Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kadın, kimlerdi, osmanlıda, şairler, şairlerimiz

Osmanlıda Kadın Şairler - Osmanlıda Kadın Şairlerimiz Kimlerdi

Eski 09-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Kadın Şairler - Osmanlıda Kadın Şairlerimiz Kimlerdi



Osmanlıda Kadın Şairler - Osmanlıda Kadın Şairlerimiz Kimlerdi
Osmanlıda Kadın Şairler - Osmanlıda Kadın Şairlerimiz Kimlerdi
Osmanlı Kadın Şairler
Osmanlı Kadın Şairleri,
Osmanlıda Kadın Şairler kimlerdir hakkında bilgi

Osmanlı'da Kadın Şairler

Osmanlıda kadın şairler kadar, kadın şairler üzerine yapılmış araştırmaları da gözden geçirmek isteyen bir araştırmacı hayal kırıklığına uğramayı peşinen göze almak zorundadır Sözünü ettiğim hayal kırıklığı kadın şair sayısının azlığı gibi bunlar üzerine yapılan araştırmaların sayısının da azlığından kaynaklanmaktadır Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı iki elin parmaklarından çok az fazladır Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, bir çoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında doyurucu araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı aşikârdır
Osmanlı kadın şairlerini gözden geçirmemize yarayacak zaman çizgisi, Tanzimat zihniyeti ile ikiye bölünmek zorundadır Ancak Tanzimatın eksen aldığı zihinsel düzlem üzerinde yenileşen ve Batı etkisine giren edebiyatın başlangıcından, yani Tercüman-ı Ahval’in neşir tarihi olan 1860’dan sonra da geleneksel çizgide şiir yazmaya devam eden, bir başka deyişle tipik Divan şairi gibi davranan kadın şairlerden söz edilebilir Bu bakımdan kadın şairlerle ilgili söz konusu bölümlenme yatay bir bölümlenme olmaktan ziyade düşey bir bölümlenme olmak zorundadır
Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları içindeki uzantısı, yani XV ve XIX yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bölümünü teşkil eder Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahip olan bu dönemi Geleneksel dönem olarak adlandıralım Tanzimat hamlesinin getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına (1928) kadar süren bölümü ise Yenileşme dönemi olarak adlandıralım Kendi içinde Tanzimat yılları ve Meşrutiyet sonrası olarak ikiye ayırabileceğimiz bu dönem ise zaman itibarıyle daha dar olmasına rağmen kadın şair sayısı bakımından yoğundur Bir başka deyişle Geleneksel dönem ile Yenileşme döneminin kadın şairlere yüklediği yoğunluk, süre ve sayı arasındaki ters bir orantıyı işaret etmektedir Tasvir ve tarihçe cihetinde ortaya çıkan bu ters orantının yorumu üzerinde bu yazının son bölümünde durulacaktır Önce Osmanlıda yetişmiş kadın şairleri kısaca gözden geçirelim:

A-GELENEKSEL DÖNEM

Anadolu sahasındaki ilk şuara tezkiresi sayılan Sehi Bey Tezkiresi’nden başlayarak tüm tezkirelerde Divan edebiyatının bir mensubu olarak yer tutan kadın şair sayısındaki ürkütücü tenhalık Osmanlı edebiyatından kadınlara düşen pay hakkında fikir vericidir Ve topluca gözden geçirildiğinde geleneksel dönemde yetişen kadın şairler arasında bazı ortak hususiyetler dikkat çeker:
Çoğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihrî, Hubbî) gibi bölgelerde yetişmiştir İstanbul’un kültür başkenti, Amasya ve Trabzon’un da birer şehzâde sancağı ve buna bağlı olarak kendine özgü birer kültür iklimi olduğu düşünülürse, kadın şairlerin yetişmesi için bu coğrafyaların mümbit bir zemin teşkil ettiği fark edilir
Bu kadın şairlerin hemen tümü baba ya da eş vasıtasıyla, genellikle de her iki taraftan, sosyal statüsü ve refah düzeyi yüksek ailelere mensupturlar Vali, kadı, kazasker, şeyhülislâm veya paşa kızıdırlar Bir başka deyişle hepsi “Babasının kızı”dırlar Zeynep bir kadı’nın kızıdır, Mihrî bir şairin Sıtkî ve Leylâ kazasker, Fıtnat şeyhülislâm, Münire sadrazam kızı olarak gelirler dünyaya Trabzonlu Fıtnat’ın babası vali, Leylâ Saz’ın babası hekimbaşıdır (Esasen Yenileşme döneminde de durum değişmeyecektir Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye birer paşa kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V Murad’ın kahvecibaşıdır)
Çoğu ilmiye sınıfına mensup babaların kızı olarak müreffeh bir aile yapısı içinde dünyaya gelen, konak veya yalılarda Osmanlı teşrifatının kendine özgü büyüsünü teneffüs ederek büyüyen bu kızlar, kız çocuklarının eğitimi hususunda toplumun genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil tanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin önemli bir kısmını teşkil eden “konak eğitimi” ile evde ve özel hocalar elinde yetişmişlerdir Bazılarının bizatihi ilk hocaları babalarıdır Daha az sayıda olmak üzere ağabey ve eş ikliminden bilgi devşirdikleri de görülür Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ile Arapça ve Farsça çevresinde genişletilen edebî bir program takip eder (Yenileşme etkisine giren ailelerin kızlarına tedris ettirdikleri programda ise Fransızca baş köşeye oturacaktır)
Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker Bir kısmı Mevlevî (Leylâ), Kadirî (Sırrî) veya Nakşî (Âdile Sultan)’dirler Aynı anda birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da karşılaşılır (Şeref, Mahşah) Bu intisab onlara şiir söylemek hususunda daha bereketli ve özgür bir ortam sağlamıştır

Sosyal yapılanma itibarıyle devrinin üzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen bu kadınlar, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren aile çevresinde gerçekleşen şiir-edebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat çevrelerine katılma imkânı bulmuşlar, böylece kültürel anlamda hemcinslerinin önüne geçebilmişlerdir
Evlilik hayatlarında çoğunun mutlu olamadığı dikkat çeker Kimi hiç evlenmemiş (Mihrî, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (Leylâ, Trabzonlu Fıtnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği sürdürmüşlerdir (Fıtnat) Şiir onlar için bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur
Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra musıkişinas ya da bestekâr (Leylâ, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fıtnat) olarak da isim yapmıştır
Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihrî hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennüm edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir

Zeynep Hatun:
Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür
Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir Bir kıt’asının,

Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,

beyti ünlüdür

Mihrî Hatun:
Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir Amasyalıdır Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır
Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür
Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir
Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;

Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne
Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne

matlalı gazeli bunlardan biridir
1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır

Hubbî Hatun:
Hubbî Hatun bir XVI asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir) Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II Selim’in, sonra da III Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir Erkeksi bir duyuşu vardır
Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür

Sıtkî Hatun:
XVII asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır 1703 yılında ölmüştür

Ani Hatun:
Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir 1710 yılında ölmüştür

Fıtnat Hanım:
Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur 1780 yılında ölmüştür

Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,

mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür

Leylâ Hanım:
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir Bir Divan’ı vardır 1847 yılında ölmüştür

Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr

mısraıyla başlayan

Zâlim beni söyletme derûnumda neler var

nakaratlı şarkısı çok ünlüdür

Şeref Hanım:
Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır Divan sahibidir 1861 yılında ölmüştür

Sırrî Hanım:
Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür

Âdile Sultan:
Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II Mahmud’un kızı olan Âdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır 1898 yılında ölmüştür

Nakıye Hanım:
Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür

Münire Hanım:
Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır 1903 yılında ölmüştür

Feride Hanım:
Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür

Saniye Hanım:
1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür

Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):
Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır
Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa[1] “Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür

Leylâ Hanım (Saz):
1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür

Mahşah Hanım:
1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür

Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler

B-YENİLEŞME DÖNEMİ

1839’da gerçekleşen Tanzimat hamlesi, sosyal hayattaki yirmi yıllık bir uyum ve düalizm devresinden sonra 1860’da, ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına girmesi ile izlerini edebiyatta da göstermeye başlar Bu tarih edebiyatımızda Batı doğrultusunda biçimsel ve zihinsel yenileşmenin başlangıcı sayılır Kadın şairler (tümüyle kadın edipler) üzerindeki izleri bakımından Yenileşme dönemini kendi içinde, Tanzimat yılları (1860’dan II Meşrutiyete kadar) ve Meşrutiyet sonrası (Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar) olmak üzere ikiye ayırmak gerekir

