Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çocuklar, çocuklara, dini, hikayeler, için

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Çocuklar için dini hikayeler - Çocuklara dini hikayeler - Dini Hikayeler
Çocuklar için dini hikayeler - Çocuklara dini hikayeler - Dini Hikayeler

Efsunlu Rüya
Meryem Aybike SİNAN

" Günah sularının arkından çıkmalısın artık Dün kaç günah işledin farkettin mi? Öğretmenine, annene ve üç arkadaşına olmadık yalanlar söyledin Hele annene söylediğin yalan kul hakkına girer Hadi silkin, vazgeç bu kötü illetten Sen iyi bir çocuksun aslında Annen baban sana doğruları anlattıkça sen kulaklarını tıkıyorsun Onları üzüyorsun Hadi kalk Birazdan sabah ezanı okunacak Namaz kılmaya başla Artık on dört yaşındasın Vakit sandığın kadar uzun olmayabilir"
Ürpererek uyandı Bu sözlerNe anlama geliyordu? Niçin tam da sabah ezanı okunurken böyle bir rüya ile uyanıyordu? Ter içindeydi Yorganı sıkı sıkı üzerine çekti ve kulak verdi ezan sesine Ne güzel bir ahenkti bu ? Yıllardır böyle bir içtenlikle sabah ezanlarını ne dinlemiş ne de bu ahenge böylesine dikkat etmişti Öyleyse bunun bir anlamı olmalıydı İçindeki ses" Yok canım altı üstü bir rüya işte, hadi uyu, birazdan uyanacak, yine okul yoluna düşeceksin," diyordu Daha bir çok şey söylüyordu Göz kapakları ağırlaştı mahmurlaştı ve tekrar derin bir uykuya daldı
Birkaç saat sonra okulda arkadaşlarının arasındaydı Koşuşturuyordu Ancak içinde garip bir huzursuzluk vardı Ödevini yapmadığı zamanlardaki gibi içine çöken bir iç sıkıntısıydı bu Dalgındı ve yorgundu Yine içindeki ses " mevsim bahar, içindeki bu huzursuzluk da üzerindeki bu rehavet de bahardan kaynaklanıyor" diyordu Ruhunu yağmalayan bu çelişkiye bir anlam veremiyordu
Elini cep telefonuna attı Radyo dinlemek istiyordu Bir iki kez kurcaladıktan sonra bir ilahinin ezgisi çeldi duygularını:
" İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır"
Kendini bilmek Kendini tanımak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Latif Bey, her konuşmasında asıl önemli olanın; bir insanın kendine uzaktan bakmayı alışkanlık haline getirmesidir O zaman kendisini daha iyi tanır, diyordu
İlahinin sözleri, içindeki var olan tüm sıkıntıyı su yüzüne çıkarmıştı büsbütün Çocukluğundan beri ruhunun tenha bir yerinde var olduğunu bildiği ancak gidermek için çaba sarf etmediği bir başka duyguydu bu Tam olarak buna ne denir bilmiyordu Okul yılları su misali akıp gidiyordu Yüreğine gün be gün çöken bu iç sıkıntısının bir sebebi olmalıydı Derin bir kuyuyu andıran derin bir boşlukta ruhunun yarısını kaybetmiş gibi bedbindi Öyleyse bu unuttuğu, ancak bir şekilde hatırladığı bu yoksulluk, bu eksiklik neydi?Hiçbir yerde gönlünü edemediği, ruhunu huzura erdirecek bu vuslat neydi?
Kendisini huzura erdirecek o vuslat ne zaman gerçekleşecekti?
Ruhundaki bu ani değişiklik neyin yokluğuydu?
Sorular, sorular
Heyecanlandı Oturduğu tahta sıraya adeta saklanarak oturdu Az sonra Türkçe dersi vardı Kapıda Neslihan öğretmen göründü Bu dersi bu öğretmen sayesinde seviyordu Ancak bugün ders dinleyemeyecek kadar yorgundu zihni Bu bitkin hali Neslihan öğretmenin gözünden kaçmamıştı Gülümseyerek:
-Alperen, neyin var yavrum, bitkin gözüküyorsun? diye sordu
-Biraz rahatsızım, dedi sessizce
Öğretmeni birçok şey söyledi Dalıp gitmişti
Binlerce cevapsız soru üşüştü kafasına Soruların ağırlığı altında yorgun düşen kafasını defter, kitap dolu sıraya koydu İçi geçiyordu Bir sahrada yol alıyor gibiydi Birden aynı sesi duydu;
" Bak hala yalan söylüyorsun Üstelik en sevdiğim öğretmenim, dediğin birine Senin iyiliğini düşünen insanlara haksızlık yapıyorsun Daha dürüst olabilirdin İçinde bulunduğun bu ruh halini ona anlatabilirdin Hem sana yardım eden biri bulunurdu Hem de vicdanın seni rahatsız etmezdi Sen kötü bir çocuk değilsin Kendine gel Vakit daralıyor"
Telaşla uyandı Zil çalıyordu Hayat akıyordu Herkes nasibine düşeni alıyor, yaşıyor ve gidiyordu Kendisi de nasibine sunulan hayatın içindeydi İyisiyle kötüsüyle onun gereklerini yerine getiriyordu Ancak taşlar yerli yerinde değildi Bedeni alabildiğine yorgundu Neslihan öğretmen yanına gelmişti Endişeli gözlerle kendisini süzdükten sonra:
-İdareye in, izin alıp eve git Sen gerçekten iyi değilsin
Kendini sokağa attı Geniş caddenin her iki yanını selamlayan iri çınarlara baktı Azametleri karşısında içi ürperdi Yüce Yaradanın sırrını her yapraklarında ifşa eden bir ruh haleti içindeydiler adeta
Kendini eve zor attı Üşüyordu Endişeli gözlerle kendini süzen annesine " Başım ağrıyor" deyip yatağa girdi Üzerini sıkıca örttü Göz kapakları ağırlaşıyordu Göz bebekleri solmaya yüz tutan güne açılıyordu O ses:
-”İşte anneni de kandırdın Yine yapmaman gereken bir şey yaptın Yalancı insanı Yaradan sevmez Bu yalancılık başına çok kötü şeyler açacak Ağu kadar acı olsa da hakikat bal kadar tatlıdır Bundan emin olasın
Ter içinde uyandı Artık emindi Kendisine bir şeyler sezdiriliyordu Aslında iyi bir genç sayılırdı Kul hakkına dokunmaz, yoksulun düşkünün yardımına üşenmeden koşardı İbadet etmeye üşenirdi işte Bir de çok yalan söylüyordu İçindeki kuş yine gevezelik etmeye başlamıştı"Aman bu rüyalara fazla takıyorsun Üzerinde durmasan tekrar tekrar rüyana girmezler Uykunu boşuna bozuyorsun Hadi uyu Bak dinlenmen lazım "
DoğruUyuması lazımdı
Uykuya dalması zor olmadı Gaflet uykusu ağırdı İnsanoğlu kolay uyanamazdı bu uykudan Aradan bir iki saat geçti Kımıldamadan uyudu Kenarları mavi çiçekli dar bir yoldan yürüyordu Karşıdan beyaz feracesiyle gelen kadın annesi olmalıydı Kendisine yaklaştıkça yüzünün solgunluğunu farketti önce Kendisine uzun uzun baktı Sonra ağlayarak:
- Canım yavrum, artık büyüdün Kendine çeki düzen vermezsen, hakikatten, doğruluktan bir koparsan bir daha toparlayamazsın Yalan dünya boşa dememişler Bu hayalhanesinde birer yolcuyuz Kervanımız yola dizilmiş gidiyor Elimiz boş, ruhumuz sarhoş mu varacağız huzura Ne olur yavrum, kendine gel Topla kendini
Bütün gücünü topladı Yatağından doğruldu Bedenini üzerine yeni giyinmişcesine rahatlamıştı Anacığını çok seviyordu Ona yalan söylediği için kahrediyordu Rüyada da olsa onu görmek bir ferahlık vermişti yüreğine Akşam namazı eda ediliyorduŞöyle bir duraksadı Biraz hazırlanmalıydı Uzun zamandır namaz kılmamıştı Altı yaşlarındayken yaz tatilinde gittiği Kur'an Kursunda öğrendiği ne kadar dua varsa yarım yamalak kalmıştı aklında Yıllar her şeyin üzerine kara bir perde çekmiş gibiydi
Kalktı Harıl harıl evde namaz duaları kitabı aramaya koyuldu Heyhat evde yığınla kitap duruyordu lakin böyle bir kitap yoktu aralarında Annesine sormak istedi Utandı Duysa çok üzülecekti Derin bir iç geçirdi Zavallı anacığım, dedi içinden Hayatımdan meğerse neleri çıkarıp atmışım ben Beni bağışla anneciğim, beni affet
Şimdi ne yapmalıydı? Yatsı namazını ertelemeyecekti Dua bilmese de ellerini açıp Allah'a yalvaracaktı Tövbeler edecekti Birden oda kapısı açıldı Annesi gülümsüyordu Elindeki Dua kitabını uzatarak :
-Bunu mu arıyordun? dedi
Alperen, sustu Dili tutulmuş gibiydi Annesinden böyle bir kitap istediğini hatırlamıyordu Çok şaşkındı Kitabı annesinin elinden aldı ve sessizce:
-Bu efsunlu bir rüya, diye mırıldandı

alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Çocuk ve Top
Fatma UÇARLAR

