|
|
Konu Araçları |
havacılık, tarihi, tarihinde, türk, unutulmayanlar |
Türk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde Unutulmayanlar |
09-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde UnutulmayanlarTürk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde Unutulmayanlar Türk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde Unutulmayanlar İMAM CEVHERİ Gazneliler Devleti’nin sınırları içinde Maveraünnehir denilen Türk ülkesinin Farab (Otrar) şehrinde doğan Türk asıllı büyük bilim adamı Cevheri’nin babası Hamid oğlu İsmail’dirCevheri gençliğinden itibaren seyahati seven bir bilgin olarak tanınırArapça üzerine bilgisini artırmak için Irak ve Hicaza gitmiş ve eski ve saf arapça konuşan kabileler arasında yaşamıştırArap kültürü ve dili üzerine yaptığı geniş araştırmalardan sonra en büyük arabça sözlüklerden birini Cevheri yazacaktır (Kitâbu’s – Sıhah) yine o zamanın büyük bilim merkezlerini, Iranı ve Şamı ziyaret etti , oradaki bilginlerle ilişkiler kurduDiğer bilim dallarında çalışırken de bir yandan zamanın hattatlarının en ünlüleriyle kıyaslanacak kadar bu sanata da hakim oldu İlâhiyat ve edebiyat konularının yanıda ,fizik,tabii bilimler ve riyaziyeye de merak sardı Nihayet Horasan’da Nişabur şehrine yerleşerek Büyük Cami’de halka ve öğrencilere bilgilerini öğretmeye başladıMüderrislik yaparken,Büyük Cami’nin de imamlık görevini yapıyorduDilbilgisi ve sözlük kitaplarını bu devrede yazdıGüzel el yazısı ile yazdığı Kur’anları ve diğer eserlerini satarak hayatını kazanıyorduSıhah isimli once Piri Mehmed, sonraları Vankulu tarafından Türkçeye çevrilen ve İbrahim Müteferrika matbaasının ilk kitabı olarak basılan kıymetli sözlüğü en tanınmış eseridir Fenle uğraştığı zamanlarda büyük kuşların kanat çırpmadan yükseklerden süzülerek uçuşlarınıda dikkatle izliyor ve bugün maalesef elde olmayan hesaplar yapıyorduBir gün (MS 1002 yıllarında) Nişabur’daki caminin damına çıkarak halka şu hitapta bulundu : "Ey ahali bu dünyada emsali bulunmayan bir eser keşfettim,gelecek insanlar için bir ilmi tasavvuru nasib olmadı"Toplanan halk hayretle imamı ve müderrislerini dinlediler,bazıları aklını kaybettiğini zannettilerVücudunu iplerle iki büyük satıh bağladı ve uçacağını ilan etti ve kendisini boşluğa bıraktıKanatsatıhları maalesef Cevheri’yi taşımadılar,şiddetle yere çarparak vefat ettiCevheri’nin bu haraketi,zamanında çok garip karşılanmıştırCevheri bilinen ilk Türk Hava şehididir( 1971 basımı Havacılık Tarihinde Türkler kitabından) HEZARFEN AHMET ÇELEBİ XVIIyüzyılda yaşamış,1623-1640 yılları arasında saltanat süren Murat IV zamanında uçma tasarısını gerçekleştirmiş ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında “binfenli” anlamına gelan “Hezarfen” lakabıyla anılmıştırEvinde deneylerle uğraşıp ,çeşitli konularda araştırmalar yapmaktan usanmayan yiğit,akıllı,yürekli bir kişi olduğu,kendisiyle ilgili gerçekler arasındadır “İlk uçan adam” Hezarfen Ahmet Çelebi,çağından yüzyıllarca önce aynı düşünceyi gerçekleştirmeye çalışmış İmam Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak,bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmiştir Hezarfen Ahmet Çelebi ,Cevheri’nin başarısızlıkla sonuçlanan deneyi üzerinde uzun süre düşünmüş ,özellikle hava akımları ve kuşların uçuşunu inceleyerek kendi çalışmalarını onun bıraktığı yerden alıp geliştirmiştir Tarihi uçuştan önce kanatlarının dayanıklılık derecesini saptamak üzere Okmeydanı’da deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde,Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakmış, rüzgardan faydalanarak yani uçarak Boğazı aşmış ve Üsküdar semtinde Doğancılar meydanı'na inmiştir Sarayburnu’nda Sinanpaşa köşkünde bu durumu seyreden ve deneyin başarıyle sonuçlandığını gören Murat IV,Ahmet Çelebi’yle önce yakından ilgilenip ,hatta Evliya Çelebi'ye göre “bir kese de altınla” sevindirdikten sonra,"Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür,böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek, bu derece bilgili ve becerikli bir adamı Cezayir’e sürgün etmiştirHezarfen Ahmet Çelebi Cezayir'de ölmüştür LAGARİ HASAN ÇELEBİ IVMurat’ın kızı Kaya Sultan’ın doğduğu gece (1633) onuruna Sarayburnu’nda yapılan şenlikler sırasında kendi icadı olan 50 okka barut macunuyla dolu ve 7 kollu bir büyük fişeğe bindi Yardımcıları tarafından ateşlenen fişekle gökyüzüne fırlatılan mucit,uçma hünerini gösteren ilk Türk oldu Fişeğinin barutu bitince,önceden hazırladğı kanatları açıp Sinanpaşa sarayı önünde denize yumuşak iniş yaptıBu şaşırtıcı gösteri üzerine padişah tarafından Sipahi ocağı’na alınarak ödüllendirildiKırım’da Selamet Giray Han’ın buyruğunda öldü Günümüz bilgileri Lagari Hasan Çelebi'nin 16 - 20 saniye arasında 250 - 350 metre arasında bir irtifaya çıkmış olabileceğini ortaya koymaktadır OF'LU VELİ DİREKO XIXyüzyılın başlarında Karadeniz’de Of kasabasında yaşıyan bir medrese talebesinin planör gibi bir aletle deneme yaptığı iddia edilirDernek bucağının Arşala köyünün Ahtanos mahallesinde Veli Direko adlı bir hoca vardıBu hocanın yani medrese talebesinin astronomi ile uğraştığı,şimşir ağacından saatler yaptığı bugün bile oralarda iddia edilmektedirAynı köyün yakınında Ahburun’da çok yakın arkadaşı Derelioğullarından Ali’nin oğlu Ahmet Hoca oturmaktadırİki hoca iyi arkadaştır,sık sık buluşmakta ve ilmi çalışmalar yapmaktadırlar,fakat iki hocanın oturduğu yerler 4 km mesafede dağlık ve engebeli arazi ile ayrılmıştırVeli Hoca arkadaşına hep bu yoldan şikayet etmekte ,yorulduğundan bahsetmektedirBir yaz Ahmet le Veli Hoca yaylada kuşlar gibi uçmak için denemelere girişeceklerdirKaradenizden gelen martıları seyrettiler,bu arada vurdukları bir kartalın kanadını ,gövdesini ,kuyruk ölçüsünü,ağırlığını iyice tettik ettiler ve neticede kösele,tahtalar ve yaylardan müteşekkil bir nevi kanat yaptılarVeli Hoca kanadını sırtına geçirdi,400 m aşağıda 2 km Mesafedeki Ahburn’a doğru uçtu;fakat hedefini tutturamamakla beraber zorlukla 200 m aşağıda bir yere indi Hocalar denemelerine devamla Of deresini aşma tecrübelerini yaptılar ,fakat mahallin hükümet temsilcileri hocaların çalışmalarını durdurmuştur Hocalar epey sıkıntı çektilerBugün Ahmed Direko Hocanın hiçbir ahfadı yoktur,fakat yardımcısı ve arkadaşı Ahmet hocanın 75 yaşında bir torunu hayattadır,bu rivayeti teyid etmektirCivar halkı da olayı ihtiyarlarından duyduklarını söylemişlerdir( 1971 basımı Havacılık Tarihinde Türkler kitabından) BEBEK'Lİ ATIF BEY Bebekli Atıf bey Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışına rastlayan 26 Haziran 1861 günü kolej bahçesinden uçmuştur Bebekli Atıf bey orada doğmuş ve büyümüştürTeknik araçlara meraklı olan bu zat,1861 yılında bir tayyare tipi icat etmiştirBazı aksamı adeta mukavva inceliğinde gürgen ağacından ve parçaları ise ince saçtan yapılmıştıKanat,kuyruk ve pervanesi vardıPervanenin dönüşü ayak hareketiyle,denge ise kuyruk ve kanattaki dümenlerin hareketi ile sağlanacaktı Atif bey bir gün Bebek halkına uçacağını iddia ettiO tarihte Bebek’te bulunan Protestan bahçesindeki setin üzerine çıktıKollarını kanatlara,ayaklarını kuyruğa geçirerek pervaneleri döndürmeye başladı ve kendisini setten aşağıya salıverdiYükselemedi ,fakat ufki olarak 10 m süzüldükten sonra düştü; biçare kollarından,bacaklarından ve vücudunun bir çok yerinden yaralandıİngiliz okulundan 4-5 öğretmen kaza yerine koşarak zavallının ilk tedavisini yaptılarHemşerileri ise "budala mirasyedi,babasından kalan beş on kuruşu böyle olmıyacak şeylere sarf ile yedi gitti" diye safahat ve delilik izafe ettilerBu husustaki bilgiyi o zaman Bebek’te yaşamış olan Recai–zade Ekrem bey hatıralarından kaydetmiştir ( 1971 basımı Havacılık Tarihinde Türkler kitabından) FESA EVRENSEV 1878'de