerine yazdırıyordu Vahiy katipleri,peygamberimizin ayetleri yazdırdığı kişilerdir Bunlar,vahiyleri çeşitli hayvanların kürek kemiklerine , düzgün taşlara , deri parçalarına yazıyor ve yazılanı peygamberimize okuyorlardı Cebrail (a s ) her yıl ramazan ayında o tarihe kadar indirilmiş olan ayetleri okumuş,peygamberimizde okunanları takip etmişti Ayrıca sahabelerden bazıları Kur’an-ı ezberliyorlardı Hz Muhammed , hayatta iken Kur’an’ın korunmasına yönelik bizzat kendisi önlem almıştır Fakat vefatına kadar vahiy süreci devam edeceği için Kur’an’ı bir kitap haline getirememiştir
Hz Ebu Bekir (r a )’in halifeliği zamanında “ Yemame” Savaşı’nda yetmiş kadar kura ( hafız ) şehit edilince ,Hz Ömer endişelenmiş ve Hz Ebu Bekir’i önlem alması için uyarmıştır Bunun üzerine Zeyd Bin Sabit, Kur’an-ı bir kitap haline getirmekle görevlendirildi Vahiy katiplerinin yazdığı ayetler,peygamberimizin belirttiği şekilde ilgili oldukları surelerin altında toplanarak bir kitaba dönüştürüldü Bu “Suhuf-u Şerif”,önce Hz Ebu Bekir tarafından korundu Halifenin vefatı üzerine kızı Ümmü’l Mü’minin Hafsa ( r a ) tarafından korunmaya devam edildi
Hz Osman’ın halifeliği döneminde sureler sırasıyla yazılarak buna “Mushaf” denildi Ortaya çıkan ihtiyaçla birlikte Mushaf çoğaltılarak önemli şehir merkezkerine gönderildi
Yaralanılan kaynaklar;
1- “ İslam, Fıtri, Tabii ve Umumi Bir Dindir” ( Ahmet Hamdi Akseki, Nur yayınları)
2- “ Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi, Kaynak Kitap, ‘Akaid,İbadet,Ahlak,Siyer’”, ( Marifet Yayınları )
3- Prof Dr Süleyman Ateş: “ Kur’an-ı Kerim Ve Yüce Meali”, (Kılıç Kitabevi Yayın Ve Dağıtım Yayınları )
ANLATIM
Kuranıkerim'in ayetleri Peygamberimize Cebrail aracılığıyla sözlü olarak gelmiştir Peygamberimiz bunları anında ezberliyor ve çevresindeki ashabına okuyor, onlar da ezberliyorlardı İçlerinde yazı yazmayı bilenler, değişik malzemeler üzerine, öğrendikleri ayetleri yazıyorlardı İlk ayetlerin gelişi şöyle olmuştur:
Hz Muhammed (S A V )’e peygamberlik görevi verilmeden önce O, zaman zaman insanlardan uzaklaşarak kâinatın yaratılışı, insanlığın geleceği gibi konuları düşünmek üzere Hira dağındaki mağaraya çekilirdi 610 yılında da yine böyle bir gün Hira dağına çıkmıştı O esnada Vahiy meleği Cebrail geldi ve göründü;
Cebrail: “-Oku” dedi
O: “-Ben okuma bilmem” cevabını verdi
Melek O’nu tuttu ve tekrar;
"-Oku” dedi
O yine: “-Ben okuma bilmem” diye cevap verdi Çünkü O gerçekten okuma bilmiyordu
Melek yine onu tuttu, ezercesine sıktı ve bıraktı;
“-Oku” dedi
Bu kez Peygamberimiz: “-Ne okuyayım diye cevap verdi ” Cebrail o zaman:
“-İnsanı alaktan yaratan Rabbinin adıyla Oku Oku, İnsana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin Ekremdir (en cömerttir)” şeklindeki Alak suresinin ilk beş ayetini indirdi
Bu şekilde başlayan vahiy süreci 23 yılda tamamlandı Hz Peygamber her indirilen ayeti anında ezberliyor, daha sonra onu insanlara aktarıyor ve onların pek çoğu da indirilen bu ayetleri ezberliyorlardı Bu arada inen ayetleri Vahiy Katipleri yazıyordu Hz Peygamber vahyin yazılması işine ayrıca önem veriyordu Sure ve ayetlerin nereye yazılacağı Cebrail tarafından Peygamberimize bildiriliyordu Peygamberimiz de kendisine bildirilen ayet ve surelerin yerlerini Vahiy Katiplerine bildiriyordu Aynı zamanda bu işi bizzat kendisi kontrol ediyordu Bununla birlikte her yıl Ramazan ayında o zamana kadar inen ayetleri Cebrail’e okuyor ve kontrol işi daha da sağlamlaştırılıyordu Böylece Kur’anı Kerim baştan itibaren herhangi bir unutma, hata ve yanlışlıktan korunmuştur
