Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli`Da İslahat Ve Reform Hareketleri,İii.Selim’İn İslahat Hakkında Düşünceleri
OSMANLI`DA ISLAHAT VE REFORM HAREKETLERİ,III Selim’in Islahat Hakkında Düşünceleri
OSMANLI`DA ISLAHAT VE REFORM HAREKETLERİ,III Selim’in Islahat Hakkında Düşünceleri
OSMANLI`DA ISLAHAT VE REFORM HAREKETLERİ
III SELİM DÖNEMİ
III Selim’in Islahat Hakkında Düşünceleri
Islahat düşüncesi, III Selim için bir baba mirasıdır Babasının padişahlığı sıralarında Selim, henüz on yaşında idi Bu küçük yaşına rağmen imparatorluğun içinde bulunduğu kötü durumu anlamıştı Babası III Mustafa`nın başarmak istediği ıslahatın başarılı olmasını gönülden istiyor, inceleme ve gezilerinde kendisine refakat ediyordu
III Mustafa, Osmanlı-Rus harbinin sonlarına doğru ölünce I Abdülhamit tahta, Selim`de veliahtlığa geçti Sarayın kafes adı verilen dairesinde, ıslahat fikirlerini olgunlaştırmakla uğraştı Zaten babası ölürken bu fikirlerden ayrılmamasını ve padişah olunca ıslahat hareketlerine girişmesini vasiyet etmişti Dolayısıyla ıslahat; III Selim için hem bir ideal hem de baba mirası idi I Abdülhamit tahta geçtiğinde yaşı epeyce ilerlemişti İyi niyetli olmasına rağmen, kendisinden köklü bir yenilik beklenemezdi Selim, devletin gelişmesini babasının ıslahat çalışmaları istikametinde görmediği için, farklı bir ıslahat fikrine sahipti
Avrupa’nın ileriliğine ve üstünlüğüne inanıyordu Fakat bu inanç ,bilgiden çok duyguya dayanmakta idi Şu halde her şeyden önce Avrupa’yı tanıması gerekiyordu Fransız elçisi ile temasa geçti Güvendiği adamlarından İshak Beyi Fransa’ya göndermek fikrini, ona açtı Elçinin yardımıyla İshak Bey’i Paris’e gönderdi İshak Bey’in görevi, III Selim’in mektuplarını Fransa kralına götürmek, bundan başka Avrupa hakkında padişaha bilgi vermekti
İstenilen bilgi şu idi:Avrupa devletlerinin birbirleriyle olan ilişkileri; kara ve deniz harplerine dair yeni metotlar, atölyeler,tersaneler hakkında bilgi Fransa kralı, İshak Beyi ve Selim’in mektuplarını iyi karşıladı Verdiği cevapta veliahda, harp hakkında ve ileride yapmayı tasarladığı ıslahat hakkında nasihatler verdi Selim, bundan rahatsız oldu fakat bu nasihatlerden ve İshak Bey’in Avrupa hakkında verdiği bilgilerden de faydalanmıştır Bu mektuplaşma, henüz ham durumda olan ıslahat düşüncelerinin olgunlaşmasında etkili olmuştur
I Abdülhamit’in ölümüyle padişah olan III Selim, derhal devrine isim olarak verilecek olan”Nizam-ı Cedit”ıslahatına girişmiştir
Nizam-ı Cedit’in Tarifi Ve Planı
“Nizam-ı Cedit” terim olarak ilk defa Fazıl Mustafa Paşa tarafından imparatorluğa verilen iç düzen için kullanılmıştır Fakat Fazıl Mustafa Paşadan III Selim’e gelinceye kadar bu terime Osmanlı tarihinde rastlanmamaktadır III Selim devrinin başlarında, Viyana’ya olağanüstü elçi olarak gönderilen Ebubekir Ratıb Efendi, Avusturya’nın örgütleri ve siyaseti hakkında yazmış olduğu bir yazıda Avusturya’da mevcut idare düzenini “Nizam-ı Cedit” diye