İstanbul'da Gedikpaşa'da doğan Fesa Evrensev,Galatasaray Lisesi'nde okudu Daha sonra Harp Okulu'na girdi 1899 yılında Süvari Teğmeni olarak mezun oldu Süvari Dairesinde hizmette bulunduğu sırada zamanın meşhur Bekirağa Bölüğünde 97 gün hapis yattı ve Erzincan'a sürgüne gönderildi 1908 Meşrutiyetinin ilanından sonra tekrar İstanbul'a alındı ve Süvari Bölük Komutanlığı görevine getirildi 1911 yılında orduda pilot olmak için eleman arandığı sırada Yüzbaşı olan Fesa Bey,adayların başında yer aldı Yapılan sınavı birincilikle kazanarak Fransa'ya uçuş eğitimine gönderildi 1912 yılında yurda döndüğünde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1 no'lu uçuş brövesi kendisine verildi Balkan savaşı'nda çeşitli uçuş görevleri ve bu arada filo komutanlığı da yaptı Birinci Dünya Savaşı başlayınca,Kafkas Cephesine atandı Fakat Kafkasya'ya giderken Karadeniz'de,Amasra açıklarında Ruslar bulunduğu gemiyi batırdılar Ve gemide bulunanların tamamını esir aldılar Beş yıl,Sekiz ay Sibirya'daki esaret hayatından sonra kaçarak,Haziran 1920'de yurda döndü Doğu Cephesinde,Büyük Taarruz'dan önce de Batı Cephesinde hizmetler gördü Savaştan sonra İzmir'deki Hava Okulu'na öğretmen olarak atandı Kasım 1925'te 47 yaşında ve binbaşı rütbesinde iken kendi arzusu ile emekli oldu 1933 yılında;Türkiye'nin ilk pilotu,yine Türkiye'nin ilk hava taşımacılığı teşkilatı olan Hava Yolları Devlet İşletme İdaresi'nin başına müdür olarak getirildi Bu hizmette bir yıla yakın bir zaman kaldıktan sonra,ömrünün kalan yıllarını Türk Hava Kurumu'na verdiği hizmetler ile geçirdi 9 Nisan 1951'de İstanbul'da vefat etti TAYYARECİ FETHİ BEY Tayyareci Fethi bey 1907 yılında Bahriye Mektebi'ni bitirdi Mesleğinde ilerlemek için 1911 yılında gittiği İngiltere Bristol Uçak Fabrikası'nda aldığı havacılık eğitiminden dönünce yüzbaşılığa yükseldi Bir süre İstanbul'da çeşitli gösteri uçuşları gerçekleştirdi Tayyareci Fethi Bey ve yardımcısı Sadık Bey MUAVENET-İ MİLLİYE isimli BLERIOT XI/B, uçağı ile İstanbul-İskenderiye uçuşunu gerçekleştirmek için 8 ŞUBAT 1914 de uçuşuna başladıKonya, Ulukışla, Adana, Humus ve Şam üzerinden İskenderiye'ye uzanan bir hava yolculuğunu gerçekleştirmek isterken Şam'ın Taberiye ilçesi şimiriye bucağı yakınlarında düşerek Türk havacılık tarihinin ilk şehidi oldu Mezarı Şam yakınlarında Selahattin Eyyubi Türbesi'ndedir… " Aslan uçtu " diye söylenir methi ; Bu kutsal toprağın çocuğu Fethi Kahrolur darbanla elbet her zeman Olursa bakış yan ve maksat eğri ; Bak ; Fethiye oldu sayende, Meğri , Kartalım ! gölgende hürdür bu vatan Behçet Kemal Çağlar TAYYARECİ VECİHİ HÜRKUŞ Vecihi Hürkuş, İstanbul, Arnavutköy Akıntıburnu’ndaki yalıda Rum’ların haçı suya attıkları gün olan 6 Ocak 1896 (1311) tarihinde doğdu Babası İstanbul’lu bir aileden Gümrük Müfettişi Faham Bey, annesi Vidin’de doğmuş, üç yaşında İstanbul’a gelmiş Zeliha Niyir Hanım’dır Üç yaşında iken babası ölmüş Çok genç yaşta dul kalan annesi ile geniş bir ailenin içinde amcalar, halalar, enişteler, yengeler, ağabeyler ve ablalar ile birlikte büyümüş Bir süre sonra Harbiye’de eskrim ve resim hocası olan amcası Şekür Bey’in yanına sığınmışlar, sonra da annesi ve kardeşleriyle Üsküdar’a yerleşmişler Üç kardeşin ortancası olan Vecihi çok canlı ve hareketli bir çocuktu İlkokulu Bebek’te okudu, Üsküdar’da Füyuzati Osmaniye Rüştiye’sinde ve Üsküdar Paşakapısı İdadi’sinde okudu, sanata olan ilgisinden Tophane Sanat Okulu’na geçti ve bu mektebi bitirdi 1912’de Balkan Harbi’ne eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey’in yanında gönüllü olarak katıldı Edirne’ye giren kuvvetler içinde yer aldı Balkan Harbi sonunda İstanbul Ordu Kumandanlığı tarafından Beykoz Serviburun’daki esir kampına kumandan oldu Tayyareci olmak istiyordu Yaşı küçük olduğundan makinist mektebine aldılar Makinist olarak Birinci Dünya Savaşı’na girerek Bağdat cephesine uçak makinisti olarak gönderildi Orada bir uçak kazasında yaralanarak İstanbul’a döndü Yeşilköy’deki Tayyare Mektebi’ne girerek tayyareci oldu 1917 sonbaharında Kafkas cephesine, 7 Tayyare Bölüğü’ne atandı Orada bir uçak düşürerek uçak düşüren ilk tayyareci oldu Bir hava savaşında yaralanarak düşünce uçağını yakarak Rus’lara esir oldu Esir olarak Hazar Denizi’ndeki Nargin adasına gönderildi Azeri Türklerinin yardımı ile adadan yüzerek kaçtı Birlikte kaçtığı bir arkadaşıyla Erzurum’a kadar yaya olarak geldiler (Esaretteki fotoğrafta oturanlar soldan sağa : Tayyareci Vecihi , Rus BlK , Rasıt Bahattin ) İstanbul’a geldiğinde savaşın sonları idi Başkent İstanbul Hava Müdafaa Bölüğü’ne tayin oldu İstanbul işgal edilince esaretten dönen askerlerin arasında gizlice Harem’den kalkan bir gemiyle Mudanya’ya, Bursa’ya ve Eskişehir’e giderek Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan, İzmir hava alanını işgal eden tayyareci olmuş, üç defa takdirname alarak kırmızı şeritli İstiklal Madalyası kazanmıştır Kurtuluş Savaşı içinde Akşehir’de Jandarma Komutanı Ratip Bey’in kızı Hadiye Hanım’la evlendi İzmir’de Gönül, İstanbul’a döndüklerinde de Sevim isimli iki kızı olmuştur Savaş sonrası İzmir’de Seydiköy’de açılan tayyare okulunda yeni tayyarecileri eğitime başlamış, tam o sırada 1923 yılı başlarında İzmit mıntıkası Tayyare bölüğüne atanmış Üç ay sonra İzmir’de Binbaşı Fazıl’ın eğitim uçuşu sırasında düşüp ölmesiyle yeniden İzmir’e çağrılmış, kara ve deniz okulunda öğretmenliğinden başka fen işleri ile de uğraşmış Savaşta çekilen yoklukların giderilmesi amacıyla havacılığı millileştirme düşünceleri başlamıştı Edirne’ye yanlışlıkla inen bir yolcu tayyaresini almaya memur edilmiş Hizmet karşılığı bu uçağa adının verilmesi, 1919’dan beri uçak projeleri yapan Hürkuş’ta uçak inşa etmek düşüncesini yeniden canlandırmış Ganimet olarak Yunan’lılardan ellerine geçen pek çok motordan yararlanarak projesini hazırlayıp ilk uçağı Vecihi K VI’ yı imal etmiştir Uçağı için uçuş müsaadesi istemiş, uçabilirlik sertifikası için bir teknik heyet oluşturulmuş, ancak teknik heyetin içerisinde tayyareyi uçuracak ve kontrol edecek personel bulunmadığından gecikmiştir Sonunda teknik heyetten birinin “Vecihi, biz sana bu lisansı veremeyiz, "uçağına güveniyorsan atla, uç, bizi de kurtar” sözü üzerine Hürkuş, 28 Ocak 1925’de yaptığı uçağı Vecihi K IV ile ilk uçuşunu yapar İzin almadan uçtuğu için cezalandırılınca, istifa ederek Hava Kuvvetlerinden ayrılıp Ankara’ya gider ve kurulmakta olan Türk Tayyare Cemiyeti’ne (TTC) katılır TTC Fen şubesini organize etmekle görevlendirilir Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” yönermesiyle havacı bir kuşak yetiştirmek için kurulan Türk Tayyare Cemiyeti, halkın bağışları ile yaşayan bir kuruluş olacaktı Bunun için bir okul açmak, milli bir hava sanayi kurmak amacındaydı Hürkuş, yaptığı uçağını geri alıp, TTC’nin bağış toplama faaliyetlerinde kullanarak halka havacılık sevgisini aşılamak istiyordu ama, uçağını geri almayı başaramadı Bağış toplamak için bir madalya tüzüğü hazırlandı Bağışa göre bronz, gümüş, altın ve elmaslı madalya verilecek, 10000 TL bağışlayanın adı da alınacak uçağa ad olarak verilecekti TTC’ne ilk yardım Ceyhan ilçesinden gelmiş, 10000 TL telgrafla bağışlanmış, alınan ilk uçağa da Ceyhan adı verilmiştir Hürkuş’un uçakla yurtiçi bağış gezileri de bu uçakla başlamış Bu arada Avrupa havacılığının tetkiki için bir heyetle Hürkuş, ikinci kez Avrupa’ya gider Almanya’da Junkers ve Rohrbach fabrikalarını ziyaret ederler Bu fabrikalar Türkiye’de anonim şirket halinde tayyare fabrikası kurmak fikrindeydiler Fransa’da da Bregue, Potez, Henriot gibi birçok fabrikaları ziyaret etmişler, Hürkuş da bu fabrikaların uçaklarıyla tecrübe uçuşları yapmış Potez 25 tipindeki rekor tayyaresiyle akrobasi uçuşundan sonra fabrika tarafından Atlantik uçuşu