Anlatım: Dr Mustafa Akman
Mushaflar bahsi ile sıkı ilgisi olan bir mesele de Kur'an'ın harekelenmesi ve noktalanması işidir
Bilindiği üzere Arap yazısında nokta ve hareke yoktu Araplarda İslâmın ilk devirlerinde Nabatı ile Kûfî adını alan Hiyrî yazı vardı Kur'an'ı Hiri yâni Kûfî yazı ile yazarlardı Buna baştan Hicazi denirdi
Yazı, Basra ve Kûfe'de ilerlemişti Bağdadî yazı da meşhurdu Süslü ve nakışlı yazılar için Kûfî yazı kullanılırdı Adi muhaberatta eski şekli Hicazî yazı kullanılırdı
Mağrip ve Endülüs yazısı bir başkalık arzeder
Yazıya ilk okunaklı ve güzel şekli veren İbni Mukle'dir İbni Mukle (H 272-328/M 885-939) nesih yazıyı kullanmıştır
Türk hattatlarının elinde ise yazı en mükemmel şeklini bulmuştur Burada yazının geçirdiği safhalardan bahsedecek değiliz
Baştan yazı noktasız ve harekesizdi Kur'an böyle yazılıyordu Böyle noktasız ve harekesiz mushaflar yazılmıştır Bu yazının okunması güç olmakla beraber bazı iyi cihetleri de vardı Meselâ: Peygamberden işitilen kıraatlerin okunuşuna müsaittir Bir kelimede muhtelif kıraatler toplanabiliyordu veya kelimenin müsaadesi nisbetinde kıraat ediliyordu Yedi kıraatin hepsi Mushafı Osman'ın resmine, yazısına uygundur Kıraatde zaten bu şarttır Misal verelim:
وما ربك بغافل عما يعلمون : 123 âyet, noktasız olduğundanتعملون،& #1610;عملون
da okunur, her iki kıraate de müsaittir فناداها من تحتها 19:34 âyet, harekesiz olduğundan " مَنْ مِنْ" = min, men diye
her iki türlü kıraate de elverişlidir
İslâmiyet etrafa yayılınca Arap olmayan unsurlar da Müslüman olmuşlardı Bunlar noktasız ve harekesiz Kur'an'ı okumakta herkes gibi güçlük çekiyordu Lahne ve hataya düşüyordu Bu güçlüğü gidermek, hataları önlemek için hareke ve nokta koyma çaresine başvurulmuştur Bu iş başlıca üç safha geçirmiştir:
1-Kelime sonlarında nokta şeklinde harekeler konması,
2- Birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için harflerin noktalanması,
3-Bugünkü şekildeki harekelerin konulması
Bunları birer birer izah edelim:
1-Muaviye'nin Hilâfeti devrindeyiz A'rabînin birisi:
Kâtibine diyor ki: ''Ağzımı açtığım zaman harfin üstüne bir nokta koy, ağzımı topladığım vakit harfin içine bir nokta koy, esre okuduğum zaman harfin altına bir nokta koy!" O zaman bugünkü ıstılahlar henüz olmadığından böyle basit tâbirlerle, basit bir yolda harekeleme işini yapti
Tenvin için iki nokta koydu Sonraları bu tarz, noktayla harekeler kelimenin bütün harflerine teşmil olundu Ancak bunlar Mushafın yazılmış olduğu mürekkebin rengine uymayan bir renk ile yapılıyordu
Bu usul Mağripte ve Endülüste Dördüncü asrın ortalarına kadar devam etmiştir
Şarkta Halil ibni Ahmed'in harekeleri yayıldığı halde onlar bu tarzı bırakmadılar
Böyle kelimelerin sonları veya bütün harfleri nokta ile harekelenmiş Mushafları görüyoruz Bazan bu noktalar küçük bir daire şeklini almıştır (o) Bilhassa harflerin noktalanmasından sonra hareke noktalariyle harf noktaları birbirine karışmasın diye daire şeklindeki hareke noktaları behemehal lâzımdı Baştan harflerde nokta olmadığından bu iltibas yoktu Ayrı renkte olmak, işi halledemiyordu Hareke noktaları asıl yazıdan sanılmasın için harflere mahsus ve ekseriya siyah olan noktalardan ayrılmak üzere Mushaflarda ayrı renkte konurdu En eski Mushaflarda kırmızı, sonraları sarı, yeşil ve nadiren mavi renkle yazılırdı Nokta yerine konulan küçük daireler de böyledir Dinî olmayan eserlerde ise bu harekeler hiç kullanılmaz Bu usule göre:
والقلم وما يسطرون âyeti şöyle hareke alır: وْالقْلْ 05; وْمْا يْسطرْوْ 06;ْveya وْالقْلْ 05; وْمْائسط 18;روْنْ
2- İkinci merhale: Harfler birbirine benzediğinden yine iltibasa düşülüyordu Hattâ bu yüzden hatalara düşüldüğü söyleniyor Onun için birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için Haccac zamanında
(H 41-95/M 661-713), Nasr bini Âsim
(H 89/M 707) ve Yahya bini Ya'mer
(H 129/M 746) harflere nokta koyma işini başardılar Harf noktaları aynı renkte yâni siyah idiler Hareke noktaları ise başka renkte idi
İbni Hallikân "Vefeyâtül-A'yân" da Haccac'ın tercümeihalinde diyor ki: "Ebu Ahmet Askeri "Kitabüt-Tashif' de hikâye ediyor: Bütün nâs 40 yıldan fazla Mushafı Osman üzere kıraat ettiler Abdül-Melik bini Mervan zamanına kadar böyle gitti Sonra Irak'ta tashif yayıldı Haccac işaretler vaz'ını kâtiplere emretti Nasr bini Âmir ve Yahya bini Ya'mer bu işi yaptılar Harflere tek ve çift noktalar koydular " Bu da Emevilerden Abdül-Melik bini Mervan zamanında yapıldı
Harflerin noktalanması muhtelif safhalar geçirmiştir İslâm Ansiklopedisi diyor ki: En son noktalanmış olan harf (8) dir Bu her halde 11 asrın son yarısından daha evvel vâki olmamıştır Bazan (Kûfî yazı ile yazılmış Kur'an'larda hemen daima) noktalar sol aşağıdan sağ yukarıya giden meyilli çizgiler şeklinde konulmuştur Noktaların çift olanları, bazan şakulî ve bazan mail vaziyette olmak üzere yanyana konulur Üç noktalar düz bir hat istikametinde sıralanır (Ş) ش harfinde ise bu noktaların üçü ekseriya bir çizgi şeklinde gösterilir Bu noktalama işi muhtelif şekillerde yapılmıştır ve türlü safhalar geçirmiştir Çeşit harflere türlü noktalar konulmuştur K ق
3 asrın ortalarına kadar bu şekilde noktalanmıştır " Yakın zamana kadar ق ile (Fa)ف aynı yazılıdırق ل harfi de ن'a benzer
İlk harekeler nokta şeklinde olduğundan bazıları nokta ile harekeden hangisi evvel olduğunu karıştırıyorlar Evvelâ nokta kondu, sonra hareke verildi, sanıyorlar Nokta ile harekeyi birbirinden ayıramıyorlar Halbuki evvelâ hareke, sonra nokta konulmuştur İlkin harekeler nokta şeklinde idi Bugünkü harekeler daha sonra yapılmıştır
3- Ve işin üçüncü merhalesi odur Hareke noktaları ikinci asrın ortalarında bugünkü şekilde harekelere çevrilmiştir Ebül-Esved'in koyduğu hareke noktaları yerine bugünkü harekeleri koyan Halil ibni Ahmet (H 100-170/M 718-786) olmuştur Bunları sesli harflerden, harfi medlerden almıştır Ötre vavdan, üstün mail eliften ibarettir Esre de kısaltılmış Y'dir Cezim ve şedde gibi işaretler harekeden sonradır Bunları da Halil icad etmiştir Teşdid işareti şedde kelimesinin(Ş - ش harfinden alınmıştır Hakikaten bugünkü harekeler çok lüzumlu idi Okumayı kolaylaştırmak için noktalar çok konuldukça, hareke noktaları ile harf noktaları birbirine karışmaya başladı İki türlü mürekkep kullanmak güç bir işti
Hasan Basri ve Muhammed bini Şirin, Mushafın noktalanmasında bir beis olmadığını söylerler Nevevi ise Mushafın noktalanması ve harekelenmesi müstehaptır diyor Zira lahn ve tahriften korur
Noktayı kusur sayanlar olmuştur Hele tahriratta cehalet eseri imiş Fakat noktasız yazı yüzünden bazı hatalar olmuş ve felâketlere bile sebep olmuştur Hareke Kur'an'dan başka muharreratta kullanılmazdı, sonradan başladı
