Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #46
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Strese bağlı gece yeme hastalığı



Gün boyu iştahsızlığı takiben uykusuzluk ve iştahın gece artması ile karakterize olan "gece yeme hastalığı"; aşırı strese karşı vücudun verdiği yanıt sonucu oluşur
Araştırmalar göstermiştir ki gece oburlarındaki hormon salınımı, normal yemek yiyen insanlara göre (streslerinden dolayı) daha değişiktir Özellikle bayan hastalar üzerinde yapılan araştırmalara* göre; bu kişilerdeki stres hormonu salınımı normal kişilerden daha fazladır
Bu kişiler tüm gün yediklerinin yarısından fazlasını akşam sekizden sonra yer ve gece en az bir kere yemek yemek için uyanır ACTH (kortikotropin salgılatıcı hormon) vücudumuzun strese karşı bir yanıtı olarak salınan bir hormondur ve diğer stres hormonlarının salınımlarını tetikler Gün boyunca çok yoğun bir şekilde stresliyseniz, stres bitince tepki gösterecek haliniz kalmaz Çünki stres için artık salgılanacak hormonunuz kalmamış olur Fakat gün içinde zaman zaman sıkıntılar yaşanıyorsa, stres unsuru kalktığı anda (eve gidip dinlenmeye başlayınca) vücut buna yanıt vermeye başlar Aslında bu olay, Kortizol hormonunun salındığı böbrek üstü bezleri ile yeme merkezimizin bulunduğu hipotalamus arasındaki ilişkinin kontrolden çıkmasından dolayı meydana gelir Bundan dolayıdır ki gece oburları, gecenin bir yarısında uyanıp gece boyunca yerler

>>>
Bu bulgular ışığında araştırmacılar biyolojik saati normale döndürecek bir tedavi şekli bulmak için uğraşmaktadır
Gece yeme hastalığı olan bireyler yatağa yatmadan önce "ne kadar ve ne yediklerini" mutlaka akıllarından geçirmelidirler Gece yeme riskini en aza indirmek için, bu kişilere yatmadan yarım saat önce önce karbonhidrattan zengin besinler yemeleri, (doktorun önerisine göre) uyku hapı, antidepresan veya melatonin içeren ilaç içmeleri önerilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #47
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



STRESS



Stres kavramı ilk olarak 1930'larda endokrinolog Hans Selye tarafından ortaya atılmıştır Selye'ye göre organizmalar olumsuz duyusal ve fizyolojik olaylar karşısında ortak bir biyolojik tepki gösterirler Bunlara ''stresör'' adı verilir
Stresörler kaçınmak istediğimiz her şeydir İnsanın bir yakınını kaybetmesi, tüccarlar için borçlarını karşılayamama durumu, fanatik futbol taraftarı için tuttuğu takımın kaybetmesi, borsada oynayanlar için ani ve yüksek borsa düşmeleri, önemli randevusuna trafik nedeniyle yetişememe gibi gündelik hayatımızda sık rastlayabileceğimiz şeyler birer stresördür
Akut stres ile karşılaşan insanlarda adrenalin salgısı artar Kalp hızında artma, ağız kuruması gibi belirtiler ortaya çıkar Çok sık karşılaşmamak koşuluyla insan strese karşı koyabilirSık tekrarlayan streslerde ise başa çıkamayacağımız birikimler ortaya çıkar
Araştırmalar,kronik stresin vücut direncini kırdığını ve hastalıklara zemin hazırladığını göstermektedir
Stres sadece kalp veya sindirim sistemine zarar vermez Bellek kaybı, bağışıklık sisteminin zayıflaması, şişmanlık(" Et değil dert "deyimimizi hatırladım) gibi sonuçlar da ortaya çıkar Yani insanları kısa süre içinde öldürmeyen stresörler, uzun vadede birikim sonucu er veya geç ölümcül hastalıklara zemin hazırlarlar
Birkaç yıldan beri stres artık ölçülebilir olmuşturTükürükte hormon yoğunluğunu ölçerek, vücudun nörolojik ve kimyasal tepkilerini inceleyerek, stresin organizmayı nasıl yıprattığı somut bulgularla saptanmaktadır Hamilelik döneminde stresin gelişmekte olan cenin'i de etkilediği anlaşılmıştır Bu çalışmalar " Psikonöroimmunuloji " adında yeni bir bilim dalının doğmasına neden olmuştur Bu bilim dalının bugün eriştiği nokta, 1960 larda sigara ile kanserin ilişkisinin ilk kez ortaya atıldığı dönemi hatırlatmaktadır
Stres ile bağışıklık sistemi arasındaki ilişki ortaya konmuştur(Sheldon Cohen ve Arkadaşları-1991)Uzun süreli strese maruz kalma, kişilerin üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını 3-5 misli artırmaktadır
Başka bir çalışma da uzun süreli stres ile kalp hastalıkları arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla yapılmıştırBu çalışmada, sosyal yapı ve kalp-damar hastalıklarına yakalanma eğilimi bakımından insanlara büyük benzerlik gösteren Makak maymunları kullanılmıştır
Stres, iki aşamada kendini gösterir