Adeta bir çıkın gibi büzülmüş üstünde battaniye olduğu halde titriyordu Yaz mevsimin o sıcak sabahı böyle titremesi elbette soğuktan veya hastalıktan değildi Sinirleri boşalmış kendi kendine “umarım hata yapmamışımdır umarım oğulcuğum biran önce gelir ne olur Allah’ım üzüleceğim bir sonuç olmaz yoksa dayanamam “ diye dua ediyor ve gel gitler içindeki ruh hali ile kah ayak sesi duymuş gibi dikkat kesilip kapıya koşuyor kah camdan dışarıya bakıyor sonra yine büyük bir ruh sıkıntısı ile büzütmüş bir şekilde divana yatıyordu
Bir gün öncesiydi Küçük çocuğu eve gelince ağabeyinin nerede olduğunu sorduğunda çocuğu;
- “Top oynadık ağabeyim topu kömürlüğe bıraktıktan sonra gelecek” dedi Anne bu sözden tedirgin olmuştu Ne topu? Top neden eve getirilmiyor da kömürlüğe bırakılıyordu? Geldiğinde oğluna sordu; oğlu biraz çekingen ve tedirgin topu okulda bulduğunu kızacağını bildiğinden de kömürlüğe koyduğunu zaman zaman kardeşiyle o topu oynadıklarını söyledi Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Başkasına ait ve kimin olduğu belli olmayan bir eşya nasıl eve getirilirdi? O’na hiç kimsenin özel eşyasının izinsiz alınamayacağı insanın kendi olanaklarıyla yetinmesini bilmesi ve mutluluğu kendi içinde bulması gerektiği öğretilmişti Her istediği olacak diye bir lüksü de olamazdı Hangi koşullarda olursa olsun zayıflık göstermemeliydi Bir şeyi elde etmek için sabretmeli çaba sarf etmeliydi O yüzden aynı ilkeler ile yetiştirmeye çalıştı çocuklarını Biliyordu ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamıyordu ama olsun bir çoklarından daha iyi durumdalardı Onlara da dışarıdan bakıp imrenenler vardı mutlaka Çok da zor bir yaşamları yoktu Çocuklarına harçlık veremiyordu belki ama giyimlerini yemeklerini okul ihtiyaçlarını elinden geldiğince eksiksiz olarak yapmaya çalışıyordu
Topu görmek istediğini söyledi Biraz sonra oğlu getirdiği topu annesine uzattı Top naylon bir toptu pahalı bir şey de değildi madem ihtiyaçları vardı neden kendisinden istenmiyordu? O çocuklarını böyle mi terbiye etmişti? Erişilemez dertlerini paylaşamayacakları bir anne olarak mı görüyordu çocukları kendisini de ihtiyaçları olan bir topu annelerinden istemiyorlardı? Çok sinirlendi ve topu bıçakla keserek çöpe attı Çocukları böyle bir zafiyeti nasıl gösterebilirdi? Bu hatayı telafi ettirmeliydi Oğluna sert bir ses tonu ile;
-“Bir daha eve kendinize ait olmayan hiçbir şey girmeyecek Çalışacak ve bu topu kendi imkanların ile alıp okuldan aldığın yere bırakacaksın Bunun için yarın cumartesi simit satıp bu parayı kazanacaksın” dedi Akşam yemekleri ve akşamdan sonraki saatlerde de evde suskun ve soğuk saatler yaşandı

Sabah gün ağarınca oğlunu uyandırıp eline fırın tepsisini verirken simit alması için çocuğuna verebileceği parası da olmadığından saatini simitlere karşılık olarak simitçi fırınına bırakmasını ve simitleri sattıktan sonra da simit parasını ödeyip saatini geri almasını söyledi
Ömer anneye karşı gelen kaba bir çocuk değildi Hiç bir şey demeden tepsi elinde evden ayrıldı Anne pencereden oğlunun gidişini takip etti Henüz on iki yaşındaydı Kibar pırıl pırıl bir çocuktu Daha önce hiçbir yerde çalışmamıştı Oğlunun elinde simit tepsisi ile “simit simitçi Sıcak simitlerim var” diye bağırabileceğini hiç sanmıyor ve aklı da almıyordu Dışarıda gördüğü simitçi çocukların içinde mutlaka çok garip ve farklı kalacaktı Acaba diğer simitçiler “sen de nereden çıktın? Bu mekan bizim git buradan” deyip oğulcuğunu hırpalarlar mıydı? O dövüşmeyi de bilmezdi Verdiği ceza ağır mıydı? Hep bunları düşünüyor kulağında oğulcuğunun o narin “simit simitçi sıcak simitlerim var” diyen sesini duyar gibi oluyor bu onu iyice tedirgin ediyordu
Saat epeyce ilerlemiş ama Ömer hala eve gelmemiştir Bu kez içini bir korku aldı Ya çocuğu gelmezse ne yapardı? O oğlunun iyiliği için bunu yapmıştı Bu arada küçük kızı da uyanmış sarı saçları ve pijaması ile kapıya yaslanmış bir vaziyette ağabeyinin nerede olduğunu soran gözlerle annesine bakıyordu
Nerede hata yapmıştı? Verdiği ceza ağır mıydı acaba? Ama çocuğu da böyle davranmamalı kendisine ait olmayan bir eşyaya el uzatmamalıydı Zaman geçmek bilmiyordu Ya çocuğu eve dönmezse ne yapardı? Kendisine çok mu kızmıştı? O’nu anlayabiliyor muydu? Veya o çocuğunu anlayabiliyor muydu? Zaman da geçmek bilmiyordu Elinden ayağından can kesilmişti adeta sekaret gibi bitkin bir haldeydi Zil çalsa anneciğim geldim dese sım sıkı sarılıverse oğulcuğuna Daha şimdiden ne kadar da özlemişti ne kadar da seviyordu oğlunu oğlunun da annesinin bu davranışı kendisinin iyiliği için yaptığını bilmesini umuyordu
Çocukluğu geldi aklına Okuldan dönüyorlardı bir evin bahçe duvarından dışarıya sarkan kayısı ve erik ağaçlarının dallarındaki meyvelerden arkadaşları ile birlikte o da toplamış ve yiyerek eve ulaşmıştı Anneciği yediği meyveleri görünce nereden aldığını sorduğunda o da anlatması üzerine annesi bu davranışın doğru olmadığını o meyvelerin izinsin alınamayacağını kendisinden habersiz oyuncağı kitabı tokası alınırsa nasıl hoşnut olmaz ise bahçe sahibinin de bu durumdan hoşnut olmayacağını o yüzden gidip bahçe sahibinden özür dilemesini ve yediği meyveleri helal etmesini istemesini söyledi O ana kadar yaptığı davranışın hata olduğunu bilmediğinden oldukça üzülmüş ve mahcup da olmuştur Özür dilemek için gittiğinde yüksek bahçe duvarı olan evin kapısını zor bulmuş ve kapının demir tokmağını vurduğu halde kapı açılmayınca kapıyı açıp içeri girince büyük bir bahçenin içinde bulmuştu kendisini Çok uzakta şalvarlı bir teyze vardı Teyzenin yanına vardığında onun maydanoz kesmekte olduğunu gördü Mahcup ve sıkılgan bir şekilde yaptığı davranışı ve annesinin kendisine kızdığını söyleyerek özür diledi Bu konuşma teyzenin çok hoşuna gitmiş olacak ki O’nu öptükten sonra yanına biraz daha meyve maydanoz yeşil soğan koyarak annesine de selam söylemesini isteyip kapıdan uğurlamıştı O günden sonra da hiçbir kimsenin eşyasına elini uzatmamıştı
İsteksizce kahvaltıyı hazırlarken dilinde de dua mırıldanıyordu Evde ekmek de yoktu tekrar camdan dışarıya bakmak isterken bir anda çalan zil sesi ile kapıya koştu Ömer’i gelmişti Öyle bir kucakladı ki oğulcuğunu Sanki günlerdir görememenin hasreti vardı üzerinde Bu kucaklaşma anında anne oğul ikisi de ağlıyordu Ömer elindeki üç sıcak simit ile birlikte avucundaki bir tomar kağıt ve bozuk paraları annesine uzatırken:
-“Anneciğim bu kadar para kazandım Yaptığım davranıştan dolayı üzgünüm deyince Anne :
-“Oğlum biz de hatalar yapa yapa hata yapmamayı öğrendik Ama önemli olan zararı başkasına dokunacak hata yapmamak Ben sana da kardeşine de güveniyorum İleri de başkaları da sizlerle gurur duyacak Şimdi bu para ile iki top al Biri kendinizin olsun kardeşinle oynarsınız diğerini de okulda bulduğun topun yerine koy belki sahibi vardır topunu bulduğuna sevinir Bu günkü kahvaltı ekmeğimiz de oğlumun helal parasından olsun haydi iki ekmek al da gel ” derken çocuğuyla gurur duyuyor ve Allah’a şükrediyordu

