Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilgi, büyük, devletinin, dönemi, gerileme, hakkında, kuruluşu, selçuklu, yıklışı, yükselişi

Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi



Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi
Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi

Büyük Selçuklu Devleti

Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu
Selçuklular, Türk-İslam devletlerinin en büyüklerindendir Oğuzların Üçoklar kolunun, Kınık boyuna mensupturlar Onuncu yüzyılın sonu ile onbirinci yüzyılın başlarında İslam'ı kabul ettiler Selçuklular; Çin'den, Batı Anadolu dahil bütün Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz sahilleri, Kuzeybatı Afrika, Hicaz ve Yemen'den Rusya içlerine kadar yayılan hakimiyetin, muazzam bir kültür ve medeniyetin temsilcisidir
Devlete adını veren Selçuk Bey, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasına hakim olan Oğuz Yabgu Devleti'nin kumandanlarından Dukak Subaşı'nın oğludur Dukak ölünce, 17-18 yaşlarındaki Selçuk Bey, subaşı oldu Genç yaşına rağmen yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Bey'in devamlı artan bir itibara sahip olması, Yabgu ve eşini telaşlandırdı Onu başlarından atmak için çare aramaya başladılar Öldürülmekten çekinen Selçuk Bey, kabilesiyle birlikte oradan ayrıldı Güney yoluyla, muhtemelen 985 yılı sıralarında, Seyhun nehri kenarında bulunan Cend şehrine geldiler Bölge ve şehir, İslam ülkelerine geçişte hudut durumundaydı
Selçuk Bey'in idaresindeki Türkler, kısa zamanda İslam'ı kabul ettiler Bu durum, Yabgu ile aralarını iyice açtı "Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez" diyen Selçuk Bey, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti Gayrimüslim Türklere karşı savaşmaya başladı Selçuk Bey'in, bağımsızlığını ilan edip, Yabgu'ya haraç vermeyerek, Müslüman olmayanlarla mücadeleye girişmesi, çevrede tanınıp itibar kazanmasına yol açtı Oğuz Yabgusuna karşı olan Türkler, etrafında toplandı Müslümanlardan da destek alan Selçuk Bey, Müslüman olmayan Türkler üzerine yaptığı seferlerle şöhret kazandı Onun bu şöhreti, Maveraünnehir'de üstünlük sağlamaya çalışan Müslüman devletlerden birisi olan Sâmânîlerle anlaşmasını sağladı Sâmânî sultanı, Selçuk Beye, devlet sınırlarını diğer Türk akınlarına karşı korumasına karşılık, Buhara yakınlarındaki Nûr kasabasına yerleşme izni verdi
Selçuk Bey; Mikâil, Arslan, İsrafil, Yusuf ve Musa adlarındaki oğullarıyla Büyük Selçuklu Devletinin temelini atıp, Tuğrul ve Çağrı adında iki torun bırakarak, yüz yaşlarında vefat etti Selçuk Bey'in büyük oğlu, Tuğrul ve Çağrı beylerin babası olan Mikâil, babasının sağlığında ölmüştü İkinci büyük oğlu olan Arslan Bey, babasının yerine geçti Yabgu unvanını alarak, Selçuklular da denilmeye başlanan ailesini teşkilatlandırdı Karahanlılar'ın Sâmânî Devletine son vermesi üzerine, Özkend'den kaçan Sâmânî şehzadelerinden İsmail Muntasır'ın, Arslan Yabgu'ya sığınması, Karahanlılarla aralarının açılmasına sebep oldu Arslan Yabgu komutasındaki Selçuklular, Karahanlılar karşısında başarılı muharebeler yaptılar
Selçukluların güçlenmesi, bölgenin hakimi Karahanlılar ile Gazneliler'i zor durumda bıraktı Karahanlı-Gazneli işbirliğiyle 1025'te Arslan Yabgu, Gaznelilerce yakalanıp, Hindistan'daki Kâlencer Kalesine hapsedildi Bu hadiseden sonra, Selçuklularla Gazneliler arasında, açık bir mücadele başladı Onun esareti yıllarında Selçuklular, ortak hükümdar sistemiyle yönetildi Musa'yı yabguluğa, Yusuf'un oğlu İbrahim'i de yınallığa getirdiler Mikâil'in oğulları Tuğrul ve Çağrı beyler, amcalarının hakimiyetini tanımakla birlikte, ayrı bölgelerde yaşamaya başladılar
Mahir süvarilerden oluşan Selçuklular, kalabalık hayvan sürüleri ve atları için, bol otlaklı, geniş yaylalar aradılar Bu amaçla zaman zaman, komşuları Karahanlılar ve Gaznelilerin sınırlarına taşıp, yerli halkın şikâyetlerine sebep oldular Onların bu durumunu kendileri için tehlikeli gören Karahanlılar, Selçuklu ailesi içinde karışıklık çıkarmak istedilerse de başaramadılar Üzerlerine kuvvet gönderildi Hattâ Yusuf Bey öldürüldü Musa Yabgu ile birleşen Tuğrul ve Çağrı beyler, Karahanlı kuvvetlerini yenerek, Yusuf Bey'in intikamını aldılar Siyasî durum iyice gerginleşti Bölgede değişiklikler oldu Bir baskınla Selçuklular bir hayli zayiata uğratıldılar Bunun üzerine Çağrı Bey, dağılan Selçuklulardan üç bin kişilik bir süvari kuvvetiyle, Gazneli mukavemet mevkilerini aşarak, Doğu Anadolu sınırlarına kadar gitti Van Gölü havzasından, kuzeyde Tiflis'e kadar uzanan bölgede keşif harekâtı yaptı Ermeni ve Gürcü kuvvetlerini yenerek, bölgenin otlak ve yaylaklarının keşfiyle, gerekli siyasî, etnik, kültürel ve askerî stratejik bilgileri topladı Bizans şehirlerine girdi Keşif harekâtı neticesinde, bölgenin, Selçukluların yerleşmesine müsait olduğunu tespit ederek Tuğrul Bey'e bildirdi
Selçukluların esir yabgusu Arslan, 1032 yılında, Hindistan'da hapsedilmiş bulunduğu Kâlencer Kalesinde ölünce, Gaznelilerle ilişkiler daha da bozuldu Musa Yabgu ile yeğenleri Çağrı ve Tuğrul beyler kumandasındaki Selçuklu ve Türkmen güçleri, bölgenin en stratejik mevkiinde yer alan ve Gaznelilere ait olan Horasan'a ani bir taarruzla girerek, Merv, Nişabur ve Serahs havalisini ele geçirdiler Gazne sultanı Mesud, Selçukluları tanımak zorunda kaldı Musa Yabgu'ya, Tuğrul ve Çağrı beylere bulundukları yerlerin valiliklerini verdi 1035 yılında yapılan bu antlaşma, dört ay gibi kısa bir süre devam etti Yeniden başlayan Gazneli-Selçuklu mücadelesi, daha da şiddetlendi Selçuklular, hafif süvari kuvvetleriyle, Gaznelilerin fillerle takviye edilmiş, ağır teçhizatlı, çoğu piyadeden meydana gelen ordusuna, gerilla savaşlarıyla çok kayıp verdirdiler 1038 yılında Serahs civarında yapılan savaşta, Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı Gazneli Sultan Mesud, büyük bir devlet adamı, cesur bir kumandan olmasına rağmen, bu yenilgiden sonra, Nişabur'u Selçuklulara bırakıp, kesin sonuç alınacak büyük savaşı devamlı geciktirdi Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, 1038'de Nişabur'u alıp, Tuğrul Bey adına hutbe okuttu Nişabur'a gelen Tuğrul Beyi muhteşem bir törenle karşıladı Tuğrul Bey, Sultanü'l-Muazzam (Büyük Sultan), Çağrı Bey de Melikü'l-Mülûk (Hükümdarların Hükümdarı) unvanını aldı Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluş ve istiklâlini (bağımsızlığını) ilan ettiler Selçuklu-Gazneli mücadelesi, 23 Mayıs 1040 Dandanakan Meydan Savaşı ve Selçukluların üstünlüğü ele geçirmesiyle neticelendi

