Prof. Dr. Sinsi
|
Malatya'ya Ufacık Bir Bakınış
Malatya'ya Ufacık Bir Bakınış
Malatya'ya Ufacık Bir Bakınış
MALATYA ADININ ASLI
Malatya, kuruluş ve isim itibariyle başlangıçtan zamanımıza kadar büyük bir değişikliğe uğramadan gelen Anadolu şehirlerinden birisidir Kültepe vesikalarında "Melita" şeklinde görülen Malatya'dan Hitit vesikalarında "Maldia" olarak bahsedilmektedir Asur lmparatorluk devri vesikalarında ise Meliddu, Melide, Melid, Milid, Milidia olarak geçmektedir Urartu kaynaklarında ise Melitea denilmektedir Malatya kelimesinin Hititçe "bal" anlamana gelen "Melid"den türediği anlaşılmaktadır Hitit hiyeroglif kitabelerinde Malatya şehri, bir öküz başı ve ayağı ile ifade edilmektedir
[size="3"]
Eski çağ coğrafyacılarından Strabon (M Ö 58- M S 21) Malatya'yı sürekli "Melitene" adı ile zikretmiştir Kesin olarak yerini vermediği geniş bir alan içerisinde "Kataonia" ile Fırat Nehri arasında Kommagene sınırında Kapadokya Krallığı'nın (M Ö 280-212) on Valiliğinden birisi olarak gösterir Ona göre Melitene, Sophene (takriben bugünkü Elazığ ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi ifade eder) nin karşısında kurulmuş bir eyalet olduğu kadar kentleri bulunmayan bir bölgenin adıdır Strabon'a göre bu yöre; zeytin-üzüm ve meyva ağaçlarıy1a bezenmiş, Kapadokya'da bir benzeri bulunmayan tek yerdir
Pline'ye dayanarak Malatya'nın Asur kraliçesi Semiramis tarafından "Meliten" adıyla kurulduğunu kayıt eder Bu bilgi, daha sonraki çalışmalarda aynen doğrulanmıştır
Gelişen Maldia-Melite ne (Malatya), Kalkomik çağdan beri iskan görmüş ve bugünkü Aslantapede 27 kültür katı bırakmıştır Buradan 4 km kuzeyde yer alan Battalgazi'ye M S 79-81 yıllarında Roma kralı Titus zamanında lejyon karargah olarak taşınmıştır Yine şehre bu dönemde de Melitene adı verilmiştir Artık bundan böyle bir şehir adı olarak bu isim kullanılmaya başlanacaktır Roma şehir surları bu dönemde yapılmaya başlamıştır Burası Roma devrinde, Hudutlarının korunması, coğrafi konumu ve jeopolitik önemi dikkate alınarak mühim bir merkez olarak muhafaza edilmekteydi Bizans döneminde de bu değerini siyasi iktisadi bakımdan da korumuştur
[size="3"]
Bizans-Arap mücadelesi sonucunda şehir" İslam hakimiyetine geçmiştir (M S 659) Bizans kaynaklarında da Melitene şeklinde kullanılan Malatya şehir adı, Araplar tarafından, kadim şekline yakın bir imla ile "Malatiyye" adıyla anılmaya başlanacaktır Araplar, "Sugür EI-Cezeriye "nin merkezi haline getirdikleri bu şehri aynı zamanda bölgenin en büyük ve mamur bir beldesi yapmışlardır Abbaslerden Harun Reşit döneminde (M S 786-809) "EI-Avasım" adıyla oluşturulan müstakil bir idari bölgenin merkezi olma hüviyetini kazanır Böylece Malatya, 1stanbul'a kadar uzanan Rum kazalarının hareket üssü olma özelliğini de taşır Bu merkezin bir diğer özelliği ise Tarsus, Adana, Maraş şehirleri gibi Horasan'dan nakledilen Türkler'in önemli bir yerleşim yeri durumuna gelmiş olmasıdır Malatya'ya çok eski zamanlardan beri çeşitli sebeplere bağlı olarak Türk yerleşiminin olduğu bilmekteyiz Bu bölgede Türk varlığı, Arap - Bizans mücadeleleri sırasında ortaya çıkmıştır Türkler, bu güzel ve önemli beldenin adını değiştirmeyerek Araplardan aldıkları Malatya şekliyle günümüze taşımışlardır 11 yüzyıl başlarından itibaren Anadolu bir Türk yurdu haline gelmeye başlamıştır Bu bölge de Türk-Bizans mücadelelerinin odaklaştığı şehirlerden biri olmuştur 1056-1101 yılları arasında birkaç defa el değiştirmiştir 1101 yılında Danişmenli Melik Muhammed Gazi'nin hakimiyetine geçen Malatya, bir daha kayıp edilmemek üzere Türk Beldesi haline getirilmiştir Selçuklular döneminde "Vilayet-i Malatya" olarak anılan şehir, bir üstünlük ve asalet ifadesi olarak "Daru'r-Rifa" (Saadet, mutluluk yeri) olarak anılmıştır
Memlüklü devleti kaynaklarında, DulkadirIiler ve diğer Türkmenlerle meskun olan Malatya ve havalisi için "İklim AI-Ozaria (Üzeyir Ülkesi) lakabı kullanılmıştır
MALATYA’NIN GENEL TARİHİ ve TARİH ÖNCESİ DÖNEM
MALATYA’nın TARİHİ
Medeniyetlerin doğduğu Avrasya‘yı bir uçtan öteki uca kat edip Avrupa’nın batısı ile Asya ‘nın doğusunu birleştiren ve medeniyetlerin yayılma yolunu ifade eden eksen Anadolu ‘dan geçmektedir Avrasyanın bu uzun doğu batı ekseni boyunca toplumlar arası hareketlilik yoğun olarak hep olmuş, bu hareketlilik toplumsal rekabet , savaş ve göçlere sebep olmanın yanında aynı zamanda da toplumsal ve teknik yeniliklerin bu eksen boyunca yayılmasını sağlamıştır İşte adeta medeniyetleri taşıyan bu eksen Anadolu ‘dan geçerken yoğunlaşarak (ve daralarak) Anadolu ‘yu medeniyetler köprüsü haline getirmektedir Bu özellik Anadolu ‘yu tarihin ilk çağlarından beri medeniyetler beşiği haline getirmiştir Bu nedenle Anadolu’nun her taşı tarih kokan bir yer yüzü cennetidir
