Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
doğuşu, hakkında, imparatorluğu, imparatorluğunun, osmanlı

Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu Osmanlı İmparatorluğu Hakkında Osmanlı İmparatorluğu

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu Osmanlı İmparatorluğu Hakkında Osmanlı İmparatorluğu



Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu Osmanlı İmparatorluğu Hakkında Osmanlı İmparatorluğu Tanımı
Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu Osmanlı İmparatorluğu Hakkında Osmanlı İmparatorluğu Osmânlı İmparatorluğu'nun Doğuşu
On dördüncü asrın başından yirminci asrın ilk çeyreğine kadar hüküm süren dünyâ târihinde şerefli ve en uzun ömürlü bir hanedânın kurduğu devlet Asr-ı seâdet ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinden sonra Hak ve adâlete riâyette en üstün seviyeye yükselen Türk Devleti

Osmanlı kudretinin doğuşu: Anadolu Türklüğünü yeniden birliğe kavuşturan, yayılmasını ve güçlenmesini sağlayan Osmanlı hânedânının ortaya çıkışı meselesi, Batı Anadolu'nun Uç bölgesinde yeni bir Türkiye'nin doğuşu ile sıkı sıkıya bağlıdır Osmanlı hânedânının mensup bulunduğu Oğuzların sağ kolu olan Günhan kolunun Kayı boyu, dokuzuncu milâdî asırdan îtibâren Selçuklularla beraber Ceyhun Nehrini geçerek İran'a geldi Rivâyetlere göre Horasan'da Merv ve Mahan tarafına yerleşen Kayılar Moğolların tecâvüzleri üzerine yerlerini bırakarak Âzerbaycan'a ve Doğu Anadolu'ya göç ettiler Bir rivâyete göre Ahlat'a yerleşen Kayılar oradan Erzurum ve Erzincan'a daha sonra Amasya'ya gelerek oradan Haleb taraflarına göç ettiler Bir kısmı Caber Kalesi civarında kalırken diğer bir kısmı Çukurova'ya gitti Çukurova'ya gelenler, daha sonra Erzurum civarında Sürmeliçukur'a vardılar Aralarında çıkan ihtilaf üzerine bir kısmı asıl yurtlarına dönerken, Ertuğrul ile kardeşi Dündar'ın emrindekiler, bir müddet Sürmeliçukur'da kaldıktan sonra, Moğolların batıya akınları üzerine Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubad'a mürâcaat ederek Karacadağ taraflarındaki Rum hududuna yerleştirildikleri söylenirse de bu, târihî hakikatlere pek uygun düşmemektedir

Gündüz Alp'i Ertuğrul Gâzinin babası olarak gösteren ve bugün ilim âleminde kabul edilen diğer bir rivâyete göre ise Gündüz Alp'in Ahlat'ta vefâtından sonra oymağın başına geçen oğlu Ertuğrul Gâzi buradan hareketle Erzincan'a ve oradan da Bizans sınırına yakın olmak gâyesiyle Karacadağ mıntıkasına gelmiştir Muhakkak olan bir şey varsa o da Ertuğrul Gâzi liderliğindeki Kayıların on üçüncü yüzyıl ortalarında Ankara'nın batısında bulunmalarıdır Sonraları, tahminen 1231 yıllarında, Sultan Alâaddîn'in kendilerine ıkta olarak verdiği Söğüt ve Domaniç'e gelip yerleşmişlerdir

Diğer taraftan Moğollar, Orta Asya Türklüğünü ve medeniyetini imhâ ederken, istilânın dehşeti karşısında, onların kılıcından kurtulan büyük göçebe kitleleri, şehirli âlim, tâcir, edebiyatçı ve sanatkârlar da Anadolu'ya sığınıyordu Muhâceret dalgaları Selçuklu hududunda eskiden beri mevcut göçebeler üzerine yeni Türk boylarını birbirine karıştırıyor ve uçlardaki yoğunluğu süratli bir şekilde artırıyordu Kaynakların kayıt ve tasvirine göre Âzerbaycan ve Arran (Karadağ) ovaları ile vâdileri karıncalar gibi kaynaşıyor ve göç dalgaları buradan Türkiye'ye akıyordu Böylece Moğollardan kaçan Türkmenler, Anadolu'ya nüfus ve hayâtiyet getiriyor ve siyâsî parçalanmaya rağmen bu memleket, yeni bir kudret kazanıyordu 1261'den îtibâren Moğol kontrolünün nispeten zayıf bulunduğu ve Türkmen nüfûsunun gittikçe kuvvetlendiği Kızılırmak'ın batısındaki bölgede (Kastamonu-Ankara-Akşehir-Antalya hattının batısında) uç beylikleri ortaya çıktı Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Denizli, Selçuklu-İslâm kültürünün yerleştiği uç merkezleri olarak yükselip Gâzi Türkmenlerin faaliyette bulunduğu en ileri uc bölgesiyle Selçuklu iç bölgesi arasında bir ara bölge haline geldiler Uc bölgelerinde ortaya çıkan Türkmen beylikleri arasında Konya'ya hâkim olan Karamanoğulları en kuvvetlisi görünüyor ve Selçukluların vârisi olduğunu iddia ediyordu Batı Anadolu'da Aydınoğulları devrin şartlarına göre mükemmel bir donanma kudretine sâhip bulunuyordu Göçebe bir kavmin süratle denizci olması ve Adalar (Ege) Denizini alt üst eden gazâlarıyla hayranlık uyandırması şaşılacak bir gelişmeydi Bu devir Anadolu'sunda yine mühim sayılabilecek bir güce sâhip bulunan Germiyanoğulları, Karesioğulları, Menteşeoğulları, Saruhanoğulları, Hamidoğulları ve Candaroğulları beyliklerinden her biri kendi hesabına yayılma mücâdelesine girişti Bunlar arasında Söğüt'te kurulan Osmanlı beyliği en mütevazi bir durumda bulunuyordu