Kaynak: Genel Türk Tarihi / dallogcom
Selçukluların Yükselişi
Dandanakan'ın muzaffer başkumandanı Çağrı Bey, zafer sonrasında verilen toy, yani büyük ziyafette, üstün idarecilik vasfı ve keskin siyasî zekâsını takdir ettiği kardeşi Tuğrul Bey'i Selçuklu Sultanı ilan etti Merv, başkent yapıldı Toplanan kurultayda, fethedilecek yerlerle, idareciler tespit edildi Ceyhun ile Gazne arasındaki bölge Çağrı Beye, Bust-Sistan havalisi Musa Yabgu'ya, Nişabur'dan itibaren bütün batı bölgeleri Tuğrul Beye verildi Çağrı Beyin oğlu Yakutî ile İbrahim Yınal, batı cephesinde görev aldılar Hanedandan Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış, Cürcân ve Damgan'a, Çağrı Beyin oğlu Kara Arslan Kavurd ise, Kirman havalisine tayin olundular Görev taksiminin ardından, kısa zamanda, kuzeyde Harezm dahil, Maveraünnehir, Sistan, Mekran bölgesi, Kirman ve civarı, Hürmüz emirliği, hattâ Arabistan Yarımadasında Umman ve dolayları ile Cürcân, Bâdgis, Huttalân tamamen zaptedildi Tuğrul Bey, Taberistan, Kazvin, Dihistan, İsfehan, Nihavend, Rey ve Şehrezur'u alarak devletin sınırlarını genişletti 1046'da Gence, 1048'de Erzen, Karaz, Hasankale, Erzurum ve havalisindeki Gürcü, Ermeni ve Bizans orduları yenilgiye uğratıldı
Henüz yeni kurulan devlet, kısa zamanda, Büveyhîlerin işgalindeki Bağdat hariç, bölgedeki bütün İslam topraklarına hakim oldu Sultan Tuğrul, Büveyhîlerin işgalindeki halifelik merkezi olan Bağdat'ı kurtarmak için, Abbasî halifesi El-Kaim bi-Emrillah'ın davetiyle 17 Ocak 1055'te Bağdat'a girdi Halifenin, âlimlerin ve Sünnî Müslümanların büyük memnuniyetle karşıladığı Tuğrul Bey, Büveyhî Hükümdarlığını yıkarak, Abbasî halifeliğini yeniden ihya etti İslam dünyasının takdirini kazanıp, büyük iltifatlara kavuştu Halifeliğe karşı yapılan Fatımî saldırılarını bertaraf etti Halifelik makamına ve Bağdat şehrine hizmetinden dolayı, 25 Ocak 1058'de Tuğrul Beye iki altın kılıç kuşatan Halife, onu, doğunun ve batının hükümdarı ilan etti Selçuklu sultanının, halife tarafından "Dünya Hakanı" ilan edilmesi, Türklere büyük itibar kazandırdığı gibi, alplik ruhunu okşayarak, İslamı yayma çabalarına daha fazla sarılmalarına yol açtı Aynı yıl Tuğrul Bey, tahrikler sebebiyle isyan eden üvey kardeşi İbrahim Yınal'ı cezalandırdı Çağrı Bey, 70 yaşlarında 1060'ta, Tuğrul Bey ise 1063'te yine 70 yaşında vefat etti Tuğrul Bey, devletini sağlam temeller üzerine oturtarak, sınırlarını Ceyhun'dan Fırat'a kadar genişletti Anadolu üzerine yaptırdığı akınlarla, Bizans yönetiminde bulunan bölgenin Türk yurdu olması için ilk harcı koydu
Tuğrul Beyin oğlu olmadığından, Çağrı Beyin oğlu Muhammed Alparslan, Selçuklu sultanı oldu Başa geçer geçmez, amcasının veziri Amîdülmülk'ü görevden alarak, yerine Nizamülmülk'ü tayin etti Sultan Alparslan, tahta geçmek iddiasında bulunan diğer rakiplerini bertaraf ettikten sonra, batıya yönelerek fetihlere başladı Kafkaslardan dolaşıp mahallî küçük krallıkları itaati altına aldı Doğu Anadolu'nun kuzeydoğu ucundaki meşhur Ani kalesini 1064'te fethederek, 16 Ağustos 1064'te Kars'a girdi Ani, Hıristiyan âleminin kutsal yerlerinden biriydi Bu fetihler İslam dünyasında büyük sevinç kaynağı oldu ve halife Kaim bi-Emrillah, Alparslan'a, "fetihler babası", yani çok fetheden anlamına gelen "Ebü'l-Feth" lakabını verdi Sultan, 1065 yılı sonlarında doğuya yönelerek, Üst-Yurd ve Mangışlak taraflarına yürüdü Başarı ile biten seferin sonunda; ticaret yollarını vuran Kıpçak ve Türkmenler itaat altına alındı