göstermektedir Keza Fransız ihtilalinin neticesinde krallığın yıkılmasına müteakip kurulan yeni rejim de Osmanlı devletinde Fransa Nizam- Cedit”diye kabul edilmiştir Bütün bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki,”Nizam-ı Cedit” Osmanlı İmparatorluğunda mevcut bir idare rejiminin yerine yenisinin konulması manasına alınmaktadır III Selim’in ismiyle beraber olarak anılan “Nizam-Cedit” şimdiye kadar,dar ve geniş manada olmak üzere,iki şekilde tarif edilmiştir:
Dar manada Nizam-ı Cedit:III Selim devrinde Avrupa usulünde yetiştirilmek istenilen talimli askerleri anlatır
Geniş manada Nizam-ı Cedit ise, III Selim’in yeniçerileri kaldırmak, ulemanın nüfusunu kırmak, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve medeniyette yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketlerinin bütünüdür
III Selim, ıslahat düşüncelerini Rusya`da ki Büyük Petro`nun yaptığı gibi geliştiremezdi Osmanlı devletinin bünyesi, Petrovari bir yolun tutulmasına engeli teşkil etmekteydi Petro, Rusya`nın başına geçtiği zaman silik örgütlerle idare edilen bir millet bulmuştur Bu örgütler devletlerarası ilişkilerle ilgili hiçbir esaslı sınavdan geçmemişlerdi Ayrıca Rus milletinin Hıristiyan olması, Petro`nun Batı`nın Hıristiyan medeniyetinden faydalanmasını kolaylaştırmaktaydı Halbuki Osmanlı Devleti, örgütleri ve zihniyetiyle Batı`nın Hıristiyan medeniyetinden tamamen farklı idi
III Selim, “Nizam-ı Cedit’i “ planlarken devamlılığı sağlayabilmek için onu bir şahsın değil de, devletin düşüncesi haline getirmek istemiştir Bunun için de ilk iş olarak, devlet adamlarının ıslahat hakkında ki düşüncelerini layihalar (kanun tasarısı) halinde belirtmelerini emretmiştir (1792) Padişahın emri üzerine; başta sadrazam olmak üzere yirmi iki devlet adamı layiha sundular Bunlardan yirmisi Türk, İkisi de Osmanlı hizmetinde bulunan Avrupalı Hıristiyan`dı Türkler`den belli başlı simalar; Sadrazam Koca Yusuf Paşa, Sudurdan Veli Efendi Zade Emin, Defterdar Şerif Efendi, Tatarcık Abdullah Efendi, Çavuşbaşı Raşit Efendi, Enveri Efendi idi İki Hıristiyan ise Türk ordusunda hizmet gören Bertrant adında bir subay ve İsveç elçiliği memurlarından Dohnsson’du Layihaların yazılması emredildiği zaman ordu henüz Silistre sahrasında bulunuyordu Devlet adamlarının büyük bir kısmı orduda idi Avusturya ile savaş yeni bitmiş, Rusya ile de mütareke görüşmeleri yapılıyordu Tüm bu sebepler, devlet adamlarının layihalarını etkilemiştir Bütün layihaların ağırlık noktası askeri alanda yapılacak yeniliklerden oluşmuştur
Askeri Alandaki Yenilikler
Askeri alanda yapılacak ıslahatlar üzerinde görüş birliğine varılamamıştır Islahatlar için üç değişik yol tavsiye edilmiştir:
1-Yeniçeri ocağı ve diğer askeri ocakların, Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Kanunnamelere göre tekrar düzenlenmeleri
2-Yeniçeri ocağı ile diğer ocaklara Kanuni Sultan Süleyman Kanunnameleri icaplarındandır diyerek Frenk eğitim ve öğretim usulleri ve silahları kabul ettirilmeli