Tarihte olduğu gibi günümüzde de medeniyetleri buluşturan Yurdumuzun önemli kavşak noktalarından birinde de Malatya bulunmaktadır Bu özelliği Malatya ‘yı tarihin her döneminde önemli kılmış ve dikkatleri hep üzerine çekmiştir
Malatya, eski çağlardan beri Anadolu ve Ortadoğu 'nun geçit veren kavşak noktasındadır Doğuda en eski ulaşım yolu; Malatya* Sivas üzerinden Erzurum'a, oradan da Kafkasya'ya uzanan yoldur Buna, KarasuAras yolu da diyebiliriz Öte yandan Güneydoğu'ya, Malatya ve Diyarbakır üzerinden Mezopotamya'ya uzanan yol önemlidir Malatya'dan doğuya doğru Murat, KarasuVan Gölü diğer tabii bir önemli yoldur Diğer önemli bir yol ise Güneyden gelip Malatya'da düğümlenen Malat*yaKahramanmaraş arasında Torosların çok kesif göründükleri bir sahada, akış yönleri farklı vadilerin takip ettiği tabii bir koridor boyunca uzanmaktadır Güneyde dağlar arasında açılmış bir başka yol, Adıyaman üzerinden Urfa'yı Malatya'ya bağlamaktadır
[u]
Belirtilen yollar, Malatya'da birleşerek kuzeyde Kafkasya'ya, güneyde Çukurova, Mezopotamya ve Suriye'ye, batıda Ege sahillerine, doğuda İran ve uzak doğuya kadar uzanmaktadır Bu yollar, Akad İmparatoru Sargon zamanından beri işlemekteydi Hititler zamanında da işlemekte olan bu yoldan Hitit Krallarının geçerek Anadolu üzerindeki devletlerle savaştığı bilinmektedir Hitit Kralı Şuppililiuma 'nın bu yoldan geçerek Aşağı Fırat boylarına indiği, dolayısıyla Malatya civarında Fırat Nehrini geçtiği kaynaklarca belgelenmektedir Bu yolun KayseriKültepe 'den başlayarak, Gürün Darende Malatya Samsat üzerinden Urfa'ya vardığı buradan da ikiye ayrılarak Gargamış ve Halep'e, diğerinin de Nusaybin üzerinden doğuya Asur ve Babil'e gittiği tahmin edilmektedir Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret ve kültür alışverişinin bu yol üzerinden yapılması, Malatya'nın tarihi ve kültürel önemini artırmıştır
[u]
Antik çağlarda kullanılan yolların yanında, Roma döneminde ticaretle sınırların korunması amacıyla yeni yol yapımına geçilmiştir Malatya'nın büyük bir askeri merkez olması sebebiyle Romalılar, askeri ve ticari amaçla kullanılan yollarını Malatya'dan geçirmişlerdir Bu durumu, yol kenarlarına dikilen mil taşları doğrulamaktadır
[u]
Bizans İmparatorluğu Roma yollarını aynı amaçla kullanılmıştır Araplar, Bizans topraklarına yaptıkları akınlardan sonra geri çekilirken Kommagene ile Malatya arasındaki geçitten faydalanmışlardır Türkler ise Fırat Nehri'ni Malatya yakınlarında aşarak Orta Anadolu'ya ulaşmışlardır
TARİH ÖNCESİ DÖNEM
Coğrafi konum itibariyle tabii yol üzerinde olan Malatya ön tarihinin Paleolitik çağa kadar indiği, Ansır (buzluk) ve İnderesi mevkiinde bulunan mağaralardan anlaşılmıştır
1979 yılında başlayan Karakaya Baraj Gölü kurtarma kazıları kapsamındaki İzollu mevkii Cafer Höyükte yapılan kazılarda, o yöre insanının Paleolitik mağaralardan çıkıp ilk defa ovada tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları ve yerleşik köy hayatına başladıkları anlaşılmıştır Cafer Höyük kazılarıyla, Malatya ve çevresinin M Ö 7000 yılında İskana başladığı anlaşılmaktadır
[u]
19791986 yılları arasında kazıları sürdürülen PirotCaferhöyük çalışmaları sonucu dünyanın ilk heykel örneği sayılan, beyaz kireçtaşından yapılmış küçük figürler, M Ö 7000 yılına tarihlenmektedir Kazı sonrası gün ışığına çıkarılan bu eserler halen Malatya müzesinde sergilenmektedir Tarih kronolojisi'ni takip ettiğimizde, yörenin ana seramiği tek renk olup, ateşte az pişirilmiş koyu astarlıdır Bu seramik yanında ithal malı Halaf tipi seramik örneklerinin Hekimhan, Kuyuluk, Hinso ve Arguvan Karahöyükte; Hassuna boyalı Seramik örneklerine ise Aslantepe, Değirmentepe, İsahöyük ve Fırıncıhöyük'te rastlanmaktadır Aslantepe ve Değirmentepe kazıları, bölgedeki yerleşimin M Ö 50003000 yılları arasında Kalkolitik çağda devam ettiğini göstermektedir
[u]
Değirmentepe ve Aslantepe'de çok sayıda taştan ve pişmiş topraktan damga mühürleri ile pişmemiş toprak mühür baskıları bu yörelerin önemli bir ticaret merkezi olduğunu belgelemektedir Anadolu ile olduğu gibi, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ile de Fırat Nehri yolu ile ticaret bu dönemde yapılmıştır
[u]
M Ö 3000 yılında Malatya yöresinde seramik genellikle elle yapılmış, hamuruna ince kum karıştırılmış siyah astarlıdır Bu seramik örneklerine; Aslantepe, Hasırcı, Fırıncıhöyük, Karahöyük, İsahöyük, Morhamam, Kösehöyük, İmamoğlu, Değirmentepe, Köşgerbaba ve Pirothöyük'te rastlanmıştır