yapması için teklif yapılmış, fakat Fransız Aero kulübünün baskısı ile teklif suya düşmüş Türkiye’ye dönüşte 19 Ekim 1925’de Tayyare Cemiyeti idare kurulu istifa etmiş, cemiyetin tasarı ve projeleri suya düşmüş, elindeki tayyare, vasıta ve elemanları hava kuvvetlerine verilerek havacılıkla ilgisi kesilmiş oluyordu Hürkuş’un da tekrar hava kuvvetlerinde görev alması istenince istifa etmiştir Milli Savunma Bakanlığı Kayseri’de Tayyare ve Motor Anonim Şirketi (Tomtaş) adında bir fabrika kurmak için anlaşır Hürkuş Tomtaş’ın teklifini kabul ederek Almanya’ya gider Hürkuş Almanya’da Ju A-20 tayyarelerinde bazı noksanlıklar bulur, onların düzeltilmesi ile Ju A-35 ‘lerin yapımını da üstlenir 18 Temmuz 1926’da telgrafla memlekete çağrılır, Ju A-35’in satın alınması için tecrübe uçuşu istenir Junkers bu uçuşun özellikle Hürkuş tarafından yapılmasını, uçağının zamanın en modern ve yüksek ateş kudretinde iki kişilik av tayyaresi, savaşta her tarafa ateş saçabilme gücü olduğunun kanıtlanması için Fransızların gözde uçağı Newport De Large’la savaşını ister 1 Ağustos 1926 da temsili savaş yapılarak Ju A-35 ile Hürkuş kazanır Hürkuş yurda döndükten sonra, Tomtaş emrinde biri 14 kişilik 3 motorlu Ju-23, diğeri altı kişilik tek motorlu Ju F-13 yolcu tayyareleriyle Ankara - Kayseri arasında ulaşım uçuşları yapar Tarih 1927’dir Hürkuş’un bu uçuşlarının, yurdumuzda ilk hava yolları uçuşları olduğu düşünülebilir Hürkuş, Tomtaş’a, Ju A-35’in kanatlarına benzin depoları ilavesi ile havada kalma süresini uzatarak Ankara – Tahran uçuşunu direkt yaparak, İran devletine uçağı göstermek ve hükümetimizin rızasıyla devletimizin ihtiyacından fazlasının yabancı devletlere de satılabilmesi fikrini açmış Bu yapılırsa hem devletimiz şereflenecek, hem de Tomtaş’a büyük faydası sağlayacaktı O sırada henüz Tomtaş fabrikası teşekkül etmemiş ve Ju A-35 tayyaresi de Tomtaş’a devredilmemiş olduğundan bu uçuşu reddedilmişti Milli havacılığımız için güzel bir başlangıç olan Tomtaş ne yazık ki 1928 yılına kadar çalışmalarına devam edebildi Kötü yönetimi yüzünden 1928’de iflas etmiş, daha doğrusu iflas ettirilmiştir Hürkuş 1925’de Kurtuluş Savaşı öncesi İstanbul’da iken sevdiği, Mustafa Kemal’in yanına Anadolu’ya geçtiği için ailesi tarafından kendisine verilmeyen İhsan Hanım’la anlaşmış, eşinden ayrılarak onunla evlenmiş ve 1927’de Perran isimli bir kızı daha doğmuştur Bir yıllık aradan sonra Hürkuş Türk Hava Kurumundaki eski görev yeri olan Teknik şubeye döner 1930 yılı sanayi kongresi Ankara’da toplanmış, Halkevi’nde de yerli mallar sergisi açılmıştır Hürkuş burada yerli malı uçaklarının resim ve maketleri ile Vecihi K-XI uçak modelinin minyatürünü sergiler ve büyük ilgi görür Kurumda boş durmaz, yeni model ve tiplerini tasarlamaya devam eder 1930 yılı yıllık iznini 2 ay ücretsiz olarak uzatıp Kadıköy’de bir keresteci dükkanını kiralayarak 3 ay içinde ilk Türk sivil uçağını, aslında ikinci uçağı Vecihi K-XIV uçağını inşa etmiştir İlk uçuşunu 16 Eylül 1930’da Kadıköy Fikirtepe’de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında yapmış Uçak iki kişilik, tek motorlu spor ve eğitim uçağıdır Uçağı ile birlikte uçarak Ankara’ya dönmüş, Ankara üzerinde bir gösteri yapmış, Başbakan İsmet İnönü ve bazı komutanlar tarafından uçağı incelenerek tebrik edilmiş Uçabilirlik sertifikası verilmesi için İktisat Bakanlığına müracaat ederek müsaade istemiş 14 Ekim 1930’da, “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir” cevabını almış Hürkuş, bunun üzerine Bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen belgenin alınması amacıyla Çekoslovakya’ya gönderilmesi için müsaade almış Hürkuş, 6 Aralık 1930’da Prag’a geldiğinde henüz tayyare gelmemişti Tayyareye ait bütün resmi evrak önce Çek diline çevrilmiş, uçak gelince de tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve her türlü teknik kontrolu yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş Her türlü uçuş şekilleri ile uçuşun kontrolu tamamlanmış Hürkuş 23 Nisan 1931’de Çekoslovakya’lı yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle, baş köşesinde “Yaşasın Türk Tayyareciliği” yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş müsaadesini almıştır 25 Nisan 1931’de Çekoslovakya’dan uçarak Türkiye’ye gelmek için yola çıkıp 5 Mayıs 1931’de Türkiye’ye gelmiştir Hürkuş uçağının atıl kalmaması için Posta idaresi ile çeşitli görüşmelerde bulunur İlk kurulmak istenen posta hattı Ankara-Erzurum ile Ankara-İstanbul arasında düşünülür Bu arada Türk Hava Kurumu yeni bir turne planlar Ankara’dan başlayan uçuş Aksaray, Konya, Manavgat, Antalya, Fethiye, Muğla, Aydın, Denizli, Uşak, Eskişehir, Adapazarı, İzmit ve Yeşilköy’de tamamlanır Uçuş büyük bir başarıyla tamamlanmıştır Kurum şubeleri bağışlarla zenginleşmiştir, ama 3 Kasım 1931 tarihli telgrafta büyük yardımcısı makinisti Hamit’in işine son verilir Hürkuş’a ödenen uçuş tazminatı kesilerek Vecihi XIV uçağı uçuştan men edilir Bundan sonraki uçuşların Milli Müdafaa Vekaleti tarafından verilecek uçakla gerçekleştirileceği bildirilir Bu durum Hürkuş’un Kurum’dan tekrar ayrılmasına neden olur Gezileri sırasında gençlikte oluşturduğu uçma sevgisi ile bir havacılık okulu açmayı düşünür 21 Nisan 1932’de İlk Türk Sivil Tayyare Mektebi’ni kurar İkisi kız olmak üzere 12 öğrenci kaydolur 27 Eylül 1932’de eğitim ve öğretime başlanır Okulun gayesi Türk gençliğini havacılığa alıştırmak, tayyareci kuşaklar yetiştirerek Türkiye Cumhuriyeti hava ordusunun yedek gücü olmaktı Okulun motorlu ve motorsuz iki şubesi olacaktı Eğitim teorik ve uygulamalı olarak yapılıyordu Büyük bir atölyesi vardı Kalamış’ta bir hangar ve uçuş alanı olarak kullandıkları küçük bir sahası, bir de Fikirtepesi’nde uçuş alanları vardı İlk 12 öğrenci Sait, Tevfik, Muammer, Abdurrahman, Salih, Osman, Rıza, Hikmet, Hüseyin, Kenan, Bedriye ve Eribe idi Öğrencilerin eğitim sırasında hiçbir kazası olmamıştır Zor koşullarda eğitim yaparken bazı kurumların, örneğin Tekel İdaresi’nin ve İş Bankası’nın reklamlarını yapmış, bazı vatansever yetkili kuruluşların da yardımları olmuştur Nuri Demirağ Bey, bir tayyare yapımı için 5000 TL vermiş, böylece 1933’de adı Nuri Bey olan Vecihi K-XVI kabin uçağı yapılmıştır Aynı yıl tek satıhlı Vecihi KXV uçağını da inşa etmişler ve 30 Ağustos 1933’de iki Vecihi XIV, iki tane Vecihi XV ve Nuri Bey Vecihi-XVI uçakları ile öğrencileri İstanbul göklerinde gösteri uçuşu yapmışlar Okulda, bir de Vecihi SK adlı uçak motoru ile çalışan deniz botu yapılmıştır Öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan, Muammer Öniz, Osman Kandemir, ilk kadın tayyarecimiz Bedriye Gökmen ve kızı (yeğeni) Eribe yalnız uçmayı başarmışlar Vecihi Sivil Tayyare okulu parasal sorunlardan ve yetiştirdiği öğrencilerin diplomalarına denklik verdirememiş olmasından kapanmıştır 1935 yılı başlarında Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca, çağrılı olarak Rusya’ya gider Orada sivil havacılığın durumunu görür ve dönüşünde Atatürk’e anlatır Atatürk, gezdiği her yerde kendisini havadan saygıyla izleyen, gazetelerdeki yazılardan izlediği Hürkuş hakkında da Fuat Bey’den bilgi ister Aldığı cevaplar karşısında Büyük Atamız : “Ya, öyle mi? O halde Türk Kuşu namı ile yeni bir çalışma yolu açın ve Vecihi’den faydalanın!” emrini verir Hürkuş Ankara’ya çağrılır O da uçağına atlayarak Ankara’ya gelir Hürkuş bu durumdan çok sevinçlidir Türk Kuşu’nda yapılması düşünülenler, onun gerçekleştirmek istediği şeylerdir Baş öğretmen olarak amatör gençleri çalıştırmak, Etimesgut hangarlarını yapmak, yaz kampı için uçuş sahası İnönü’nün bulunması ve okulunda yetiştirdiği öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan ve Muammer Öniz’in Rusya’ya eğitime gönderilmesi onun mutluluğu olur Ne