3-Yeniçeri ocağının kaldırılması veya ıslah edilmesi mümkün olamayacağından, bu ocak bir kenara bırakılarak yanında Frenk esaslarına göre yeni bir ordu kurulmalıdır
Bir ve ikinci yolu tavsiye edenler muhafazakar, üçüncü yolu tavsiye edenler ise devrimci idiler Muhafazakarların esas görüşü şu idi:
“Kanuni Sultan Süleyman devrine gelinceye kadar bizim askerimizde kuvvet ve komutanlarımızda harp sanatına dair esaslı bilgi vardı Bu sebepledir ki, bu kadar memleketler aldık O zamanlar Frenk askeri harp bilmezdi Kanun ve nizamları yoktu Frenk kralları bunları bizden öğrendiler Şu halde biz, eski kanunlarımızı yürürlüğe koyarsak ordumuzu düzene koyabiliriz ”
Muhafazakar devlet adamlarından Tatarcık Abdullah Molla, bu düşünceye aşağıda ki değişiklik ile katılıyordu:
“ Yeniçeri ocağı, Kanuni Sultan Süleyman zamanında olduğu gibi itibar görmeli ve eski kanunlarına saygı göstermelidir Bu sağlandıktan sonra Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesidir diye Hıristiyan devletlerinin harp sanatında kabul etmiş oldukları usuller alınmalıdır ”
Devrimciler, muhafazakarların bu düşüncelerine iştirak etmiyorlar ve şu teklifi ileri sürüyorlardı:
“Devletin kanunnameleri zamanla bozulmuş ve ortaya birçok fesatlar çıkmıştır Bu fesatların kaldırılması devlet kuvvetiyle olabilir Halbuki eski kanunnameleri canlandırmak devlet için bir kuvvet değildir Çünkü bu kanunnameler zamanın ihtiyaç ve icaplarına uymaz Şu halde, yeni esaslara dayanan yeni tedbirler düşünmek gerekir Mevcut asker ocaklarını ıslah etmeyi düşünmek bir kurtuluş çaresi değildir Çünkü bu ocaklar hiçbir suretle istenilen şekilde ıslah edilemez Mesela bugün yeniçeri olmak için, yeniçerilik haklarından faydalanmayı sağlayan ve bir nevi maaş cüzdanı olan “esame” elde etmek yeterlidir Çiftçiler, esnaf ve daha birçok farklı kesimden insan esame satın alarak yeniçeri sıfatı kazanmıştır Meslek ve çoluk çocuk sahibi olan bu gibi kimselerin talim ve terbiye ile uğraşacak vakitleri olmadığı gibi aile ve işlerini bırakarak harp yapmaya da istekleri yoktur Dolayısıyla yeniçeri ocağı, yeniçerilik ulufesinin yendiği, ruhu ve karakteri kaybolmuş bir örgüttür Yeniçeri erliği ve subaylığı devlet için bir hizmet olmaktan çıkmış, kişinin özel menfaatini sağlayan bir iş olmuştur Sonuç olarak; asker ocaklarının dışında en az 13 000 kişilik bir kurmak gerekir ”
Padişah, bu muhafazacı ve devrimci düşüncelerden birisini seçmek zorunda kalınca ikincisini seçti Ve bu düşünceyi iyice benimsemiş gençlerden bir ıslahat ekibi kurdu Ekibin başında İsmail Paşa ve Esseyyid İbrahim Efendi vardı Bundan sonra “Nizam-ı Cedit” in 72 maddelik programı yapıldı ve ilk olarak askerlik alanında yenilik yapılması kararlaştırıldı Askerlik alanında yenilik şu belli başlı maddelerde yapıldı:
1-Mevcut asker ocaklarının düzenlenmesi
2-Avrupa usulünde yeni bir ordu kurulması ( Nizam-ı Cedit Askeri)
3-Savaş teknik müesseselerinin düzenlenmesi