Alparslan, 1067 senesinde Kirman meliki olan kardeşi Kavurd'un isyanıyla karşılaştı Bu isyanı kısa sürede bastırdı Öncelikle Müslümanlar arasında birliğin sağlanmasını arzu eden Alparslan, Bahreyn taraflarındaki Karmatî sapıkları ve Önasya'daki Şiî-Fatımî kalıntılarını temizlemek için harekete geçti Şiî-Fatımî baskısının İslam ülkeleri üzerinden kalkmakta olduğunu gören Mekke şerîfi, Alparslan'a itaatini arz ederek, hutbeyi Abbasî halifesi ve Sultan Alparslan adına okutmaya başladı Doğuda ve Batıda sistemli bir şekilde yapılan fetih hareketleri; 1067 yılında Anadolu'da başlatılan yıpratma ve yıldırma akınları, 26 Ağustos 1071'deki Malazgirt Savaşı'na kadar devam etti Malazgirt Zaferiyle Selçuklulara kapıları açılan Anadolu, Türkiye Türklerinin istikbaldeki yurdu durumuna girdi
Malazgirt Zaferi sonrasında, Bizans imparatoru Diogenes ile yapılan antlaşma, tahttan indirildiği için uygulanamadı Sultan Alparslan, antlaşmanın silah zoruyla tatbikini kumandan ve beylerine emrederek, bütün Anadolu'nun fethini istedi Selçuklu emrindeki Türkmen boyları, Orta Asya'dan batıya sevk edilerek, Doğu Anadolu'daki Bizans hududuna gönderildi Selçukluların gazâ akınlarına karşı koyamayan Bizans kale ve garnizonları, Türklerin eline geçti Türk akınları, Marmara Denizi sahillerine kadar uzandı ve fethedilen Anadolu, iskân edildi Anadolu'nun Türkleşip İslamlaşması için gerekli bütün tedbirler alındı Sultan Alparslan, çıktığı Maveraünnehir seferinde, esir alınan bir kale kumandanı tarafından şehit edildi Türk tarihinin büyük sultanlarından olan Alparslan, enerjisi, disiplini, yiğitliği ve adaletiyle temayüz etmişti
Alparslan vefat ettiğinde, devlet toprakları, doğuda Kaşgar'dan, batıda Ege kıyıları ve İstanbul Boğazına, kuzeyde Hazar-Aral arasından, güneyde Yemen'e kadar olan bir bölgeye yayılmıştı
Alparslan'ın yerine oğlu ve veliahtı Melikşah, Selçuklu sultanı oldu Sultanlığını tanımayan amcası Kavurd ile, Kerez'de yapılan savaşı kazanan Melikşah, birkaç gün sonra Kavurd'un ölümüyle, devlet içinde asayişi kısa sürede sağladı İç işlerini halleden Melikşah, taht mücadelesinden faydalanarak Selçuklu hudutlarına saldıran Gazneliler'le Karahanlılar'a karşı sefere çıkıp onları anlaşmaya mecbur etti
Doğu sınırlarının güvenliğini sağlayan Melikşah, babasının veziri ve kendisinin de hocası olan, sapık ve Batınî akımlara karşı Sünnîliğin müdafaası için Nizamiye Medreselerini kuran Nizamülmülk'ten vezirliğe devam etmesini istedi Bu sayede Selçuklu Devletine ve İslam dünyasına çok hizmet etmesine vesile oldu
Sultan Melikşah, çok sakin, affedici, fakat devlet ve millet işlerinde çok ciddî, müstesna bir şahsiyetti Devrinde bozkırlardaki Türk boylarını, bütün İran'ı, Arabistan'ı, Suriye ve Filistin'i yönetimi altına aldı Anadolu'nun fethi üzerinde hassasiyetle durup, babasının görevlendirdiği amcaoğlu Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve Türkmen beylerinden Alp İlig, Artuk Bey, Mansur, Dolat gibi komutanlarla fetihleri sürdürdü Selçuklu komutanları, Bizans'ın Türklere karşı kurduğu Ölmezler adlı askerî birlikleri mağlup ettiler Artuk Bey, Bizans kuvvetlerini, 1074'te Sapanca çevresinde yenerek, yüzbinden fazla Türk'ü, İzmit'ten Üsküdar'a kadar olan sahaya yerleştirdi