Ertuğrul Bey, tahminen 90 yaşında olduğu halde, 1288'de vefât ettiğinde Osmanlı Beyliği; Karacadağ, Söğüt, Domaniç ve çevresinde 4800 kilometrekarelik mütevâzî bir toprak parçasına sâhipti Ertuğrul Beyin vefâtından sonra uçtaki Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla Kayı boyundan olduğu için Osman Bey hepsine baş seçildi Diğer Anadolu beyleri birbirleriyle uğraşırken Osman Bey, Bizansla mücâdele etti Bu sâyede 1288'de Selçuklu sultanının gönderdiği hâkimiyet alâmetlerini alan Osman Gâzi böylece kendi nüfuz mıntıkasını ve oradaki reayayı Bizans'a ve komşu beylere karşı koruma mesuliyetini yüklenmiş oldu Çevresine aldığı Samsa Çavuş, Konuralp, Akçakoca, Aykutalp, Gâzi Abdurrahmân gibi aşiret beyleriyle birlikte fetih hareketini başlatan Osman Gâzi kısa sürede İnönü, Eskişehir, Karacahisar, Yarhisar, İnegöl ve Bilecik'i zaptetti Bilecik'in fehti ve Osman Beyin beylik merkezini buraya nakletmesiyle; Anadolu Selçuklularında Moğollara karşı girişilen başarısız Sülemiş isyânı neticesinde Sultan Üçüncü Alâaddîn Keykubad'ın kaçması hemen hemen aynı târihlere rastladı Bu sebeple Selçuklu Devletinin başsız kalması neticesinde daha serbest hareket etmeye başlayan Osman Gâzi, istiklâlini îlân etti (27 Ocak 1300) Bölgenin ve Bizans'ın içinde bulunduğu durumdan istifâde eden Osman Beyin kuvvetleri Bursa önüne kadar akınlarda bulunuyordu Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve ve Leblebici kalelerinin fethinden sonra Osman Gâzi askerî harekâtın başına oğlu Orhan Gâziyi getirdi (1320) Osman Gâzi bundan sonra ölümüne kadar teşkilât meseleleriyle meşgul oldu 1324 veya 1326'da öldüğü tahmin edilen Osman Bey vefât ettiği sırada Bursa Osmanlıların eline geçti Bursa'nın zaptından sonra beylik merkezi buraya nakledildi ve şehir yeni binâlarla süslendi Gerçekte Selçuklunun târihten çekilmesiyle Anadolu bir virâne görünümünde idi Çünkü Moğolların Anadolu'daki tesiri hâlâ hissediliyordu Ancak Selçukludan kalan kıymetli hazineler vardı Bunlar din, dil ve alfabe birliğiydi Bunun rûhu da gazâ aşkı idi Osmanlı bunların hepsini kendisinde toplamıştı Dil, din ve alfabe birliği sâyesinde halk sınır tanımıyordu Gazâ aşkı ve şehit olma isteği her an Hıristiyanlarla gazâ eden Osmanlı Beyliğine büyük fırsatlar verdi İşte bu aşk ve şevkle diğer beylerin tebası Osman eline göç etti veya en azından onların muvaffakiyeti için gönülden duâ etti Âlimler de aynı yolu tâkip ederek, Edebali, Dâvûd-ı Kayseri, Dursun Fâkih gibi büyükler Karaman ülkesinden kalkıp, Osmanlı toprağına kondular ve kültür faaliyetlerini başlattılar

Orhan Gâzi devrinde Bizans'a karşı kazanılan Pelekanon Muhârebesinden sonra İznik fethedildi (1330) Orhan Gâzinin 1361'e kadar olan hükümdarlığı devresinde Osmanlı Devleti kardeş beyliklerin üzerinde hâkim bir güç hâline geldi Daha önce Ege ve Rumeli'de Karesi, Saruhan ve Aydınoğulları gazâ hareketinin öncüleri durumunda idiler Ancak Karesi beyliğinin ilhâkı ve Aydınoğlu Gâzi Umur Beyin Haçlı saldırıları karşısında İzmir Limanını kaybetmesi üzerine bu bölgedeki gazâ liderliği Orhan Gâziye geçti Bu sırada Bizans'ta başgösteren iç savaş ve Kantakuzen'in Gâzi Beylerle ittifakı Türklerin Rumeli'ye geçişini kolaylaştırdı Orhan Gâzinin oğlu Süleyman Paşanın destanlara konu olacak mâhiyette gerçekleştirdiği Rumeli'ne geçiş, Türk târihinin en büyük hâdiselerinden biri oldu Evvela Çimbe Hisarını ele geçiren Süleyman Paşa burayı bir üs olarak kullanmaya başladı Daha sonra Biga'da topladığı orduyu Güney Marmara kıyısında Kemer limanından gemilerle karşıya naklederek Bolayır'ı zaptetti Ardından kuvvetlerini iki kola ayırarak bir taraftan Gelibolu'ya öbür yandan da Trakya'ya karşı iki uç kurdu ve muntazam gazâ akınlarına başladı 1354 yılında Gelibolu'nun zaptı ile bu ilk Rumeli fâtihleri yarımadanın fethini tamamladılar 1357'de veliaht Süleyman'ın ve ardından Sultan Orhan Gâzinin vefâtları Rumeli'deki fetihlerin bir müddet durmasına sebep oldu ise de Sultan Birinci Murâd (1361-1389) Anadolu'da birliği sağladıktan sonra tekrar Rumeli cihetine yönelerek Osmanlıların Avrupa'da sağlam bir şekilde yerleşmesini sağladı 1362'de Edirne fethedildi Haçlı kuvvetlerine karşı 1364'de Sırpsındığı, 1371'de Çirmen zaferleri kazanıldı Bu fetih ve zaferlerin sonunda Osmanlılar katî olarak Avrupa'da yerleştiler ve tesir sâhaları bütün Balkanları içine alan bir genişliğe erişti Bulgaristan ve Sırbistan Osmanlıları metbu olarak tanıdı Osmanlı kuvvetleri, üç koldan harekâta devamla Kuzey Makedonya, Niş, Manastır, Sofya ve Ohri'yi aldılar Diğer taraftan Anadolu'da Türk birliğinin sağlanması için mücâdele veriliyordu Hamidoğulları Beyliğinden Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Germiyanoğullarından da Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav ve çevresinin Osmanlılara geçmesi, Karaman-Osmanlı münâsebetlerini gerginleştirdi Çok geçmeden de iki devlet arasında harp çıktı Ancak Karaman kuvvetlerini bozguna uğratan Osmanlılar bir müddet için bu beyliğin saldırılarından emin oldular Öte yandan Osmanlıları Balkanlardan atmak üzere, Sırp, Bosna, Macar, Ulah, Arnavut, Leh ve Çek kuvvetlerinden oluşturulan büyük Haçlı kuvvetlerinin, 20 Haziran 1389'da Kosova'da yok edilmesi târihe, örnek imhâ hareketlerinden biri olarak geçti Türk târihinin mühim hâdiselerinden biri olan Kosova Meydan Muhârebesi, Doğu Avrupa'nın mukadderâtını da tâyin etti Balkan Yarımadasını asırlar boyunca Türk hâkimiyeti altına koyan bu zafer sonunda, Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr bir Sırplı tarafından şehit edildi