Birincisi "savaş-veya-kaç" tepkisidirBeyin stresörü sezince, verdiği komutla böbreküstü bezlerinin adrenalin salgısını artırırBirkaç saniye içinde tansiyon yükselir,nabız hızlanır, karaciğer glikoz pompalar, yağ rezervlerinin trigliserid ve enerjiye dönüşmesini sağlar, dolaşan kan diğer organlardan çekilerek kaslara gönderilirBütün bunlar, organizmanın hayatta kalmak için hazırlanması demektir Tabiatta yaşayan ilkel insanlar ve diğer canlılar bu hazırlığı takiben ya savaşır, ya da kaçarak tehlikeden kurtulur Uygar dünyada yaşayan insan vücudu, her trafik ışığında adrenalin saldırısına uğrar Savaşmak veya kaçmak seçeneği de yoktur Direksiyonda oturmak ve beklemek zorundadır Vücudun strese karşı yaptığı hazırlıklar boşunadır Gereksiz yere nabız hızının artması, kan basıncının yükselmesi, dolaşımdaki yağ ve glikozun metabolize edilememesi sonunda yağların damarlarda plakalar halinde birikmesi; felçlere, kalp krizlerine ve şeker hastalığına davetiye çıkartır Uygar dünyada tehlike karşısında geliştirilen savunma, strese yol açan tehlikeden daha zararlı olmaktadır(Robert Sapolsky)
İkinci aşama 10 dakika kadar sonra başlar Bu aşama duygusal ve entellektüel stres ile ilgilidir Hipotalamus adı verilen beyin bölümü ACTH denen bir hormonun salgılanma emrini verir ACTH, böbreküstü bezlerinden kortizon ve benzeri hormonların salgılanmasına neden olur Bu hormonların aşırı miktarda salgılanması belleği ve öğrenme-algılama yeteneğini zedeler, öfke, yorgunluk, depresyona neden olur, bağışıklık sistemini zayıflatır Kronik streste, hastalıkla savaşan hücrelerin sık sık bastırılması sonucu vücudun enfeksiyonlara karşı direnci azalır
Stresin garip bir etkisi de vücut şeklini değiştirmesidir Stres anında yağlar enerji sağlamak için yer değiştirirken genellikle karaciğer çevresinde birikirler Yapılan araştırmalar, göbekte biriken yağların kortizon benzeri hormonlara duyarlı olduğunu göstermiştir Streste aşırı salgılanan bu hormon grubu, göbek çevresinde yağlanmaya neden olmaktadır Merkezi şişmanlama da denen bu durum ile kardiyo-vasküler hastalıklar arasındaki ilişkiye de dikkat çekilmiştir
Mide ve bağırsakların iç duvarlarına daha az kan gittiği için ülser riski artmaktadır

Şizofreni

Şizofreni Nedir?

Kişide en az bir aylık sure içinde aşağıdaki belirtilerden en az ikisinin varlığı ( sanrılar; varsanilar; konuşma özellikleri ve kalitesinde bozulma; aşırı ölçüde garip ve anlamsız şekilde dağılmış davranışlar; negatif belirtiler dediğimiz duygusal yüz ifadelerinde azalma, düşünce ve fikir üretimi ve yapısının kısırlaşması,enerji ve bir şeyler yapmaya hevessizlik hali)

Bu durumdaki kişide hastalığın sureci içinde sosyal, mesleki, ailesel ilişkilerinde ve kendine bakim gibi alanlarda belirgin bozulmalar oluşur Bu belirtiler en az 6 ay suredir var olmalıdır

Varsani nedir?:

Olmayan bir takım uyaranlari var gibi algilama durumudur Bu hastalikta en cok isitsel varsanilar (kendisi ile konusan sesler, gürültüler duyma gibi) bulunmaktadır Ayrıca görsel varsanilar (duvarda çizgiler, kendine bakan yüzler, yaratıklar görme gibi); koku varsaniları (iyi ye da kotu ama başkasının duymadığı kokular duyma); dokunma varsaniları (vücudunda bir şeyler geziyor gibi hisler); vücutsal varsanilar (beden yapısının, bölgelerinin değiştiği seklinde) olabilir

Sanrı nedir?:

Hastanın sabit bir fikir ile bağlandığı, aksi yöndeki söylemlere karşın ikna edilemeyen ve mümkün olmayacak derecede içeriğe sahip olan yanlış inançlardır Başlıca tipleri arasında kötülük görme ( persekusyon ), üzerine alınma (etrafındaki her olayın kendisi ile ilişkili olduğu seklindeki referans sanrıları); kontrol edilme; düşünce sokulması, çekilmesi ya da yayınlanması; dini sanrılar; vücutsal; suçluluk - günahkarlık ve büyüklük sanrıları sayılabilir

Şizofreni türleri:

Paranoid tip

Katatonik tip

Desorganize tip

Farklılaşmamış tip

Residuel tip

Başlangıç Yaşı:

Genellikle 16-25 yas arasında görülse de çocukluk yaşlarında ya da 40 yas sonrası da görülebilmektedir Kadınlarda erkeklere göre daha geç yasta başlamaktadırBaşlangıç yaşı erkeklerde 15-25 arası, kadınlarda ise 25-35 yas arasındadır

Hastalarda belirlenen risk faktörleri:

Genel olarak toplumda % 1 oranında görülmektedir Erkek ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir Hastalar arasında bekarlık yüksek orandadır Evli çiftlerde ise boşanma oranı toplum ortalamalarından fazla bulunmuştur Kentsel yerleşim alanlarında daha cok görülmektedir

Kalıtımın Rolü:

Hastanın anne-babasından birinde bu hastalık varsa çocuklarda risk % 12 'ye çıkarken, her ikisi de hasta ise % 44'e yükselmektedir

Hastalığın cinsiyete göre belirti farklılıkları:

Kadınlarda kaygı ,depresif belirtiler ve gerginlik on planda iken, erkeklerde negatif belirtiler belirgindir Kadınlarda çevresinden kuşkulanma gibi paranoid konular ve kendine zarar verme on planda iken , erkekler zararı daha cok çevrelerine vermektedir

Hastalığın Seyri:

hastalık kadınlarda erkeklere göre, daha az sayıda ve surede hastanede yatışa yol açmakta ; hastalık daha az kötüleşme dönemleri ile seyretmektedir Kadın hastalar daha az intihar etmekte, evliliklerini erkeklere göre daha fazla sürdürebilmektedirler

Hastalık Kimlerde Daha İyi Seyretmektedir ?

geç başlangıç yaşı (20 ve sonrası)

yüksek sosyo-ekonomik düzey

hastalık öncesi toplumsal ilişkileri ve işlevselliği iyi olan,isi olanlar

Ailede şizofreni hastalığı olmaması

Zekanın normal sınırlarda olması

Başlangıcın bir olayı izleyerek olması

Yavaş yavaş değil,aniden başlaması

Tedavi için gecen surenin kısa olması

Duygulanımda silinme ve uygunsuzluğun olmaması

Hastalık Nasıl Seyretmektedir?