Mevcut Asker Ocaklarının Düzenlenmesi:Durumları ne olursa olsun, mevcut asker ocaklarını derhal kaldırmak ve yerlerine yenilerini kurmak imkansızdı Çünkü böyle bir iş için devletin dayanacağı herhangi başka bir kuvvet de yoktu Bu sebeple III Selim, bir taraftan Avrupa usulünde bir ordu hazırlarken, diğer taraftan da mevcut ocakları mümkün mertebe düzenlemeyi faydalı görmüştür
Yeniçeri ocağı için haftada birkaç gün eğitim ve öğretim mecburiyeti kondu Humbaracı, lağımcı, arabacı ve topçu ocakları için yeni kanunnameler kaleme alındı Bu kanunnamelere göre, adı geçen ocaklar ordunun teknik sınıflarını teşkil edeceklerdi Ocaklara rica ve iltimasla er alınmayacak, erler evlenmeyecek, erlerin ve subayların terfilerinde sanatlarında gösterecekleri bilgi ve kabiliyet esas alınacaktı
Avrupa usulünde yeni bir ordu kurulması ( Nizam-ı Cedit Askeri-1793):Avusturya ve Rusya ile barış imzalandıktan sonra, Koca Yusuf Paşa orduyu İstanbul`a geri getirirken yanında Avrupalı subaylar da getirmişti Bu subaylar Levent çiftliğinde az sayıda ere askeri eğitim vermekle görevlendirildiler Böylece talimli askerlerin çekirdeği oluşturulmuş oldu Bundan sonra talimli asker işleriyle ilgilenmek üzere, talimli asker nezareti kuruldu Padişah “Nizam-ı Cedit” in başlı başına bir askeri ocak olmasını ve bu oluşuma yeniçerilerden genç olanların da girmesini istedi Yeniçeriler bunu reddetmişlerdir Olası bir yeniçeri isyanın bütün planları altüst etme ihtimali yüzünden, devlet adamları yeniçeri ocağı dışında bağımsız bir asker ocağının kurulmasını çok tehlikeli bulmuşlardır
Bu düşünceler nedeniyle “Nizam-ı Cedit” bostancı ocağına bağlı, bostancı tüfenkçisi ocağı olarak kurulmuştur
Bundan sonra ocağın nizamnamesi ve kadrosu yapılmıştır Nizam-ı Cedit askeri 12 000 kişiden ibaret olacaktı Bunun 1600 ü İstanbul’u , geri kalanı Rumeli ile Anadolu`nun çeşitli yerlerinde imkanlara göre 800 veya 1500 kişilik gruplar olarak yerleştirilecekti Evvela, İstanbul`da ki 1500 kişinin eğitim ve öğretimine başlanacaktı ve on iki bölükten bir orta kurulacaktı
Nizam-ı Cedit ocağının güvenliğini sağlamak da önemli bir husustu Bunun için yeniçeri ocağı ve halkın sempatisini kazanmak veya hiç olmazsa tarafsızlığını sağlamak gerekiyordu Halk, Nizam-ı Cedit’e karşı cephe almamalıydı Devlet bu gayeye ulaşabilmek için propaganda yapmaya mecbur kalmıştır Rusların Boğazları alarak İstanbul’un su bentlerini zaptetmeleriyle, başkente sahip olma projeleri olduğu sözleri ortaya çıkartıldı Böyle bir olay olsa ne olacaktı? Osmanlı askerinin kimi Anadolu`da çift ve çubuğu ile uğraşmakta, kimisi de İstanbul`da esnaflıkla meşgul olmakta idi İstanbul’u savunmak için gereken askeri bulmak en az iki ay sürerdi Dolayısıyla Levent çiftliğinde talimli asker bulundurulması, sadece İstanbul’un başına gelebilecek böyle bir tehlikeyi önlemek içinmiş gibi gösterildi