Çocukluğumu Buldum

Dün gece çocuk oldum
Zaman yolculuğu yapmadan
Çocukluğumu buldum
Bedenim büyük gelse de
salıncağa kaydırağa
Örtüştü ruhum
Parktaki çocuklarla
Pamuk helvası aldım
Pespembe
Balonlarım da oldu
Rengârenk
Ama bir eksiklik vardı yine de
Nazlanacağım ne annem
Ne de babam tutuyordu ellerimden
Pamuk helvasının tadı da bir garipti
Yoksa Ağız tadım mı değişti ne?
Olsun yine de mutluydum!
Gözlerimi yumdum
İşte şimdi çocuktum
Ben de onlar gibi
Kahkahalar savurdum
Dün gece çocuk oldum
Zaman yolculuğu yapmadan
Çocukluğumu buldum

Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Ali Osman’ın Düşü
Raziye SAĞLAM

1960 ların sonuydu Doğuda küçük bir köyde Ali Osman birkaç parça eşyasını tahta bavuluna koyup kapağını kapattı Odadan çıkmadan her tarafa son bir kez baktı Üç göz ker*** evlerinin bu odasında iki kardeşiyle birlikte yatardı Bir de kız kardeşi vardı
Ali Osman o sabah erkenden kalkıp hazırlanmıştı Babasının yanında çömez olarak gurbete gidecekti 14 yaşındaydı ama yaşıtlarından daha büyük gösteriyordu İlk mektebi geçen yıl bitirmişti Bütün sene boyunca kasabadaki ortaokula devam etmek için babasına yalvarmıştı hatta öğretmeni bile gelip rica etmişti Ama babası Nuh diyor Peygamber demiyordu Ali Osman yalvardıkça o aynı acıklı ses tonuyla ‘Ben de isterem oğul oguyasın büyük adam olasan ama nidek yoh işte Paranın gözü kör olsun’derdi Aslında para olmadığından değil okumak ona gereksiz geldiği için göndermemişti okula Bir gün Ali Osman anasıyla konuşurken duymuştu ‘N’edecek oguyup ta Tarlada sabanda bana yardım etsin İlk mektebi bitirdi işte ’O gün karar vermişti Ali Osman ne pahasına olursa olsun düşünü gerçekleştirecekti Herkesin yaptığı gibi ilk mektep sonra bağda bahçede çalış askere gitmeden nişanlanıp evlen askerlikten sonra köydeki hayatına devam Ali Osman böyle istemiyordu Hayatı için kendi istediği şeyleri yapmak istiyordu Okumak istediği mesleği seçmek Köyünü ailesini çok seviyordu ama burada giderek kaybolduğunu hissediyordu
Köyün bütün erkekleri yazdan güz ortasına kadar tarla işlerini bitirir güz ortasında gurbete büyük şehirlere giderlerdi Ali Osman bu sene ilk gidiyordu Anası ve gardaşlarıyla vedalaşırken aslında gurbet için değil de okula gitmek için vedalaşmayı isterdi ama içinden ‘Kader işte’dedi Gözleri doldu
İstasyon çok kalabalıktı Kimileri binmiş kimileri hala aileleriyle vedalaşıyordu Ali Osman sırtında yatağı elinde bavulu ile bineceği sırada son bir kez etrafına bakındı Uzaktan koşarcasına biri el sallayarak ona doğru geliyordu Biraz yaklaşınca öğretmeni Kenan olduğunu anladı durup gelmesini bekledi Yanına gelince eğilip elini öpmek istedi ama sırtında yatağı vardı Kenan Hoca elini omzuna koyarak nefes nefese;
—Yetişemeyeceğim diye korktum Sana bu mektubu verecektim Üzerindeki adrese git Mehmet Hocayı bul Kendisi beni arkadaşım Derdini anlat Gerisini o halleder inşallah
Ali Osman gözleri dolarak hocasına baktı Bir umut ışığı belirmiş gibiydi ‘Sağ olun var olun Hocam’derken sesinin titrediğini hissetti
Kompartımanda karşılıklı beşer kişi oturuyordu İkisi kadındı Kadınlar ağızlarını örttükleri beyaz tülbentlerinin üstüne büyük yün atkı almışlardı Çok mahcup duruyorlardı Hallerinden böyle yolculuklara alışık olmadıkları belliydi
Trenin düdüğü çaldığı anda herkeste bir hareketlenme oldu Yolcuların çoğu gurbete gidenler olduğu için aylar boyunca görüşemeyeceklerdi Herkes yakınını biraz daha görmek isteğiyle trene yaklaştı El sallamalar karşılıklı Allah’a emanet etmelerle birlikte tren hareket etti Önce yavaş yavaş sonra hızlanarak gardan uzaklaştı Ali Osman aynı odada oturduğu bu insanların yüzünde garip bir hüzün hissetti Kendi de aynı duygular içindeydi ama beraberinde tarif edemediği bir sevinç de vardı Sanki yeni bir hayata adım atıyor gibiydi
22 saat süren bir yolculuktan sonra Haydarpaşa’ya vardılar Yolda acıktıkça anasının koyduğu dürümlerden yediler Haydarpaşa’nın merdivenlerinden inerken temiz hava yüzlerine çarptı Önlerinde uzanan masmavi dalgalı deniz uçuşan martılar vapur bekleyen insanların attığı ekmekleri simitleri yiyen güvercinler Her şey kendi köyünden ne kadar farklıydı Ali Osman tüm gördüklerine dikkatle bakıyor sanki ilk günden şehri tanımaya çalışıyordu