yazık ki 29 Ekim 1936’da yeğeni Eribe’nin şehit olması onu çok üzmüştür Türk Hava Kurumu, 1937 sonbaharında mühendislik eğitimi için Hürkuş’u Almanya’ya gönderir Vecihi Hürkuş, Weimar Mühendislik Mektebine ihtisas sınıfından başlatılmış, iki yıl sonra da mezun olmuştur 27 Şubat 1939’da Tayyare Makine Mühendisliği diplomasını almıştır Türkiye’ye döndüğünde Bayındırlık Bakanlığına başvurarak, “Tayyare Mühendisliği Ruhsatnamesini” almak istedi Ancak yetkililer, “iki yılda mühendis olunmaz” diye bir gerekçe ile kabul etmemişlerdir Mühendisliğini Danıştay kararı ile kabul ettirir Türk Hava Kurumu’nda da yönetim değişmiş, vazifeleri başkalarına verilmiştir O günkü koşullarda teknik imkanın olmadığı Van’a tayin edilir Bunun üzerine istifa ederek kurumdan ayrılır Havacılıktan uzun bir ayrılıktan sonra 1947’de Kanatlılar Birliği’ni kurdu Gençlerin büyük ilgi gösterdiği bir kuruluş oldu 1948’de Türk Hava Kurumu’ndan Magister tipi bir öğrenim uçağı temin ettiler Kanatlılar adlı bir dergi çıkarttılar Büyük çoğunluğu üniversite öğrencileri olan Kanatlılar Birliği fazla yaşayamadı 1951’de beş arkadaşıyla birlikte havadan zırai ilaçlama yapmak üzere Türk Kanadı adı ile bir şirket kurmuş, Sait Bayav ve Muammer Öniz’le İngiltere’ye giderek Auster tipi üç uçak almışlar Türkiye’ye döndükten sonra ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık üzerine Hürkuş, haklarından vazgeçerek şirketten ayrılır 1952’de Paro mamasının reklamını yapmak için tekrar İngiltere’ye giderek Proctor V tipi dört kişilik hafif turist tipi tayyare alır Bu tayyare ile değişik müesseselerin reklamını yaptı Paro bebek maması, Puro sabunu gibi gıda ve malzemeleri ufak kağıt paraşütlerle uçaktan dağıtarak, kanatlarına taktığı patiskalar üzerine bankaların isimlerini yazarak reklamcılık yaptı 6 Ağustos 1954’de kırkıncı hizmet yılını kutlamak için Yeşilköy Hava Limanı salonlarında Türk Havacılar Bayramı adıyla bir jübile yapıldı 29 Kasım 1954’de Hürkuş Hava Yollarını kurdu Türk Hava Yolları’nın seferden kaldırdığı uçaklardan 8 tayyareyi Ziraat Bankasından kredi ile almıştı Bir takım güçlüklerle uğraşarak hava yollarının sefer yapmadığı yerlere seferler koyarak , izin vermediklerinde gazete taşıyarak çalışmak istedi, ama sabotajlar, uçaklarının parçalanması ve sonunda uçuştan men edilerek uçamadı Buna rağmen uslanmadı Elinde kalan son uçağını da Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nün emrinde kullanarak Güney Doğu Anadolu’da torium, uranium ve fosfat arayarak zor doğa koşullarında çalıştı Hayatının sonlarında çok sıkıntı çekmiş, borçlandırılmış, uçamayacak duruma düşürülen uçaklarının sigorta giderleri ve bunların faizleri borcuna eklenmiş, vatana hizmetten kendisine bağlanan çok yetersiz maaşına bile haciz konmuştur Ankara’da anılarını yazarken, beyin kanamasından komaya girdi Gözleri ve kalbi göklerde olan Vecihi Hürkuş, insanların aya ayak basmak üzere uçtuğu gün olan 16 Temmuz 1969 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastahanesi’nde hayata gözlerini yumdu |
Türk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde Unutulmayanlar |
09-11-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Havacılık Tarihi - Türk Havacılık Tarihinde UnutulmayanlarENVER AKOĞLU (1898-1962) Hava Pilot Korgeneral Enver AKOĞLU, Teğmenliğinden itibaren pilot ve havacı subay olarak, yurt içinde ve dışında sağladığı olağanüstü başarılarıyla, üstün yurt ve havacılık sevgisi, pilotluk yetenekleri, engin meslek bilgisi, geniş genel kültürü, aynı zamanda kendine özgü tutum ve davranışlarıyla, döneminde Türk Askeri Havacılığı’nın sembolü, övünç ve moral kaynağı haline gelen; bundan dolayıda, Türk Havacıları’nın kendilerine örnek ve ideal aldıkları bir pilot ve komutandır EnverAKOĞLU, 1898 yılında Çengelköy – İSTANBUL’da doğmuşturBabası Ferik Ahmet Sırrı Paşa, annesi Ayşe Seniye Hanım’dır Akoğlu ilkokuldan sonra 5 yıl Galatasaray Lisesinde okumuş sonrada Kuleli Askeri Lisesi’ ne girmiştir AKOĞLU’ nun Kuleli Askeri Lisesi’ne girdiği sıralarda Birinci Dünya Savaşı sona ermek üzereydi Mondros Mütarekesinin imzalanması ve arkasından 16 mart 1920 de İstanbul’ un işgali üzerine Kuleli Askeri Lisesi ‘nin binaları ingilizler tarafından Ermenilere verilmesi üzerine öğrenciler çadırlara taşınmıştır AKOĞLU askeri lisede okurken düşman işgali altındaki İstanbul’dan ATATÜRK’ün başlattığı Kurtuluş Savaşına katılmak üzere 7 şubat 1921de gönüllü olarak gizlice Anadolu ya kaçmıştır Zabit namzeti Enver Efendi Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonlarına katılmıştır 18 ekim 1921 de asteğmen olmuş ve bu rütbe ile kurtuluş savaşının tüm aşamalarında görev yapmış olup İstiklal Madalyası almaya hak kazanmıştır Kurtuluş Savaşının sonunda piyade teğmen Enver (AKOĞLU) Efendi TAYYARECİ olmaya karar vermiş ve 30 kasım 1922 de KUVAYI HAVAİYE Müfettişliği ne katılmış, 26 kasım 1924 – 30 nisan 1926 tarihleri arasında Fransa da TAYYARECİLİK eğitimi almıştır Türk Hava Kuvvetlerinin çeşitli kademelerinde görevleri takiben 30 agustos 1952 de tuğgeneral olarak 9 ncu ana üs komutanlığına devam etmiştir 1 nci hava kuvveti komutanı iken 30 ağustos 1955 de tüm generalliğe terfi etmiştir 30 ağustos 1957 de korgeneral olmuş 23 eylül 1957 de kendi isteği ile emekli olmuşturAKOĞLU 132 değişik tip uçak ile toplam 4541 saat uçmuştur Emekli olduktan sonra Türk Hava Yolları genel müdürlüğü ve kontenjan senatörlüğü yapan AKOĞLU 23 haziran 1962 de vefat etmiştir Mezarı Çengelköy aile mezarlığındadır ( 1990 basımı Enver AKOĞLU kitabından Yazar Dr Rifat UÇAROL “Kızıltoprak Bucak Müdürlüğü'nün yanındaki dört katlı evin önünde durdu Derin bir nefes aldı kendini tekrar yokladı,istekliydi ama biraz da heyecan duyuyordu Kapının üstündeki tabelayı bir kez daha heyecanla okudu : VECİHİ SİVİL TAYYARE MEKTEBİ "Yaparım" diye içinden geçirdi , merdivenlerden çıktı içeriye girdi” Otuz yaşlarındaki ufak tefek çekingen kendi halindeki bu kızın adı Bedriye Tahir di Vecihi’nin Uçuş okuluna geldiğinde 1932’nin ağustosuydu Uçmak istiyordu ve bu heyecanla gelmişti Vecihi de bu durumdan heyecan duymuştu Okulda 12 erkek öğrenci bulunuyordu Bedriye diğer öğrencilerin garip karşılamalarına rağmen derslere başladı Brövesini alana kadar okula 1000 lira ödeyecekti Memurdu Sabahları 530 da okula gelir 830 da da işe yetişmek üzere yola koyulurdu Cumartesi pazarları ise bütün gününü okulda geçirirdi Bir yıl sonra Saadet’te okula gelince yalnızlığı bitmiş yeni bir arkadaş bulmuştu Vecihi dahil herkes Bedriye’yi “Bacı” diye çağırırdı Kendi iradesiyle göklere yükselen ilk Türk kadını olduğu için Abdurrahman (Türkkuşu) ona Gökmen adını takmıştı Bedriye Tahir’in adı Gökmen Bacı oldu İlk kadın pilotumuz 1934’te Soyadı Kanunu çıkınca Gökmen soyadını aldı Bu arada çalıştığı sirkette yaptığı işten rahatsızlık duyanlar oldu “Katiplik edeceksen et, havacı olacaksan çık git” dediler Böyle bir imkanı yoktu Gökmen Bacı’nın Zaten aldığı maaşla anası ve kendisini geçindirir,dişinden tırnağından arttırdığı ile de okula devam ederdi Ayrıca uçma tutkusu yüzünden bugüne kadar işini de hiç aksatmamıştı Gökmen Bacı 1933 yılında yalnız uçuşlarını yaparak brövesini de ağustosta aldı Çalıştığı şirket durumdan giderek rahatsız olmuş aylığından ceza kesmeye kalkmıştı Hava Kurumu olayı öğrendi ; elçiler, aracılar yollandı kızcağız bu cezadan kurtuldu Vecihi 1934 yılında Hava Kuvvetleri Müsteşarlığı’na başvurarak bröve alan öğrencilerinin sınavdan geçirilerek aldıkları brövelerin onaylanması için okula bir heyet gönderilmesini istedi Bu arada talihsiz bir kaza ile okulun o anda elindeki tek faal uçağı Kalamış Koyu’nda kırım yaparak hizmet dışı kaldı Heyet geldiğinde okulun faal uçağı yoktu Uçak olmayınca sınav da olmadı Vecihi nin bütün ısrarlarına rağmen