Tedaviye geç başlanmadığında ,az ve kısa sureli yatışlar ile kişinin topluma uyumu sağlanabilmekte, hasta toplum içinde bir takım görev ve sorumluluklar alabilmektedir Ancak negatif belirtilerin uzun sure devam ettiği hallerde bu sosyalleşme ve işlevsellik
bozulmaktadırBazı şizofren hastalarda görülebilen kendine bakımda azalma, sağlıksız ortamlarda bulunma ve alkol-madde kullanımları nedeniyle enfeksiyon hastalıkları daha cok gözlenmekte ve yaşamı kısaltmaktadır Şizofrenlerin % 10 kadarında intihar sonucu olum saptanmıştır Şizofreni hastalarının bu nedenlerle, diğer insanlarla karşılaştırıldığı da, 10 yıl daha az yasam suresine sahip olabilmektedir

Tedavi:

İlaç tedavisi ve bireysel destekleyici tedavi yanı sıra grup terapileri hastanın işlevselliği ve sosyalleşmesini arttırmakta , gidisi olumlu hale getirmektedir

Vücut dismorfik bozukluğu (dismorfofobi) devamlı vücutları ile uğraşan,vücutlarında bir şeylerin kotu,çirkin,yanlış, eksik- fazla olması seklinde düşüncelerin olduğu bir kaygılarım bozukluğudur Kişide cok hafif bir kusur olsa bile, bu durum cok abartılarak, korkulacak bir konu haline getirilirHissedilen kusur nedeniyle oluşan gerilim ve kaygı ,beklenilenin cok üzerindedir Sosyal ilişkilerden kaçınabildikleri gözlenmiştir Bu kişiler görünümlerini kozmetik olarak değiştirmekte, ameliyatlar olmaktadırlar kişinin odaklandığı bölge genellikle yüz bölgesi olup, burun, kulaklar, çene ya da bu bölgedeki sivilceler gibi değişebilmektedir Kadınlarda göğüsler, karin bölgesi, boyun bölgesi on ciddide önde gelen odak noktalarıdır Bazı durumlarda boy kısalığı ya da saçlarının azaldığı düşüncesi, karin bölgesinde yağlanma, ciltte kırışıklıklar , göğüslerin büyüklüğü konu edilmektedir

Bu kişilerde özgüven eksikliğinin bulunduğu, depresyon, obsesif- kompulsif bozukluk ve sosyal fobi gibi ek psikiyatrik rahatsızlıkların birlikte bulunabildiği gözlenmiştir

Hastalığın başlangıç yaşı:

20'li yaşların başında ya da ergenlikte başlamaktadır

Belirgin tekrarlayıcı davranışları:

kişiler yineleyici bir şekilde aynaya bakmakta, vücutlarını kontrol etmekte, yakın çevresindekilere bu konunun varlığı ve derecesi hakkında tekrarlayan sorular sormakta ve konu ile ilgili çeşitli doktorlara başvurmaktadırlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #48
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Şizoid kişilik

Aşağıdaki belirtilerden en az dördünün varlığı ile genç erişkinlik döneminde başlayan , devamlı suretle kendini belli eden toplumsal ilişkilerden kopma ve kalabalık ortamlarda kısıtlı bir duygu ifadesinin olduğu bir kişilik sorunudur:

1-Ailenin bir üyesi gibi davranamama, yakın ilişkiye girmeme ya da girmekten zevk almama, 1-2 kişiden fazla yakın ilişkileri yoktur
2-Çoğunlukla tek bir etkinlikle uğraşmayı yeğlerler
3-Başkalarıyla cinsel deneyim yasamaya ilgi ya yoktur ya da çok azdır
4-Genelde aktivitelerden zevk almaz , alsa bile çok az etkinlikten zevk alır
5-Birinci derece akrabaları haricinde yakın arkadaşları ya da sırlarını paylaştıkları dostları yoktur
6-Başkalarının kendilerine yönelttikleri övgü ya da eleştirilere karsı ilgisiz görünürler
7-Duygusal olarak soğuk, uzak, monoton bir duygulanım gösterirler Sıcaklık ve sevecenlik hissi uyandırmazlar

Bu grup kişiliğin asal özelliği sosyal ilişkilerden uzaklaşma ve başkaları ile birlikteyken duygu ifadelerindeki kısıtlılığıdır Kendi baslarına vakit geçirmeyi tercih ederler

Başkaları ile irtibat gerektirmeyen tek bir uğraş ya da etkinlikle uğraşırlar (bilgisayar, matematik oyunları, astronomi, bulmacalar,yap-boz oyunları,pul koleksiyonu gibi soyut,mekanik islerle uğraşırlar Sosyal hayatin gerektirdiği bazı durumlara beklenen uygun karşılıkları veremezler

Toplumsal becerilerden uzak, içine kapanık kişiler olarak yasarlar Karsılaşmalar esnasında gülümseme, tokalaşma, basla selamlama gibi davranışlar nadirdirÜzerlerine gidilip, kışkırtılsalar bile öfke ve gerginliklerini göstermekte güçlük çekerler Hayatları amaçsız, rüzgarda sürüklenen bir yaprak gibi görünebilirGenellikle evlenmezlerAilelerine bağımlı olarak hayatlarını sürdürebilirler Yoğun stres altında çok kısa sure ile psikotik bir donem yasayabilirler

Görülme oranı:

Genel nüfusun %05-7 'sinde bulunmaktadırErkeklerde kadınlara oranla daha çok görülmektedir

Rahatsızlığın oluşma sebepleri:

Erken çocukluk döneminde soğuk, ihmalkar, tatmin edici olmayan ilişkiler yasayan çocuklarda ileri dönemlerde ilişki ve kişiler arası bağlantıların önemli ya da gerekli olmadığı seklinde bir düşünce tarzı gelişimi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir

Eşlik edebilen psikiyatrik bozukluklar:

-Majör depresyon
-Distimi
-Sosyal fobi
-Agorafobi
-Kişilik bozuklukları (sizotipal, paranoid, çekingen kb ile)

Çocukluk cağında görünümü:

Yalnız başınalık, benzer yastakilerle arkadaşlığında bozukluk, derslerinde düşüklük ile belirebilir

Tedavi:

Kişilerin kendileri nadiren başvurmaktadırlar Genellikle yakınları tarafından tedaviye getirmektedirler Bireysel terapi yanında grup terapilerinden de yararlanabilirler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #49
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Şizotipal kişilik

Aşağıdaki belirtilerden en az 5 adedinin varlığı ile giden, genç erişkinlik döneminde başlayan düşünsel ya da algısal çarpıklıkların ve olağandışı davranışların yani sıra yakın ilişkilerde aniden rahatsızlık duyma, sıcak ilişkilere girme becerisinde azalmanın olduğu sosyal ve kişiler arası yetersizlikler durumudur