Süleymaniye de bir hana yerleştiler Babası yol boyunca ‘Bura bizim oralara benzemez Gendine mugayyet ol dikkat et’ türünden sözlerle onu tembihlemeye çalıştı
O gün dinlendikten sonra ertesi günü mal almaya gittiler Çarşı çok büyük ve kalabalıktı Ama babası gideceği yerleri iyi biliyordu Çakı çakmak el feneri gaz lambası tarak ayna gibi birçok mal aldılar Bir de küçük el arabası alarak hepsini özenle yerleştirdiler Ali Osman babasının gerek mal alırken gerek arabaya dizerken çok heyecanlandığını görüyor kendi aynı şeyleri hissetmediği için hafiften bir vicdan azabı duyuyordu Dizme işi bittikten sonra babası;
—Birkaç gün beraber çıkar hem sokakları hem işi öğrenirsin Daha sonra ben ayrı çıkarım dedi
Ali Osman cevap vermedi Ama ‘Babam başka araba almadan bir fırsatını bulup Kenan Hoca’nın dediği okulu bulmalıyım ’diye düşündü O gün geç olduğu için işe çıkmayacaklardı Ali Osman bunu fırsat bilip ‘Ben biraz dolaşayım baba’diyerek çıktı Babası ‘Gaybolun ha! Bilmiyon buraları ’dediyse de dinlemedi Birkaç sokak geçtikten sonra adresi birine gösterdi Adam ‘Ben sana Fatih’i tarif edeyim Oraya varınca Şehremini’yi sorarsın’dedi
Yarım saat yürüyerek Fatih’e vardı Yolda gördüğü binalar arabalar insanlar her şey dikkatini çekiyordu Orada tekrar sordu Geldiğinden daha az yol yürüyerek okulu buldu İçerinin kokusu kendi okulunu hatırlattı Gözleri doldu Sonra verdiği kesin kararı hatırladı ‘Ne pahasına olursa olsun okuyacağım’ Biraz yürüyünce kalın bıyıklı gözleri boncuk gibi bir adam; ‘Buyur gardaş kime baktın?’diye sordu Ali Osman biraz da çekinerek ‘Müdürü görecedim’dedi Adam ‘Senin müdürle ne işin olur?’der gibi baştan aşağı süzdü ve ‘Ne yapacan müdürü?’ ‘O’na bir mektup getirdim arkadaşından’ ‘Ben veririm’ Ali Osman sonradan adının Murtaza olduğunu öğrendiği hademeyi zor ikna ederek birlikte müdürün odasına vardılar
Müdür mektubu alınca Murtaza’ya ‘Sen çık bize iki çay getir’dedi Ali Osman hazır olda beklerken yüzünün kızardığını kalp atışlarının hızlandığını hissetti Müdür gülümseyerek oturması için işaret etti Ali Osman ilişir gibi otururken o da mektubu okudu Aslında Kenan Öğretmen Ali Osman’ın babasıyla İstanbul’a gideceğini duyunca müdüre mektup yazmış durumu anlatmış ve sonunda ‘Sen bilirsin ne yapacağını Ali Osman’ın emaneti artık sana’demişti
—Bizim Deli Kenan seni bize emanet etmiş Eee artık biz de emanete sahip çıkacağız Peki söyle bakalım babanı nasıl ikna edeceksin?
—Şey Efendim Şu anda bilmiyorum ama muhakkak bir yolunu bulacağım Siz de bir kapı açarsanız…
—Ben bir şeyler düşündüm ama Kaç yaşındaydın sen?
—14 Efendim
—O zaman şöyle yapalım Sen gel bu sene okulda çalış Hem Murtaza Efendi’ye hem kooperatife bir yardımcı lazım Biz de sana ortaokul kitapları ile okulda kalacak yer ayarlayalım Bu sene hazırlan Eğer imtihanı geçersen seneye liseye başlarsın
Ali Osman okuldan ayrılırken heyecandan uçacak gibiydi Yine kalbi çarpmaya başladı Koşarak merdivenleri indi Ne yapacağını bilemez bir halde bahçede bir iki tur koştu Sonra hiç durmadan dışarı çıkıp Süleymaniye’ye doğru yürümeye başladı Birden hızlı bir yağmur başladı Ama o farkında bile değildi Kulaklarına yağmurun sesi yerine müdürün ‘Seneye liseye başlarsın’diyen sesi yankılanıyordu
Hana vardığında babası oda arkadaşlarıyla beraber aş pişiriyordu Eriyen yağın kokusunu duyunca çok acıktığını hissetti Babası ‘Nerde galdın Ali Osman? Merahtan öldürdün beni’derken o gelip hemen kurulan sofraya oturdu ‘Üstünü değiştireydin bari’ O pilavı kaşıklarken ‘Boş ver baba sonra değiştiririm’dedi Babası bir yandan yerken bir yandan keyifli keyifli nasıl çalışacaklarından neyi kaça satacaklarından bahsetmeye başladı Ali Osman elindeki kaşığı bırakıp babasının gözlerinin içine bakarak; ‘Baba ben bir iş buldum’dedi Babası ne işi diye sormadan çabuk çabuk; ‘Bir okulda hademe yardımcısı oldum’dedi
Babası o konuşurken gözlerinde aynı ışıltıyı gördü Köyde ‘Okumak istiyorum’diye yalvardığı zamanlardaki ışıltıyı O anda artık ne yapsa ona engel olamayacağını anladı
—Eyi oğlum Get çalış Daha ben sana bir şey demiyom
O anda Ali Osman sofradan kalkıp babasının elini öptü Bu kadar kolay olacağını tahmin etmemişti Yol boyunca babasını nasıl ikna edeceğinin provasını yapmış olumlu bir sonuca ulaşamamıştı Şimdi ise okullu sayabilirdi kendini Yalnız babası onu kucaklarken ‘Burada kalıp evini köyünü unutmak yok tamam mı?’demeyi ihmal etmedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Hayat Gerçeğe Yürür
M Aybike SİNAN

Gökyüzü simsiyah bulutlardan bir peçe dokuyup bunu yeryüzünün üzerine yaydı Bir anda ortalık kararmış üşüten bir rüzgar esmeye başlamıştı Yağmur bulutları güneş ışıklarının narin parmaklarından kayıp gökyüzünü ırgalamaya koyulmuştu Dağlardan inen sis denizi buharlaşan toprağa karışıyor vadinin kollarında şarkı söylüyordu
Hasan okul sonrası eve geldiğinde içinde derin bir sıkıntı duydu Günlerdir bağ evinde yaşayan dedesini merak ediyordu Solgun bir yüzle annesinin yanına gitti Mutfakta başını kaldırmadan hamur yoğuran annesine:
-Anne dedemden haber var mı diye sordu Semine Hanım hışımla:
-Ben ne bileyim Aman uzak olsun ne yani o ihtiyarla mı uğraşacağım ömür boyu diye sızlandı
Hasan boynunu büktü Boğazı düğümlenmişti O sessiz yaşlı adamın ne zararı vardı ki annesine Odasında ibadetini yapıyor bahçeyi ekip biçiyor kardeşi ve kendisine bakıyordu Dedesini dinlerken nasıl da huzurluydu Hayatla ilgili ne varsa dedesinden öğrenmişti Hatta namaz kılmayı bile Onu çok özlemişti
Mahallenin "Karcı Dede"sini çok özlemişti Hasan
Zikriyle şükrüyle fikriyle derin bir adamdı Kendisine "Karcı" diyorlardı Gerçek adını bilen yok gibiydi Uzun yıllar geçimini kar satarak sağladığı için bu isim o yıllardan yadigâr kalmıştı Sessizdi Tüm dünyasını sükûnete katmış gibiydi
Alçaklarda karın erimesiyle beraber o Beydağlarına çıkar eşeğinin terkisine koyduğu güğümlerini karla doldurur bunu büyük bir çeviklikle şehre taşır meraklılarına satardı İçi yanan kadınların yaşlıların hatta bazan çocukların hayır dualarını alırdı İnsanlar karı üzüm pekmeziyle karıştırıp kar helvası diye zevkle yiyorlardı Diğer zamanlarını bağ evinde geçiriyordu
Karcı günlerdir bağ evindeydi Kararan gökyüzü çiseleyen yağmurla birlikte kendini taş ve ker***ten yapılmış kulübesine attı Şehirden hayli uzakta bir yerdeydi Buraya Beylerderesi diyorlardı Babasından kalan bu üzüm bağına öylesine düşkündü ki cemre toprağa düşünce gelir bağ bozumundan sonra şehre dönerdi Kendi çocuğu olmamıştı Çocuk özlemlerini kimsesiz bir çocuk olan Abdullah'ı alarak gidermişlerdi Onu büyütmüş okutmuş ve evlendirmişlerdi Sonra Elif Hanım rahmetli olunca derin bir yalnızlığa gömülmüştü Abdullah'tan beklediği şefkat ve ilgiyi görememişti Yine de şikâyetçi değildi Kendini onlara adamıştı
Yağmurun bastırmasıyla yaşlı yüreğine garip bir hüzün çöküverdi Koskoca dünyada şu titrek ellerinden tutacak sıcak bir ele hasretti İyice yaşlanmıştı Torunu Hasan'ı kendisi yetiştirmişti İyi nedir güzel nedir hak nedir öğretmişti dilinin döndüğünce Her seher vaktinde kalkıp sabah namazını kılacak kadar büyümüştü Hasan Onu özlediğini farketti Keşke şimdi yanımda olsaydı diye iç geçirdi
Abdullah Bey iş çıkışında doğruca eve gelmişti Elindekileri alan Hasan'ı çok solgun görünce kucağına alıp bahçeye indi Elini omuzuna koyarak:
- Oğlum bir sıkıntın mı var? Hadi söyle babana diye sordu
Hasan başını kaldırmadan yutkundu yutkundu Sonra hüzünlü bir sesle:
- Baba beni seviyorsun değil mi?
- Tabi oğlum sevmez miyim?
- Dedemin de seni sevdiğini hem de çok sevdiğini biliyorsun değil mi? Peki sen onu seviyor musun? Sen onu yeterince sevmiyorsun baba Seksen yaşına gelmiş bir adamı günlerden beri arayıp sormadın bile Büyüdüğümde benim de böyle davranmamı ister misin baba? Onun dağ başında ne yaptığını hiç mi merak etmiyorsun? Sen de yaşlanıyorsun bak Saçlarında beyazların çoğalmış Ben de büyüyorum Hayat akıyor Hem de gerçeğe akıyor baba
-Sen neler söylüyorsun böyle oğlum Hem bu gerçek dediğin şey de nedir anlat da öğrenelim
-Babacığım gerçek dedemin deyişiyle ahret hayal da burası yani dünya Biz bu hayal aleminde kendimizi kandırsak da zaman zaman her anımız gerçeğe doğru yol alıyormuş Şimdi anladın mı?
-Anladım Bak oğlum dedeni bu kadar özlediysen bu kadar dil dökmene gerek yok Hemen gideriz onu görmeğe
-Hayır baba buna dil dökmek denmez Yüreğimi döküyorum Anlamıyor musunuz çok üzülüyorum Dedemi boşladınız Nerdeyse ölse de kurtulsak demediğiniz kaldı Oysa arkadaşlarımın dedelerini görüyorum Baş tacı yapmışlar Bir kitapta okumuştum " bereket iyilik büyüklerle beraberdir onların hayır dualarını alınız" deniyordu Benim dedem bu evde kalamıyor bile Çünkü sizden yüz bulamıyor
Abdullah Bey şaşkındı Henüz ilkokula giden oğlu kendine ders veriyordu ki haklıydı galiba Birden kalktı:
-Hadi hazırlan oğlum dedene gidiyoruz dedi
Bir saat sonra Karcı'nın bağ evine gelmişlerdi Etrafa yağmur sonrasının tatlı toprak kokusu sinmişti Abdullah Bey derin bir nefes aldı Babası ortalıkta gözükmüyordu İçerde olmalı diye düşündü Hasan koşar adım kulübeye yürüdü Bir taraftan "dedeciğim ben geldim" diye bağırıyordu
Kulübe kapısı açıktı İçeri girdiklerinde ihtiyar adamın yatağının içinde inlediğini gördüler Hasan dedesinin boynuna sarılıp ağlamaya başlamıştı Abdullah Bey donup kalmıştı Elini babasının eline atınca ateşler içinde yandığını gördü "Acilen hastaneye götürmeli" diye düşündü
Hastanede yaşlı adam kendine geldiğinde başucunda Hasan vardı Ağlamaya başlamıştı:
-Hasan’ım torunum canım yavrum seni bir daha hiç görmeyeceğim sandım Allah'ıma şükürler olsun Gayrı ölebilirim
-Hayır dedeciğim ölme Ben sensiz ne yaparım sonra
-Gözümün nuru Hasan’ım Ölüm bir gerçektir Bütün hayat o gerçeğe yürür Bundan ne kork ne de üzül Unutma hayat gerçeğe yürür Hadi bana söz ver Hasanım
-Tamam Dedeciğim hem bu hayatı hem de asıl gerçeği anlamak için çok çalışacağım Hem bu hayat için hem gerçek için iyi bir insan olacağım Sana söz veriyorum
Karcı Hasan'ın ellerinden tuttu Yüzüne uzun uzun baktıktan sonra:
-Bak Hasan'ım daha dün senin yaşlarındaydım Zaman su misali aktı gitti Takvimler birer birer döktü yapraklarını Hazan mevsimi gibi Ben baharın sonuna geldim Elimde ne kaldı biliyor musun? Allah için yaptıklarım Şimdi anlıyorum ki Allah için yaptıklarım meğerse kendim için yaptığım en doğru şeylermiş İçim çok mutlu ve huzurlu Vicdanım suskun Bana söyleyeceği bir şeyi yok Olsaydı ne olurdu biliyor musun? Tıpkı meyveyi çürüten kurt misali içimi yer bitirirdi İşte senden yavrucağım istediğim odur ki iyi has mert doğru insan olasın Kadir kıymet bilesin Yaşlıya eğilesin Hak hukuk adaletten şaşmayasın Gözü gönlü tok olasın Hele bu devirde sözünün eri olasın Şaşmayasın Hasanım şaşmayasın Rabbimin varlığını her daim tasdik edesin Çok çalışasın çok çalışasın çok çalışasın
Hasan ağlıyordu Gözyaşları sel olmuş yanaklarından dökülüyordu Abdullah Bey kapıda kan çanağına dönmüş gözleriyle donup kalmıştı Hasan ağlıyordu Az sonra dede sustu hayat sustu Hasan'ı zorla odadan çıkardılar
Karcı Dede gidiyordu Gerçeğine yürüyordu
Alabildiğine gerçeğine

Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Çilek ve Mezarlık

Meryem Aybike SİNAN

Bahar tüm güzelliğiyle usulca sızıvermişti minicik yüreğine Tabiatı çok seviyordu Baharla birlikte bahçelere adeta yüce yaradanın nuru iniyor gibiydi Nereye baksa efsunkar bir fırçanın izlerini görüyordu Kendisinde sonsuzluk duygusu uyandıran masmavi gökyüzüne baktı İçine sebebini bilmediği derin bir huzur yerleşiverdi Gökyüzü Allah'ın eviydi ona göre
Sabahın erken saatleriydi Güneş bitişik bahçelerin üzerine yeni inmişti Bitişik bahçeyi ayıran çite sarılmış mavi pembe sarmaşıklara baktı Nasıl da taptaze açmışlardı Öğlene kadar gözlerini yuman bu narin çiçekleri çok seviyordu İşlerini ne çok seviyorlardı Her gün yeni baştan sağalmak ve sonra can çekişmekYüce Yaradanın emirlerini ne güzel dinliyorlardı
Niçin yaratıldıklarının alabildiğine farkındaydılar
Hayatın ta kalbine inivermişlerdi
Öylesine sevimli öylesine büyülü
Merve içinin titrediğini hissettiHer şeye bu güzelliği bağışlayan kendisine de bunu görmesi için güzel bakışlar bahşetmiştiBahçedeki zambaklarhercai menekşelersarı yaban güllerikırmızı Isparta gülleri kadifeler yüzüne gülüyor gibiydilerOnlara tek tek dokunmak onları okşayıp sevmek geçiyordu içindenGüzellikleriyle bahçeyi cennetten bir köşeye döndürmüşlerdi
Topraktan fışkıran çiğdeme nevruza baktı Toprağın bağrında Allah'ı her an tespih eden bin bir çiçek bin bir böcek ne güzel bir uyum içindeydiler
Dalıp geden Merve annesinin sesi ile daldığı düşüncelerinden sıyrıldı Eve doğru yürüdüAnnesi kızındaki bu garip değişikliği anlamakta güçlük çekiyorduHenüz sekiz yaşında olmasına rağmen durmadan okuyoraraştırıyor durmadan soruyordu
Gülsüm Hanım gülümseyerek:
-Hadi yavrum giyin teyzenlere gidiyoruz Yeni gelinlerini göreceksin Bak o da gelmiş
-İstanbul'dan mı anne?
-Evet kızım Orada uslu uslu oturursun değil mi? Öyle sağa sola dönen ortalığı karıştıran çocukları teyzen sevmiyor biliyorsun?
-Tamam anne Çok uslu olacağım
Çabucak hazırlanıp yola koyulmuşlardı bile Zaten Esma Teyzesinin evi iki sokak ötedeydi Mezarlığı geçtikten sonra evleri çıkacaktı karşılarınaMezarlığı ne zaman görse yüreğine derin bir sızı çöküverirdi Sevdiği bir çok insanın orada yatıyor olması hüzün verici olsa da mezarlıklar eskisi gibi ürkütmüyorduDedesi mezarlıklarla ilgili ne güzel şeyler anlatmıştı kendisine
Teyzesi kendisini sıkıca kucakladıktan sonra bir köşeye büzüşüvermişti Annesini mahcup etmeyecekti Bir süre oturduğu yerden kalkmadı Ancak yeni gelini merak ediyordu Açık kapıdan kafasını uzatıverdi Süslenmiş güzelce döşenmiş genişçe bir misafir odasıydı burası Gelin Hanım önüne konan çeşitli bahar meyvelerinden yiyordu Neler vardı nelerVişnekirazyenidünyaçilekerikÖyle güzel görünüyorlardı kiÇilekleri çok seviyorduGözleri takılıp kalmıştı İçini çekti Boğazı gıdıklanıyordu Nasıl da pespembe kokulu parlak çileklerdi öyle Çok değil bir tane uzatsa nasıl sevinecekti Ama gelin Hanım oralı olmuyordu bile Küçük Merve öylesine içerlemişti ki Oysa annesi yemek yediklerinde küçük bir kedi bile baksa mutlaka onun da önüne aynı yiyecekten kor Yüce Allah'ın adını anar günah ağzı var dili yok hayvancağızın derdi Bu geline kimsecikler bir şeyler öğretmemiş miydi yoksa Annesi kimseye bir şey uzatmamış mıydı? İyilik nedir tok gözlü olmak nedir bilmiyor muydu? Küçük Merve çileklere dalıp gitmişti
Gülsüm hanım olanları hüzünle seyrediyordu Küçük kızının çileğe nasıl düşkün olduğunu da biliyordu Daha fazla dayanamadı ve:
-Hadi kızım Merve sen yavaş yavaş eve git Ben arkandan geliyorum yavrum dedi
Küçük kız yutkunarak yola çıktıAncak aklı o canlı ve güzel kokulu çileklere takılmıştı Kendi büyüdüğünde böyle bir şey yapmayacaktı İşte yine mezarlık görünmüştü Yine telaşlanmıştı Aslında korkmuyordu mezarlıklardan Dedesi "ahirete açılan kapı "demişti mezarlıklar için Hem oralarda ne kadar tanıdığı vardı Onlara her geçtiğinde mutlaka bir fatiha okumalısın diyordu dedesi Küçük kız durdu ve küçücük avuçlarını açtı Dilinin döndüğünce dedesinin öğrettiği Fatiha'yı okudu Dua bitip de ellerini yüzüne sürerken gözleri bir noktaya takıldı
OracıktaMezarlık duvarının üzerinde bir avuç taptaze çilek duruyordu Küçük kız sevincinden düşünemedi bile Avuçladığı çileklerden yemeğe koyuldu
Hayretle olup biteni seyreden Gülsüm Hanım hüngür hüngür ağlıyordu Bir taraftan kızına:
-Canım yavrum baharı andıran bu aydınlık yüreğin hiç bozulmasın emi hiç bozulmasın Yüce Allah'ım çocukları çok çok ama çok seviyor


Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Deterjan Paketi

Deterjan Paketi / Bilge Merdivan

Var gücüyle çekmişti annesinin eteklerini sol yanağında patlayan şamarın acısını hissetmeye ramak kala Ne Ali’nin ilk yediği tokattı bu ne de annesinin son vuracağı Aslında annesi gaddar bir cadı sayılmazdı Ali de vahşi bir yaygaracı Ama ikisinin de son haddine kadar gerdiği yaylar ancak bu patlamayla boşalabiliyordu Ali’nin pembe yanaklarında Ali’nin çok mu canı yandı zannedersiniz? Yook hiç de öyle değil asıl canı yanan o yanakları Ali’den çok kendisinin bilen annesi Hele Ali’nin kendisini annesinin elinden koparıp yerlere uzanması ters dönmüş kaplumbağa gibi debelenip kendini parçalaması yok mu; yanına oturup beraberce ağlayası geliyor da insanın ne yaparsın annelik mürebbiyelik makamı mecbur ediyor o şefkati bir silleye daha

“Ne derdi var ki garibimin?” diye düşündü gözlüklerinin üstünden manzarayı süzen aksakallı ihtiyar Sendeleye sendeleye geçti yanlarından gözü arkada kalarak Ne bilsin on dakika önce yirmi kiloluk deterjan paketinin renkli resimlerine aldanıp ucundan yapışarak çekeleye çekeleye kasaya doğru ilerlemeye çalışan Ali’nin derdini Annesi ne verdiyse yerlere atmıştı da inadından zerre miktar dönmemişti Oyuncak reyonundan getirilen kırmızı otomobil bile tatmin etmemişti hevesini de iki parça oluvermişti Paket kendinin iki katı ama cilalı zeminde salına salına ilerliyor çıkışa doğru; Ali ucuna yapışmış dilini dişlemiş de çekeliyor kan ter içinde çift süren camız misali

Dayanamadı ihtiyar geri döndü “Niye böyle bağırtıyorsun yavrucağı!” diye çıkıştı annesine Almanya’da bıraktığı şirin torunlarının hayâli vardı sanki gözünün önünde; dumanlı ve silik Kadının gözleri bir anda çakmak kesiliverdi Öyle sitemli baktı ki ihtiyara adamın yüzü önüne düştü “Bana ne yahu öyle değil mi? Beni ne ilgilendirir” diye geçirdi içinden o eziklikle Ali de bakakalmıştı toz toprak içindeki yüzünün hüzün akıtan pınarlarıyla İhtiyar “Kusura kalma kızım işgüzarlık işte herkes işini bilsin” diyerek uzaklaşmaya çalıştı aksak adımlarla Bu cümle zaten sıkıntılı olan yüreğini iyiden iyiye daraltmıştı annenin: “Estağfurullah dedeciğim!” deyiverdi “Bugün huysuzluğu tuttu eşkıyanın” Sonra başından geçenleri anlattı bir çırpıda

Ali baktı ki maksadı elden gidecek tekrar bastı feryadı en yüksek perdeden İhtiyar cebini karıştırıyordu “Hı!” deyip donuverdi salya sümük simasıyla ufaklık Çıkacak sonuca göre her an tekrar yaygaraya hazır dengeli bir duruştu bu İhtiyar cebinden çift kulak sargılı sakız misali yumuşak olanlarından bir şeker çıkardı Aslında âdetiydi çocukları tatlandırmak Ama bu defaki farklıydı Sadece göstermekle yetindi sonra yine cebine koydu Zaten Ali de pek oralı olmamıştı İkinci fasıl feryat nağmeleri çınlamaya başlamıştı bile kulaklarda İhtiyar: “Bu şeker öyle yerlere yatan çocuklara verilmez Sen sakın benden şeker isteme” dedi ciddi bakışlarla

“Ne demek yani niçin istemeyecekmişim istiyorum işte” diyerek tekrar çekti isyan bayrağını İhtiyar da oralı değildi ya yakındaki banka oturdu “Buraya gelirsen belki veririm” dedi gayet ciddice Ali bu şartlı menfaatten pek hoşnut olmamıştı omuzlarını silkti “Zaten veresim de yoktu” dedi ihtiyar “Ne demek veresim yokmuş verecek işte” diye düşündü Ali Kalktı ihtiyarın yanına oturdu Minicik elini açtı ve emreder bir ifadeyle “Ver!” dedi Zafer onundu ama ihtiyarın verdiği şekeri somura somura yerken deterjan paketi uçup gidivermişti aklından

“Hepimiz aynıyız” diye söylendi ihtiyar “Yedisi de bir yetmişi de hep aynı” Annesi de Ali’nin yanına sıkışıverdi “Nedir aynı olan amca?” diye sordu meraklı gözlerle “Zaaflarımız” dedi ve durakladı Boş gözlerle marketin camından içerilere daldı kayboldu “Amca adın neydi?” sorusuyla tekrar çıktı derinlerden “Hasan!” dedi ihtiyar “Deli Hasan derlerdi köyde

— Neden?
— Bizim oralarda çok düşünene de deli derler düşünemeyene de
— Az önce bir şey diyordun
— Evet zaaflarımız aynı diyordum Vaktin varsa neden böyle düşündüğümü sana anlatayım
— Neden?
— Birincisi: Şu ufaklığın kendine göre ne de büyük bir hedefi vardı ve neredeyse istediğini de elde edecekti değil mi? Fakat ufacık bir menfaat koca hedeflerini unutturdu Aslında biz de çok farklı sayılmayız Gözün önüne düşen ufacık bir saç telinin koca dağı göstermeyip gizlediği gibi nice bir anlık lezzetler hayatımızdaki çok büyük değerleri feda ettiriyor Adam bir anlık intikam lezzetini tatmak için düşmanını vurur da sonra hem kendini hem onun ailesini yıllarca meşakkate atar İkincisine gelince… Sence bu yavrucak çok ihtiyacı olduğu için mi bu kadar istedi o deterjanı?