heyet bir daha gelmedi Okul 1934 yılında kapandı Saadet henüz "yalnıza" kalamamıştı Gökmen Bacı ise bütün çabalara rağmen işinden oldu Hayatını devam ettirmek için yeni ufuklara kanat çırpıp uçtu gitti Bedriye Gökmen Türk havacılık tarihinden bir sayfa Ne oldu, nereye gitti bilinmez ama şundan eminiz ki havacılık ve uçma tutkusu asla sönmedi,yaşıyor KIBRIS ŞEHİTİ İLKER KARTER İlker KARTER, 1943 tarihinde Eskişehir'de doğmuştur İlk ve orta öğrenimini Eskişehirde, lise öğrenimini İzmir Askeri Hava Lisesinde tamamlamış ve 1962 yılında girdiği Hava Harp Okulundan 1964 yılında asteğmen olarak mezun olmuştur 01091964-24061966 tarihleri arasında uçuş okulu ve jet eğitimini tamamlayan İlker KARTER 28021965 tarihinde teğmenliğe, 30081965 tarihinde üsteğmenliğe yükselmiştir 24081966-24061967 tarihleri arasında 3 Ana Jet Üs Komutanlığı 193 Filoda, 24061967-22071973 tarihleri arasında 114 Filo Komutanlığında, 22071973-01091973 tarihleri arasında 184 Filo Komutanlığında, 01091973-20071974 tarihleri arasında 8 Ana Jet Üs Komutanlığında görevlendirilmiştir 20071974 tarihinde 8 Ana Jet Üs Komutanlığında görevli iken, Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle görev uçuşu yaparken, Kıbrıs'ın Deregeçit mevkiine düşerek şehit olmuştur KORE'DE BİR TÜRK PİLOT MUZAFFER ERDÖNMEZ 1950-1951 yılının çetin kış aylarında Çin Konünist Güçleri şavaşa girdikten sonra, 452 nci filonun kayıpları artmaya başladı Havada ve yerde Çin Konünist Güçleri’nin tecrübeli silahçılarının vurduklarına ilave olarak hava şartları da kayıpları hızlandırıyordu Benim filom olan 729 uncu “KURTLAR” filosunda Çin Konünist Güçleri’yle muharebeye girdikten sonra 5 şehit ve 7 uçak kaybetmiştik Bir keresinde uçuş ekibinden bir pilot uçuşta bilmeden Çin Konünist Güçleri’nin geliştirdiği birkaç tuzaktan biri olan kabloya çarpması sonucu şehit verdik Şimdiye kadar mevcut ekibimiz hiç değiştirilmemişti Bu konuda çok konuşulmasına rağmen özellikle uçuş ekibimize yansıyan bir rotasyon ne yazık ki gerçekleşmemişti Uçuş ekibindekiler kendi adlarını hergün Uçuş Ekibi / Uçuş Saati / Uçak Durumu Tablosu’nda görürlerdi Ekibin uçuş saatleri ve sorti saatleri II Dünya Savaşı’ndaki uçuş saatleri ve sorti sayısını geçince ekipten ,rotasyon isteyen sesler daha fazla duyulmaya başlanmıştı Rotasyonu çağırıştıran hiçbir şey ortada yokken acaba rotasyon olacakmıydı? Soğuk bir Şubat günü “Vic üs harekat odasına girdi Bu benim için tam bir sürprizdi Hem de ne sürpriz! Kısa, güçlü yapılı vücuda sahip genç adam benim masama kadar gelip selam verip şöyle tekmil verdi: “Kıdemli Üsteğmen Muzaffer Erdönmez, 1943-130, Pilot, Türk Hava Kuvvetleri, Emir ve Görüşlerinize Hazırım” O zaman elbette bunların hepsini anlayamadım İngilizcesi benim alışık olduğum bir aksan değildi Kelimeler dişlerinin arasından kırpılmış olarak çıkıyordu Üzerindeki giysileri de oldukça yıpranmış görünüyordu Daha sonra öğrendiğime göre bütün elbisesi üzerindekilerden ibaretti Türk Üsteğmen masamın iki adım önünde hazırol vaziyetinde beklerken Türk Birliği’nin Kore’de savaştığını hatırladım İstihbarat brifinginde Türk Tugayı’nda 5,000 kadar kişinin 1950 Kasım’ında nasıl savaştığından bahsedilmişti Kore’de Kunuri çarpışmalarında Amerikan 2 nci Tümeninden ayrılan Türk Birliği, Çin’lilerin beklenmeyen saldırısı karşısında geri çekilmeyi reddetmiş ve şiddetli kayıplar vermişti Üsteğmen Erdönmez’de şahsen “Geri Çekilmem” diyen Türk gururunu görüyordum -“Üsteğmen, sen görev için geldiğini mi söylüyorsun?” -“Evet efendim” -“Ne çeşit görev Üsteğmen?” -“Uçuş görevi efendim B-26’larınızla savaşmak için geldim” Gözlerinde farkettiğim o ışıltının dahada arttığını düşünüyordum Ayrıca bunu söylerken kendine güveninin daha da arttığını düşündüm -“Yanında Form-5 ve emirlerini getirdin mi? Uçuş durumunu incelemek istiyorum” -“Hiç bir şey getirmedim efendim” -“Hiç uçuş tecrüben yok mu?” -“Hayır efendim B-26’larda çok uçuşum var Ama hiçbir yazı ya da doküman yok” Bu kadarı benim için çok fazlaydı Ama yeni bir uçucu personele sahip olma düşüncesi fikirlerimin netleşmesine yardımcı oldu Bu gönüllü pilotun odamdan dışarı çıkıp gitmesine izin veremezdim -“Lütfen otur Üsteğmen” -“Hayır efendim Teşekkür ederim” -“Madem oturmuyorsun , rahatta bekle Ben hemen döneceğim” -“Evet efendim” Erdönmez , rahat pozisyonuna geçmedi ama genede biraz rahatlamış görünüyordu Ben hangarın öbür tarafındaki irtibat subayının yanına gittim Ama 452 nci filonun ne filo komutanı ne de yardımcısı Binbaşı Kamanski filodaydı İrtibat subaylarımızdan Yüzbaşı John Rumbaugh’a bize takviye gelen personel hakkında emir olup olmadığını sordum O da üzerinde çalıştığını, Grup’a sorduğunu konunun Tokyo’daki büyükelçiliğe kadar gittiğini ancak bir bilgi alamadığını söyledi Ben de ona sözlü emrin yeterli olacağını söyledim O da bunu onaylar anlamında ses çıkarmadı Yüzbaşı Rumbaugh birliğimizin en iyi irtibat subayıydı Benim o sabah olanlardan haberim yoktu Türk pilot ile ilk karşılaşan Astsubay Del Hasting sabah olanlar hakkında şunları anlatmıştı: “Ben hangarın sonundaki büromda dışarı bakarken alışılmadık bir şey gördüm Bizim arkadaşlarımızdan bir kaçı yer personeli gibi görünen birisiyle konuşuyorlardı En azından bana öyle geldi Bende merak ettim ve yanlarına gittim Yer personeli sandığım kişi kendini, Muzaffer Erdönmez, Kıdemli Üsteğmen, Türk Hava Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler komutası, 8 inci Ordu Karargah çalışanı olarak tanıttı Hikayesini anlatırken eşyalarının yanında duruyordu Beş tane torbası vardı Orta seviyede İngilizce konuşuyordu Kore’den cepheden geldiğini ve oradaki Türk Tugayı’yla birlikte çarpıştığını anlatıyordu Türkler 25 inci Piyade Tümeni’ne bağlı olarak savaşıyorlardı Üsteğmen bize birlikte çalıştığı piyade subaylarıyla ilgili fikirlerini anlatıyordu Söylediğine göre “Kore’de ön saflarda çarpışan çılgın piyadeler hayatlarını her gün riske atıyorlardı” Ben ona ne istediğini sordum O da “Ben pilotum, uçmak istiyorum” dedi “Ben küçük rütbeli bir astsubaydım ve ona elbette bir uçak tahsis edemezdim Ona Yarbayı beklememiz gerektiğini söyledim” “Yarbay Art Reaume bu aralar Kuzey Kore’de bir yerlerdeydi İrtibat Subayımız John Rumbaugh yerinde değildi Aslında her zaman yerinde olurdu Astsubaylar Jack Reynolds ve Gene Hoffman yemeğe gitmişlerdi Üstlerim geldiğinde hepsine teker teker problemi anlatacaktım” “Üstlerimin böyle bir problemi çözmede pek de maharetli olmadıklarını anlayacaktım Yarbay Reaume bombardıman görevinden döndükten sonra, biz problemi ona devrettik, yada devrettiğimizi sandık Herşeyden önce Yarbay komutanımızdı ve bütün problemleri çözerdi Doğru değil mi?” Bakalım öyle mi oldu ? “Yarbay, Türk üsteğmen ile görüştüğünde hiçbirimizin farkına varmadığı bazı şeyleri ortaya çıkardı; birincisi Üsteğmen’in hiç parası yoktu ve uzun zamandır yemek yememişti Yarbay bana dönüp “astsubay, Üsteğmen’i Maliye kısmına götürün ve yeterli miktarda para alın, bir şeyler alıp karnını doyurabilsin” diye emir verdi Güya ben problemi komutana devretmiştim ama bu gene benim problemim olmuştu Yarbay’a usulca normal şartlarda uygun formlarla bile para almanın çok zor olduğunu hatırlattım Yarbay bizi, “yapabileceğiniz ne varsa yapın” diyerek Maliye’ye yolladı Komutanın Jeep’iyle Türk Üsteğmen ile birlikte Maliye’ye vardık “Bu noktada 452 nci Bombardıman Filosun’un çok profesyonel olduğunu ve çalışanlarla çok iyi iş ilişkilerimin olduğunu belirtmeliyim Bu problemle ilgili olarak benim temas kuracağım kişi Başçavuş Bob Musk idi Sanırım herkes bu durumun nasıl gelişip bu noktaya geldiğini biliyordu Bana söylendiği gibi yapmam gerekeni yaptım ve problemi tekrar Yarbay Reaume’ya iade ettim” “729 uncu Bombardıman Filosu’nda, Sam Amca’nın üniformasını sürekli giyen