Ertuğrul Gâzinin oğlu Osman Gâziye bıraktığı 4800 kilometrekarelik beylik 43 yıl içinde 3 mislinden daha fazla büyüyerek 16000 kilometrekareye ulaştı Orhan Gâzi ise babasından devraldığı devletini 6 kat daha büyüterek 95 bin kilometrekareye çıkardı Nihâyet Murâd-ı Hüdâvendigâr 1361-1389 yılları arasında devletini beş misli daha büyüterek 500 bin kilometrekareye yükseltti Artık aşiretten beyliğe geçen Osmanlı Devleti imparatorluğa hazırlanıyordu ve gâyesini de çizmişti

Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyânız kim
Muhammeddir serâpâ mâyemiz hûn-i şehâdetten
Biz ol âlî-himem erbâb-ı cidd-ü ictihâdız kim
Cihângîrâne bir devlet çıkardık bir aşiretten
Gerçekten de bir aşiretten cihangir bir imparatorluğa giden yolda Osmanlı hânedan mensuplarının kudret kaynakları incelenecek olursa devletin temelleri ve şaşırtıcı yükselişi daha iyi anlaşılır Nitekim, Fransız târihçisi Grengur da "Bu yeni imparatorluğun teessüsü, beşer târihinin en büyük ve hayrete değer vakalarından biridir" demektedir

1 Osman Gâzî ve haleflerinin gerçekleştirdiği fetihler Anadolu halkı için yeni bir gazâ ve yerleşme sâhaları açmakta idi Osmanlıların dâimî olarak cihadla meşgul olduğunu gören Anadolu'da yiğit ve savaşçı gâziler gittikçe artan bir sayıda Rumeli uclarına intikal ediyordu

2 Samsa Çavuş, Konur Alp, Akçakoca, Aykut Alp, Gâzi Abdurrahman, Hacı İlbeyi ve Evranos Gâzi gibi hareket serbestisi olan, emirlerin idâresinde toplanan kuvvetler, devamlı taarruz ve ilerlemeyle yeni hatlara yerleşiyorlar ve akınlar devam ediyordu

3 Fethedilen bölgelere, Anadolu'dan göçen yörük ve köylü kitleleri, alp-erenler, dervişler, ahîler öncülük etmekteydiler Onlar gâzîlerin yanında hattâ bazan ilerisinde zâviyeler kurarak sonradan gelen köylüler için tutunma ve toplanma merkezleri meydana getiriyorlardı

4 Anadolu'dan gelen fakir köylülerle ırgatlar, zâviye etrâfında ekseriyâ derviş adı altında, bâzı yükümlülüklerden muaf olarak toprağı işlemekte ve bir Türk köyünün doğmasına yol açmakta idiler Nitekim Trakya'da köy adlarının büyük çoğunluğu bu gibi derviş, şeyh veya fakihlerin isimlerini bugün bile taşımaktadır

5 Osmanlı fetihleri yalnız kılıçla değil, daha çok istimâlet denilen uzlaştırıcı ve sevdirici bir politika netîcesinde gerçekleşmekteydi Osmanlı idâresinin İslâm şerîat hükümleri çerçevesinde gayr-i müslimlere can ve mal güvenliğiyle dinlerinde serbestlik tanıması, onların gitgide İslâmiyetle şereflenmelerine yol açıyordu Yine bu durumun neticesi olarak çok defâ, geniş bölgeler, şehir ve kasabalar kendiliğinden Osmanlı hâkimiyetini tanımakta idiler

6 Osmanlılar Anadolu'da Hıristiyan varlıklarını ve idâre tarzlarını bozmayarak onları kendi nüfuzları altına aldılar Bu müsâdeyi Rumeli'de daha geniş sûrette ve onların eski varlıklarını muhâfaza etmek üzere tatbik ettiler Baştan başa Hıristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarımadası halkı kısa zaman içinde bu tarzdaki âdilâne hareket ve idârî siyâsetteki incelik sâyesinde İslâmiyeti seçti