— Yoo! Ne ihtiyacı olacak Eşkıyalıktan
— Hayır çok ihtiyacı vardı çünkü insanın elinde ne yoksa o onun ihtiyacıdır Neyi almak daha zor ise o
daha büyük ihtiyaçtır İnsan ihtiyaçlarına sarf ettiği arzu kuvvetini nesnenin maddi kıymetine göre; gerçek ihtiyacına göre değil de onu elde etme ihtimalinin azlığına göre belirler öyle de kıymet biçer Eğer şekeri elde etmek deterjan paketinden güç ise artık onun için ağlamak zamanıdır Hiç normal vakitte hava için su için ağlayıp dövünüyor muyuz hayır Ama hanlar hamamlar için dövünenler dövüşenler çok Anlayacağın hayatımızı mecazî ihtiyaçlar kuşatmış bu da gerçeğin rengini değiştirmiş

— Gerçekten ya…
— Üçüncüsü: Bizler genelde hazır lezzetlerin müptelasıyız O anda elde edeceğimiz üç kuruşluk menfaati ileride elde edebileceğimiz bin lira menfaate tercih ederiz “Hele o zaman gelsin onu o vakit düşünüz” deyip kendimizi kandırırız Bunu iyi bilenler de “gak” desek ağzımıza bir şekerleme tıkıştırır ne diyeceğimizi de unutturur

— Peki Hasan Amca anlattıklarını anladım da bunlar insan olmanın özellikleri ne yapabiliriz ki bizler böyleyiz
— Evet benim gibi ham insanlar rûhu erdem tezgâhında işlenmeyenler böyledir Diğerleri ise; onlar hem ne istediklerini iyi bilirler hem de ne yapmaları gerektiğini Onlar değil ufak şekerlemelere; baklava tepsilerine bile bakmaya tenezzül etmezler de meşe odunu gibi hep dimdik dururlar…
Bu arada Ali konuşulanlardan habersiz ihtiyarın sol ceket cebine dalmış yeni hazineler çıkarmaya çalışıyordu İhtiyar bunu görünce gülümsedi fakat Ali aynı tepkiyi annesinden alamamıştı Hata yaptığını anladı “Herkes rolünü oynuyor kızım Utanacak bir şey yok Tek benim gibi yetmişinde hâlâ şeker peşinde deterjan peşinde olmasın da hayatına gerçek gayeler bulsun

Alıntı Yaparak Cevapla

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler

Eski 09-08-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çocuklar İçin Dini Hikayeler - Çocuklara Dini Hikayeler - Dini Hikayeler



Yakup Amcalar / Yusuf Ünal

Memleketime son gidişimde Yakup Amcaların evini ve bahçesini oldukça bakımsız gördüm Sükut içindeki civar terk edilmiş bir yer görüntüsüne bürünmüştü Perdesini sıyırdığım pencerenin önünde durup karşı evin avlusuna baktım Baktıkça hatıraların içinde kayboldum Hayat insanı ne çabuk büyütüp değiştiriyor böyle! Dünün çocukları bugün anne- baba anne- babaları ise dede- nine oluvermiş kiminin de dünyası değişmiş

Şu ihtişamlı çınarın dalına salıncak kurup Yakup Amcanın bizi sallayışı daha dün gibi aklımda Cırcır böceklerinin ötüştüğü dolunaylı yaz gecelerinde asmaların altında kaynattığımız semaverler radyodan dinlediğimiz yanık gurbet türküleri… Şimdi bunlardan eser kalmamış Bütün mahalleyi sulayan kuyunun yumuşacık suyu çekilmiş ağaçların dalları kırılıp sağa sola yatmış pencerelerin pervazları sökülmüş saksılar boş kalmış…

Evimiz geniş elma bahçeleri tımarlı üzüm bağları “camlarından kızıl biberler sarkan” mütevazı evleri yakın çevredeki kaynak suları onların oluşturduğu şırıl şırıl akan dereleri ve çayırlı çimenli mesîre alanlarıyla maruf Lâlebahçe mahallesindeydi Kesme taştan yapılmış tek katlı evimizin önünde annemin tarhlarda ve teneke saksılarda envâi çeşit çiçek yetiştirdiği avlu vardı Güllerin ve çiçeklerin hakkı müsellem ben avlunun girişindeki boz yapraklı enfes kokulu iğdeleri çok severdim Mayıs ortalarında salkım salkım açan sarı çiçekleri mahalleyi tesiri altına alan cennet misal bir râyiha neşrederdi

Arka tarafta ağaçlarını babamın bizzat budadığı zaman zaman yeni fidanlar diktiği her bahar su arklarını yeniden açtığı ilaç mevsimi pompayı sırtlanıp ilaçladığı meyve bahçemiz uzanırdı Meyveler olgunlaşıp hasat mevsimi gelince kirazların kayısıların tepelerine tüner; elma ve armutların eteklerine tutunurduk

Evin tahta çelenli balkonuyla sarmaş dolaş yaşayan geniş yapraklı asmalar perde vazifesi görürdü Asma yapraklarının kendine has kekremsi taze bir kokusu olurdu Annemler onları en uygun zamanlarında toplar büyük tencerelere genişçe yayıp üzerlerine yassı taşlar koyarak kaynatır sonra da bunlardan serçe parmak kalınlığında limon sıkıp yemeye doyamadığımız el emeği göz nuru sarma sararlardı Asmaların ak üzümleri ağarmaya kara üzümleri kararmaya başlayınca çubukların arası üzümlerin şerbetine gelen arıların uğultusu ve kuşçukların cıvıltısıyla şenlenirdi

Çatımızın bir bölümünün üzeri kapatılmayıp teras olarak bırakılmıştı Fakat o geniş balkonlu ferah avlulu evde terasa çıkmaya orayı kullanmaya kimse ihtiyaç hissetmezdi Bu durumdan istifade eden küçük ağabeyim terasa bir güvercin kümesi konduruvermişti

*
Bize en yakın ev Yakup Amcalarınkiydi Yakup Amca çok memleket gezmiş güngörmüş elinden her iş gelen zevk-i selim sahibi bir kimseydi Evinde yok yoktu Mahallelinin hâcet kapısı gibiydi herkes aradığını orada bulabilirdi Ağaçlarını budayamayan tulumbası bozulan elektrikleri ârızalanan musluklarından su akmayan ve bunların hakkından kendileri gelemeyenler Yakup Amcanın kapısını çalardı O mübarek Hızır Aleyhisselam gibi her işe yetişirdi

Mahallede arabası olan birkaç kişiden biriydi o Bu yüzden eşinin doğum sancısı tutanlar çocuğunun üzerine çaydanlık devrilenler şehir dışından yolcusu gelecek olanlar hep onu bulurlardı Geçinemeyen karıyla kocanın anlaşamayan alıcıyla satıcının kira artışı zamanlarında ev sahibiyle kiracının arasını da o bulur son sözü o söylerdi

Mahallenin en alımlı evi Yakup Amcanınkiydi Babamla asker arkadaşıydılar Askerdeyken ‘aynı yerden arsa alıp yan yana ev yaptıralım çoluk çocuğumuz da arkadaş olsun ölene kadar birlikte yaşayalım nasipse’ diye kavilleşmişler Yakup Amca evinin planını kendisi çizmiş Ustaların başında durup yapacakları işi tek tek tarif etmiş Beğenmediği yerde eline malayı alıp kendisi yapmış Bahçesini briket veya taş duvarla çevirmek yerine göze hoş geldiği düşüncesiyle tahta çitlerle çevirmiş Bunların selim bir zevkin ürünü olduğu ilk görüşte anlaşılırdı

Yakup Amca kimsenin bilmediği meyve fidanlarını nereden getirtirse getirtir bahçesini onlarla şenlendirirdi O zamanlar mahallede kimsenin bahçesinde bulunmayan defne akasya çınar gibi ağaçları da yetiştirir ve onlara en az meyve ağaçları kadar ihtimam gösterirdi Sonradan öğrendiğime göre defnenin kokusuyla birlikte yaprağını çok severmiş akasyanın üzüm salkımı gibi hevenk hevenk açan beyaz çiçeklerini Avlunun tam ortasında tulumbanın yanı başındaki çınarı ise Osmanlı’yı hatıra getirdiği için dikmiş Parmak kadar fidanken diktiği çınara bir an önce büyüyüp Bursa’da gördüğü ulu çınara benzemesi için özel gübreler verirmiş

Aynen babam gibi sabahtan akşama kadar elinde ağaç makası veya kürekle ağaç gölgelerinde kıpraşıp dururdu Evin her hangi bir yerinde yıpranma görse hemen orayı tamire koyulurdu Bu yüzden bahçesine ve evine daima gıpta edilirdi

Onun bin bir emekle şekillendirdiği evi avluyu hanımı Zehra Teyze dantel gibi desen desen işlerdi Sebze ve meyvelerin en tazelerini çiçeklerin türlü türlüsünü mevsim mevsim sofraya taşırdı Müsait bulduğu her yere - annem gibi- teneke veya plastikten yaptığı saksıları yerleştirirdi Avludan başlayarak evin girişine kadar; hiçbiri ne koku ne renk ne de tür olarak diğerinin aynısı olmayan çiçek koridoru yapmıştı Pencerelerin hepsinin pervazı saksılarla doluydu Pervazlardan aşağı allı morlu çiçekler şelale misali çağıl çağıl salınırdı O evin çevresinde görebildiğiniz her yerde köpük köpük çiçekler patlardı

Sadece evin ve bahçenin değil her şeyin en güzeli Yakup Amcanınkiydi En gür ve en güzel su onun kuyusundan çıkardı mesela Çünkü en derin sondajı o vurdurmuştu Ramazan’ın yaza denk geldiği uzun ve sıcak günlerde iftar yaklaşınca mahallenin çocukları elimizde sürahi ve bidonlarla pınar başına giden köylüler gibi onların tulumbasından su doldurmaya giderdik