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, güneydoğu harekâtıyla, Adana dolaylarını fethetmekle meşguldü Fırat'ı geçerek Çukurova, Maraş, Tarsus, Antep ve Urfa'ya dağılan Ermeni ve ücretli Frank askerlerini Antakya'da, Gümüştigin de Nizip, Âmid (Diyarbakır) ve Urfa civarında Bizans kuvvetlerini mağlup ettiler
Artuk Bey, Sultan Melikşah'ın emriyle, Doğu harekâtını idare etti 1074-1077 yılları arasında Sivas, Tokat, Çorum havalisini, Yeşilırmak ve Kelkit havzalarını ele geçirdi Artuk Beyden sonra yerine Danişmend Gazi geçerek, Amasya ve civarını Karadeniz'e kadar aldı Mengücük Gazi, Şarkî Karahisar, Erzincan ve Divriği havalisini; Ebü'l-Kasım da Erzurum ve Çoruh bölgesini fethetti
Orta, Kuzeybatı ve Batı harekâtını Kutalmışoğlu Süleyman Şah idare edip, Bizanslılarla mücadele ve onların âsi kumandanlarıyla ittifak yaptı Bizanslılar, Balkanlar'daki iktidar mücadelesi ve iç hadiseler üzerine, Selçuklulardan yardım istediler Yardım talepleri, Selçukluların çıkarları doğrultusunda karşılandı Süleyman Şah, İznik'e yerleşerek, bu şehri, Türkiye Selçukluları Devletinin merkezi yaptı Selçuklular, Anadolu'da sahil şehirleri dışında, Toroslar ve Çukurova'dan Üsküdar'a kadar bütün bölgeye yerleştiler Bu durum karşısında Avrupalılar, Çin'e elçilik heyeti göndererek, Selçukluların doğudan sıkıştırılmasını istediler Ancak, sonuç alamadılar
Diyarbakır bölgesinin fethi için Selçuklu seferleri, Fahrüddevle Cüheyr'in İsfahan'a gelmesiyle başladı Fahrüddevle, buradaki Şiî itikadlı Karmatîlerin yola sokulması için çalışan Artuk Bey ve bağlı kuvvetlerle birlikte Diyarbakır'a doğru yola çıktı
Fahrüddevle'nin komutasındaki birlikler, çevredeki Mardin, Hasankeyf, Cizre ve daha otuz kadar kaleyi ele geçirdi Diyarbakır, Fahrüddevle'nin oğlu Zaimüddevle emrindeki kuvvetlerin 4 Mayıs 1085'te şehre girmesiyle düştü ve Mervanîler Devleti ortadan kalktı
Musul'un fethine memur edilen Aksungur ve diğer Türkmen emîrleri şehre savaşmadan girdiler Fethi takiben Musul'a gelen Melikşah, büyük bir törenle karşılandı Musul emîrliğine Şerefüddevle'yi tayin etti
Sultan Alparslan zamanından beri Suriye ve daha güneye yürüyen ünlü Selçuklu kumandanlarından Atsız, seferlerini Melikşah zamanında da sürdürdü Uzun süre kuşattığı Dımaşk (Şam)'ı 1076 Martında Selçuklu topraklarına kattı Dımaşk'ın alınmasından sonra, camilerde okunan Şiî-Fatımî ezanını yasaklayarak, cuma hutbesini Halife Muktedî ve Sultan Melikşah adına okuttu Daha sonra Selçuklu Devletinin "Fatımî Devletinin ortadan kaldırılması" politikasına uygun olarak, Mısır'a doğru sefere devam etti Fakat, başarılı olamadı ve başarısızlığı Suriye emîrliğinden alınmasına sebep oldu Yerine, Melikşah'ın kardeşi Tacüddevle Tutuş getirildi
Sultan Melikşah, kardeşi Tutuş ile Kutalmışoğlu Süleyman Şahın mücadelesi üzerine 1086'da İsfahan'dan hareket ederek, Suriye'de asayişi yeniden tesis etti Halep valiliğini Aksungur'a, Urfa'yı Bozan'a, Antakya'yı da Yağısıyan'a verdi 1087 yılında Melikşah, Süveydiye kıyılarından Akdeniz'e ulaştı Böylece Uzakdoğudan Ortadoğu'ya kadar hakimiyet kurdu Dönüşte hilafet merkezi olan Bağdat'ı ziyaret etti Halife Muktedi tarafından iki kılıç kuşatıldı ve 25 Nisan 1087'de "Dünya Hükümdarı" ilan edildi