7 Balkanlarda Bizans İmparatorluğunun bozulmuş olan idâre tarzı neticesinde, ağır ve keyfî vergiler, soygunlar ve asâyişsizlik yayılmıştı Buna mukâbil Türklerin disiplinli hareketleri, feth edilen yerlerin halkına karşı adaletli, şefkatli ve taassuptan uzak bir siyâset tâkip etmeleri, vergilerin tebaanın ödeyebileceği şekilde tertip edilmiş olması ve bilhassa mutaassıp Ortodoks olan Balkan halkını Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdit edenlere karşı Türklerin buralardaki unsurların dînî ve vicdânî hislerine hürmet göstermeleri, Balkanlıların Katolik tazyikine karşı Osmanlı idâresini bir kurtarıcı olarak karşılamalarına sebep oldu

8 Osmanlı fetihlerinin en bâriz vasfı gelişigüzel, sergüzeşt ve çapul şeklinde değil, bir program altında şuurlu bir yerleşme hâlinde tecelli etmiş olmasındandır Bu da fethedilen yerlerdeki halkın hoşnutluğuna ve yeni idâreden memnun olmalarına yol açtı Fetih programının esaslarından biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve mühim şehir ve kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirilerek yerleştirmek sûretiyle muhtelif kısımlara ayrılıp şehir ve kasabalarda derhal ilmî ve ictimâî müesseseler vücûda getirilmiştir

9 Nihâyet Balkan fetihlerinin gelişmesinde ve istikrarında, asırlarca evvel Balkanlara gelerek yerleşen ve daha sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş olan fakat Türklüğünü unutmayan Peçenek, Kuman, Gagavuzlar ile Vardarların da etkili olmaları ihtimâl dâhilindedir

Osmanlı Beyliği daha kurulduğu andan îtibâren askerî, adlî ve mâlî teşkilâtla işe başladı Bilhassa askerî işlere fazla ehemmiyet verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazırlandı Fakat bu zâhirî kudret tamâmen ayrı dinde olan yabancı bir bölgede yâni Balkanlarda yayılma ve yerleşme için kâfi değildi Ancak bu iş daha çok mânevî ve rûhî sebeplere öylesine göz kamaştırıcı bir hızla ve şuurlu bir biçimde oldu ki, bugün dahi düşünenleri hayretler içinde bırakmakta ve 20 asırda dahi misli görülmemiş bu hareket, dün olduğu gibi bugün de yerli yabancı nesillerin hayranlığını çekmektedir Nitekim zamânın târihçi, düşünür ve ilim adamları bu hususta şunları söylemektedirler:

" Osmanlıların hoşgörüleri, ister siyâset, ister hâlis insaniyet neticesiyle meydana gelmiş olsun, Osmanlıların yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken dîni, hürriyet ilkesinin siyâsetinin temel taşı olarak kabul eden ilk millet olduğu îtiraz kabul etmez bir durumdur Hıristiyan dünyâsındaki arası kesilmeyen Yahûdi ta'zibâtı ve engizisyona rağmen, muâvenet mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnâsında Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idâresi altında ahenk ve vifak, uygunluk, içerisinde yaşıyorlardı" (Gibbons)

" Kur'ân-ı kerîmi tanıyanların zihnine ve hâfızasına nakşedilmiş olan prensipler, onları yeryüzündeki insanların en insâniyetlisi en hayırseveri hâline getirmiştir Bütün bu faziletlere rağmen Ecnebilerin (Avrupalıların) barbar demesi, yırtıcı bulması, savaşlarına göre hüküm vermesinden ileri gelir Gerçekten Müslümanlar canlarını esirgemeden savaşırlar, düşmanları aynı zamanda dinlerinin de düşmanıdır Bu şecâat Türklere sâdece dinlerinden değil, aynı zamanda millî karakterlerinden gelir Ama bir milletin gerçek karakteri savaş alanının silah gürültüleri arasında tâyin edilemez Türkleri gerçekten tanımak isteyenler, onların faziletlerini değerlendirmeli, törelerin karakter ve fiillerindeki tesirlerini muhâkeme etmeli, onları barış zamânındaki örf ve âdetleri içinde incelemelidir Filhakika Türkler, savaşta ne kadar sert, ne kadar mağrûr ve yırtıcı iseler, barışta da o kadar sâkindirler En büyük kahramanlıkları gösteren, gözlerini kırpmadan ateşe atılan bu insanlar, günlük hayatlarına döndükleri zaman gerçek karakterlerini alırlar O zaman onların beşerî duygularla dolu hayırsever kimseler olduğu anlaşılır Bu duygu bütün Türklere şâmildir Hepsinin de rûhuna öylesine derin bir şekilde işlemiştir ki, savaşta birer cesâret timsali olan bu kimseler, barışta fakir babası, düşkünün dostu olurlar İçlerinde en kötüsü en hasisi bile yine de bir vazife olarak iyilik etmekten çekinmez" (D'ohsson)

Netice olarak Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir ahenk, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezada müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletler arası en kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleri ile "Nizâm-ı âlem" üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, millî, İslâmî ve insânî esaslara bağlı bulunan bir cihân hakimiyeti düşüncesine dayanıyordu

Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehdîdlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu Osmanlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîni ve onun cihâd rûhundan alıyordu Şeyh ve evliyânın himmetleri ile yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa'ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli'ne yayılıyordu Bu arada Osmanlı Devletinin kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır Osman Gâzi ve haleflerinin etrâfı din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır

Nitekim Osman Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî'ye intisâb ederek her hususta onunla istişârede bulunurdu Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tasviye etti Osman Gâzinin bütün Osmanlı sultanlarının bir anayasa olarak kabul ettikleri ve uyguladıkları, vasiyetnâmesinin özü şu şekildedir