Ayetlerin sonundaki duraklar daire içinde meyilli çizgiler şeklinde yazılırdı Hattâ satır sonlarında böyle meyilli çizgilere çok sonraki tarihlerde diğer yazılarda da rastlanır Daha sonraları âyetin sonunu göstermek için yalnız daire yapılmaya başlanmıştır Ancak bu daireler beşinci âyeti göstermek için üst kısmı yukarı doğru sivri bir uç halini alır Onuncu âyeti göstermek için süslü bir daire yapılır Bazan dairenin içine rakam ve daha sonraları harfle on yazılı bir murabba konur Bu murabbam Mushafın metnine değil de kenarına konulduğu da vardır Altıncı asırdan sonra bu tarz kayboluyor Orta zamanlara ait Mushaflarda âyetlerin sonları daireler, yahut güllerle işaret olunuyor, içi süslü duraklar yapılıyor Süslü başlıklar, kenarlarında hizib, cüz', aşır işaretleri yapılıyor
__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz Dosdoğru din budur Fakat insanların çoğu bilmezler
KURANIN MUHAFAZASI ve YAKILMA HADİSESİ
Dr Veli Ulutürk
KIRAAT İHTİLAFI
İhtilafa sebep olan bu kıraat farkları nedir? Aslında ihtilafa sebep olan bu kıraat farkları büyütüldüğü kadar değildir; fakat müslümanların kitablarına olan hassasiyetleri, titizlikleri ve Kur'an'ı muhafazaya olan hırsları, haklı olarak bu konuyu daha önemli kılmıştır Kur'an-ı Kerim açık bir Arapça ile nazil olmuştur (Şuara, 195; Zümer, 37; Şuara, 7) Ayrıca hadis-i şeriflerde, Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) (s a v), "Bu Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir Ondan kolayınıza geleni okuyun" buyurmuştur Bu da böylece hadislerle sabittir Alimler, bu gibi hadislerde geçen "harf" kelimesinin manası hususunda ihtilaf etmişlerdir Başlangıçta Kur'an'ın Arap kabileleri arasında sür'atle yayılabilmesi için Cenab-ı Hakk tarafından, Peygamberimize Arapça'nın değişik lehçeleriyle Kur'an’ın okunmasına müsade verilmişti Arapların büyük çoğunluğu müslüman olup, Kur'an'a ve Arapça'nın en fasih lehçesi olan Kureyş lisanına alışınca, yine asr-ı saadette Kureyş lehçesi iyice yerleşmiştir Bu değişik, lehçelerle okuyuş, her ayette olan birşey değildir Kur'an'ın bazı kelimelerinin değişik telaffuzlarla okunması, bir takdim-tehir bulunması veya aynı manaya gelen müteradif kelimeler şeklindedir (2) Farklı hüküm, tezad ve tenakuz ortaya çıkaracak şeyler değildir Kur'an' tezad ve tenakuzdan münezzehtir (3) İşte başlangıçta müsaade edilen bu farklı okuyuş, ayrı ayrı bölgelerde, birbirlerinden farklı telaffuzlu kimselerden alınıp, öylece oralarda yerleşince, bir kıraat ihtilafına sebep olmuştur Hazreti Osman (radıyallahu anh)'ın işte bu ihtilafı önlemek için istinsah heyetine, ihtilaf ettikleri noktalarda ''Kureyş lisanı ile yazmalarını, çünkü Kur'an'ın onların lisanı ile indiğini" (4) söylemesi bundandır Kureyş lisanı demek, herhalde Arapça'nın en fasih lehçesi demektir Yoksa Arapça'dan ayrı bir dil değildir İşte Hazreti Osman bu harf ile birliği sağlamak istemiştir Bu görüşte olan alimler şunlardır: Beyhaki, el-Ebheri, Kamus sahibi Firuzabadi, Ebu Ubeyd'dir (5) İbn Kuteybe ve İbnü'l-Cezeri de bir yerde, harfin lehçe olduğunu söylemişlerdir (6) Büyük müfessir İbn Cerir et-Taberi de aynı görüşü savunur (7) Muhakkik alim Tahavi de aynı görüştedir Bunu Tecrid-i Sarih'in ilgili yerlerinde, aynı görüşü savunan merhum Kamil Miras ifade eder (8) Ahmet Cevdet Paşa da buna uygun bir görüş belirtir (9) Aynı görüşte olan Prof Dr Süleyman Ateş, İbn Abdilberr'in de bu görüşte olduğunu bildirir (10)