Eski tunç II döneminde, M Ö 2500 yıllarında başlayan seramik örneklerine yörede yer yer rastlanılmıştır
[u]
Eski tunç III evrelerine ait elle yapılan, ateşle pişirilen seramikler Malatya bölgesinde çoğunlukla deve tüyü renkli olup, üzerindeki süsler, geniş bantlar şeklinde desenlerle kaplıdır Bu örneklere Aslantepe, Değirmentepe, Pirothöyük'te rastlanmıştır Aslantepe kazılarıyla 1992 yılında gün ışığına çıkarılmış ve M Ö 3200 yıllarına tarihlenen tapınak, bölgenin en önemli dini ve kültür merkezi konumuyla , Mezopotamya Kültürü ile çağdaş ve hatta Anadolu'nun ilk tapınak örneklerinden olarak tarih ve arkeolojiye ışık tutmaktadır
HİTİTLER DÖNEMİ
Hititlerin Anadolu'da, M Ö 2000 yıllarının başında varlıklarını gösterdikleri Aslantepe'den çıkarılan bazı seramik örneklerinden anlaşılmaktadır M Ö 1750 yıllarında Kuşsara Kralı Anitta, Anadolu'yu tek bir yönetim altında toplayarak siyasi birliği sağlamıştır Bu dönemde Malatya'nın, büyük bir ihtimalle, siyasi birliğe katıldığı sanılmaktadır I Hattusilis, Kuzey Suriye yolunu emniyet altına almış, yerine geçen oğlu I Mursilis ise Anadolu birliğini Halep ve Babil seferlerinden sonra sağlamış Malatya' nın bu krallar döneminde kuzey Suriye ile Anadolu arasında önemli yol kavşağında olması sebebiyle Hitit birliğine girdiği ve bir Hitit şehri olduğu kabul edilebilir I Mursilis, babası I Hattusilis 'in gösterdiği, dış menfaatlerinin güneyde olduğu fikri üzerine hareket edip, Halep ve Bağdat'ı fethederek "Büyük Kral" unvanını aldığı Akad metinlerinde görülmektedir
Hitit Krallarından Ammunas ile Huzziyas'tan biri döneminde M Ö 15 yüzyılda yer yer görülen isyanlar sonunda Hitit Birliğinin kuzey Suriye'deki egemenliği Mitanni Krallığının eline geçmiştir Böylece, Malatya'da bu dönemde Mitanni eğemenliği altına girmiştir Hitit Kralı Şuppiluliuma, M Ö 1450 yıllarında Fırat Nehrini geçerek bölgede yer alan Mitanni eğemenliğine son verilmiştir Böylece Malatya'yı yeniden Hitit İmparatorluğuna kazandırmıştır II Mursilis, Muvatalli ve III Hattusilis dönemlerinde Malatya, Hitit Merkezine bağlı kalmıştır
M Ö 1116-1096 yılları arasında bir Asur vesikasına göre, Asur Kralı I Tiglatplaser Malatya üzerine yürüyerek kral Allumu'yu yenmiştir Şehir halkını rehin alarak vergiye bağlamıştır
M Ö 1200-1000 yılları arasında kavimler göçü sebebiyle Anadolu'da karanlık bir devir hüküm sürmüştür Hitit İmparatorluğu, bu dönem sonunda tamamen ortadan kalkmıştır
Hititler'in torunları, M Ö 1000 yılından sonra varlıklarını şehir devletleri halinde sürdürmüşlerdir Malatya, asıl önemini bu devirlerde almıştır Hitit Devleti, bir takım küçük feodal krallıklardan teşekkül ediyordu Bu derebeyliklerden birisi de Fırat Nehri'nin Malatya civarında yaptığı dirseğin içinde bulunduğu tahmin edilen Alşe Krallığı idi
Geç Hitit döneminde; Malatya ve çevresinde özellikle lspekçur, Darende, Gürün, Aslantepe'de Geç Hitit dönemine ait kitabeler ve siteller bulunmuştur Heykeller ve siteller Geç Hitit devrinin Malatya'da ne kadar geniş çevreye yayıldığını göstermektedir
M Ö 1000 yıllarında Malatya, Kargamış Krallığı'na bağlı olarak varlığını sürdürmüştür Gürün yakınlarında bulunan bir kitabeye göre "Sasa" adlı bir kimse Malatya Kralı olarak bilinmektedir Asur Kralı II Adad Nirari (M Ö 911-891) Kargamış'ı egemenliği altına alarak, Kargamış'ın Malatya üzerindeki hakimiyeti son bulmuştur Asur Kralı III Salmanassar (M Ö 858-824) Hilakku üzerinden Tabal'a burada 24 Tabal kralının takdim ettikleri haracı kabul etmiş ve dönüşünde Malatya üzerine yürümüş, Malatya Kralı Lalli'yi yenerek ağır vergi bağlamıştır (M Ö 835)
Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Malatya'nın tarihini Hitit Hiyeroglif kitabelerinden, Asur krallarının yıllıklarından ve Urartu kitabelerinden öğrenmekteyiz Asur vesikalarında; Malatya adı Milid, Melid, Milidia, Meliddu şeklinde geçmektedir Urartu kaynaklarında Melitea, Hitit Hiyeroglif Kitabesinde ise "Dana başı ve ayağı", ideogramları(düşünsel veya kavramsal yazı) ile temsil edilmiştir Urartu krallarından lspuinis (M Ö 824*816) ile oğlu Menuas (M Ö 816-807) zamanlarına ait Palu kaya kitabelerinde Milid Kralı Sulumeli'yi mağlup ettikleri kaydı vardır Fakat Malatya Kralı'nın bu yeni hakimiyete kolay kolay itaat etmediği anlaşılıyor I Argistis (M Ö 789-766) "Tanrı Haldi'nin sayesinde Hatti memleketlerine karşı sefer ettiğini ve Tuwate'nin oğlunun memleketini Melitea (Malatya)'yı zaptettiğini anlatmaktadır " Malatya kralları az sonra Urartu hakimiyetine karşı yeniden ayaklanmış, III Sarduri (M Ö 765-733) de Melitea Kralı Sahu oğlu Hilaruwata'yı mağlup ederek, şehrini yağma ettiği anlatılmaktadır