"Allahü tâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî'at ulemâsından sorup anlayasın İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri'âyet eyle ki, şerî'at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şerî'at ehlinden uzaklaşma Bizim mesleğimiz Allah yoludur Ve maksâdımız Allah'ın dînini yaymaktır Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik dâvâsı değildir Sana da bunlar yaraşır Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!"
Cihân Hâkimiyyetine Doğru (1389-1451);
Sultan Murâd Hüdâvendigâr'ın şehit olması üzerine cesâreti ve savaş ânında fevkalâde süratli hareketi yüzünden "Yıldırım" lakabıyla anılan oğlu Bâyezîd Han tahta çıktı 1390 ve 91'de iki defâ Anadolu Seferine çıkan Yıldırım Bâyezîd, Saruhan, Germiyan, Menteşe, Aydın, Teke ve Hamidoğullarının topraklarını sınırlarına kattı Karamanoğulları arâzisinin büyük bölümünü alırken beyliğe dokunmadı 1391'de Eflak Seferine çıktı Eflak ordusunu mağlup ettikten sonra Osmanlı ordusu Tuna'nın öbür yakasına geçti Selanik alındı Mora üzerine giden akıncı kolları sınırı hızla genişletirlerken Macar Kralı Sigismund emrindeki Haçlılar Niğbolu önlerine geldiler Haçlıların gâyesi Osmanlı Türkünü Avrupa'dan hatta Anadolu'dan atarak Kudüs Krallığını yeniden kurmaktı Ancak Avrupa'nın irili ufaklı bütün milletlerinin Kudüs'e kadar uzanan yolda daha ilk ciddî imtihanı vermek üzere Niğbolu'ya saldırdıkları sırada Bâyezîd Han harekete geçti Niğbolu muhârebesi sonunda Haçlıların zâyiatı 100 bin ölü ve 10 bin esir oldu Niğbolu Muhârebesinde Türkleri ilk defâ tanıyan ve Yıldırım'ın kumandanlığına ve kahramanlığına hayran olan Korkusuz Jean, esâretten kurtulursa bir daha Türklere karşı kılıç çekmeyeceğine yemin etmişti Buna karşılık Yıldırım Bâyezîd Han; "Bir daha benim aleyhimde silah kullanmamak için yaptığınız yemini size iâde ediyor, sizi silahlarınızı elinize almaya ve bütün Hıristiyanları bize karşı toplamağa dâvet ediyorum Bu sûretle bana yeni zaferlerle şan ve şeref kazandıracaksınız" diyerek kendi kudret ve cihâd düşüncesini ortaya koyuyordu

Niğbolu Zaferinin en önemli sonucu Bizans için bütün ümit kapılarının kapanmış olmasıydı Artık Avrupa'dan hiçbir yardımın gelmesi beklenemezdi Bundan sonra Yunanistan'a sefer düzenleyen Yıldırım Bâyezîd, Atina ve Mora'yı aldı Hazret-i Peygamberin müjdesine kavuşmak üzere İstanbul'u iki defâ sıkı bir kuşatma altına aldı ise de bunlardan birincisine Niğbolu Seferi, ikincisine ise Tîmûr Han mâni oldu Fakat Hıristiyan batıya gâlip gelen Osmanlılar kendileri gibi Türk ve İslâm olan doğuya mağlup oldular Kendisini Cengiz'in mîrasçısı olarak gören ve Cengiz İmparatorluğu topraklarının tamâmına hâkim bir İslâm devleti kurmak isteyen Tîmûr, Altınordu Hanlığı gibi Ankara civârında 20 Temmuz 1402'de Osmanlı Devletine de büyük bir darbe vurdu ve Anadolu'yu tekrar parçaladı Bu yenilginin sebepleri arasında karşı tarafın da askerlik fenni ve yiğitlik bakımından bu taraftaki Türk'e eşit olması yanında Osmanlıların o sırada henüz Anadolu'da birliği sağlayamamış olmalarının rolü büyüktü Anadolu beyliklerine son verilmişse de beylik yapısı tam olarak ortadan kaldırılamamıştı Bununla beraber Tîmûr'un devleti onun ölümüyle dağılacak fakat Osmanlıların kurduğu devlet aradan on yıl geçtikten sonra bütün şevket ve azametiyle devam edecektir

Yıldırım Bâyezîd'in Ankara Muhârebesinde esir düşmesi ve çok geçmeden de esaret hayâtına dayanamayarak kederinden vefât etmesi üzerine (Mart 1403) şehzâdeleri arasında taht kavgaları başladı 1403'ten 1413 yılına kadar devam eden ve fetret devri denilen bu süre sonunda kardeşleri Îsâ, Mûsâ ve Süleyman çelebilere gâlip gelen Mehmed Çelebi, Osmanlıları tekrar bir idâre altında toplamaya muvaffak oldu 1413-1421 yılları arasında tek başına Osmanlı tahtını temsil eden Sultan Çelebi Mehmed, giriştiği muhârebelere bizzat katılmakla meşhur oldu Bu muhârebelerde yara alan Pâdişâh, azimli, cesâretli, dirâyetli ve kadirşinâstı Zamânında affetmesini ve kalp kazanmasını bilirdi Aydınoğulları; Candaroğulları ve Karamanoğullarını itâat altına aldı Fetret devrinde elden çıkan Rumeli'deki toprakların büyük bölümüne yeniden sâhip oldu Şeyh Bedreddin ve Mustafa Çelebi isyanlarını bastırdı 35 yaş gibi devletine en verimli olabileceği çağda kalp krizinden vefât etti (1421) Sultan Çelebi Mehmed, oğlu İkinci Murâd'a âdetâ yeniden kurarak sağlam temellere oturttuğu bir devlet bıraktı Bu sebeple kendisi, devletin ikinci kurucusu olarak bilindi