Bu ihtilafa bir diğer sebep de o zamanki Arap yazısının noktasız ve harekesiz oluşu ve bugünkü gelişmiş yerleşmiş imla kaidelerine sahib olmayışıdır (11) Lehçe farkını sadece bir kelimedeki telaffuz farkı olarak kabul etmek, dil vakı'asına uygun düşmez Lehçelerde aynı manaya gelen değişik kelimeler de bulunabilir Biz bu alimlerin tercihine uyduk Bunlar ictihadi görüşlerdir (12)
İşte Hazreti Osman (radıyallahu anh), Kureyş lehçesi üzerinde birliği sağlamıştır Bütün Ashab da onu tasvib etmiştir İünkü değişik harflerle okuyuş, belirli bir zaman için verilmiş bir ruhsat idi Aynı harfler devam etseydi, ihtilaf nasıl önlenecekti? Halbuki Ashab ve ümmet Kureyş lisanı üzerinde icma ve ittifak etmekle bu birliği sağlamışlardır
KUR'AN'IN YAKILMASI OLAYI
Kur'an'ın yakılması olayı, kamu oyunda verilmek istenen imajdan çok farklı bir mahiyet arzeder İünkü bu olay da Kur'an'ın muhafazası için alınan tedbirler halkasından birisidir Bu hususta kaynaklarda fazla teferruatlı bir bilgi yoktur İünkü mes'elenin özü ve hedefi önemlidir
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Hazreti Osman (radıyallahu anh), çoğaltılan mushafları önemli İslam merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivayete göre yakılmasını (13), bir rivayete göre yırtılmasını (14) veya bir rivayete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15) Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mana çıkabilir Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama manasına gelmektedir İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16) Gömüldüğüne dair de bir rivayet vardır (17) R Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18) T Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19)
Mes'elenin özü, bazı müsteşriklerin veya onlara tabi olan kötü niyetli kimselerin vermeye çalıştıkları, Kur'an'ın varlığını ortadan kaldırma mes'elesi değildir Tam tersine Kur'an'ın korunması için alınmış bir tedbirdir
Hazreti Osman örnek mushafları büyük İslam merkezlerine gönderirken, az önce bahsettiğimiz kıraat ihtilafını ortadan kaldırmak maksadıyla, şehirler halkına "Ben şöyle bir iş yaptım (Bundan başka) yanımda bulunan (sayfaları) yok ettim (sildim) Siz de (bundan başka) yanınızda bulunanları siliniz (20) talimatını yazmıştır
Hazreti Osman, yaptığı te'lif, tanzim ve teksiri bütün ashabın görüşünü alarak onların ittifakıyla yapmıştır (21) Birliği sağlamak için her güzel tedbiri almıştır Onun Kur'an'a bu hizmeti herkese nasib olmayan meziyetlerindendir (22) Suveyd bin Gafele'nin Hazreti Ali'den rivayeti şöyledir "Osman hakkında hayırdan başkasını söylemeyin! Vallahi o mushaflara yaptıklarını ancak bizden bir cemaatin önünde yaptı (23)
O kendiliğinden Kur'an'da asla bir değişiklik yapmamıştır İbnu Zubeyr, Hazreti Osman'a Bakara, 234, ayetinin başka bir ayetle nesh edildiğini söyleyerek, "Onu niçin yazıyor veya yerine koyuyorsun?" diye sordu Hazreti Osman'da "Yeğenim, Kur'an'dan hiç bir ayeti yerinden değiştiremem" demiştir (24)