1-Referans fikirleri(olayların ve bazı durumların kendisi ile ilişkili olduğu,özel ve olağandışı bir anlamının olduğu seklinde yanlış yorumlar)
2-Davranışlarını etkileyecek boyutta, yetiştiği kültürel değerlerle uyumlu olmayan garip inanışlar ya da büyüsel düşünce (örneğin gaipten haber vermeye inanmak, falcılık ve medyumlarla temas,ruh çağırma seanslarına katılmak,altıncı his, telepati gibi)
3-Olağandışı algi yaşantıları (illüzyonlar gibi)
4-Garip bir düşünüş biçimi ve konuşma (konudan uzaklaşan, belirsiz, fazla ayrıntıcı gibi)
5-Kuşkuculuk, paranoid düşünceler
6-Yüz ifadelerinin kişinin içinde olduğu duygusal durumunu yansıtamaması, bunun kısıtlı olması ya da uygunsuz (duyguya zıt bir yüz ifadesi gibi) olması
7-Acayip ,alışılmadık ,kendine özgü davranış ya da görünüm
8-Birinci derece akrabalar hariç yakın dostların olmaması
9-Yakın ilişki ile de azalmayan aşırı sosyal kaygı, paranoid korkular

Bu kişiler olaylar oluşmadan önce bunları bilebileceklerini, özel yetenekleri olup, başkalarının düşüncelerini okuyabileceklerini düşünebilirler Olayların gerisinde kimsenin anlayamadığı özel manalar olduğunu düşünebilirler Başkalarına karsı büyüsel kontrol uygulayabileceklerini düşünebilirler Farklı olağandışı algıları olabilir Yanlarında görünmeyen birinin varlığı, görüntü ve mırıldanmalar işitme, bunu kullanarak medyumluk ve vantriloklukla para kazanan kimseler vardır Başkalarıyla sert, kısıtlı, sosyal ilişki acısından uygunsuz bir tarzda iletişim kurarlar Başkaları ile sadece gerektiği anda iletişime girerler Birlikte geçirilen sure uzadıkça başkalarından farklı olarak rahatlayacakları yerde daha tedirgin ve kuşkucu olurlarUygun olmayan şekilde giyinip, insanların dikkatini çekebilirler

Görülme oranı:

Genel nüfusta %3-5 oranında rastlanmaktadır Erkeklerde hafifçe daha çok görülmektedir

Eslik eden psikiyatrik bozukluklar:

-Majör depresyon( bu bozukluğu olup kliniğe başvuranlarda % 30-50 oranında saptanmıştır)
-Özellikle paranoid kb olmak üzere sizoid,çekingen ve sınırda kişilik boz

Ailesinde şizofreni olanlarda bu kişilik bozukluğunun olma riskinin genel nüfusa oranla daha yüksek olduğu gözlenmiştir Bir çalışmaya göre % 10 kadar vakanın intihar ettiği saptanmıştır

Tedavi:

Psikoterapi yanında, depresif belirtiler belirdiğinde antidepresan; hezeyanlar varlığında antipsikotik tedavi eklenebilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #50
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Tik bozuklukları:

Bu durum istemsiz, belirli bir tarzda,hızlı ve tekrarlayıcı hareket ya da ses çıkarma durumudur Süresi genellikle 1 saniyeyi geçmemektedir Bu duruma direnç gösterilemez gibi hissedilir Tik davranışının vücutta görülen yeri ( kaş, göz, omuzda oluşması gibi) , sıklığı ve zorlayıcılığı, çeşitli zamanlarda değişebildiği gibi, topluluk içinde olma ya da tek başına bulunmaya göre değişebilmektedir Tikler tek bir bölgede veya birden fazla bölgede ya da organda hissedilebilir Tik davranışının yapılması ile birlikte geçici bir rahatlama elde edilir

Tik davranışlarını arttıran etmenler:

Yoğun stres durumları, kaygı düzeyinin arttığı haller, bitkin düşmek, can sıkıntısı hissetmek, kişi için önemli bir olaya katılmak , başkaları önünde aktif bir eylemde bulunmak( söz almak, bir toplantıya katılmak gibi) durumlarında artış gösterebilmektedir Alkol alımı, kişiyi keyifle oyalayabilen bir aktivite ( kitap okumak, tv seyretmek gibi) dinlenme esnasında azalabilmektedir

Tik bozukluğuna yol açabilen diğer durumlar:

Tik bozukluğuna neden olan kalıtsal hastalıklar arasında Tourette sendromu, Huntington hastalığı, torsiyon distonisi, ve nöroakantozis sayılabilir Ayrıca ensefalit, Sydenham koresi, ilerleyici bir hastalık olan Creutzfeldt-Jacob sendromu da tik sebepleri arasındadır Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, L-dopa, bazı stimulan ilaçlar da bu tür bir duruma yol açabilirler Karbon monoksit zehirlenmeleri, kafa travmaları, bazı kromozom bozuklukları, zeka geriliği de tik davranışlarını oluşturabilir

Basit hareketsel tikler: Bazı kas gruplarının hızlı, belli bir anlam içermeyen ve tekrarlayıcı bir şekilde kasılması durumudur En çok sırasıyla gözde, kafagenelinde, omuz , ağız ve el bölgesinde görülmektedir

Karmaşık hareketsel tikler: basit şekle göre daha yavaş, daha amaçlı gibi görünen ve daha çok kas grubunu içine alan tiklerdir En çok kendi vücuduna veya başkasına dokunma ya da vurma, zıplama, kendi ellerini ya da nesneleri koklama şeklindedir

Hareketsel tikler işlev açısından birbiri ile zıt etkili kasların aynı anda birlikte kasılması ile oluşmaktadır

Basit sese dayalı tikler: Hece şeklinde olmayan sesler çıkartmaktır Boğazını ısrarla temizleme, burun çekme, öksürme, bağırma, havlar gibi ses çıkarma bunlara örnektir

Karmaşık sese dayalı tikler: Daha anlaşılabilir,hecelere dayanan sözcükler, cümleler i tekrarlamak şeklindedir

Tik bozukluğunun başlangıç ve ilerleyen dönem özellikleri:

Yapılan araştırmalara göre, toplumda bin kişide 2-6 arasında görülmektedir Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla görülmektedir Genellikle 7 yaş civarında başlamaktadır İlk oluşan tik genellikle göz kırpmadır Onu izleyerek kol ve bacakta yerleşik tikler ,daha nadiren de sese dayalı tikler başlangıç tikleri olmaktadır Küfür etme şeklindeki tikler (koprolali) de daha nadir başlangıç yakınmasıdır Başlangıçta % 2-3 oranında görülen koprolali ilerleyen dönemlerde % 2-30’lara dek çıkabilmektedir

Tik bozukluğu kişilerin yaklaşık % 40 kadarında ergenliğin başlangıç evrelerinde tamamen düzelmektedir % 30 kadar hastada bir miktar düzelme ile hafiflemiş olarak devam eder Geri kalan % 30 kadar hasta erişkinlik hayatında da tik bozukluğu belirtilerini göstermektedir

Tik bozukluğu obsesif kompulsif bozukluk ile sıklıkla bir arada görülebilmektedir Sıklıkla kontrol etmeye,saymaya ve düzenleme ve benzerleştirmeye yönelik davranışlar şeklindedir

Hastalığa sebep olan geni saptama çalışmaları sürmektedir Bu rahatsızlığı olan kişilerin bazı beyin bölgelerinde metabolizma hızı artmış, bazı bölgelerde ise azalmış bulunmuştur

Tedavi:

İlaç tedavileri yanında terapi ile başarı sağlanmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #51
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Uçuş fobisi uçak korkusu

Negatif Koşullanmaya Karşı Uçuş ve Güvenlik:
Uçuş korkusunun kökeni tartışmalıdır Çok yaygın ve köklü olması insanın bilinç dışında yer alan ölüm korkusu, yalnızlık korkusu, umarsız kalma korkusu gibi evrensel korkulardan biri olduğunu düşündürmektedir Eski çağlarda uçuş insan için imkansız, olağanüstü ve büyülü birşeydi Uçmanın asla insanlara göre olmadığı düşünülürdü Tüm toplumlarda yaygın dinsel ya da büyüsel inanışlar insanın olanakların dışına çıkmasının felaketlerle sonuçlanacağını savlardı Uçuşta böyleydi, bir tür tanrılara meydan okuma olarak algılanırdı Uçma çabası içindeki insanlar bu yüzden hep alayla ve tepkiyle karşılandılar Tüm bu korkular ve tepkiler zamanla insanın bilinç altına yerleştiler

Uçuş korkusunun kökeni ne olursa olsun bu korkuyu pekiştiren uçak ve uçuşlarla ilgili negatif söylemlerdir Ne yazık ki medyada uçuşla ilgili haberlerin çoğu aleyhte olagelmektedir Uçak düşmeleri, kaçırılma ve atlatılan kazalar yüksek tonda vurgulanmaktadır Kaptan sarhoştu, uçak zaten eskiydi, karakutu bulunamadı gibi spekülatif haberler sıktır Ayrıca birçok filmde veya romanda uçak kazaları, havada patlama uçak kaçırma ilgi çekici, dehşet temalarından biri olarak kullanıla gelmektedir Buna karşın binlerce uçuşun ne kadar rahat ve güvenli geçtiği vurgulanmamaktadır Sonuçta tüm bu yayınlar ve söylemler uçuşun tehlikeli olduğu konusunda negatif bir koşullanma yaratmaktadır Şimdi bu negatif koşullanmaya karşın uçuşun ne kadar güvenli olduğunu tartışalım

Uçuş ve Güvenlik:
Uçuş korkumuzu nasıl yenebileceğinizi öğrenmeden önce havacılık hakkında biraz bilgi edinmemizde yarar var Bu korkunun sorumlusu Wright kardeşlerdir, çünkü uçuşun imkansızlığını tümüyle tarihe gömdüler Ardından başkaları geldi ve havacılığı inatla geliştirdiler İlk tarifeli hava taşımacılığı 1927'de Newyork'ta "Colonia Air Transport" adıyla başladı Daha çok posta taşımak amaçlı bu uçaklar oldukça güvenilmezdi Bunlarla uçmaya cesaret edemeyenlere kesinlikle fobik denemez, hatta uçmaya cesaret edenlere tuhaf gözle bakılabilirdi Öyle ki pilotlar inecekleri alanı belirlemek için bazan camdan sarkmak zorunda kalırlardı



1933'de Ford Motor Company'nin geliştirdiği "Curtis Condor" adlı ilk yolcu taşıyan uçak pek düzenli uçamazdı Daha çok yukarı aşağı sıçrayarak uçan bu uçaktaki yolcuları rahatlatmak için firma hemşirelik eğitimi görmüş hoşgörünümlü hanımları işe aldı Bu ilk hemşire-hostesler yolculara kahve, çay, yemek servisi ve pansuman yapmaya başladılar Sonuçta bu hanımların da katkılarıyla hava ulaşımı giderek daha çok kabul gördü, sektör büyüdü Uçaklar giderek daha güvenli hale geldi ve sonunda devlet de uçuşu kabullendi, hava meydanları yapımını üstlenmeye başladı
IIDünya Savaşı teknolojinin ve uçakların savaşı oldu Bu savaşla uçuş teknolojisi çok çok gelişti Bugün havacılık dünyanın en hızlı, en gelişmiş ve en teknolojik ulaşım sistemi Her yıl milyonlarla (sadece ABD'de 350 milyon kişi ) uçakla ulaşımı tercih ediyor

Güvenlik:
Uçuşta güvenlik çok önemli ayrılmaz iki kelime Uçuşla ilgili her kademede güvenlik en alttan en üstte temel temadır En üstte tüm uçuş aktivelerinden sorumlu bir oluşum var Her ülkede bu oluşumlar ülkenin uçuş unsurlarını ve o ülkeye uçuş yapan yabancı hava unsurlarını tümüyle denetlemekle yükümlü İki büyük kurum var ICAO ve FAA Bu oluşumların ilk örneği olan FAA (Federal Auration Adminurration) ABD'de kurulmuştu FAA Pilot sertifikaları, eğitim okulları, onarım istasyonları uçak üreten firmaların denetimi, hava trafik kontrol, mühendislik gibi konularda gelişmeler olması için teşvik ve sponsorluk yapmayı sürdürüyor Sadece bu konularda milyonlarca dolar harcanıyor