Kahramanlığı yanında bir gönül adamı olan Sultan Murâd Han, 1430'da Selanik ve Yanya'yı fethetti Varna ve Kosova'da Haçlılara karşı giriştiği mücâdelede Türk târihine altın harflerle geçen iki büyük zafer kazandırdı Sırp despotluğunu ortadan kaldırdı Kazandığı zaferler ve fetihler neticesinde devleti her zamankinden daha kuvvetli bir hâle getirdiği gibi İstanbul'un fethini de yakın bir imkân hâline soktu Bu hükümdâr devrinde Osmanlı merkezi ilmin ve kültürün de merkezi oldu Beyliklerdeki kültür faaliyetleri Osmanlı payitahtına taşındı ve her sâhada pekçok eser yazıldı Bilindiği kadarı ile Osmanlı hükümdarları içinde adına en çok eser yazılan, Türkçecilik cereyânını destekleyen, âlimlere ve tarîkat ehline hürmet gösteren bu pâdişâh, tezkirelerdeki kayıtlara göre şâir pâdişâhların da ilkidir

Ayrıca gâzi ve âdil Sultan Murâd Han geride her yönüyle sağlam temellere oturmuş kudretli bir devlet bıraktı 1451 yılında vefât etti

1402-1413 yılları arasında şehzâdeler arası saltanat mücâdelelerinin hüküm sürdüğü fetret devri bir yana, Sultan Yıldırım Bâyezîd'in tahta çıkmasından Sultan İkinci Murâd Hanın vefâtına kadar geçen zaman (1389-1451), Osmanlı İmparatorluk temellerinin atıldığı bir devir olarak göze çarpar Osmanlı Devletinin Tîmûr darbesine mâruz kalmasına ve bölünüp parçalanmasına rağmen 50 yıl içerisinde bir imparatorluk hâline gelmesinin sebepleri şunlardır:

1 Daha önce Osman, Orhan ve Murâd-ı Hüdâvendigâr gâzilerde görüldüğü gibi devleti idâre edecek olan şehzâdelerin yetiştirilmesine fevkalâde dikkat gösterilmesi Ayrıca devrin en yüksek âlimlerinden din ve fen derslerini alan şehzâdelerin, aynı zamanda savaşlara katılıp askerlik ve kumandanlık vasıflarını geliştirerek, babalarının yerini tutacak değere ulaşmaları

Nitekim babasıyla birlikte Rumeli ve Anadolu'daki bütün savaşlara katılan Yıldırım Bâyezîd'in hükümdâr olduktan sonra da ömrü İslâmiyeti yaymak için geçti Batılı târihçiler onun için "Yıldırım Bâyezîd bütün târihin en büyük kumandanlarından biridir" (Benoist) ve "Yıldırım'ın dünyâ hâkimiyetine doğru gittiğini görüyoruz Ülkesinde demir bir disiplin, mükemmel bir nizam ve âsâyiş mevcuttur" (Lorga) demektedirler Gerçekten Yıldırım'ın 13 yıl gibi kısa bir zamanda babasından devraldığı 500000 kilometrekarelik ülkeyi 942000 kilometrekareye ulaştırması onun büyük bir kumandan olduğunu göstermektedir

Yıldırım Bayezîd Hanın Ankara Muhârebesi sırasında vaziyetin kötüye gittiği bir sırada Tîmûr kuvvetleri üzerine kasırga gibi atılan bir birliğe gözü takılır ve yanındaki kumandanlara; "Kimdir bu gelenler?" diye sorar Yanındakiler; "Pâdişâhım, bunlar oğlunuz Şehzâde Mehmed'in kuvvetleridir" derler Bunun üzerine Yıldırım; "Berhudâr olsun Kader hükmünü nasıl olsa icrâ edecek Benim tahtım ona yâdigâr olsun Onda, parçalanacak Osmanlı ülkesini birleştirecek cevheri görüyorum" demiştir

Gerçekten de Bâyezîd'in 14 yaşındaki en küçük oğlu Şehzâde Çelebi Mehmed, Amasya'da saltanatını îlân edecek ve ağabeylerine karşı giriştiği mücâdeleyi kazanıp Osmanlı birliğini sağlayacak ve oğluna güçlü bir devlet bırakacaktır Memleketi ve milleti bunca belâdan, fitneden, düşman tehlikesinden ancak parlak bir zekâ, yüksek bir kâbiliyet ve karakter kurtarabilirdi İşte bütün bunlar Şehzâde Mehmed'de henüz daha 14 yaşındayken toplanmıştı Târihçiler onu; "Birinci Mehmed, kerîm, halîm ve fevkalâde kuvvete mâlikti" yine; "Çelebi Mehmed, cömert, dostlarına dost, din ve devlet düşmanlarına karşı gâyet şedid idi" cümleleriyle tavsif etmektedirler