Meyvelerin en olgun en lezizleri de onların bahçesinde yetişirdi Gelenden geçenden hiç esirgemez herkese ikram ederlerdi bunları Ama onların nazarında öncelik ilim tahsil edenlerindi Yakup Amca meyvelerin en iyilerini tek tek toplayıp sepetlere yerleştirir ve onları ayağını hiç kesmediği öğrenci yurduna götürürdü Oraya elleri dolu dolu haftada birkaç kez uğramasa içi rahat etmezdi Ekseriyetle bizi de peşine takardı giderken

Yakup Amcanın en yakın arkadaşı babamdı Günün beş vakti camide görüşen bu iki dost bir gün görüşemeseler içlerini sıkıntı kaplardı Hatta annem Yakup Amcayı kıskanır: “Benden bile çok görüşüyor onunla” diye babama sitem ederdi Dostlukları o seviyedeymiş ki babam ilk oğluna onun adını vermiş Yakup Amca da doğan ilk oğluna babamın adını vermiş: Ali Rıza

Babamla Yakup Amca bu arsaları aldıklarında henüz yeni evliymişler Evleri yaptırıp içine taşındıklarında ikisinin de birer çocuğu varmış İki kişi olarak temeli atılan aileleri giderek büyümüş horantaları gittikçe kalabalıklaşmış Cenab-ı Allah babama beş Yakup Amcaya altı çocuk bahşetmiş Benim aklımın ermeye başladığı yıllarda bu iki ev öyle kalabalıklaşmıştı ki evlere giren çıkan belli olmaz evlerin kapıları hiç kapanmaz önlerinde illaki birileri bulunurdu Çocuk cıvıltıları iki evi birbirine bağlardı

Başlangıçta mahallede de ancak birkaç ev varmış Etraf ıssız mı ıssızmış Gel zaman git zaman hem mahalle hem de bizim aileler büyümüş Çevreye her yıl yeni evler inşa edilmiş Her yapılan ev bahçeleri küçültmüş ağaçların kuşların böceklerin yaşama çocukların ise oyun alanlarını daraltmış Şükür ki bu büyüme mahallenin dokusunu çok değiştirememiş

Yakup Amca henüz hayattayken akrabaları eş ve dostları sürekli gelip gider onlarda kalırlardı Bir de bahsini ettiğim yurdun öğrencilerini gurup gurup kahvaltıya yemeğe alırlardı Evleri hiç boş kalmazdı Onlar da misafiri velî nimet bilir rahat ettirebilmek için çırpınıp dururlardı

Yakup Amcalarda yaprak dökümü ben liseye yazıldığım sene başladı Çınar ağacının yapraklarından soyunmuş olduğu bir aralık günü Yakup Amca rahmet-i Rahman’a kavuştu Trafik kazası geçirmişti

Cenazesi çok kalabalık oldu Evlerine fevc fevc taziyeci aktı Bütün mahalle yasa boğuldu Mahallede günlerce müzik sesi duyulmadı Evlerinin önünden geçen arabalar olabildiğince sessiz uzaklaşıp mateme ortak oldular Sanki kuşların sesi kısıldı rüzgâr sert sert esse de ağaçlar ses vermez oldu…
Onun bâkî âleme intikali babama çok tesir etti Günlerce kendine gelemedi Her gün ikindi namazını müteakip mezarlığa gider Yakup Amcanın kabri başında Yâsin-i şerif okur evde ise gece yarılarına kadar onun ruhuna hatim indirirdi

Ölenle ölünmezmiş diğer yanda hayat akmaya devam ediyordu Zehra Teyze çocuklarını kanatları altında topladı O günden sonra hem ana hem baba olacaktı yavrularına Henüz yalnızca Ali Rıza’ları ve Rahime’leri evlenmiş barklanmıştı Kalan dört yetimin en büyüğü on dokuz yaşındaki Melek Ablaydı O seneden sonra ev hızla boşaldı Önce Ferhat Ağabey üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gitti Birkaç sene sonra Melek ardından Nazlı Ablalar evlendi Evin en küçüğü Zübeyir de benimle aynı sene üniversitede okumak için Ankara’ya gidince Zehra Teyze kocaman evde yapayalnız kalıverdi Her biri ayrı yerlere dağılan yavruları onu yalnız bırakmıyorlardı ama bundan ne çıkar? Yılın kaç günü gelebilirlerdi ki?

Yakup Amcanın vefatından sonra ne bahçeye ne eve eskisi gibi bakan oldu Kimse onun gibi bakamazdı zaten de onun yarısı kadar bakan da olmadı Ağaçlar da ev de yetim kalmıştı onun gidişiyle Sağlığı yerinde oldukça babam kendi bahçesiymiş gibi bakmıştı ağaçlara Her sene budamış ilaçlamıştı Ama bir süre sonra babam kendi bahçesiyle dahi ilgilenemez hâle düşmüştü Yakup Amcanın bin bir emekle dikip yetiştirdiği ağaçlar artık gelin gibi süslenip çiçeğe durmuyor; vahşice sağa sola dal- budak atarak azmanlaşıyordu Her sene birkaç ağaç odunlaşıp hızara gidiyordu Kuyunun suyu iyice azalmıştı Zaten ona pek ihtiyaç duyan da yoktu Evin duvarlarında yer yer çatlaklar oluşmaya başlamıştı Boyalar kavlıyor sıvalar dökülüyordu Yakup Amca gidince evin de bahçenin de hatta mahallenin de neşesi kaçmıştı

Dakikalardır pencerenin önünde hatıralara dalmışım Anacığımın elindeki lâle desenli fincandan burnuma gelen taze kahve kokusuyla daldığım âlemden sıyrıldım

“Zehra Teyze ne yapıyor anacığım?” dedim “Horantaları dağıldıktan sonra kocaman evde iyice yalnız kaldı evladım” dedi mahzunca Biz bunları konuşurken Zehra Teyzeyi elindeki maşrapayla avludaki üç beş cılız çiçeğe su verirken gördüm

Eşimle birlikte oğlumuzu da alıp kapısını çaldık Son gördüğüme göre biraz daha yaşlanmış hareketleri biraz daha yavaşlamıştı Ama her zamanki gibi cana yakındı Elini öptük halini hatırını sorduk Hemen mutfağa seğirtip bir şeyler hazırlamak istedi Önce zahmet vermek istemedim Ancak onunla yemek yiyeceğimizden uzun süre misafiri olacağımızdan o kadar emin kalkmıştı ki yerinden ağzımı açmaya çekindim İncitirim diye korktum Oğlu Zübeyir’den ayırmazdı beni sağ olsun Onunla birlikte biz de mutfağa geçtik Eşimle o yemek pişirdi ben salata yaptım Bir yanda kısık ateşte yemek diğer yanda muhabbet pişti ağır ağır

Zehra Teyzenin mütevekkil duruşu beni tesiri altına aldı Daima Allah’a şükrediyor: “Allah bu günlerimizi aratmasın yavrum” diyordu Evlatlarına sürekli dua ediyor: “Evlatlarım hayırlı çıktı hiç yalnız komazlar beni eksik olmasınlar” diyordu “Zehra Teyze oğlanların kızların yanına gitsene böyle tek başına” diyecek oldum “Hepsi çağırıyorlar oğlum Ama ben gidemiyorum rahmetlinin yadigârı buralar her yerde onun hâtırası var… Ne yaparsın Allah’ın kanunu böyle İnsan hayatı bir çembere benzer sonunda başladığı noktaya döner Az iken çoğalır çok iken azalır İkisine de hazır olmak alışmak lazım” dedi beni ebkem bıraktı

Biz onunla laflarken kapı çaldı Gelenler Yakup Amcanın gediklisi olduğu öğrenci yurdunun mütevelli heyetinden iki esnaf ve yanlarındaki bir mimar ve bir mühendisti Meğerse Yakup Amca’nın varisleri babalarının amel defterine sevapların akıp durması niyetiyle bahçenin büyük bir kısmını vakfetmişler Üç katlı şirin bir yurt inşa edilecekmiş oraya Nasıl sevindim nasıl heyecanlandım anlatamam! Yakup Amca’yı bu kadar memnun edecek başka bir şey olamazdı belki O bahçe yeniden şenlenecek yeniden şakıyacaktı şimdi Fidanlar ağaç olmayacaktı belki amma çocuklar “adam” olacaktı orada

Ben daha “Bu hayır işine iştirak etmemek olmaz” diye düşünüp elimi cebime atmadan hanım kolundan bileziğini sıyırıp vermesi için Zehra Teyze’ye uzatmıştı bile!

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.