birçok subay vardı Bu Türk subayı da kendi Hava Kuvvetlerinde bu haklara sahipti O çok kişilikli ve bizim subay ve astsubaylarımız tarafından saygı gören biriydi Bizim subaylarımız Üsteğmen için yardım toplamaya başladılar Kırk yıl sonra hatırladığım kadarıyla bu 300 dolar civarında bir paraydı Üsteğmen Erdönmez, kendisi hakkında bir karar verilene kadar 729 uncu Filo’da çalışmaya başladı Amerikan Hava Kuvvetleri’nin uçuş tulumu giyiyordu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait rütbe işaretlerini taşıyordu Rütbeleri altın yıldız şeklindeydi” Tekrar ofise dönersek, bizim yabancıya şüphe ve saygıyla karışık şöyle bir baktım Belki B-26 Invader’leri harpte uçurabilirdi ama bunu bana ispatlaması gerekirdi Sonraki otuz dakikada Üsteğmen’in hikayesinin en azından bir kısmını öğrendim Bu hikayelerin çoğu oda arkadaşları ve diğer arkadaşları tarafından duyuldu Arkadaşlarından öğrendiğim kadarıyla Muzaffer “Vic” diye çağırılmak istiyordu Bu arada çok arkadaşı olduğunu da belirtmeliyim Beraberinde getirdiği eşyaları canvas bezden yapılma torbalar içinde 45 kalibre Thomson marka bir tabanca, 45 kalibre yarı otomatik makinalı ve birkaç yüz adet mermiden ibaretti Bizimle olduğu sürece torbasını daima ranzasının altında muhafaza etti Vic’in anlattığına göre, Amerika’da uçuş eğitimi aldıktan sonra Türkiye’de B-26’larda uçmuştu Miho’ya gelişinden altı ay evvel Kore’deki piyade birliğine katılmış ve cephede çarpışma hattında bilgilere ilk elden ulaşma imkanına sahip olmuştu Anlaşıldığına göre birliğine İleri Hava Kontrolörlüğü ve tercümanlık yapması amacıyla gönderilmişti Netice olarak biz fazladan bir pilota sahip olmuştuk Bizim beklediğimiz bir pilot olmasa bile , Vic bizim Uzak Doğu’ya geldiğimizden bu yana etrafımızda gördüğümüz tek yeni yüzdü Vic’in kabiliyetinin ne olduğunu öğrenmek zamanıydı B-26 larda uçuş kontrollerine başlamadan önce yapmamız gereken bazı şeyler vardı 40 nolu emir gereği bizlere verilen Hava Kuvvetleri İkmal Birliği’nden tüm malzemeleri (uçuş tulumu, iç çamaşırı, çorap vs) Vic için de aldık Vic’in tek ihtiyacı bir nolu üniformaydı Birde maddi konuyu çözmeliydik Vic’i tanıyan herkesin söylediğine göre Vic, bırakın toplanan 300 doları almayı hiçbir şekilde bir dolar dahi almazdı Geçekten çok gururlu, mağrur bir kişiydi Vic’e yardım işini organize eden Fisher ile birlikte çalışan Dick Leebrick’ti Yardım kampanyası sırasında çok hassas davranmıştı Paraları topladıktan sonra, Dick sahte bir maaş bordrosu hazırlayıp, Türk Devleti’nin gönderdiği maaş olduğunu söyleyerek Vic’e imzalattı Güya Tokyo’daki Türk elçiliği aylık 12 dolarlık maaşın yanında giysi vs ihtiyaçları için 300 dolarlık bir tahsisat göndermişti Üsteğmen Erdönmez, boyu ortalamadan biraz kısa, sportif yapılı, kuvvetli bir vücut yapısına sahipti Hiç şüphe yok ki O, olimpiyat madalyalı şampiyon bir güreşçiydi Bütün bunlar O’nun mavi üniforma içine girmesini zorlaştırıyordu Dick Leebrick, Vic için para toplama ve maaş bordrosu düzenlemenin yanında, Tokyo’ya gidip üniforma ve ihtiyaçlarını karşılaması için seyahat emri düzenledi Geri döndüğünde Vic satın aldığı üniformayı giyiyordu Elbise üzerine tam oturmuştu Omuzlarındaki yıldızlar parlıyordu Hiç kimse Hava Kuvvetlerinin mavi elbisesini bu kadar gururla giymemişti Vic’in daha önce B-26’larda Harbe Hazır bir uçucu olduğunu gösteren hiçbir uçuş kaydı olmadığından, dikkatli bir şekilde üst makamların izniyle hareket etmeye karar verdik Bu şampiyon güreşçinin agresif bir pilot olmasını umuyorduk Bizi hayal kırıklığına uğratmayacaktı O’nu bir dizi testleren geçirdik; stall ve tek motorlu egzersizler, bir dizi iniş kalkış çalışmaları, touch-and-go ,maksimum güç ile kalkış gibi Vic’i silahçı pozisyonunda da denedik Harekat subayı yardımcılarından Russ Barnen, Vic’in silahçı pozisyonundaki performansını ölçmek için görevlendirilmişti Barnes, yetenekleri ve bilgisiyle herkeste saygı uyandıran bir pilottu Barnes sınava tabi tuttuğu pilotları OK yada uçamaz şeklinde değerlendirir fazla ayrıntıya girmeyi sevmezdi Vic ile uçuşundan sonra konuşmamız şu şekilde oldu: -“Nasıl gidiyor Russ?” -“O iyi bir pilot” -“Nasıl yani? Ne yaptı uçuşta?” -“Uçuşunu izledim” -“Nasıl?” -“Bilmiyorum ama ben bu VIC'in uçuşuna hayran kaldım” Daha sonra da Vic hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için seyrüsefer subayı olarak aynı uçuşta bulunan Bob Stonner’a sordum Bob’un değerlendirmesi şöyleydi: -“Vic’i çok iyi tanımıyorum ama, sana şunu söyleyebilirim: O, bizim düşmanlarımıza şahsi kini olan çok kararlı bir asker Saldırılarına hedefini tamamen tahrip edene kadar devam ediyor O’nun sakin hali bu durumunu görmemizi engelliyor” -“Ben kariyerim boyunca birçok pilotla uçtum ve göğsünde böylesine ateş taşıyanı hiç görmedim” Bu kadar yıl sonra, hala O’nun kendine olan mutlak güvenini hatırlayabiliyorum Harekat subayı olarak, Vic’i hedef bölgesine götürüp ilk olarak harekat usüllerini gösterip sonra da yanına oturup bana ne yapacağını göstermesini izlemek benim görevimdi Benim bilgilerimi de kontrol etmek bakımından, Vic başka pilotlarla da uçtu Ben onun bizim radyo konuşmalarını ve düşman bölgesi üzerindeyken uyguladığımız harekat usullerini anladığından emin olmalıydım İlk olarak kol uçuşu ile ilgilendim Genellikle kol uçuşu başlarında yükselirken ve Japon Denizinde bulutlar üzerinden geçerken bir buçuk saat boyunca yapmamız gereken çok az şey vardı Bu noktada her zaman yaptığımız kuyruk sallama işaretini yaptım Bu, alçalma esnasında kol uçuşu yerinden açılıp, koldakilere biraz rahatlama ve çevreyi daha iyi görebilme imkanı verecekti Bu sinyale Türk güreşçi hariç herkes uydu Biraz öne eğilerek, Erdönmez’in çenesini ve ışıldayan gözlerini görebiliyordum; yüzünde gülümseme vardı, evet gülümsüyordu! Kimbilir kaç Çin’li yada Kuzey Kore’li asker süngünün yanlış tarafında onun yüzündeki bu gülüşü görmüştü? Her şartta ne olursa olsun Türk askerinin inatçılığını gösteriyordu; geri adım yok, geri çekilme yok Birkaç kere “uzaklaş” işareti vermeme rağmen bu Türk uzaklaşmıyordu Muhabere subayım da bunu farketmiş ve dahili hatta “Yüzbaşı, koldakinin kanatları benim gözüme girecek neredeyse “ diye beni uyarmıştı Bu arada Joe Farber’den de bahsetmeliyim İtalyan asıllılar arasında Joe’nun yüzünden gülümseme hiç eksik olmazdı; Japoncayı İtalyan aksanıyla ve malum İtalyan mimik ve el kol hareketleri yaparak konuşurdu Filoda dörtlü koromuzda bas sesiyle şarkı söyler ve daha önemlisi armonika çalardı Filomuzda seyrüsefer subayı olarak görev yapardı ve bombardımanlara katılırdı Bir güneşli öğleden sonra Kuzey Kore’den görev dönüşü Inchon’da Deniz Kuvvetleri gemilerinin üzerinden geçerken, armonikasıyla dahili hatta melodiler çalıyordu Ben onu emergency guard kanalına aldım Bu kurallara elbette aykırıydı Sanırım denizcilerde bunu sevmişlerdi Joe’nun bir sonraki parçası “California, Here I Come!” idi Buralarda kimlerin “Kaliforniya’lı” olduğunu herkes biliyordu Miho kuleyi arayıp Batı-Doğu alçak geçişi için izin istedim Telsizde ben bunları söylerken, fonda armonikadan yayılan “California, Here I Come” şarkısının melodileri geliyordu Bu uçuştan sonra bu şarkı bizim filonun şarkısı oldu Joe Farbe’nin seyrüsefer ve bombardımancı olarak görevinde çok iyi olduğunu biliyordum Ama bu son Norden bombardımanında 100 feetlik köprüyü üzerine çullanıp bombalayınca işinde eşsiz olduğunu kanıtlamıştı Bizim bu uçuşumuzdan sonra General Sweetser bizim dördümüzün birlikte uçmamızı ve birlikte kalmamızı istedi Oda arkadaşlarım bu şekilde değişmiş oldu Vic’in hikayesini anlatırken Joe Farbe’den bahsetmem alakasız görülebilir Bu iki kişiyi de tanıyanlar ilgiyi kolaylıkla kuracaklardır Üsteğmen Muzaffer Erdönmez’in uçuş sırasında ve genel tavırlarında görülen