Sultan Çelebi Mehmed'in ölümü ile, henüz 18 yaşında Osmanlı tahtına çıkan oğlu Şehzâde Murâd saltanatın başında devleti parçalayabilecek gâileler (amcası Çelebi Mustafa ve kardeşi Küçük Mustafa Çelebi hâdiseleri) ile karşı karşıya kaldı Ancak o, devlet üzerinden bu tehlikeleri bertaraf ettiği gibi gerçekleştirdiği fetihlerle imparatorluğun temellerini atmaya muvaffak oldu Yetişmesine fevkalâde dikkat ve ihtimam gösterdiği ve Hacı Bayram-ı Velî'den İstanbul'u fethedeceği müjdesini aldığı oğlu Şehzâde Mehmed'i idâresini görmek için 13 yaşında tahta çıkardı Osmanlı tahtında çocuk bir pâdişâhın bulunmasını fırsat bilerek bütün kuvvetlerini birleştiren Avrupa, Türkler üzerine yürürken baba ile oğul sultan arasındaki şu yazışmalar târihe geçti Oğlu Mehmed'in ordunun başına geçmesi çağrısını, Murâd Han reddetti ve devleti, milleti korumanın onun görevi olduğunu söyledi Bunun üzerine Şehzâde Mehmed, babasına; "Eğer pâdişâh biz isek size emrediyoruz, gelip ordunun başına geçin! Yok siz iseniz gelip devletinizi müdâfaa edin!" şeklinde hitâb ederek ordunun başına geçmesini sağladı Varna'da düşmanı bozguna uğrattıktan sonra; kendisini tebrik edenlere; "Zafer oğlumuz Mehmed Hanındır Biz onun emrinde bir kumandanız" şeklinde verdiği cevap pek mânidardır

Görüldüğü üzere Osmanlı şehzâdeleri 13-14 yaşlarına geldiklerinde bir imparatorluğu idâre edecek her türlü bilgi ve kâbiliyete sâhip bulunuyorlardı

2 Tîmûr fırtınasına uğrayan Osmanlı-Türk Devleti târihte Fetret devri diye anılan ve 12 sene devam eden şehzâdeler kavgasına sahne olduktan sonra daha sağlam bir şekilde yayılmaya ve yükselmeye başladı Bu durum Osmanlı Devletinin bir cihan hâkimiyetine doğru sağlam temeller üzerinde kurulduğunu ve teşkilâtlandığını göstermektedir

Osmanlı İmparatorluğunun kudret kaynaklarından en önemlisi hiç şüphesiz merkeziyetçi bir devlet oluşu idi Osmanlılardan önceki Türk kağan ve sultanları devleti hânedânın müşterek malı kabul ettikleri için hânedâna mensup şehzâde ve beyler arasında saltanat mücâdeleleri eksik olmuyordu Her ne kadar âilenin en büyüğü ulu bey ünvanıyla merkezde oturuyor ve devletin diğer bölgelerinde hüküm sürenler ona bağlı bulunuyorlar ise de, bu gibi durumlarda devletin birliği ancak kudretli şahsiyetler sâyesinde devam edebiliyordu Devlet merkezinde en küçük bir zaafın vukû bulması durumunda eyâletlerdeki şehzâdeler veya kudretli beyler derhal istiklal mücâdelesine girişiyorlardı

Türk târihinde ilk defâ olarak, Osmanlıların merkeziyetçi bir devlet sistemiyle meydana çıkması büyük bir siyâsî inkılâb oldu Osmanlı hânedanı, diğer Anadolu beyleri gibi, menşeî göçebe olduğu ve millî ananeleri muhâfaza ettiği halde, devletin taksim edilmez mukaddes bir varlık olduğunu kavramış, sağlam ve istikrarlı bir devlet cihazı vücûda getirmeğe muvaffak olmuştu Rivâyete göre Osman Gâzi ölünce Orhan Gâzi hükümdarlığı kardeşi Alâaddin Paşaya teklif eder Fakat Alâaddin Paşa "Gel kardaş ataların duâsı ve himmeti senünledür Anunçün kendü zamânunda seni askere koşdılar ve hem bu azîzler dahi bunu kabul itdiler" cevâbıyla hâkimiyeti daha layık olan Orhan Gâziye bıraktı Böylece Osmanlı Beyliği daha kuruluşunda bir saltanat mücâdelesinden, taksim ve sarsıntıdan kurtulmuş oldu

Ancak Birinci Murâd Anadolu'da meşgulken Rumeli kuvvetlerinin başında bulunan Şehzâde Savcı, babasına karşı tehlikeli bir harekete girişti Onun Bizans Prensi Andronikos'la birleşmesi bir ibret dersi oldu "Fitne kıtalden daha şiddetlidir" düşüncesiyle hareket eden Murâd Han oğlunu öldürttü ve böylece Osmanlı târihinde ilk şehzâde katli hâdisesi meydana geldi Mücâhid ve âdil pâdişâh Murâd-ı Hüdâvendigâr şehit olunca yerine geçen Yıldırım Bâyezîd de, aynı düşüncenin mahsulü olarak kardeşi Yâkub Çelebi'yi bertaraf etti Fâtih Sultan Mehmed ise, bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde, kendi adını taşıyan kânunnâmeye; "Her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdür Ekseri ulemâ dahi tecviz itmişdür; anunla âmil olalar" maddesini koyarken, âlemin nizâmı ve devletin kudsiyeti gâyesini düşünmüş ve Osmanlılara âit bir zarûreti ve örfü kânunlaştırmıştır Pâdişâh olmak düşüncesiyle hareket eden şehzâdeler kendilerini en iyi şekilde hazırlıyorlardı On altıncı yüzyılın başlarından îtibâren bu düşünce terk edilince, şehzâdeler vezirlerdeki fikir ayrılıklarına göre yönlendirildiler Sultan Birinci Mustafa tahtı istemediği halde pâdişâh oldu Sultan İkinci Osman bu ayrılıklar sebebiyle öldürüldü Bu durum Sultan Abdülaziz'in ölümüne kadar gidecek ve Osmanlı Devletinde vezirler hâkimiyeti ortaya çıkacaktır Gerçekte şehzâdenin şehzâde ile değil de vezirlerle mücâdelesi de devlet için bir bahtsızlık olmuştur