Bir uçak güvensizse dünyanın her yerinde uçuştan men edilir Bu sektörde güvenlik söz konusu olduğunda masraftan kaçınılmaz Parola şudur "Güvenlik yoksa uçuşta yok" Daha alt seviyelerde de güvenlik kontrolleri devam eder Uçuşla ilgili her olay kontrol edilir Uçuştan 1 saat önce uçuş ekibi uçuş istasyonuna gelir Hava raporu, rota şartları, uçağın ağırlığı, yolcuların sayısı, yakıt gereksinimi gibi konularda bilgilendirilir Daha sonra uçağa gidilir ve uçak fizik olarak incelenir Güverteye girmeden önce ve girdikten sonra yüzlerce güvenlik ve kontrol işlemi yerine getirilir Modern jet uçaklarının uçuş ekibi 3 kişidir Pilot, yardımcı pilot ve uçuş mühendisi uçuştan önce pilotlar rota, hava durumu gibi uçuşla ilgili olayları tekrar kontrol ederken, uçuş mühendisi kokpit cihazlarının çalışması ve yakıtla ilgilenir



Hostes ve diğer kalan görevlileri de kendi kontrollerini yaparlar Bilindiği gibi yer ekipleri yolcuları ve bagajları kontrol ederler Tehlikeli, hasta görünümlü, alkol ya da madde aldığı belirlenmiş yolcular uçuştan men edilir Bu konularda tıbbi ekibten ve güvenlik ekiblerinden yardım alınır Tehlike oluşturabilecek bagaj unsurları silah vb) yüksek teknoloji aygıtları ile insan faktörü birlikte çifte güvenlik sistemi ile ayıklanır

Peki Uçaklar Ne Kadar Güvenli?
Bugün bindiğimiz ticari uçakların hepsi yedek sistemli olarak yapılmıştır Bunun anlamı bir sistem çalışmazsa onun işini aynı yeterlilikte yapabilecek ikinci bir sistemin var olması demektir Bu çiftlenme uçuş güvenliğinin temelidir Uçuş personelinde de bu çifte güvenlik sürer Bu kişinin görevini yapabilecek ikinci bir kişi mutlaka vardır Sistemde insan hatası faktörü görev dağıtımıyla en aza düşürülmüştür Bu alt güvenlik uçak motor sayısında da geçerlidir çift motorlu bir uçak tek motorla, 4 motorlu bir uçak 2 motorla uçuşu sürdürebilir Uçuş; pilotların yer kontrolü ile düzenli irtibatıyla sürdürülür Bunun yanısıra birde navigasyon sistemi (yön bulma) vardır Yerde uçaklar teknisyenler tarafından yüzlerce testten geçirilerek incelenir ve her parça belli bir miadda yenilenir

Eğer arabamızın bir uçaktan daha güvenli olduğunu düşünüyorsanız şöyle bir karşılaşma yapalım Arabamızı her yola çıkışından önce birçok teknisyen gözden geçirir mi? Her 500 milde bir tüm tekerleri değiştirilir mi, her 2500 milde bir motorunuz (rektefiye) yeniden ayarlanır mı, her 10 bin milde bir fren debriyaj ve birçok sistemi yenilenir mi ya da her 25 bin milde bir motor atılıp yerine yenisi monte ediliyor mu? "Ama ben arabamla uçmuyorum ki" demeyin Bir uçağın bakım masrafı yılda 1 milyon doları aşmaktadır Bir uçağın her uçuş saatine karşılık 4 saati bakımda geçmektedir Kısacası uçaklar çok ama çok güvenlidir

Uçuş Ekibi:
Mürettebat, yaşamımızı teslim ettiğimiz insanlar, pilotlar Nasıl kaptan olunduğunu biliyormusunuz? Kaptan pilotlar her ay 45-50 saat uçuş yaparlar, sanırız bu deneyimli olmak için yeterli bir süredir Pilotlar başka hiç bir meslekte olmadığı kadar sık ve çok sayıda testten geçirilirler Sağlık muayeneleri, (anjio dahil), mesleki yeterlilik testleri, gelişim testleri, güvenlik testleri, psikolojik testler vb



Bu testlerden herhangi birinde başarısızlık demek pilotun uçuş kariyerinin bitmesi anlamına gelir Pilotlar dışında kalan diğer uçuş personelide benzer şekilde bir çok eğitim ve teste tabi tutulurlar Bu testler ve eğitimler için çok para harcanır Ama slogan kesindir "Güvenlik yoksa uçuşta yok"

Uçuş Güvenliği ile İlgili Bazı İstatistikler:
Evet uçuş güvenlidir Siz ne kadar aynı düşünmüyorsanız da istatistikler bunu gösteriyor Otoyoldan, trenden, gemiden, köpekli kızaklardan hatta köpeğini parkta gezdirmekten bile daha güvenli
Bazı rakamlar
Uçuş: 4500000 da /1
Tren yolu: 80000 /1
Otoyol: 14000 /1
Yürüyüş: 2500000/ 1
görüldüğü gibi uçakta kaza geçirme olasılığı çok düşük Şöyle bir soru gelebilir "Ama uçak düştümü kurtuluş olmuyor" Her uçak kazasında ölüm olacağı gibi bir düşüncede yanlış %25 kazada hiç cankaybı yok %60 kaza ise yüksek oranda hayatta kalma ile sonuçlanmış Bir çok kazada uçaklar oldukça dayanıklılık göstermişler Bu bakımdan uçak en sağlam ulaşım aracı Örneğin önceki yıllarda olmuş bir kazada bir uçak ters dönmüş bir şekilde tam 120 km hızda 1 saat boyunca sürüklenmiş ve kimse yaralanmamıştı Bu olayın başka bir araçta yaşandığını düşünün Sonuç olarak uçak ve uçuş çok güvenlidir Ulaşım sektörü içinde güvenliğe en yüksek düzeyde önem verilen teknolojinin ve eğitimin en üst düzeyde olduğu havacılıktır Uçuş aynı zamanda en konforlu ve hızlı olanıdır Uçuş ve uçaklar hakkında çok daha ayrıntılı bilgiler verilecek ve bu konuda sormak istediğiniz sorular, uçuş uzmanımızca cevaplandırılacaktır