Kaynak: Genel Türk Tarihi / dallogcom
Devlet Teşkilatı, Kültür ve Medeniyet

Devlet Teşkilatı
Selçukluları meydana getiren Oğuzlar, Orta Asya'dan Maveraünnehir ve Horasan'a gelince bütünüyle İslamiyet'i kabul ettiler Müslüman olmalarıyla eski bozkır kültürünün İslam'a aykırı olmayan müesseselerini sentezleştirdiler Türk Devlet geleneğinin esasını teşkil ettiği Selçuklu devlet teşkilatı; Karahanlı, Sâmânlı, Gazneli ve Abbasî devletleri teşkilatlarından geniş ölçüde faydalanmış ve bunları kendi bünyesinde mükemmel bir surette uygulamıştır

HükümdarTöre ve müesseselerin tanıdığı haklarla devletin tek hakimidir Sultan unvanlı hükümdarlara genellikle Sultanülâzam denilirdi Türklerdeki Hakan veya Kağan, batıdaki imparator kelimesinin karşılığıdır Sultan, Türkçe adının yanında İslamî ad da taşırdı Halife tarafından künye ve lakap da verilirdi Sultan, merkezde oturur, ülke toprakları hanedan mensuplarınca idare edilirdi Merkeze bağlı beylik ve atabeglikler vardı Sultanın hakim olduğu ülkelerde adına hutbe okunur ve para basılırdı Fermanlara ve dîvanın kararlarına büyük sultanın imzası yerine tuğra çekilip, tevkiî (nişan) yazılır ve emir ondan sonra yürürlüğe girerdi Harplerde ve devlet ileri gelenleriyle yaptığı seyahatlerde, hakimiyet işareti olarak, başının üstünde atlastan veya altın sırmalı kadifeden yapılmış çetr (hükümdar şemsiyesi) tutulurdu Çetre, sultanın ok ve yaydan meydana gelen armaları işlenirdi Hükümdarlık sarayının kapısında veya saltanat çadırının önünde, namaz vakitlerinde, günde beş defa nevbet (mehter) çalınırdı Sultan, haftanın belirli günlerinde devlet ileri gelenleriyle yüksek mevkili memur ve kumandanları huzuruna kabul edip, ülke meselelerini görüşür ahalinin halinden haberdar olurdu

Saray TeşkilatıSarayda sultanın ailesi ve maiyeti otururdu Saray teşkilatı ve teşrifatçılık, önceleri Oğuz töresine göre yapılırken, sonraları İslamî hüviyet kazandı Sarayda, sultanla dîvanlar arasındaki irtibatı Hâcibü'l-hacib denilen Hâcib sağlar; örfî meselelerin hallinde kadıya da yardımcı olurdu Hâcibler, sultanın güvendiği kişiler arasından seçilirdi

Emîr-i CandârSaray muhafızlarının başı olup, maiyetindeki hassa birlikleriyle sarayın ve sultanın emniyetini sağlamakla görevliydi Silahdar, merasimlerde sultanın silahlarını taşırdı ve silahhanedeki muhafızların âmiriydi

Emîr-i AlemSultanın "Rayet-i Devlet" denilen bayrağını, saltanat sancaklarını taşımak ve muhafaza etmekle görevliydi Emîr-i alemin maiyetinde alemdarlar vardı Yasacı, bayrak ve nevbet takımını muhafaza ve idare ederdi

CâmedârSultanın elbiselerinin muhafızıydı Emîr-i meclis, sultanın ziyafetlerini hazırlatıp, teşrifatçılık yapardı Emîr-i Çeşnigîr, sultanın yemeklerini hazırlayan ve sofra hizmetlerini yapan çeşnigirlerin amiriydi Şerabdar-ı has, sultanın şerbetlerini hazırlamakla, haftanın belirli günlerinde toplanan mecliste ve yemeklerde hizmetle görevliydi Serhenk (Çavuş), törenlerde ve sultanın seyahatlerinde yol açardı Ayrıca, Abdâr, Emîr-i Âhur, Üstadüddâr, Vekîl-i Has, Emîr-i Şikâr, Bazdâr ve Nedimler de sarayda vazifeli kişiler arasındaydı