Hazreti Osman resmi mushafları ortaya koyduktan sonra, içerisinde Kunut duaları, tefsir kabilinden Kur'an'dan olmayan notlar ve ahad yoluyla gelen rivayetler gibi şeyler bulunan şahsi sahife ve mushafları yaktırmıştır (25) Bu tedbir, dinen, eskimiş, silinmiş ve okuması zorlaşmış nüshaların, ortada hürmetsiz bir şekilde dolaşmaması için yakılması gibi bir şeydir Bunda dinen bir sakınca yoktur (26) Bunu ümmetin tasvibinden anlıyoruz Hem ümmet, Hazreti Osman'ın bu icraatını benimsemeyi dindarlıklarının bir tezahürü olarak görmüşlerdir Yoksa A Jeffery ve R Blachere gibi müsteşrik ve misyonerlerin vermeye çalıştıkları nüshalar arasındaki zıtlık ve mübayeneti Hazreti Osman otoritesiyle ortadan kaldırmış değildir (27) Bunun öyle olmadığını, ümmetin, Hazreti Osman'ın yakma tedbirini de dindarane bir görev bilerek benimsemeleri ve bu yüzden Osman mushaflarının kısa zamanda bütün İslam beldelerinde tutulup yayılması ve birliği sağlaması gösterir Ebu İshak, Musab bin Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazreti Osman mushafları yaktırdığı zaman çok insanlara uğradım Onlar bunu beğendiler Onlardan hiç kimse bunu yadırgamadı (28) Yine aynı zattan "Muhammedin ashabı "Vallahi, Osman iyi etti" dediler şeklinde de rivayet gelir (29) İbn Battal, Hazreti Osman'ın bu davranışından "İzerinde Allah(celle celalüh)(celle celalühü) ismi yazılı şeyin yakılmasının caiz olduğu kanaatına varmıştır"(30)
Rafizilerin bu konuda Hazreti Osman'ı ithamlarına gelince, bunların tutarsızlığını Hazreti Ali'den naklettiğim ve edeceğim tarihi beyanlar ortaya koymaya kafidir (31) Suveyd bin İafele Hazreti Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ey insanlar! Osman hakkında aşırı gitmeyiniz Mushaflar hakkında ve mushafları yakma hususunda onun için hayırdan başka bir şey söylemeyiniz Vallahi o, mushaflar hakkında yaptığını bizden ileri gelen bir topluluğun hepsinin önünde yapmıştır" (32) Yine Hazreti Ali (radıyallahu anh) Osman mushafları yaktığı zaman "O yapmasaydı onu ben yapardım" demiştir (33) Suveyd bin İafele Ali bin Ebi Talibi "Ey insanlar topluluğu! Allah(celle celalüh)(celle celalühü)'tan korkunuz! Osman hakkında aşırı gitmekten ve Kur'an yakıcısı demekten sakınınız Vallahi, bunları bize, Rasulullah'ın ashabına danışmadan yakmadı" derken işittim demiştir (34) İmer bin Said, Hazreti Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazreti Osman zamanında vali (idareci) ben olsaydım, mushaflar hususunda Hazreti Osman'ın yaptığı gibi yapardım" (35) Hazreti Ali (radıyallahu anh) da Osman mushafını okur, onu rehber ittihaz eder ve daima onunla hükmederdi (36)
Bu ifadeler karşısında, gulat-ı şia'nın ve onların iddialarını öne çıkaran müsteşriklerin tutumlarının ne kadar mesnedsiz, asılsız ve batıl olduğu ortadadır (37) T Nöldeke bile şöyle demek zorunda kalmıştır: "Böylece devlet adamı olarak O (Osman), en anlamlı işi yapmış, hatırasını taçlandıran tek hareketi gerçekleştirmiştir (  ) Tersine Abdullah bin İmer ve Ali gibi ileri gelen kişiler her ne kadar kişisel siyasal olarak Osman'a karşı idilerse de bu konuda onunla uyuşmuşlardı" (38)
İu halde Hazreti Osman'ın gerekli şartları haiz olmayan bozuk kıraatli suhuf ve mushafları yakma kararı şüphesiz hikmetli bir davranış olmuştur İünkü onların kalması, bilhassa insanların Rasulullah zamanından uzaklaşmasıyla ihtilaf sebeplerinin artmasına sebep olurdu Hazreti Osman'ın yaptığı sahabe (radıyallahu anh)'ün gönülden kabul ve tasvibine mazhar oldu (39) Herkes onun mushafını benimseyip kendi mushaflarını yaktılar Osman mushafında toplandılar (40) Bunun bir istisnası Abdullah bin Mes'ud ise, önceki itirazından bilahere vazgeçmiş ve cemaatin haziresine dönmüştür Hazreti Osman mushafının üstünlükleri, ümmetin onun üzerinde toplanması ve bu husustaki söz birliği ortaya çıkınca, Allah(celle celalüh)(celle celalühü), İbn Mes'ud'a Osman mushafına dönmeyi ilham etmiştir İünkü onun mushafı tüm ümmetin mushafı idi Böylece İslam'ın seması ihtilaf ve niza' vebalarından temizlendi (41)