Urartu egemenliği, Asur kralı III Tiglat Psaser'in tahta çakışına kadar devam etmiştir Bu kral döneminde Malatya, M Ö 733'de yeniden Asur Krallığına haraç veren beylikler arasına girmiştir M Ö 722 yılında Malatya Kralı Funzianu, Asur Kralı II Sargon'a esir düşmüştür
Bu tarihte Asur Kralının Malatya'yı egemenliği altına aldığı, bir isyan sonunda M Ö 713 yılında Malatya Kralı Tarhunaz'ı esir ettiği anlaşılmaktadır Kralı halkı ile birlikte Asur'a, Basra'ya sürgün ettiği, Basra halkından bir kısmını da Malatya'ya getirerek yerleştirdiği bilinmektedir Malatya'ya Asurlu bir kral atadığını ve emrine 150 savaş arabası, 1500 atlı, 20 000 yaya, 10 000 kalkan ve mızrak taşıyıcıları verdiğini II Sargon'un kitabelerinden anlamaktayız Buraya atanan kralın adı Mutallum'dur Bu belgeye göre Malatya şehrinin o günkü nüfus ve büyüklüğü ile önemi gözler önüne serilmektedir
Asur Kralı Sanherib (M Ö 705-681) döneminde Asur egemenliğinde olan Malatya, Asar Haddon (M Ö 681-669) zamanında Asur egemenliğinden çekilmiştir Bundan sonra bölgede Med ve Perslerin hakimiyeti görülür
MEDLER DÖNEMİ
Asurbanipal'ın (M Ö 669-631) ölümünden sonra, Asur'un ihtişamlı devri uzun süre devam etmedi Bu arada Med'ler, Keyaksar'ın (M Ö 625-585) idaresinde güçlü bir devlet kurmuşlardır Asur egemenliğinde bulunan Babil prensliği de hürriyetine kavuşmak istiyordu Babil prensliğinin başında bulunan Nabupolassar, Asur aleyhine Med kralı Keyaksar ile bir anlaşma yapmıştır Aynı zamanda Kimmerler'de Med'lerle anlaşarak ittifak halinde harekete geçtiler Bu kuvvetler, M Ö 612'de büyük bir saldırı ile Asur toprakları, Medlerle Babilliler arasında paylaşıldı Anadolu toprakları, Kızılırmak nehrine kadar MedIerin payına düştü Batı Anadolu'da bulunan Lidya devleti Medler'in Doğu Anadolu'da ilerleyişini endişe ile takip ediyorlardı M Ö 590 yılında Malatya civarında Fırat Nehrini geçen Med ordusu Kızılırmak nehri yakınlarına kadar olan toprakları ele geçirdi Med kralı Keyaksar ile Lidya kralı Alyattes'in orduları M Ö 585 yılının 28 Mayıs'ında Kızılırmak Nehri kıyısında karşılaştılar Savaş esnasında güneş tutulması meydana geldiğinde her iki taraf, bunu uğursuzluk sayarak savaşa son verdiler Kızılırmak, iki taraf arasında sınır olarak kabul edildi Böylece Malatya bölgesi Medler'in hakimiyetine geçmiş oldu
Med devleti, askeri güce dayanan militer bir devletti İstila ettiği bölgelerde kalıcı bir yönetim sağlayamıyordu İran'ın güneybatı yaylalarında yaşayan Perslerin Ahameniş soyundan gelen II Kiros, Med yönetiminin içine düştüğü çelişkilerden yararlanmaya kalkıştı Med kralı Astiyağ'ın (M O 584-550) ordularını bozguna uğrattı Kısa sürede Kızılırmak Nehrinin doğu kıyısına kadar bütün Anadolu'ya egemen oldu Böylece Malatya yöreleri de Perslerin eline geçti
GELENEK VE GÖRENEKLER
DOĞUM VE ÇOCUKLA İLGİLİ GELENEKLER
Doğum; insan hayatının üç önemli safhasından ilkidir Doğum-evlenme-ölüm  Bu önemli üç safha etrafında birçok gelenek görenek, adet, töre ve tören oluşturulmuştur
Evlenen çiftlerin evliliklerinin en geç 1-2 yılında çocukları olması beklentisi vardır Bu süre içerisinde çocuk olmayınca, özellikle geleneksel kültürde halk hekimliği ilaçlarına dayalı çeşitli çarelere başvurulduğu, ziyartelere, köy ebelerine gidildiği görülür Bu uygulamaların yanı sıra doktora başvurmalar da artmıştır Hamile kadına yörede "İki canlı, hamile, yerikli" adları verilir Hamilelik süresi içerisinde doğacak çocuğun kız mı, oğlan mı olacağını hamilenin yediği yiyecekler, baktığı, dokunduğu vb ile ilgili olarak birçok uygulama ve inanışlar mevcuttur
Hamile kadın elma yerse kızı, çok tatlı yerse oğlu olur Rüyasında boynuna altın takılmışsa kızı, el bileğine altın takılmışsa oğlu olurmuş Hamilelik döneminde baykuşa, yılana, çirkinlere bakamamaya dikkat edilir Çünkü, bakıldığında çocuğun bunlara benzemesi inancı hakimdir Bu dönemde güzel şeylere bakılmaya dikkat edilir Kırdan toplanan çiğdem destesi bir metre kadar yüksekten atılır, eğer top yere düşerse oğlan, dağılırsa kız olacağı inancı mevcuttur Kadının aşerme döneminde canının çektiği yiyecekleri temin etmek için ailesi büyük çaba sarfeder Doğum yaklaştıkça, çocuk için hazırlıklar da yoğunlaşır Evde beşik donatma, bebek için yorgan, yastık, yatak, giysiler ve bezler hazırlanır Doğumu yaptıran kadına "ebe" denilir Çocuğun göbeği kesildikten sonra ya bir cami duvarı dibine, ya da ayak değmeyecek bir yere dua okunarak gömülür