Hükûmet
Büyük dîvan denilen "dîvan-ı saltanat"ta devletin umumi işleri görüşülüp yürütülürdü Selçuklularda büyük dîvandan başka, devletin malî, askerî, adlî ve diğer işlerine bakan dîvanlar da vardı Dîvan başkanı, sultanın mutla vekili olan Sâhib, Sâhib-i Dîvan ve Hâce-i Büzürg de denilen vezirdi Vezir bir tane olup, alâmet olarak destâr (sarık) ve altın divit verilirdi Vezirin dividi, Devâtdâr'da olup, aynı zamanda sır kâtipliği de yapardı
Selçuklularda, İstifâ dîvanı, malî işlerle ilgilenir, en önemli üyesine Müstevfî denirdi Tuğra dîvanı, ferman, berat, menşur, mektup dahil, yazışmalara tuğra çekerdi İşraf dîvanı; Müşrif-i memâlik de denilen müşrifin âmirliğinde genel teftiş yapardı Dîvan-ı arz'a, Arzü'l-ceyş başkanlık ederdi Emîr-i ariz de denilen bu zatın başkanlığındaki teşkilat, millî savunma hizmetleri ve ordunun ihtiyaçlarını karşılamakla vazifeliydi Şehzadelerin yetişmesiyle ilgilenen atabegler, eyalet merkezlerinde güvenlik hizmetleriyle ilgilenen ve şıhne (veya şahne) denilen askerî valiler, mülkî idareden mesul olan âmiller ve zabıta hizmetleriyle "emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker" (iyiliği emredip kötülükten sakındırma) görevini üstlenmiş olan muhtesipler de hükümet teşkilatı içinde yer alırdı

Adlî TeşkilatAdliye; şer'î ve örfî kazâ olmak üzere ikiye ayrılırdı Şer'î davalara kadılar bakardı Kâdı'l-kudât denilen baş kadı, Bağdat'ta bulunur, merkezde mahkeme başkanlığı yapardı Baş kadı, diğer kadıları da teftiş ederdi Kadılar, şer'î davalar, tereke (miras), hayrât ve vakıf işlerine bakarlardı Selçuklu Türkleri, Hanefî mezhebinde olduklarından, davalar ve meseleler, bu mezhebin hükümlerine göre halledilirdi Yanlış bir karar verilmişse, öteki kadılar, durumu sultana bildirerek, düzeltme yapılır, hatanın önüne geçilirdi Kadıların yetişmesine çok dikkat edilirdi
Örfî mahkemelerin başında, Emîr-i dâd denilen adalet emîri bulunurdu Bunlar, devlete, kanunlara ve emirlere karşı gelenlerin davalarına, siyasî suçlara bakarlardı Bir nevi olağanüstü mahkemeler demek olan Dîvan-ı mezalim'e başkanlık ederlerdi Kazaskerler (Kadıaskerler), ordu mensuplarının davalarına bakardı Dine aykırı görülen her harekete, muhtesip, anında müdahale ederdi Adliye mensupları, bağımsız olup, büyük dîvana ve eyalet dîvanlara bağlı değildiler

OrduDevletin temeli olan ordu, Hassa ordusu ve timarlı sipahilerden meydana eliyordu sarayda özel olarak yetiştirilip, doğrudan sultana bağlı olan Gulamân-ı saray askerleri çeşitli milletlerden seçilirdi Bunlar senede dört defa maaş alırlardı Hassa ordusu; melik, vali, vezir ve diğer yüksek rütbeli devlet memurlarının emri altında, her an harekete hazır askerler olup maaşlıydılar
Sipahiler; süvari kuvvetleriydi Sipahi ordusu mensuplarından her biri, ülkenin çeşitli bölgelerinde kendilerine tahsis edilen toprakların (ikta=dirlik) gelirlerinden geçimlerini sağlıyordu Selçuklular, askerî iktalar sayesinde, maaş ödemeden bir orduyu beslemiş, mühim bir Türkmen nüfusunu toprağa ve devlete bağlayarak iskân etmişti Bu sayede üretimin artmasını, halk ile hükümet arasında yeni askerî ve idarî bir kadronun kurulmasını temin etmişti Bin süvariden fazla asker besleyen ikta sahipleri vardı Büyük Selçuklularda ordu mevcudu, 400000'e kadar çıktı Bunun 46000'i merkezde, geri kalanı devletin diğer bölgelerine dağılmış durumdaydı İkta sistemiyle, ülke menfaatlerini âhenkleştirip, kudretli askerî ve idarî teşkilata sahip oldular Aynı sistem, Osmanlılar'ı da etkiledi Halk arasından Haşer denilen ücretli askerler de alınırdı Ayrıca gönüllü Gâziyân ve çeşitli askerî sınıflar da vardı
Selçuklu ordusunun gezici hastaneleri ve Çerge denilen hamamları vardı Orduda hafif silah olarak ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak, harbe, sökü, bozdoğan da denilen topuz, gürz, balta, nacak, çekre, zemberek, pala, cevşen (zırh) ve çokal kullanılırdı Ordunun silahları ülke içinden, en iyi malzeme kullanılarak, sanatında pek mahir ustalar tarafından imal edilirdi Büyük Selçuklularda deniz kuvvetleri olmamasına rağmen, bağlı devletlerde vardı Ordunun ihtiyacının karşılanması ve meselelerin halline Dîvanü'l-ceyş bakardı

Sosyal HayatSelçuklularda sınıfsız bir cemiyet hayatı vardı Sosyal yapı, Ortaçağ Avrupası'ndan tamamen ayrıdır Toplum; Selçuklu hanedanı ve mensupları başta olmak üzere askerî ve mülkî rical ile devlet teşkilatı dışında kalan ahaliden meydana geliyorsa da, Avrupa'daki gibi sınıf, Hindistan'daki gibi kast sistemi mevcut değildi Hanedan ve devlet ileri gelenlerinin büyük yetkileri olmasına rağmen, şehirde ve köyde yaşayan halkın, kanun karşısında hak ve vazifeleri vardı Şer'î hükümler karşısında herkes eşitti Köylü hür olup, toprağın hâs ve ikta oluşuna göre hükümetin himayesi altında çalışırdı Vergisini verirdi Mülk, topraklar, veraset yoluyla çocuklara geçerdi