Yoksa bu birliği sağlamak için, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi zor kullanılmamıştır Hazreti Osman (radıyallahu anh)'ın memurlarının, her evi, çöldeki her çadırı, her köyü ve her şehri tarayıp da onlardaki mushafları yakmaları mümkin değildir(42) Bu zorla olacak iş değildir Nitekim Hazreti Osman'ın emrine rağmen özel mushafların saklandığı, İbn Ebi Davud gibi kimselerin, Kitabu'l—Mesahif'de nüsha farklarını belirttikleri mushaflardan anlaşılmaktadır (43) Ancak bunlar ümmetin tasvibine mazhar olmamış, sönüp gitmişlerdir
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (radıyallahu anh) mushafının yakılması rivayetine temas etmek istiyoruz Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Davud, İbn İihab tarikiyle, Salim bin Abdullah'ın şu rivayetini haber verirler: Mervan, Muaviye tarafından Medine valisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'an yazılı sahifeleri istiyordu O da vermekten kaçınıyordu Salim şöyle der: "Hafsa vefat edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin İmer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi Abdullah onları ona gönderdi Mervan da onların yırtılmasını emretti Mervan "Bunu sadece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44) Ebu Ubeyd'in bu rivayetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Davud'un rivayetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45) Yıkadığı da rivayet edilmiştir (46) T Nöldeke "Haber kuşkuludur Verilen gerekçe Osman edisyonunun, Hafsa edisyonunun kopyası olduğu yolundaki olguyla uyuşmamaktadır" (47) der
Bu haberin sıhhat derecesini bilmiyoruz Ancak şunu biliyoruz ki, Mervan zamanından çok önceleri, Hazreti Osman mushafları resmi mushaf olarak yayılmış, yerleşmiş ve bütün İmmet tarafından benimsenmişti Hazreti Hafsa (radıyallahu anh) 'ın mushafı zaten Hazreti Osman mushafının esası olduğu için sadece bir hatıra değeri taşıyordu Bu rivayet sahih bile olsa, ümmet olayı önemli görmediği için üzerinde durmamıştır Eğer esasa dokunan bir şey olsaydı, büyük tepki olur, istisna kabilinden tepkilerin bile nakledildiği gibi o da nakledilirdi Asırlar sonra bazı müsteşriklerin ve onların tesirinde kalan bazı şaşkınların, büyük bir şey varmış gibi bu mes'eleyi kurcalamaları hiç önemli değildir Bu meselede asıl olan müslümanların tutumudur Çünkü kitab, onların kitabıdır Onlar kitabları konusunda her zaman için, herkesten çok daha titiz olmuşlardır Hem sonra Hafsa (radıyallahu anh) nüshası, elde olsa bile, ne bulunacak ki ? Harf farklılıkları Bunlar ise zaten çeşitli kitablarda yer alıyor Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, hüküm değiştirecek tezad ve mübayenet olabilecek hiçbir şey yoktur O halde daha ne aranıyor da, bir takım Kur'an bilgisinden mahrum kimselere şüphe verilmek isteniyor? Eğer –haşa- öyle birşey olsaydı, bu zamanı beklemeden, daha fırkaların doğduğu asırda bunlar öne sürülürdü Halbuki yetmiş iki fırka, ellerindeki aynı Kur'an metninin değişik yorumları ile birbirlerine karşı delil getirmeye " çalışmışlardır İbaresi üzerinde bir tartışmaları olmamıştır