hiddetli davranışları, kesinlikle onu spordaki hareketlerine de yansımıştı Biz Vic’in güreşte olimpiyat bornz madalya sahibi olduğunu öğrenmiştik Vic’in nişancılığı hakkında söylediklerini dinleyen filonun en iyi üç nişancısı onu sportmence ördek vurma yarışmasına davet ettiler Ve bahisler başladı Vic’in parasal durumunu bildiklerinden başlangıçta miktarlar makul düzeydeyken sonlara doğru çılgınca yükseldi Aralarında Joe Farbe’nin de olduğu dört kişi, bir ördek sürüsüne rastladılar Bir an bu güzelliği seyretmek için duraksadılar İşte tam bu sırada herkes Vic’in tüfğinden çıkan iki el silah sesi ile irkildi Kimse buna hazır değildi Şoktan kurtulan Bill Tonne ilk konuşan oldu -“Allah aşkına Vic! Ne yaptın?” Senin bu yaptığın hiç de sportmence değil! -“Sportmenlik mi? Boşver onu Ben öldürmek için ateş ederim” Spor yada her ne içinse beş tane ölü ördek suyun üstünde yüzüyorduŞaşkınlık içinde kalan üç kişi bahis parasını Vic’e ödediler O gün başka da atış olmadı Bu Vic’i filoda üstün duruma getirmişti “Öldürmek için ateş etmek” Aslında savaşın temeli de buydu elbette “Sen onlara ateş etmezsen onlar sana ateş ederler” Bu vecizeyi insanlar savaşarak, yaşayarak öğrendiler Aynı durumun en ilkel silahlardan günümüzün ileri teknoloji ve yıldız savaşları için de aynı olduğunu söyleyebiliriz Bununla beraber Üsteğmen Erdönmez’in düşmana ateş etmesi filomuzda yerleşmiş bir usul değildi Belkide farkımız, Vic’in atalarının yüzyıllardır savaşcı bir ruha sahip olmalarıydı Vic’in savaştaki düşünce tarzını uçtuğu B-26 yı uçuşundan sonra kontrol edince anlamıştım Kore’deki demiryollarını kullanılamaz ve kısa sürede tamir edilemez hale getirmek için 8 bin feetten süzülerek dalıp 1000 feetten bombalıyorduk Mesafemiz hafif silahların menzili dışındaydı ve etkili ve güvenli bir görevdi Bir gün Vic B-26 sının burnunda çok sayıda 20 mm lik kurşunların hasarıyla döndü Buna rağmen uçağı çok iyi bir şekilde indirdi O akşam oda arkadaşı Bill Tonne ye vuruldukları görevle ilgili neler olduğunu sorduğumda, Bill, Vic'in “O çocuklarının bana ateş ettiklerini gördüm Ben de onları haklayana kadar üzerlerine daldım” dediğini, " ve gerçekten Vic'in çetin ceviz olduğunu" söylüyordu Öğretmen pilot Virge KUNS uçuş sonrası ERDONMEZ' in sigarasını yakarken Bu olaydan iki hafta kadar sonra Üsteğmen Erdönmez buna benzer bir görevde düştü Son görüldüğünde kendisine gelen uçaksavar ateşini takip ederek hedefe doğru ters uçuyordu Daha sonra kaza yeri incelendiğinde kurtulan olmadığı anlaşıldı Kazada kaybettiğimiz diğer kişiler şunlardı: Astsubay Robert LAllred (Silahçı), Yüzbaşı Joseph L Farbe (Seyrüsefer subayı), bas sesli ve armonika sahibi Kaza haberi 729 uncu Filo hangarına ulaştığında ortalığı bir sesizlik kapladı “Artık armonika sesi yok” sesleri duyuldu Başka bir konuşma olmadı Sadece sesizlik Üsteğmen Muzaffer Erdönmez Birleşmiş Millet’lerin Güney Kore, Pusan’daki anıt mezarlığında yatmaktadır Savaşa katılan ve Çin ve Kuzey Kore’lilerle çarpışan onaltı ülkenin bayrakları şehitlikte dalgalanmaktadır Üsteğmen Muzeffer Erdönmez 28 yaşındaydı Fotoğrafları Hava Kuvvetlerinde her tarafına aslıdı Milli kahraman ilan edildi Ruhu şad olsun e-tikvesli: TAYYARECİ SABİHA GÖKÇEN Ankara’da Kızılay’da Ziya Gökalp caddesindeki 9 numaralı üst katın zili yanında ki kartvizitte “Tayyareci Sabiha GÖKÇEN” yazıyor 1925 yılında Atatürk’ün Bursa gezisi sırasında vatanı kurtaran bu büyük insanı henüz 12 yaşında iken tanıma şansı bulan ve “Ama bir leyli mektep olsa” sözü üzerine Gazi’nin kızı olan Sabiha “GÖKÇEN” SOYADINI NASIL ALDI ? Hemen herkes Ata’nın kızı Sabiha “GÖKÇEN” soyadını almasının havacılığın doğal sonucu sanır Oysa hiçbir ilgisi yoktur Daha doğrusu öncesinden yoktur da sonrasında meslek soyadını izlemiştir Sabiha GÖKÇEN “GÖKÇEN ‘liği şöyle anlatıyor “Benim soyadımın mesleğimle hiçbir ilgisi yoktur olamaz da Çünkü ben havacılığa 1935 yılında girdim Oysa Büyük Atatürk bu soyadını bana bir yıl önce verdi Soyadı kanunu, Ata’nın önem verdiği devrimlerdendi Bu bakımdan 1934 yılında Atatürk’ün sohbetli sofralarda baş konu “soyadı” idi İşte hiç unutmam, 19 Aralık 1934 akşamıydı Sıra bana gelmişti Atatürk “Sabiha’ya bir soyadı bulmamız gerektiğini “ söyledi Bir süre düşündükten sonra “GÖKÇEN olsun” dedi Oradaki bir kağıdın üstüne de yazdı Yazı aynen şöyleydi “Sabiha GÖKÇEN S GÖKÇEN’dir KATATÜRK 19121934 HAVACILIĞA İLK ADIM Rastlantını güzelliğine bakın ki, Atatürk’ün “GÖKÇEN” soyadını vermesinden sadece altı ay sonra Sabiha GÖKÇEN gerçekten “havacı” olacaktı “O sırada bizde sivil havacılık fiilen yoktu Atatürk ise, geleceğin göklerde olduğunu çok önceden görmüş, bu yolda hamle yapılması gereğine inanmıştı Bu amaçla Hava Kurumu’nun ileri gelenleriyle görüşmüş ve bir okul açılmasına karar verilmişti Gün 5 Mayıs 1935 ti İlk havacılık okulumuz, Ata’nın verdiği isimle “Türkkuşu” o gün açılacaktı Araya sıkıştırayım: Atatürk bana GÖKÇEN soyadını verdikten sonra artık Sabiha demiyor, GÖKÇEN diye sesleniyordu Açılışa giderken, ben sadece Büyük Ata ile birlikte olduğum için, bir de renkli bir olay da bulunacağım için mutluydum Ama bunun bir havacılık okulu olması, ne yalan söyleyeyim, hiç ilgimi çekmiyordu Tören gayet güzel oldu Yurtdışından gelen uzman uçucular planörlerle gösteri yapıyor, kimi de paraşütle atlıyordu Önceleri çok sakindim fakat ilerleyen dakikalarda, birden heyecanlandım, çok hoşuma gittiğini farkettim Atatürk ’de bu değişikliği fark etmiş, eğildi; -Çok mu hoşuna gitti? -Evet çok Çok hoşuma gitti -Peki, sen de atlayabilir misin? -Evet paşam, atlayabilirim Hemen tayyareye bindirseler ve “atla” deseler koşup atlayabilirim Gibime geliyor Ata, Hava Kurumu Başkanı Fuat BULCA’ya döndü: -Bak Bulca, GÖKÇEN de atlamak istiyor Hemen yabancı uzman çağrılmıştı Kendisine bir genç kızın atlamaya heveslendiğini söyleyince, kaşları kaldırdı: -Şimdi olmaz Elbette o da atlar fakat bir süre teknik bilgileri öğrenmesi lazım Okula yazılsın, öğretelim İşte bu andan itibaren Sabiha GÖKÇEN, “Türkkuşu’ nun ilk kız öğrencisi” oluyor, soyadına tam uyan mesleğe ilk adımını atıyordu Okula Paraşüt için gitmişti ama Sabiha Türkkuşu’na paraşüt için gitmişti ama, okula yazıldıktan ve eğitime başladıktan sonra hevesi başka yöne sapmıştı Uçaklar paraşütlerden daha cazip gelmeye başlamıştı Çok sevinmişti uçmayı Hem de daha uçmadan İçindeki bir his, ona yıllardır bomboş geçen yılların artık bittiğini, aradığı uğraşıyı bulduğunu bildiriyordu sanki Havacılıktan başka şey düşünmez olmuştu Sabahları saat beşte kalkıyor, çalışıyor, çalışıyordu Hocalarla birlikte planörde uçtuktan sonra, uçmanın en büyük sevgilisi olduğunu anlamıştı Atatürk de genç kızı teşvik ediyordu Nihayet uçuş günü gelmişti Sabiha sevinçten ve heyecandan yerinde duramıyordu Bakın bakın, o günü nasıl hatırlıyor GÖKÇEN: Her gün gittiğimde ne gün uçacağımı sorar, fakat her seferinde uçuş günümün daha gelmediği cevabını alırdım Havacılıkta önce çift komuta denen usulle, hocayla birlikte uçulur Sonra tek başına uçuş izni verilir Bir sabah yine erkenden kalktım Derse gidecektim ki Atatürk’ü her zamandan daha erken kalkmış buldum Hem de önemli bir yere gidecekmiş gibi giyinmişti Elini öptüm, derse gittiğimi söyledim Kendisinin niye bu kadar erken kalktığını merak etmekle birlikte soramadım Ama o ben sormadan konuştu, benimle beraber geleceğini söyledi” - Sabiha GÖKÇEN, bu söz üzerine Gazi’nin belki uykusu kaçtığı için hava almak üzere kendisiyle birlikte yürüyeceğini sanmıştı Ama o da ne? Atatürk GÖKÇEN’le birlikte Türkkuşu’na geliyordu Hocası karşılıyor ve “GÖKÇEN , bu gün yalnız başına uçacaksın” diyordu Sabiha sonrada öğrenmişti ki, havacılar ilk tek başına uçuş günün öğrencilere söylemezlermiş; ama yaverleri vasıtasıyla Ata’ya haber vermişlerdi O da erken