Alıntı Yaparak Cevapla

Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi

Eski 09-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Büyük Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu, Yıklışı,Yükselişi Gerileme Dönemi Hakkında Bilgi



İktisadî ve Ticarî Hayat
Selçukluların hakim olduğu Horasan, İran, Irak, Anadolu ve diğer Ortadoğu ülkeleri bu devirde, ekonomik bakımdan en yüksek seviyeye çıkarak, milletler ve kıtalar arası ticarette köprü görevi görüyordu Selçuklu ülkesinin her türlü ziraî mahsulün yetişmesine müsait iklim, coğrafî ve doğal zenginliklere sahip olması sayesinde bol mahsul yetişiyordu Tahıl sıkıntısı çekilmeyip, o günkü şartlarda fiyatı da ucuzdu Ülke içinde ve dışında, kıtalar ve milletlerarası ticareti emniyetle sağlayan yol ve kervansaraylar yapılmıştı
Yabancı ülkelerle ticarî anlaşmalar yapılıp, çok düşük gümrük tarifeleriyle ihracat ve ithalat teşvik edildi Karada eşkıyanın ve açık denizlerde korsanların tecavüzlerine uğrayan tüccarın zararının, hazineden tazmin edilerek garanti altına alınması, ticaretin gelişmesinde çok etkili oldu Devletin tüccara garantisi, her türlü emniyet, huzur ve imkânın yanında ayrı bir teşvikti
Ticaretin gelişmesi, gümrüklerin azlığı, üretimin bolluğu, otlak ve hayvanların çokluğu sebebiyle, Selçuklu ülkesinde zenginlik ve refah vardı Bol buğday, pirinç ve pamuk tarımı yapılıyordu Çok hayvan yetiştirilip diğer ülkelere satılıyordu Bakır, demir, gümüş ve dokuma sanayii için şap madeni çıkarılıyordu Halı, pamuk ve yünlü dokuma denizci örtüleri, ipek kumaşlar, ipek tül ve mendil dokunup ihraç ediliyordu Kâşihanelerde zarif çiniler imal edilip, Selçuklu eserlerini süslüyordu Yapılan ve satılan mallar, sıkı kontrolden geçerdi Her zanaat kolu, bir lonca teşkilatına bağlıydı Loncalar, meslek ve erbabını kontrol altında tutardı Lonca reisine Ahî, ahîlerin reisine de Ahî Baba denirdi Bu teşkilat daha sonra Osmanlılara geçti Esnaf ve tüccar mallarının alınıp satıldığı, tanıtıldığı, mahallî, millî ve milletlerarası pazarlar kurulurdu Selçuklular, şeker ve nadide eşya alıp, at, halı, ipek ve maden satarlardı Devletin gelir kaynakları, arazi vergisi olan harac, ziraat vergisi olan öşür, iltizam, ganimet, bağlı ve komşu devletlerin hediye ve yıllıkları idi Hayat pahalılığı, yok denecek kadar az olup, 1056 ile 1113 yılları arasındaki yetmişbeş senelik fiyat yükselmesinin oranının toplamı yüzde onu geçmemiştir