Sözü başa döndürüyor ve diyoruz ki: Cenab-ı Allah(celle celalüh)(celle celalühü) selef-i salihin'e (Allah(celle celalüh)(celle celalühü) onlardan razı olsun), Kerim Kitab'ını muhafaza yollarını ilham etmiş, gerekli tedbirleri aldırmış ve nezd-i ilahisinden indiği şekilde korunmasını, Kendinden bir va'd olarak, onlar eliyle fiilen gerçekleştirmiştir
Bugün müsteşrikler, Kur'an'ın sağlamca muhafaza edilip, onu kendi kitabları seviyesine indirememelerinin sıkıntısını duymaktadırlar (48) Bunlardan birisi olan Leblois, Kur'an'ın muhafazasındaki sağlamlıktan, İncil için, içine düşen hasreti şöyle dile getirir: "Kim istemezdi ki, Hazreti İsa'nın vefatından sonra, yakın tilmizlerinden birisi, onun talimini yazı ile kaydetmiş olsun" (49)
İşte Kur'an-ı Kerim, sünnisi ile, şii’si ile bir milyar müslümanın elinde, aynı şekilde mazbut ve mahfuz bir hüccet olarak yaşamaktadır
DİPNOTLAR:
1) Buhari, Fezailü'l-Kur'an, 5
2) Bkz : İbn Ebi Davud s 33-49 Bakıllani, s 23, 383-395; Mukaddemetan, s 45, 117; Zerkeşi, I, 211-227; Suyuti, I, 75-83; 133-135; Zerkani, I, 155-156; Subhi Salih, s 109-112; M A Draz, s 46-47
3) M İzzet Derveze, el Kıır'an ve'l-Mülhidun, s 326
4) Buhari, Fezailü'l-Kur'an 2
5) Zerkani, I, 180; El-Kamusu'l-Muhit, 111,127, Kahire, ts
6) Zerkani, 1, 163
7) Cami'ul-Beyan, 1, 20-22, 26
8 Bkz , Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Terc,VII,312-319; IX, 28; XI, 231
9) Hulasatü'l-Beyan, s 7-8
10) Yüce Kur'an'ın İağdaş Tefsiri, I, 43; 30 - 40
11) O Keskioğlu, s 97
12) A C Paşa, s 12
13) Buhari, Fezailü'l-Kur'an, 4; Suyuti, I, 59
14) Mukaddemetan, s 274
15) Bakıllani, s 401; O Keskioğlu, s 99
16) Fethu'l-Bari, X, 395; Mukaddemetan, s 274
17) İbn Ebi Davud, s 34
18) İntroduction au Coran, s 55
19) Kur'an Tarihi, s 110
20) İbn Ebi Davud, s 22
21) Mukaddemetan, s 78
22) Zerkeşi, I, 240; İbn Ebi Davud, s 13
23) İbn Ebi Davud, s 22; Suyuti, I, 59; S es-Salih, s 86
24) Suyuti, I, 60
25) Bakıllani, s 401; O Keskioğlu, s 99, 110
26) Bkz İbn Hacer, X, 395
27) M İzzet Derveze, s 326; T Nöldeke, s 111
28) İbn Ebi Davud, s 12, Mukaddemetan, s 45; İbn Hacer X, 395
29) Mukaddemetan, s 45, 52; Zerkani, I, 261
30) İbn Hacer, X, 395
31) Zerkeşi, I, 240
32) İbn Ebi Davud, s 22; Bakıllani, s 359
33) İbn Ebi Dauud, s 13; Mukaddemetan, 52
34) Zerkani, I, 262; T Nöldeke, s 63, 110
35) A Yerler
36) Bakıllani, s 359
37) Zerkani, J, 282
38) Kur'an Tarihi, s 63
39) Subhi es-Salih, s 82 40) Zerkani, I, 261
41) Zerkani, I, 261; Subhi es-Salih, s 83
42) M İzzet Derveze, s 325-326
43) S Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, I, 12
44) İbn Hacer, X, 395
45) K Mesahif, s 21
46) Mukaddemetan, s 22
47) Kur'an Tarihi, s 136
48) İ Cerrahoğlu s 113; M A Draz, s 42 - 43
49) M A Draz, s 31 (Le Koran et La Bible Hebraiquc'den naklen)
__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz Dosdoğru din budur Fakat insanların çoğu bilmezler
واعلموا ا&# 1606; الله برئ من المشركين ورسوله "Va'lemû ennallahe beriün minel-Müşrikîne ve Resulihi" diye okuyor Bu okunuşa göre mâna çok bozuk oluyor Bu gibi i'rap hatalarını önlemek için Irak Valisi olan Ziyad ibni Ebih, devrinin âlimi Ebül-Esved Duelî'ye (H 69/M 688) emrediyor Buradaki hata i'rab hatası olduğundan kelimelerin sonlarının doğru okunup i'rap verilmesini sağlayacak işaretler koymasını söylüyor Ebül-Esved de kelimelerin sonlarına nokta şeklindeki harekeleri koymaya başlıyor Üstün için harfin üzerine bir nokta, ötre için harfin içine veya önüne bir nokta, esre için harfin altına bir nokta koyuyor Tenvin için iki nokta koyuyor ve bu işi şöyle yapıyor:
|