Korku Nedir?
Korku normal ve oldukça sıradan bir duygudur Hoş bir duygu değildir bazı durumlarda yararlı olduğunu kabul etmek gerekir Tehlikelerden korur hatta uygun dozlarda motive edici bile olabilir Aşırı ve panik şeklinde olursa tam tersine bizi engeller Korkunun objesi gerçek ya da hayal ürünü olabilir Korku mantıklı ya da mantıksız (usdışı) olabilir İşte bu irrasyonel olanlara fobi adı verilir Fobi Yunanca bir kelimedir (phobos) anlamı kaçmaktır Adından da belli olduğu gibi fobi korku ile kaçınma arası bir duygudur


Fobi, psikiyatrideki tarifine göre bireyin birşeyden korkusu ona saçma ve mantıksız gelmesine ve bundan korkmamalıyım demesine rağmen bu korku ve kaçınmadan kendini alıkoyamamasıdır Bunu saçma bulduğu için başkalarına anlatamaması, hayatını, ya da bir işlevini aksatması nedeniyle duyulan sıkıntı, ızdırap ve engelleme durumu da fobinin bir parçasıdır

Fobi ile korku ya da korkaklık farklı olgulardır Fobik kişi sadece fobik olduğu şeyden kaçınır Başka konularda ise oldukça girişken ve cesur olabilir Sonuçta; bir veya birkaç fobimiz olması herşeyden korktuğumuz anlamına gelmez Hele cesur bir olmadığımız anlamına hiç gelmez Uçak fobisi olan bireylerin çoğu entellektüel; iş ya da sosyal yaşamında başarılı olmuş kimselerdir Elde ettikleri konumu birçok insanın denemeye cesaret edemiyeceği riskleri üstlenerek kazanmışlardır Fobik psikiyatri de korku bozuklukları başlığı altında değil, anksiyete bozuklukları başlığı altında toplanırlar Anksiyete, gerginlik stres, endişe kelimelerine karşılık gelir Büyülü kelime de budur Uçuş korkusu olanlar gergin, endişeli olabilen insanlardır Öğrenilmiş ya da koşullanılmış olan bu duygu birçok fizyolojik değişimlere, bu değişimlerde korku ve panik duygusunun oluşmasına neden olur Gerginlikle başetmede tedavinin temel noktası, fizyolojik değişimleri kontrol etme ve paniğe dönüşümünü engellemeye dayanır Bunları ileride ayrıntılı biçimde gözden geçireceğiz

Fobiler Nasıl Oluşur?
Fobilerin nasıl oluştuğu konusunda birçok teori vardır İkisi önem kazanmaktadır Analitik teoriye göre çocukluk yıllarında başka birşeyden doğan şiddetli korkular ya da endişeler bilinç dışında başka bir objeye kanalize ya da sembolize olmaktadır Kognitif davranışlı teoriye göre fobi bir şekilde öğrenilmiş ve koşullanılmış kaçınma davranışıdır Zaman içinde bu kaçınma giderek benimsenir ve mantıksallaştırılır

Fobilerin tedavisinde ikinci teori daha yararlı ve daha çabuk sonuç verici Bu yöntemle hastanın negatif kognüsyonları (biliş) değiştiriliyor ve pozitif koşullanma, sistematik duyarsızlaştırma ve adım adım gevşeme, benlik gücü kazanma ve üstüne gitme ile fobi yenilebiliyor Bunların yanısıra başka psikoterapi teknikleri de kombine ediliyor(Self imagination, self instruction, Gestald vb) Biz tedavi programımızda bu ikinci yöntemi benimsiyoruz



Amacımız çok kısa sürede uçuş korkusunu yenmek Başarı şansı çok yüksek Analitik ve diğer yöntemlerin tedavi ediciliği bu kadar yüksek oranda değil Ancak çok dirençli vakalarda analitik yöntem tedaviye eklenebilir

Uçuş fobisinin yanısıra bir çok fobi bulunabilir Fobi türleri hakkında genel bir bilgi edinmekte yarar var Ancak tanımlanmayanlar modası geçenler (örneğin sifiliz 40 yıl önce çok yaygındı) ve yeni çıkanlar var En yaygın olanı Agorofobi dilimize açık alan ya da meydan korkusu olarak çevrilebilir

Evden ve yakın çevreden ayrılma korkusu şeklinde tanımlanabilen bu fobi, uçuş korkusuna sıkça eşlik ediyor Klostrofobi, kapalı, dar, basık alanlarda hissedilen endişedir Bu da bazı uçuş korkularında var Uçağın kapıları kapandığında başlıyor Movie-fobi (hareket, sarsıntı korkusu) bu da başka türü Virajlı yollardan, deniz otobüsünden, depremden ve türbülanstan korkuya neden oluyor Başka fobi türleri örneğin kirlilik (mizofobi), su (hidrofobi), fırtına (kerauno-fobi), yılan (ophidio-fobi), kalabalık korkusu (ochlo-fobi), karanlık korkusu (nycto-fobi), yükseklik (akrofobi) gibi Hatta fobi fobisi bile var (fobisi olmasından aşırı korkma)

Kısacası fobikseniz kendinizi yalnız hissetmeyiniz Birçok kişiyle aynı duyguyu paylaşıyorsunuz Şu nokta çok önemli uçuş fobinizin yanısıra başka fobiniz olması, klastrofobi, agorofobi yükseklik fobisi ya da panik atak içeriyor olması tedavinizi güçleştirmez uygulanan yöntemle korkunuzu yenebilir hatta başka fobileri de yenme potansiyeli kazanabilirsiniz

Uçuş Fobisi Nasıl Gelişiyor?
Neden bazı insanlar uçuş korkusu yaşarken diğerleri tam tersine uçmaktan hoşlanır? Aslında uçuş korkusu normal kabul edilebilecek bir korkudur Bir araştırmaya göre insanların %85'inde şu ya da bu derecede uçuştan korku ya da tercih etmeme vardır Tıpkı sudan ve denizden korku gibi Çok az çocuk ilk yıkanışında olumlu tepki verir Sonra yavaş yavaş suya alışır Sonra denize Ancak uçuş korkusunun bu kadar kolay yenilmesi için günlük hayat içinde o kadar olanak yoktur Bu yüzden ilk uçuşta herkes şu ya da bu şekilde heyecanlanır Sonuçta sıkça varolan bu korku ile olumlu destekleyici ortamlarda karşılaşıp yenebilmiş olanlar şanslıdır Tersine olumsuz şartlarda ve sıkça negatif koşullanmış olarak karşılaşırsa bu korkunun fobiye dönüşmesi kolay olmaktadır Yapılan birçok çalışma uçuş korkusu ile stres arasındaki bağı göstermektedir