Pâdişâhlar ve âlimler gibi halk da, nizâm-ı âlem düşüncesi, din ve devletin bekâsı kaygısı ile zarûret hâlinde kardeş katlini tasvip ediyordu Kânûnî devrinde Türkiye'ye gelen İmparator Ferdinand'ın elçisi Busbecq; "Müslümanlar, Osmanlı hânedânı sâyesinde ayakta duruyorlar Hânedân yıkılırsa din de mahvolur Bu sebeple hânedânın, din ve devletin selâmeti ve bekâsı evlâttan daha mühimdir" kanâatının yaygın bulunduğunu bildirmektedir Tîmûr'un oğlu Şahruh'un Çelebi Sultan Mehmed'e yazdığı bir mektupta; "Süleymân Bey ve Îsâ Bey ile mücâdele ettiğinizi ve Osmanlı töresince onları bu fâni dünyâdan uzaklaştırdığınız haberini aldık Ama birâderler arasında bu usul İlhânî töresine münâsip değildir" sözüne karşılık Çelebi Mehmed; "Osmanlı Pâdişâhları başlangıçtan beri tecrübeyi kendilerine rehber yapmışlar ve saltanatta ortaklığı kabul etmemişlerdir On derviş bir kilim üzerinde uyur Lâkin iki pâdişâh bir iklime sığmaz Zîrâ etrafta din ve devlet düşmanları fırsat beklemektedir Nitekim mâlum-ı alîleridir ki, pederinizin arkasından (Ankara Savaşı) kafirler fırsat buldu Selanik ve başka beldeler Müslümanların elinden çıktı" diyerek cevap vermiştir

Yine Cem Sultanın ülkeyi paylaşma teklifine karşı İkinci Bâyezîd'in "Bu kişver-i Rûm bir Ser-i Pûşîde-i arus-i pür nâmustur ki, iki dâmâd hutbesinde tâb götürmez" (Osmanlı Devleti öyle bir başı örtülü nâmuslu bir gelindir ki, iki dâmâdın talebine tahammül edemez) cevâbı Osmanlıların nizâm-ı âlem mefkûresine bağlılıklarını göstermektedir Bâyezîd Han bu cevâbıyla saltanatı nâmusun timsali olan geline benzetmiş, taksim edilemeyeceğine dâir nâmus ve kudsiyet duygularını belirtmiştir Bu ifâde sonraları "Arus-ı saltanat taksim kabul etmez" şeklini alarak ata sözü şeklini almıştır

3 Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminde ikinci önemli husus timar sistemidir Büyük Selçuklular geniş askerî iktaları kendilerine bağlı Türkmen beylerine veya sarayda yetişen köle kumandanlara veriyorlardı Ancak bu Türk kumandanları, devletin zayıflamasıyla birlikte, kudretleri artan Selçuklu İmparatorluğu içinde yeni devletler ve atabeylikler meydana çıkarıyor böylece devlet kısa bir süre sonra üç beş parçaya bölünebiliyordu Osmanlılar ise, Selçuklulardan mîras aldıkları bu mîri toprak rejimini çok daha ileri ve mâhirâne metodlarla kemâle erdirdiler Bunun üzerine kurulan timar (ikta) usûlü Osmanlı ordusunun temeli olurken, Türk askerleri (Sipâhiler) sancak beylerinin emrinde fakat pâdişâha bağlı bir durumda idiler Zîrâ askerlerin mâişetlerini sağlayan timarları ve sancak beylerinin zeametleri de pâdişâh tarafından veriliyordu İşte büyük Osmanlı ordusunun esasını bu timarlı askerler teşkil ediyor ve merkezdeki yeniçeriler ancak 10000-20000 arasında değişiyordu

Diğer taraftan köylüler arasında timar sisteminin meydana çıkardığı huzur ve ahengi, şehirde sanâyi, ticârî ve iktisâdî faaliyetleri tanzim eden esnaf teşekkülleri sağlıyordu Ahilik adı verilen teşkilatlar sâyesinde şehir esnafı ve halkı devletin hiç bir tesiri olmadan kendi kendisini idâre ediyor, en küçük bir meslekî suistimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı bir harekete fırsat verilmiyordu

4 Cihan hâkimiyeti ve dünyâ nizamı dâvâsını gâye edinen Osmanlılar hukuk sahasında da yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı İslâm dîni ve şerîate bağlılıkta hiçbir kusur işlemeyen Osmanlılar, hudutsuz İmparatorluk ülkesinde yaşayan çeşitli kavim, din, kültür ve örflere sâhip toplulukları idârede aslâ İslâm hukûkuna aykırı hareket etmiyor, çıkardıkları kânun ve fetvâlarla imparatorluk nizamını sağlıyorlardı Osmanlı İmparatorluğuna kudret, istikrar ve uzun bir ömür veren unsurlardan biri hukukî anlayış ve nizâm idi Bu sebeple Osmanlılarda çok kuvvetli olan kânun ve nizam şuuru, devlet gibi mukaddesti Bu hususta yabancı seyyah ve elçilerin müşâhedeleri ve eserleri hayranlık verici misallerle doludur Osmanlı hukuk ve kânun nizamına bağlılıkta birinci vazife, pâdişâhlara âit olup, bunlar şerîate aykırı en küçük bir tasarrufta bulunamazlardı Neticede bu gâzi ve muhteşem pâdişâhlar, millî ve İslâmî mefkûreleri, yüksek zekâ ve enerjileri, din ve devlet mülk ve millet uğrunda sonsuz fedâkarlıkları, adâletleri, tevâzuları, basîretli siyâsetleri, büyük din ve devlet adamlarını, büyük dâvâ istikâmetinde toplamaları sâyesinde sağlam bir devlet kurdular Bu durumda normal veya zayıf pâdişâhlar zamânında bile bu yüksek devlet makinası asırlarca hayâtiyetini devam etttirmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.