Padişah, Nizam-ı Cedit askerlerinin yerleştirilmesiyle çok yakından ilgilenmiştir Sadrazam ile diğer devlet adamlarını da elinden geldiği kadar ilgilendirmeye gayret sarf etmiştir Anadolu’da kendilerini bu işe veren vezirleri sık sık mükafatlandırarak teşvik etti
Savaş teknik müesseselerinin düzenlenmesi: Ordudaki düzenlemelere paralel olarak Tophane ve Baruthanelerde de düzenlemeler yapılmıştı Orduda eğitimli personel ihtiyacının sağlanması için 1792’de Kumbarahane(Topçu Okulu), 1794’de de Mühendishane-i Berri Hümayun(Kara Mühendisliği Okulu) kuruldu Bu okullarda eğitim verecek hocalar, uzmanlar İsveç, İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletlerinden getirtildi
Bu okullar için de özel bir kanunname hazırlandı Topçu okulunda, Fransızca zorunlu ders idi Bu okul için, bir kütüphane kuruldu Kütüphanede, ordu ile ilgili Fransızca kitaplar ve Fransız Ansiklopedisi bulunuyordu Orduya ilişkin kullanılacak önemli kitaplar da Türkçe’ye çevrilmişti
Bu arada "Müteferrika Matbaası" yeniden düzenlendi Konstantin İpsilanti tarafından, Fenn-i Harp(Savaş İlmi), Fenn-i Lağım(Mayın İlmi) ve Fenn-i Muhasara (Kuşatma İlmi) başlıklı kitaplar tercüme edilmiş ve matbaada basılmıştı Müteferrika matbaasının yanında, Mühendishane-i Bahri Hümayun’da, "Mühendishane Matbaası" ve Üsküdar’da da "Üsküdar Matbaası" kurulmuştu
Donanma ve Tersane
III Selim, donanmanın da yetersizliğinin farkındaydı Tersanelerin çoğu çalışmıyordu Gemi yapımı çok azalmıştı Gemilerin üstünde ve içinde savaşa yaramayan kulübeler ve bölmeler yapmak geleneği yüzünden mevcut gemilerde işe yaramıyordu Büyük gemi kaptanları deniz harp tekniğinin en basit kaidelerini dahi bilmezlerdi Bu kaptanlıklar bile para ile elde edilebilir görevler olmuştu Deniz erleri de gerekli eğitimi almıyorlardı Kısaca Osmanlı denizciliğinde düzensizlik, cehalet ve başarısızlıklar hakimdi
III Selim, donanmayı düzene koyma görevini başçuhadarı Küçük Hüseyin Paşa ya verdi Hüseyin Paşa, denizcilik işlerini bir kanunnameye bağladı Kaptanlar sınavdan geçirildi Deniz erleri için muayene ile alınma ve askeri öğretim metodu kabul edildi Fransa ve İsveç’ten mühendisler getirtildi Kısmen çalışmaz durumda olan 15 tersane faaliyete geçirildi, bu tersanelerde 45 parça gemi yapıldı Bu gemilerin subay ve er sayısı 20495 idi Türk donanması III Selim devrinin sonlarına doğru 55 büyük savaş gemisiyle Avrupa’nın en güçlü donanmalarından biri haline gelmiştir
Eğitim ve Öğretim
Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim ve öğretimin önderi medreseydi 18 yüzyılda medreselerde yeniçeri ocağı gibi bozulmuştu III Selim ve Yeni Düzen’in gerekli olduğuna inanmış ekibi , askerlik alanındaki yenilikler için almış oldukları metodu eğitim ve öğretim için de yürüttüler Yani medreseyi kendi haline bıraktılar ve ordu gereçlerini karşılamak üzere bir teknik öğretim kurmaya çalıştılar