Yeni doğan çocuk tuzlanır Bu işlem çocuğun pişmemesi, terlememi ve çiğ kalmasını önler Yeni doğan çocuk önceleri "öllük" denilen kırmızımsı bir toprak ile belenir Bu pratik günümüzde ortadan kalkmıştır Yeni doğum yapmış kadına yörede "loğusa", ya da "Dığasken" adı verilir Loğusa kadına ilk önce undan hazırlanan ve içerisinde pekmez katılarak yapılan kuymak yedirilir Bu, özel gün yemeği sayılır
Doğum yapan kadınla çocuğu, inanışa göre kırk gün dış zararlardan ve tehlikelerden korunur Kırkgün boyunca yattıkları odanın ışığı söndürülmez Yastıklarının baş tarafına Kur'an-ı Kerim konulur İki kırklı kadın birbiriyle karşılaştıklarında iğne değiştirirler ki, kırkları birbirini basmasın Evde değirmenden un, bulgur Sünnetten bir görünüm
getirildiğinde çocukla kadın birkaç adım dışarı çıkarılır Yine yakın bir evden cenaze çıkmışsa, kırkı çıkmamış loğusayla çocuğu cenaze oradan götürülürken dışarı çıkarılır Bu âdetler kırk basmaması için yapılır
Yine kırk basmaması için "kırklama" yapılır Çocuğun yıkanacağı suya yirmi ve kırkıncı günde kırk kaşık şu, ya da kırk tane arpa sayılarak atılır Çocuğun başı üzerinde bir kalburdan su dökülür Böylece kırk çıkarılır Kırk çıktıktan sonra çocuk ve anneye zarar verecek etkenler de ortadan kalkmış olur
Lohusalık döneminde geleneksel kültür içerisinde anne ve çocuğa zararı dokunacağına inanılan "Alkarısı" adını verdikleri saçı başı dağınık, dişleri iri, parmakları çok uzun çirkin bir yaratığın olduğundan da söz edilir Buna karşın geçmişte annenin ve çocuğun yatağının çevresine kıl ip bırakıldığı, yastığına iğne takıldığı görülmüştür
Böylece alkırısı denilen mahlûkun zarar veremeyeceği inanışı yaygınken, günümüzdeki bu tür uygulamalar kalkmış olup, yatılan yerin başucuna Kur'an-ı Kerim konulmaktadır
Yeni doğum yapmış lohusayı ve çocuğunu görmeye gitme âdeti vardır Bu gidişle birlikte giyim eşyası vb götürülür Özellikle ilk doğumda kadının annesi tarafından beşik donatılır
Çocuğun ilk dişi çıktığında buğday kaynatılarak hedik yapılır Bazen hedik taneleri bir ipliğe dikilerek bebeğin boynuna takılır Çağırılan akraba ve komşulara "Diş Hediği" ikram edilir Çocukluk çağı içerisinde birçok geleneklere dayanan uygulamaların varlığı da dikkati çeker Doğup yaşamayan çocuklara "Tıpkı" oldu derler ve tıpkı çeşmesi denilen suda yıkarlar Hekimhan'ın Güzelyurt beldesindeki Tıpkı/Tıpka çeşmesine bu gaye ile gidilir Konuyla ilgili olarak bir kişi yılanın veya yengecin ağzında bir böcek görürse çocuğu doğup yaşamayanın adını seslice söylediğinde yılan veya yengeç ağzındakini bıraktığında Tıpkı'nın geçeceğine inanılır Çocuk yürümede geç kalmışsa, iki ayak bileğine ip bağlanır, hızla biri gelerek ayağındaki bu ipi keserek kaçar buna "Duşak Kesme" denilir Geç konuşan, konuşma güçlüğü olan çocuklar için ziyaretlere gidildiği görülür
Uyumayan, korkan çocuklara "okutulur"; çocuğa korkularının geçmesi için geleneksel bazı pratikler uygulanır Nazar değmemesi için kulak memesinin ardına kara çalınır Omuz başına ya da giysisinin iç tarafına nazarlık takılır Bebeklik çağındaki sancılarına, kulak ağrılarına ve rahatsızlıklara yönelik uygulamalar günümüzde az da olsa devam etmektedir Şehirleşmenin hızlandığı yörelerde doktora başvurmalar artmıştır
SÜNNET VE KİRVELİK GELENEKLERİ
Malatya ve köylerinde dinî vecibeler gereği erkek çocuklarına yapılan sünnet ve geleneksel bir kurum olarak kirvelik önemli bir yer tutar
Kirvelik: Yerleşik ve kurumlaşmış bu özelliğiyle, çocuğun sünneti ile birlikte ve hatta kirveliğin kurulmasıyla da daha önceden doğarak pekiştirilmiş yakın dostluklar, ilişkiler bütününü oluşturur Yörede erkek çocuğu sünnette tutan kirve, çocuğun manevi babası sayılır Bu kişiye kirve, kivre gibi isimler verilir Kirveliklerin kurulmasında, seçim ve teklifin geleneksel bir yeri vardır Kirve, çocuğun babasının sevdiği bir dostu, arkadaşı olabilir Bu teklif geleneğe göre reddedilmez Kirvelik "Peygamber Dostluğudur" derler Onun için kirve olmaya karar verenler, kendilerini artık birbirileriyle akraba sayarlar Çocuklar ise birbirleriyle kardeş sayılır Bazı yöreler de ise çocuk, kirvenin kızıyla evlenemez Bu âdetin temelinde çocuğun kanının kirvenin kucağına düşmesi yatar
Sünnet: Bebeklik çağı ile 11-12 yaşlarına kadar olan dönemde gerçekleştirilir Düğüne davet ya okuyucu vasıtasıyla, ya da davetiye gönderilerek yapılır Sünnet düğünleri çalgılı veya çalgısız yapılır Mevlüd okutulur Düğüne davet edilenlere yemek verilmesi âdeti yaygındır