İlimSelçuklular, İslama tam bağlı, itikatta ve amelde Ehl-i sünnet mezhebine mensuptular Türkler ekseriyetle itikatta Matüridî, amelde Hanefî mezhebindendir Ülkede kısmen de itikatta Eş'arî ve amelde Şafiî ve diğer hak mezhep mensupları da vardı Batınîler gibi sapık fırkalar varsa da, bunlarla âlimler ve devlet, mücadele halindeydi Devlet, ilim ve âlimlerin yanında olup, gelişmesi için bütün imkânlarını seferber etmişti Dinî eğitim ve öğretimin yapıldığı medrese, tekke ve zaviyeler ülkenin her tarafında yaygındı
Selçuklu medreselerinde, dinî ve fennî bütün ilimler, konunun mütehassısları tarafından okutulurdu Selçuklular zamanında değerli âlimler yetişip, halâ değerini koruyan orijinal eserler yazıldı Ebü'l-Kasım Abdülkerim Kuşeyrî, Ebu İshak Şirazî, Ebu Meâlî Cüveynî, İmam-ı Gazalî, El-Hatîbî, Abdullah-ı Ensarî, Vâhidî, Fahru'l-İslam Pezdevî, Serahsî, Yûsuf-i Hemedanî, Şehristânî, İmam-ı Begavî, Kâdı Beydâvî, Abdülkâdir-i Geylanî, Nizamülmülk dahil daha pek çok âlim, Büyük Selçuklu ve onlara bağlı devletlerde çok hürmet ve himaye görüp, değerli eserler vererek insanlığa hizmet etmişlerdir
Selçuklular, İslamî ilimlerin eğitim ve öğretiminin yapıldığı ve zamanın fen bilimlerinin öğretildiği çeşitli fakültelere sahip, üniversite mahiyetinde büyük medreseler yaptırdılar En büyüğü, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi olup, İsfahan, Nişabur, Belh, Herat, Basra ve Amul'da benzerleri vardı Buralarda aklî ve naklî bütün ilimler öğretilirdi Medreselerde, mütehassıslarınca okutulan riyaziye (matematik), hey'et (astronomi), hendese (geometri), cebir, fizik, kimya sahalarında derin âlimler yetişti Rasathaneler kurularak, gök cisimlerinin hareketleri izlendi ve esaslı takvimler yapıldı Bu sahalarda, edebî yönüyle de tanınan Ömer Hayyam, Muhammed Beyhekî, Ebü'l-Muzaffer İsferâyinî, Vâsıtî, Ahmed Tûsî ve daha pek çok âlim yetişip değerli eserler verdiyse de, onüçüncü yüzyılda İslam ülkelerindeki Moğol tahribatı sebebiyle, bunlardan faydalanma imkânı büyük ölçüde kaybolmuştur Yazılan pek değerli eserler, Moğolların kanlı çizmeleri altında heba olmuştur
Selçuklu sultan ve devlet adamlarının destek ve himayesiyle kıymetli edebiyatçı ve şairler yetişmiştir Selçuklu sarayında, devlet teşkilatıyla edebiyat çevrelerinde genellikle Farsça, medrese çevrelerinde Arapça, Selçuklu hanedanı ve Türkmenler arasında ve orduda da Türkçe konuşulup yazılırdı Nazım ve nesir sahasında kıymetli kitaplarıyla tanınan Meşhur Bostan ve Gülistan sahibi Sadi-i Şirazî, Ömer Hayyam, Enverî, Lami-i Cürcânî, Ebyurdî, Ezrâkî gibi edip ve şairler, nesir ve nazım eserler verdiler Gazâ ve fetih ruhunu canlı tutan destanî eserler yazdılar İlmî eserlerde olduğu gibi, edebî eserlerin bazıları, Moğol tahribatı sebebiyle ele geçmemiştir

Mimarlık ve SanatSelçuklu mimarî ve sanat eserlerinin çoğu birer şaheserdir Batınîler, Moğollar ve asırların tahribatına rağmen kalabilenleri uzmanlarınca halâ hayranlıkla incelenmektedir Selçuklu sarayı, köşk, medrese, cami, mescit, türbe, kümbet, kervansaray, ribat, han çarşı, tıp fakültesi mahiyetinde her biri şifa yurdu olan hastane, kaplıca, hamam, çeşme, ev, yol, kale, sur, kule, tersaneler ve diğer sosyal, sivil ve askerî eserler belli başlı Selçuklu mimarî eserlerini oluşturur Kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim ve seccadeler ise Selçuklu eserlerine ayrı bir zenginlik kazandırır Çadır şeklinde yapılan kubbeler de Selçuklu mimarî eserlerinin bir başka zarafet ve ihtişam örneğidir Çadır şeklinde kubbe, türbelerde çok kullanılmıştır Sultan, evliya, âlim, devlet adamları ve hürmete lâyık kişiler adına yapılan muhteşem türbeler, ülkenin her tarafında mevcuttu
İlk Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'in, Rey'de Künbed-i Tuğrul, İsfahan, Hemedan ve Merv'de diğer sultanların muhteşem türbeleri, çok süslü, kıymetli eşya ve mefruşatla doluydu Bağdat'ta İmam-ı Azam Ebu Hanîfe'ye ve Necef'te Hazret-i Ali'nin makamına muhteşem türbe ve külliyelerin Sultan Melikşah tarafından yapılması, Selçukluların Sahabe-i Kiram, Ehl-i Beyt, âlim ve muhterem zatlara saygılarındandır Selçuklular, Merv, Rey, İsfahan, Hemedan, Bağdat ve Nişabur'da muhteşem saraylar ve camiler inşa ettiler
İsfehan ve Bağdat'ta rasathaneler kurularak, mîladî Gregorien sisteminden daha sağlam ve hassas olan Celalî Takvimi, Sultan Melikşah'ın "Celaleddin" lakabına nisbetle hazırlandı İsfahan ve Bağdat'ta, büyük şehirler de dahil, ülkenin her tarafında şaheser vasıfta büyük ve muhteşem camiler yapıldı Selçuklular zamanında, iki bin kişinin namaz kılabileceği, yirmi bin kişinin vaaz dinleyebileceği kadar büyük camiler yapıldıysa da, bu muhteşem eserler, Batınîler ve Moğollar tarafından tahrip edilmiştir Melikşah'ın, İsfahan'da yaptırdığı Ulu Cami (Mescid-i Cuma), Batınîler tarafından kundaklandı Yanan beşyüz yazma, paha biçilmez Kur'an-ı Kerim dışında cami, bir milyon altın sarfla tamir edildiyse de eski halini alamamıştır
Han, kervansaray, çeşme, yol, köprü, ribat, hankâh, hamam, cami ve medreseler ülkenin her tarafında yaygındı Selçuklularda hükümetin imar ve inşaat işlerine, Emîr-i mîmar yönetiminde bir heyet, nezaret ederdi Ayrıca, büyük abidevî eserlerin, ihtiyaçları vakıf gelirinden karşılanan, daimî bir mimarları bulunurdu

Kaynak: Genel Türk Tarihi / dallogcom

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.