Bu alanda çalışmalar daha 18 yüzyılın ilk yarısında başlamıştı I Mahmut devrinde Kumbaracı Ahmet paşanın gayretiyle Üsküdar’da bir “Mühendishane” okulu açılmıştı 18 yüzyılın ikinci yarısında, Rus donanmasının Çeşme önlerinde Türk donanmasını batırması ve Rusların Kırım’a göz dikmeleri Osmanlı Devlet adamlarına büyük korku vermiştir Çünkü imparatorluğun başkenti olan İstanbul, Rus saldırısına açık hale gelmişti Başkentin güvenliği için kuvvetli bir donanma kurmak gerekli idi İşte böyle bir donanmanın subay ve teknik adamları için Mühendishane-i Bahri Hümayun (Deniz Harp Okulu) kurulmuştu (1773)
III Selim, Deniz Okulu’nun yanında Kumbarahane ile (1792) Mühendishane-i Berri-i Hümayun`nu ( Topçu Okulu ) kurdu (1794) Bu okulların kurulmasında yabancı uzmanlardan geniş ölçüde faydalanıldı Fransa, İsveç, İngiltere ve daha başka Avrupa ülkelerinde mühendis, deniz mühendisi ve ustalar getirtildi Bunların çoğunluk Fransız’dı Çünkü Fransa, o devirde askerlik alanında en ileri devlet idi Ayrıca, III Selim’in Fransa`ya sempatisi vardı Padişah, kurduğu okulların idaresi için özel bir kanunname hazırlattı Topçu okulunda Fransızca, mecburi ders olarak bir Fransız öğretmen tarafından okutuldu
Aynı okul için bir kütüphane kuruldu Harp sanatı ile ilgili fizik, topçuluk, matematik ve tahkimat dersleri okutuldu
Padişah III Selim ordunun ıslahı çalışmalarında, devlet adamlarının da, savaş sanatı ile ilgili Türkçe’ye çevrilen kitapları okumalarını tavsiye etmişti III Selim'in yenileşmeye verdiği önemle, Fransızca, Arapça ve Farsça’dan Türkçe’ye kitaplar çevrildi Yabancı dil öğrenen Türklerden, yabancı dilde kitap yazanlar oldu Böylece, Türkçe’nin de bir bilim dili olabileceği kanıtlanmış oluyordu İki önemli sözlük Kamus ve Burhan-ı Katı, Antepli Asım Efendi tarafından Türkçe’ye çevrildi
III Selim döneminde eğitime verilen önem özellikle askeri okulların kurulması ile sonuçlanmıştı Avrupa’ya öğrenci gönderilmedi ama, Avrupa başkentlerine elçi olarak gönderilenlerin yabancı dil öğrenmeleri ve bilgilerini arttırmaları isteniyordu Elçiler, bulundukları ülkelerle ilgili gözlemlerini Sefaretnamelerinde yazıyorlardı Elçilerin hazırladıkları sefaretnameler, Osmanlı gözüyle Avrupa’nın nasıl algılandığına ilişkin önemli belgelerdir
İrad-ı Cedit Hazinesi
Ordu ve donanmada yapılan yeniliklerin büyük mali desteklere ihtiyacı vardı Bu para, “İrad-ı Cedit” adıyla Nizam-ı Cedit’in bir bölümünü teşkil eden özel bir hazineden tedarik edilmiştir Padişah ve Islahat ekibi günlerce süren tartışmalardan sonra şu kararları almışlardır:
“Tersane, baruthane, tophane, topçu, lağımcı ocakları ve Levent çiftliği bostancıları (Nizam-ı Cedit Askerleri) için olduğu kadar, gelecekte devletin yapmak zorunda kalacağı harpler için de normal gelirlerin dışında kaynaklar bulmak gereklidir Bu yeni kaynakların gelirleri ne darphane hazinesine , ne de Enderun hazinesine konmayacaktır İrad-ı Cedit hazinesi adı altında yeni bir hazine kurulacaktır ”
200 000 kese değerinde olması kararlaştırılan bu hazinenin gelir kaynaklarını, halktan alınan özel resimler oluşturuyordu Gelirlerin hesaplanması için, çalışması ve önemi bir kanunname ile belirlenen İrad-ı Cedit Defterdarlığı kuruldu Talimli asker nazırının aynı zamanda İrad-ı Cedit Defterdarı olması da kararlaştırıldı