Sünnet olacak çocuğun giysisi kirve ta rafından alınır Kirve çocuğa altın, saat vb gibi armağanlar getirir Çocuğun babası tarafından kirveye halı, elbise vb: gibi armağan verilir Çocuk otomobille ya da atla gezdirilir Sünneti, sünnetçi veya sağlık memuru yapar Son yıllarda doktora yaptırılan sünnetlerde artış görülmektedir Çocuk sünnet edilirken acıyı fazla duymasın diye ağzına lokum verilir Bazen de çocuk, eline aldığı bir çiğ yumurtayı şaka olsun diye sünnetçinin kafasına atar Sünnetten sonra çocuğu ziyarete gelirler, çeşitli armağanlar verirler Sünnetle birlikte iki kirve ailesi arasındaki dostluk ilişkileri daha da pekiştirilmiş olur Artık sünnet olan çocuk, geleneğe göre erkekliğe ilk adımı atmış sayılır
EVLENME ÂDET VE GELENEKLERİ
Evlenme, hayatın üç önemli safhalarından biridir Bu dönemlerde doğum, evlenme ve ölüm etrafında birçok gelenek, görenek, âdet, töre ve tören oluşturulmuştur Malatya'da evlenmeler; görücü usûlünün yanı sıra karşılıklı anlaşmaya dayalı olarak gerçekleşmektedir Bunların dışında "Kaçmak" yoluyla evlenmeler az da olsa olmaktadır
Görücü usûlünde isteklerin aileye duyurulması ilk basamağı oluşturur Gençler, evlenme isteklerini direkt olarak babaya açamazlar İstekler, ya anne vasıtasıyla, ya da başka vasıtalarla duyurulur
Evlenme yaşı, erkeklerde "18 yaş civarında başlar Bu yaş genellikle ailenin ekonomik durumu, bazı erken evlendirmeyi gerektiren şartlarda ön plana çıkar Ortalama evlenme yaşı ise askerlik sonrası başlar Kızlarda ise önceleri 15-16 yaşlarında evlenme yaygınken, bu yaş sınırı 18-19 yaşa çıkmıştır
Gençler, evlenme isteklerini duyururken gelenek gereği bazı davranışlarda bulunurlar Eve geç gelme, bıyık bırakma, huysuz davranışlar gösterme, hastalık bahanesiyle işe-güce gitmeme, pişirilen yemeği beğenmeme gibi davranışların yanı sıra ev eşyası almak, giyimine özen göstermek gibi hareketler sergiler Genç kızlarda ise bu gibi davranışlara pek rastlanmaz Davranışları aşikar değil, imalıdır Hiç olmadık zamanlarda yakınmalar, serzenişler görülür Evlenme geleneği içerisinde aile tarafından gencin evlendirilmesine kesin karar verilmişse, "Görücü Gezme" ya da bir diğer söylenişle "Kız Bakma" başlar Evlendirilecek gencin ailesi çocukları için temiz süt emmiş, kendilerine lâyık bir kız bulmak için düğün, nişan komşu gezmeleri, akraba ve tanıdıklarının tavsiyeleri vb vesilelerle kız beğenirler
"Kız bakmaya" gitmeden önce tanıdıklar vasıtasıyla el altından kız tarafına haber gönderilir Kız evine gidildikten sonra, genç kız el öper ve misafirlere kahve ikram eder Bu ziyaret sırasında kız yakından incelenir Kızın bir sakatlığı var mı, hamarat mı öğrenilmeye çalışılır Kızın niyeti yoksa görücülere asık suratlı davranır Ayakkabılarını dağınık bırakır ve yanlarında pek durmaz Bu görücü gezmelerinde, kız beğenilmişse durum aile içerisinde tekrar görüşülür, danışılır Kızı istemeye karar verilir Kız evine haber gönderilir Aile kızı vermeye niyetli ise, "Kız evi naz evi" deyiminden hareketle kendilerini naza çekerler Hele bir danışalım-görüşelim hayırlı ise olur, derler, Neticede kız evine gidiş-gelişler birkaç sefer tekrarlanır Gün kararlaştırılır Daha sonra kızı istemeye giderler Her iki tarafın yakın akrabaları bu istemede hazır bulunurlar Kız istenirken, oğlan ve kız babasını temsilen birer kişiye vekâlet verilir Oğlan tarafını temsil eden kişi kızı "Allah'ın emriyle, Peygamberin kavliyle" üç kere ister Üçüncü tekrarın sonunda, kız babası "Allah yazdıysa bize diyecek söz yok, biz de verdik" diyerek cevaplar Orada bulunan hoca dua okuyarak "Allah hayırlı eylesin" der Bu törenin Malatya köylerindeki adına kız isteme, söz kesme veya el öpme adı verilir Kız istenildikten sonra, köylerde görülen bir âdet ise gencin kulağının çekilmesi ve bahşiş alınması geleneği vardır Ayrıca, "Süt hakkı" adıyla kızın annesine hediye verme adeti vardır Söz kesildikten sonra ağız tatlılığı için şerbet ezilerek dağıtılır Ardından "başlık" görüşülür Başlığın, yöredeki adı "Galin" dır Bu gelenek bazı köylerde devam etmektedir Birçok yerde ise kalkmıştır Başlık istenen yörelerde babanın isteği orada bulunanların ricasıyla makul bir seviyeye indirilir Başlık geleneğinin kalktığı yörelerde liste verme geleneği vardır Bu listeye istenilen ev eşyaları, altın vb yazılır Başlık geleneğinin sürdürüldüğü köylerde kaçırma yoluyla yapılan evliliklerde normal durumda alınan başlığın iki katı miktarda "Kan" adı verilen başlık alma geleneği de görülebilmektedir