kalkıp GÖKÇEN’le birlikte gelmişti: “İlk uçuşunda kızını yalnız bırakmamak için" GÖKÇEN TÜRKKUŞU'NDAN HAVA OKULUNA NASIL GİRDİ ? Türkkuşu gittikçe gelişiyordu Bu arada Ata’dan duyduğu bir söz, GÖKÇEN’in hayatının daha da değişeceğini müjdesini verir gibiydi: “ Bu kadarla kalmayacaksın, GÖKÇEN bunu ilerleteceksin! İlerleyecek de nasıl? Yanıt açık :Hava Okuluna gidecekti Ve işte bu aşamada Çankaya’daki “ hocanım” hatırlanmıştı Ata, Nüveyre Uyguç öğretmeni de Sabiha ile birlikte yolluyordu sonrasını şöyle anlatıyor “ Hava Okuluna girerken Büyük Atatürk’üm de hazırdı, bana burada muvaffak olacağımı söyleyerek moral veriyordu 1936 yılının başlarındaydık Bu arada önemle belirtmek istediğim bir nokta var Atatürk, kadının asker olması, havacı olması gibi önemli hamlede beni de bir öncü olarak görevlendiriyordu Düşündüklerinin bazısını ben de deniyordu önce Kıyafet konusu gibi Üniformayla gezmemi arzuluyordu Şapkama bir defne dalı koydurtmuştu Sonradan bu defne dalı, yüksek rütbeli subaylar için kabul edilen şekil olacaktı Yani Ata, kadın asker fikrini kafasında geliştirirken, ilk olarak beni gözlem konusu yapmıştı Benden aldığı izlenimleri, düşünceleriyle birleştiriyordu” O dönemde kadının asker olması için koşulların henüz tam olmadığını söyleyen Mareşal Fevzi Çakmak bile, GÖKÇEN’i çok takdir ettiğini her karşılaşmasında söyledi Hatta bir geçit döneminde GÖKÇEN’in filonun önünde uçuşundan duyduğu mutluluğu Atatürk’e iletmişti Sabiha GÖKÇEN, Hava Okulu’nda başarılarını birbirine ekliyor, Ata’yı çok mutlu ediyordu Atatürk de, sık sık ona moral vermekten geri durmuyordu Örneğin 1937 yılında bir gün, Ata’dan hem de el yazısıyla, şu mektubu almış, çok mutlu olmuştu Kızım Uçman GÖKMEN’e Muaffakiyetle Ankara’dan Eskişehir’e geldiğini memnuniyetle öğrendim Eskişehir’deki uçuş vazifelerini yaptıktan sonra, İstanbul’a da muaffakiyetle gelmene intizar ederek gözlerinden öperim K ATATÜRK 1936 Trakya Manevraları, Sabiha GÖKÇEN’in ilk askeri tatbikatıydı O güne kadar bilgisi bir ölçüde teoride kalmıştı, pratiği fazla olmamıştı Trakya Manevralarında havacı kızımız pratik yönden iyi deneyim sahibi oldu AKROBASİ AŞKI Florya daydı GÖKÇEN'in canı öylesine uçmak istemişti ki Aslında genç kız ne zaman bir uçak sesi duysa, hemen heyecanlanıyor içindeki “ uçma arzusu’nu kolay kolay bastıramıyordu Yeşilköy’e geçti Meydanda iki uçak duruyordu Uçaklardan biri akrobasiye çok elverişli idi Sabiha GÖKÇEN müfreze kumandanından uçma izni isteyince, kumandan “ kendi tayyarenle uçabilirsin “ dedi Doğrusu bu, heyecanlı pilotumuzun hiç işine gelmemişti Havalara çıkıp şöyle takla atmak, pazarın zevkini öylesine çıkarmak istiyordu Öteki uçağı rica ettiğini söyleyince kumandan “peki” derken hemen ekledi: Akrobasi yapmayacaksın ama! O şartla uçabilirsin” Genç havacımız uçağa bindi, motoru çalıştırdı Bu yandan da düşünüyordu Canı akrobasi yapmak istiyordu Şu anda bindiği uçak buna çok uyuyordu İyi ama, kumandana söz vermişti akrobasi yapmayacaktı İçindeki akrobasi yapma arzusunu bastırıyordu bir yandan; öte yanda sözü tutmak gereğini Hemen not defterini açtı, bir şeyler yazdıktan sonra, o sayfayı koparıp yerdeki makiniste verdi: “Bunu müfreze kumandanımıza götürün” Ve uçağı havalandırdı Müfreze kumandanı az sonra, GÖKÇEN’in yolladığı şu satırları okuyordu” Tayyareyi aldım Teşekkür ederim, fakat akrobasi yapacağım Hürmetler” Bu bir hataydı Sabiha GÖKÇEN, yıllar sonra bunun hem de büyük hata olduğunu itiraf ediyordu: “Havacılığı çok seviyordum O yaşın etkisiyle, evet, bir gençlik hatası yaptı işte!” Müfreze kumandanı derhal Florya köşkünde bulunan Ata’ya durumu yaverleri kanalıyla bildiriyordu Bu sırada GÖKÇEN köşkün üzerinde uçuyor, akrobasi yapıyordu Kızının hünerini görmek isteyen Atatürk, yaverlerin verdiği haberle suratını asıp “Çok çabuk Müfreze kumandanına telefon et! Bu hareketi bir başka subay veya gedikli yapsaydı, ne ceza verecek idiyse, o cezayı aynen Sabiha GÖKÇEN’e versin Yere sevinçle inen Sabiha GÖKÇEN müfreze kumandanının kendisini beklediğini bildiriyor, o da soluğu kumandanın karşısında alıyordu Kumandan söze çok sert giriyor “ Sen asker olmak istiyorsun Ama askerliğin ilk şartı disiplindir Sana çok ağır ceza verecektim Fakat Atatürk’ün büyük davranışından ötürü seni bir defalık affediyorum GÖKÇEN çok mahcup olmuştu ve havacılık yaşamında da özel yaşamında da bu tür bir hatayı tekrar etmedi BİR TABANCA OLAYI “ Eskişehir’de Tayyare Alayı’nda staj gördüğüm günlerden birinde uçuştan indiğimde bölükteki fevkaladelik dikkatimi çekti Hemen sordum Bizim bölüğün Dersim Harekatı’na katılma emrinin geldiğini söylediler Kalbim küt küt atmaya başlamıştı Derhal bölük kumandanımıza koştum o bölükte olduğuna göre, elbette ben de gidecektim Ancak kumandan hiç de beklediğim cevabı vermedi Alay kumandanına başvurmamı söyledi sadece Bu sefer alay kumandanına koştum Evet, gidebilirdim Ama özel müsaade lazımdı Bir kadın pilotun askeri harekata katılmasına tek başına karar veremiyordu Bunun içinde vakit yoktu Çünkü bölük ertesi gün gidecekti O zamanın tayyareleri bir kalkışta çok uzun mesafeyi katedemedikleri için orada inecek, yeniden havalanacaklardı Bunu bir fırsat saydım ve benimde Ankara’ya kadar arkadaşlarımla uçabilmem için izin istedim Bu masum isteğim kabul edilince bende bölükle birlikte yola çıktım Ankara’ya vardığımda hava kararıyordu Hemen Çankaya’ya koştum Atatürk beni karşısında görünce, önce hayret etti Arzumu anlamıştı Daha doğrusu kendisine isteğim iletilmişti Bu bakımdan ben daha birşey söylemeden Atatürk konuşmaya başladı Benim böyle bir harekata katılmamın güçlüğünü dile getiriyordu Sabiha GÖKÇEN, sakin görünüşlü bir insandı Heyecanını fazla belli etmeyen, tatlı bir konuşma üslubu vardı O günde öyle yapmış olmalıki, Atatürk onun dileğine hayır diyememiş, fakat şu uyarıda da bulunmayı ihmal etmemişti : “ Bak GÖKÇEN, seni çok takdir ederim Orada da görevini başaracağına inancım tam Ancak çarpışacağın insanların eline düşersen, sana fena muamele etmelerinden korkarım Buna çok üzüleceğimi bilirsin” Sabiha GÖKÇEN birden gürlemiş, “ emin olunuz” demiş, “ kendimi onlara diri diri teslim etmem” İşte bu anda Atatürk birden tabancasını uzatmış, hiç birşey söylemeden Genç havacı kızımız gerçekten Dersim Harekatı’na katılarak, erkek pilot arkadaşları gibi görevini başarıyla yerine getirmişti HAVACILAR GECESİ Ankara Palas’ta bir Cumhuriyet Balosu veriliyordu nce ziyafet, ardından suare Suare kısmına sadece general rütbesindeki askerler davet edilecekti Atatürk buna müdehale etmiş, “ bu gece havacıların gecesi ise rütbe – kıdem olmaz, bütün havacılar davet edilecek” demişti Gerçekten hepsi davet edildi ve en önemliside, Atatürk o gecenin adeta tamamına yakın kısmını genç havacılarla , genç teğmenlerle geçirdi İstikbalin göklerde olmasını söylemesi bir yana Ata’nın havacılığa ne derece önem verdiğinin açık ispatı idi Bir Türk kızının “DÜNYANIN İLK KADIN SAVAŞ PİLOTU” yaparak onurlandıran Atatürk, acaba bu günleri görseTürk kadınını eskisinden de geriye götürmeye kalkanların varlığını görürse “ EY TÜRK GENÇLİĞİ !” diye seslenmez miydi yeniden ? SABİHA GÖKÇEN ( 21 MART 1913 BURSA - 22 MART 2001 ANKARA ) HAVACILIK ŞARKISI Topraklar dar gelen çelik kanatlarımla Şimşeklerin yoldaşı, boraların malıyım Yelesinden fışkıran atlarımla, Ben hayat vermek için, uçmalı, uçmalıyım Ümidin gözlerimde bir kar olup yansa da İmanım düşmanımın kalbini delecektir Vücudum parça parça yere kapaklansa da, Ruhum kanatlanarak göğe yükselecektir FERİT RAGIP TUNCER VATAN MARŞI Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpan kalbimiz Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik artık biz Gül ki neş’enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik artık biz CEMAL YEŞİL |
|