Yenilikler için özel bir hazine kurulurken, bir yandan da ekonomide tasarrufa gidildi Padişah yerli ürünlerin kullanılmasını tavsiye etmiş ve tasarruf için törenlerde devlet görevlilerinin birbirlerine hediye vermesini yasaklamıştı
İdare Alanındaki Düzenlemeler
III Selim, tahta çıktığı vakit imparatorluğun mülki idaresini de anarşi içinde buldu Padişah da; herkes gibi, anarşiden vezirleri sorumlu tutuyordu Vezirlerin tayininde liyakat ve ahlak aranmaz olmuştu Rüşvet, iltimas, hatır ve gönül vezir tayininde kaide halini almıştı Bir vilayete tayin edilen vezirin ilk düşündüğü şey, tayin için harcadığı parayı halktan koparmaktı
Ayanlık ve kadılık müesseseleri de en az vezirlik kadar bozulmuştu Bu olumsuz tabloya, devletin de kötü usul ve kaideleri eklenmekteydi İltizam usulü bunun en tipik örneğini oluşturmaktaydı Mültezimler, devletten “halkı soymak hakkını” satın alan kimseler olarak sayılırdı
Bu manzaranın ortadan kaldırılması için mülki ıslahatların yapılması bir zaruret olarak kabul edilmiştir
Anadolu ve Rumeli yirmi sekiz vilayet bölündü Vezirlerin sayısı da buna göre tespit edildi Ehliyetsiz, derebeyi ve devletin güvenini kazanmamış kişilere vezirlik verilmemesi için bir kanunname hazırlandı Vezirleri seçme hakkı yalnız padişaha ve sadrazama bırakıldı Vezirlerin memuriyet yerlerinde en az üç ve en çok beş yıl kalmaları uygun görüldü
İlçelerde ayanlar, eskiden olduğu gibi ahali tarafından usulü ile seçilecek ve bu seçime valiler müdahale etmeyeceklerdi Kadılar, şer-i mazeretleri olmadıkça memurluk yerlerine gitmemezlik yapamayacaklar; halktan, kanunnamelerin gösterdiği miktardan fazla para almayacaklardı
Başkent İstanbul’un yiyecek ihtiyacının karşılanması görevinin de, tüccarlardan alınarak, devlet tarafından yürütülmesine karar verilmişti Bu iş içinde, özel bir hazinesi olan Hububat Nazırlığı kuruldu
İdari düzenlemelerin bir bölümü de reayayı, yani Hıristiyan Osmanlıları ilgilendiriyordu Bunlar vergilerle ilgili idi Çünkü, vergi vermek istemeyen Hıristiyan halktan bazıları, ya başka devletin uyruğuna geçiyor veya elçiliklere tercüman olarak giriyorlardı Bunlar için elçiliklere gönderilen uyarıda, ihtiyaçtan fazla tercüman çalıştırılmaması duyurulmuştu Öte yandan, Avrupalı tüccarların imparatorluğun içinde ticaret yapmaları da engellendi Rus bayrağını çekerek ticaret yapan yerli Osmanlı Hıristiyanların, bu girişimi yasaklandı Yerli ticaretin gelişmesi için, önemli devlet adamlarının birer gemi alarak işletmeleri kararı alındı
Bu tedbirler, mülkiye yapısının eski esaslarını ve disiplinini tekrar kurmak gayesiyle alınmıştı Fakat disiplin, şekilden ziyade zihniyette aranması gereken bir özelliktir Eski ve çürümüş bir zihniyete aşılanacak yeni tedbirler önemi ne olursa olsun, istenen istikamette tam bir başarı sağlamak mümkün olmayacaktı
|