Söz kesmenin ardından belirlenen bir günde nişan takılır Bu törene bazı köylerde göreye gitme, şerbet içme gibi isimler verilir Nişanda oğlan tarafı bir heybe hazırlar, bir gözüne şirincelik denilen çerez konulur, diğer gözüne ise kız ailesine gömlek ve kumaş gibi hediyeler konulur Şirincelik, misafirlere dağıtılır Kız anasına götürülen hediyeye ise, "Ana keteni" denir Kız, nişanda oğlan tarafının aldığı elbiseleri giyer Büyük teştlerde şerbet ezilerek dağıtılır Yüzükler kadınlar tarafından takılır Nişanlılara para ve altn gibi hediyeler verilir Bundan sonra erkek tarafı nişanlı kızdan söz ederken "bizimgelin" der Nişanlılık döneminde gençlerin birbirlerini serbestçe görmeleri hoş karşılanmaz Bu yasaklama şehirleşmenin başladığı yörelerde zayıflamıştır
Nişanlılık döneminde kız tarafına dini bayramlarda koç gönderilir Ayrıca altın, saat, elbiselik gibi hediyeler de götürülür Bu hediye götürme âdeti erkeğin nişanlısını ziyaretinde de geçerlidir Nişanlılık dönemi "evli evinde gerektir" düşüncesinden hareketle fazla uzatılmaz
Nişandan sonra gelen tören düğündür Düğünler köylerde hasat sonuna rastlar Şehirlerde ise bahar ve yaz aylarında yapılır Düğün günü kararlaştırıldıktan sonra kız tarafından da nişanlı kızla beraber 3-4 kişi alınarak şehre düğün pazarlığına gidilir Geline, eşya, elbise, altın vb alınır Bazı köylerde buna "yük" de denilmektedir Düğünden önce oğlan tarafından aldığı yün ile kız tarafı yatak yapar Düğün öncesi bir gelenek de "Yolların sağlanması" adı altında kızın amcasına, dayısına ve erkek kardeşine hediye alınarak onların gönüllerini almaktır Bunlara emmi yolu-dayı yolu denilir Bu gönül alma işi bir elma götürülerek de para götürülerek de olur
Düğüne davet; köylerde "okuntu' denilen çağırma şekliyle olur Okuntu dağıtana bahşiş verilir Bu adet yerini davetiyelere bırakmıştır Düğünler önceleri çarşamba ve perşembe günleri yapıldığı gibi Cuma, cumartesi, pazar günleri de yapılmaktadır Düğünün başladığını belli etmek için oğlan evinin damına Türk bayrağı asılır Bayrağın asıldığı uzun sopanın ucuna bazı köylerde elma konur Düğünlerde özellikle köylerde davul-zurna çalgısı bulunur Düğün sırasında özellikle yörenin seyirlik oyunları oynanır Şehirde ise davul-zurna yerine orkestra ağırlıktadır Arapgir ilçesinde klarnet, keman cümbüş vb çalgılar kullanılmaktadır
Köylerde; bayraktar, düğün vekili, aşçı, kahveci gibi hizmet grubu misafirlerle ilgilenir Gelin getirmeye gitmeden önceki gün, kız tarafına "kınacılar" ve "ekmekçiler" gönderilir Kınada, oyunlar oynanır ve gelin kıza kına yakılır Kına yakımanda tepsi başlar üzerinde dolaşırken Malatya'nın kına havası olan "Yüksek eyvanlarda bülbüller öter" türküsü söylenir Gelin kızın önce sağ eline kına yakılır, içerisine bir madeni para konularak dolakla (yazma) sarılır Sonra diğer eline yakılır Kınadan bir bölümü oğlan tarafına gönderilir Kına sırasında "gelin övme" ya da "gelin ağlatma" törenleri yapılır Bu törenler sırasında çeşitli türküler ve maniler söylenir Kına gecesinin sabahı oğlan evinde toplanan gelin alayı dağlık yörelerde at ile diğer yörelerde traktör ve otomobil ile gelin almaya giderler Gelincik adı verilen gelin arabası dikkatle süslenir Kızın köyüne yaklaşıldığında gelin alayı durdurularak "sapancalık" denilen bahşiş alınır Ayrıca kız evinin kapısı kapatılarak bahşiş alınır, sonra açılır
Düğünden üç gün sonra kız tarafı oğlan tarafına tatlı gönderir Bir hafta sonra gelinle kocası kız tarafını ziyaret ederler Buna "Haftasına gitmek" adı verilir Kız tarafı ise onbeş gün sonra karşı tarafı ziyaret eder Önceleri çok yaygın olarak görülen evin büyüklerine karşı "gelinlik etme" âdeti bugün önemini kaybetmiştir Gelinlik etmek; kaynana, kayınbaba ve diğer aile büyüklerinin yanında sofraya oturmamak, çok sessiz konuşma gibi davranışlardır
ÖLÜMLE İLGİLİ ÂDETLER
İnsanoğlu doğar, yaşar ve ölür Bu dönem içerisinde birçok inanç, âdet ve pratiklerin gelişmiş olduğunu görürüz
Ölümle ilgili inanç ve uygulamalar ölüm öncesi, ölüm sırası ve ölüm sonrası olmak üzere üç bölümde incelenebilir
Ölüm Öncesi: Yöredeki halkın inanışlarına göre ölümün habercisi olarak adlandırılan hayvanlarla ilgili düşünceler bulunmaktadır Bunlar; köpeğin gereksiz yere uzun uzun uluması, evin damına baykuşun kaçıp ötmesi Bu gibi durumlar bir kara haberin geleceğine ve ölü olacağına yorumlanır Ölüme yorumlanabilecek rüyalar da vardır: Önceden ölen bir yakınının kendisini de yanma çağırması, rüyasında evin orta direğinin yıkılması, evin bir yanının yıkılarak göçmesi, gibi rüyalar ölüme yorumlanır Hastanın öleceği düşüncesi şu belirtilerle anlaşılır: Gözleri kayar ve soğur, burnu çöker, nefes alıp vermede hırıltı olur, daha önceden ölen bir kimsenin kendisini çağırdığını söyler, gurbette olan çocukları varsa onları sayıklar, su ister, yanındakilerden helallik alır, ağzına köpük yığılır