Tanzimat Yılları

Tanzimat yılları bir yandan eskiyi bünyesinde sürdürmeye devam ederken, bir yandan da sosyal ve edebî anlamda yeniliğe geçişin temsilcisi kadınlar kültür semalarında kendilerini göstermeye başlamışlardır Yeniliğin ilk ismi Nigâr binti Osman ilk eseri Efsus I’i 1887’nin Temmuzunda yayımladığı sıralarda Mahşah, Leylâ (Saz), Fıtnat (Trabzonlu) gibi kadın şairler geleneksel çizgide şiir yazmaya devam etmektedirler Öyle ki henüz dergilerde açık kadın imzalarıyla karşılaşmak bile mümkün değildir İlk kadın mecmuası olan Terakkî-i Muhadderat ile arkadan gelen Vakit –yahut- Mürebbî-i Muhadderat, Aile, İnsaniyet gibi kadın mecmualarında açık kadın imzaları yoktur Bunların bir kısmında sadece “Lisan-âşina bir Hanım” ya da “Mektepli bir Kız” gibi rumuzlarla ya da Belkıs, Hayriye, Âdile gibi kimlik tesbitini mümkün kılmayan tek isimlerle karşılaşırız Kimliği belirlenebilen ilk imzalar olarak, geleneksel çizgide eser veren Leylâ (Saz) ve Fıtnat (Trabzonlu) Hanımlardan söz edilebilir
Batı ölçeğine göre gerçekleştirilmesi telkin edilen hayat bu dönemde kadın ediplerin, edebî kimlikleri kadar sosyal bir oluşun uzuvları olarak da dikkat çekmesine zemin hazırlar Tanzimat yıllarında sosyal hayattaki değişimin, kadınlara yazma ve yazdıklarını yayımlama hususunda nisbî bir cesaret verdiği fark edilir Fakat dönem, kadın imzalarına karşı güvensizdir Üstelik sayısı henüz çok az olan kadın şairlerin de cesur davranabildiklerinde n söz etmek mümkün değildir Öyle ki ilk kadın romancımız Fatma Aliye, George Ohnet’den Volenté’yi Meram adıyla dilimize çevirirken (1890) imzasını açık olarak koyamaz da, “Bir Hanım” olarak görünmeyi tercih eder eserinin altında Sonraki yazılarında da bir süre “Bir Hanım” ya da “Mütercime-i Meram” olarak kalacaktır Ahmed Midhat, Fatma Aliye Hanımın romanı Muhazarat’ın (1892) başında bu doğrultuda bir açıklama yapmak ihtiyacını hisseder Yine, romanı Udi’yi (1899) Ahmed Midhat’in yazdığı zannedilir Keza, Makbule Leman imzasının da bir erkeğin, hatta Muallim Naci’nin, müstearı olduğu düşünülür Abdülhak Mihrünnisa’nın Hazine-i Evrak’da yayımlanan bir manzumesini okuyan Ahmet Rasim, bu şiiri bir kadının söylediğine inanmak istemez Nigâr Hanımın Efsus’unu bir kadının yazdığına çok az sayıda kişi inanır
Fakat dönem kadın imzalarına karşı güvensiz, kadınlar ürkek ve çekingen olsalar da Tanzimat yıllarından başlayarak, edebî ve sosyal hüviyetleri az ya da çok iç içe geçmiş öncü kadınlarla karşılaşmaya başlarız Yeniliğin roman ve tefekkür sahasındaki en kuvvetli temsilcisi Fatma Aliye Hanımdır Onun bir romancı olarak tebarüz etmiş kız kardeşi Emine Semiye Hanım ile kısacık ömrüne on iki de şiir sığdırmış bulunan Makbule Leman Hanımlar da yeniliğe geçişin ilk önemli isimleridir Fakat şiir ve sosyal yaşantı ölçeğinde yenileşmenin en dikkate değer ismi olarak Nigâr Hanımın çok özel ve müstesna bir yeri vardır


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.