Ölüm Sırası:
Bir kişinin öldüğü, vücudunun hareketsiz ve kaskatı kesilmesinden, göğüs kafesinin inip kalkmasından, bakışlarından ve vücudunun soğumasından anlaşılır Ayrıca, şu pratiklere de başvurulur, Ağzına ayna tutulur, Aynada buharlaşma olursa yaşadığı, yoksa öldüğü anlaşılır Ayrıca nabzına da bakılır Ölüm haberi çabuk duyulur, derler Yakın çevrelerine ya telefon edilerek, haberci gönderilerek ya da camiden duyuruda bulunulur Öldüğü anlaşılır anlaşılmaz çenesi çekilir ve bağlanır Gözleri açıksa kapatılır Elleri yanlara getirilir, ayak başparmak uçları bir iplikle bağlanır Gözü açık ölmüşse bir beklediği var düşüncesiyle ve gözü arkada kalmasın duygusuyla elle sıvazlanarak kapatılır Temiz bir yatağa alınır, buna 'rahat döşeği' denilir Ölen kişinin üzerindeki giysiler yırtılarak çıkarılır Bu giysilere ölünün soykası da denildiği olur Yatakta sağ yanı kıbleye gelecek biçimde bırakılan ölünün üzerine çarşaf serilir Bazen karnının üzerine, şişmemesi için bir bıçak veya makas konulur Yatağın etrafında halka biçiminde oturularak beklenir
Yakınları tarafından kefen hazırlanır Kara kazanda su ısıtılır Ölü evinin pencereleri açılarak havalandırılır Bu arada ölenin giysileri, yatak ve yorganı bir kadın tarafından yıkanır Bu kadına birkaç kalıp sabun verilir Akşam gün batımına yakın zamanda cenaze defnedilmez İnanışa göre, gün batımından sonra yer mühürlüdür, kimseyi kabul etmez inancı hakimdir Ertesi sabah defnedilir Bu beklemenin bir amacı da uzaktaki yakınlarının gelmesi içindir Erkek cenazesini erkekler, kadın cenazesini kadınlar yıkar Abdesti aldırılır Yıkama işi "Teneşir" denilen bir tahta kerevet üzerinde yapılır Ölen kişi nişanlı veya yeni gelin ise yanma gelinliğinin konulduğu, saçının ardına kına yakıldığı da olur Saçları örülür veya boynuna dolanır Kefenlenen cenaze çam veya kavak ağacından yapılmış kapaklı tabuta veya "Salaca" denen dört kollu tabuta konur Ölen kadın ise tabutun üzerine yazması atılır Erkek ise giysisi çoğu zaman konulmaz, üzerine bir örtü atılır 3-4 aylık çocuklar bir kişinin kolları arasında mezara götürülür Yıkama işlemi bittikten sonra bazı yörelerde kazan ters çevrilir Gece orada ışık yakılır
Cenaze yıkandıktan sonra bekletilmeden mezara götürülme işlemi başlar Kadının mezarı göğüs hizası yüksekliği kadar, erkek mezarı göbek hizası yüksekliği kadar derinlikte eşilir Eşilen mezarda başkasına ait kemik çıkmışsa bunlar bir köşeye toplanır Bazı yörelerde âdet gereği mezara madeni para atılır (Böylece inanışa göre o yer alınmış sayılır) Cenaze namazı kılındıktan sonra mezara indirilir Mezar, oradakiler tarafından hızlı bir şekilde toprak atılarak kapatılır Kapatma işlemi bittikten sonra üzerine su dökülür Bu inanış bazı yörelerde sorgusunun ve sualinin çabuk ve kolay verilmesi içindir Mezarın yanında gün batınımdan sonra ateş yakmak geleneği yaygındır Bunun amacı yabani hayvanlar tarafından cenazeye zarar gelmemesi içindir
Mezar Sonrası Yapılan İşlemler: Mezar dönüşü cenaze evine gelinir ve Kur'an okutulur Kadınlar tarafından ağıtlar yakılır Yaygın bir gelenek olarak, ölen kimse kadın ise sağlığında komşularından ödünç bir şeyler almıştır ve hakkı geçmesin düşüncesinden hareketle kadınlara sabun, iplik gibi şeyler dağıtılır
Daha önceleri mezar dönüşü cenaze çıkan ev tarafından bir yemek verme âdeti vardı Bazı köylerde bu, bugün de devam etmektedir Ölü evinde üç gün ile yedi gün arası yemek yapılmaz, komşular tarafından getirilir Ölü sahipleri, ikinci günün sabahı mezarı ziyaret ederler Ölü çıkan eve komşu, tanıdık, akraba gelerek başsağlığı diler Cenaze çıkan evin erkekleri en az bir hafta sakal traşı olmazlar Kadınlar ise alınlarını siyah veya beyaz bir yazma ile bağlarlar Ölümün üçüncü ya da yedinci günü ölü evi yemek yaparak mevlüd okutur Helva dağıtılır ve yemeğe köyün tamamı katılır Üçüncü günü ile kırkıncı günü arası hatim indirilir İnanışa göre elliikinci günde et kemikten ayrılır Bu günün akşamı Kur'an okutulduğu görülür Ölümden sonra gelen Ramazan ve Kurban Bayramı ölen kişinin "İlk Yas Bayramı"dır Köylerde bayramlaşma ilk önce bu evlere ve hasta olanlara gidilerek yapılır İlk yas bayramında mezara gidilerek şeker, leblebi gibi yiyecekler dağıtılır
ÖLÜ-ÖLÜM-MEZARLIKLA İLGİLİ İNANIŞLAR
1- Mezarlık, parmakla işaret edilerek gösterilmez, unutularak gösterildiğinde parmak ısırılır
2- Gece sakız çiğneyene "Ölü eti çiğniyorsun" diye müdahale edilir
3- Mezardaki ölünün canına batar düşüncesiyle gece şiş ile çorap örülmez
4- Mezar ziyaretinde ağlayıp kendini kaybedenlerin başı üzerine toprak serpilir
|