Birçok kişi, ilk uçağa binişte yüksek korku yaşamaları ile o sıralarda başka bir nedenle yaşadıkları akut ya da kronik stres yaşıyor içinde olmaları arasındaki yüksek rastlantıyı tanımlamaktadır Hatta birçok kez korkusuzca uçağa binmiş insanlarda da uçuş korkusu oluşmasına yolaçan başka bir nedenli yoğun stres görülebilir Bu strese neden olabilecek major yaşam olayları yaşıyor olma (boşanma, iş kaybı, yakınlarının ölümü vb) ya da birikmiş minor yaşam olayları olabilir ve birden uçuş korkusu hissedilebilir Hatta pilotlarda ve diğer uçuş ekibinde de bu nedenlerle sonradan uçuş fobisi ortaya çıkabilmektedir

Uçuş korkusu genellikle 20-30 yaş arasında kendini göstermektedir Bu korku cinsiyet, ırk, din, meslek ayrımı göstermeksizin herkesi tutabilmektedir Ancak entellektüel, mükemmelliyetçi ve evhamlı titiz (obsesif) insanlarda daha sık görülmektedir Her kim olursa olsun uçuş korkusu olan birey stres yönetimi öğrenmelidir Çünkü anksiyete, gerginlik bu korkunun başlatıcısıdır

UÇUŞ KORKUSU EĞİTİM PROGRAMI


Türkiye ' de ilk kez başlatılan eğitimimiz teorik ve uygulamalı olarak iki bölümden oluşmakta Uçuş korkusu olan kişiler eğitim öncesi uzmanlarımızla bir ya da birkaç görüşme yapıyor Görüşmeler sonunda problemin boyutları saptanarak birbiriyle uyumlu olabilecek gruplar oluşturuyor

Teorik uygulamanın ilk aşamasında en önemli konu; grup dinamiği Daha sonra uçuş korkusu ve fobiler hakkında bilinçlenme ve SnUğur Cebeci' nin ve diğer uçuş personelinin katkılarıyla havacılık ve uçaklar hakkında bilgilenme sağlanıyor

1 gün Stresle baş etme , ardından da uçuşa olumlu koşullanabilme ve motive edebilme öğretiliyor

Uygulamalı eğitimin ilk aşaması ise 2 gün gidilen uçuş eğitim merkezinde Simulatörle, uçağın hareketleri ve tirbulans gerçeğe yakın olarak yaşanılabiliyor Bu uygulamada korkulan objeye karşı duyarlılığı yavaş yavaş azaltmak hedefleniyor

3gün ise gerçek bir uçakla 1 saati geçmeyen bir yolculuk yapılıyor Uzmanlarımız gruba eşlik ediyor ve terapi uçakta tamamlanıyor Geri dönüş ise herkes için en kolayı Dönüşte gruba 1 ay içinde 3 bir uçuş önermek dışında başka bir şey önerilmiyor Bu uygulamanın başarı oranı %80 Dünyada Uçuş fobisinin tedavisine yönelik çalışmalarda başarı ortalamaları % 70 - 75 arasında değişiyor

1Gün:

Uçaklar Hakkında Teknik Bilgi
Fobiler Hakkında Psikiyatrik Bilgi
Fobilerin Tedavi Metodları
Grup Paylaşımı
Beden Belirtilerini Tanıma
Beden Belirtileriyle Baş Etme

2Gün: Simülatörde Uygulamalar Yaparak Korkuya Duyarsızlaşma

3Gün: Doktor Eşliğinde İzmir'e Gidiş Dönüş













Uçuş Fobisinin Maliyeti


Her yüz kişiden 10 unda uçuşu engelleyecek boyutta uçuş korkusu görülür ABD de boing şirketinin yapmış olduğu bir araştırmaya göre uçuş fobisi nedeniyle satılamayan uçak biletleri yılda iki milyar dolar mali kayba yol açmaktadır Bu rakam satılan biletlerin %9 una karşılık gelmektedir
Dünyada Uçuş Fobisi Eğitim Programları Düzenleyen Şirketler


Hollanda - KLM

ABD-UNİTED AİRLİNES

İsviçre- SWİSSAİR

Avusturya-AUSTRİAN AİRLİNES

Almanya- LUFTHANSA

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #52
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



UYKU BOZUKLUKLARI
Uyku bozuklukları oldukça sık karşılaştığımız problemlerden biriGece uykusu saatleri önemli kişisel farklılıklar göstermekteÖrneğin bazılarımız erken yatıp erken kalkmayı,diğerleri ise geç yatıp geç kalkmayı tercih ederlerGeç yatanlar akşam saatlerinde erken yatanlar ise sabah saatlerinde daha verimli olurlarGece uyku saatini belirleyen önemli faktörlerden biri de uyku öncesinde geçirilmiş uyanıklık süresidirÖğleden sonraki saatlerde özellikle yemek sonrası hissedilen uykululuk hali hemen hemen hepimizin yaşadığı bir deneyimdirVücut ısısının kısmen düşmesi ile ilgili olarak yaşadığımız bu uykululuk hali özellikle sıcak iklim kuşaklarında öğleden sonra uykularının alışkanlık haline dönüşmesine sebep olmuşturÖğleden sonra 1/2-1 saat uyuduğumuzda, bu durum gece uykusunun 1-2 saat kaymasına sebep olmakta,böylece gece uykusu da kısalmaktadır

Uyku Bozukluklarının Türleri :

Dissomni
Parasomniler
Tıbbi ve psikiyatrik sebepli uyku bozuklukları
Diğerleri
Dissomni :

Dissomni terimi uykunun başlatılması ve sürdürülmesinde güçlük,aşırı uykululuk,uyku-uyanıklık siklus bozukluklarını tanımlamaktadır

Dissomni Sebepleri :
Psikofizyolojik ve psikiyatrik sebeplerle ortaya çıkan uyku bozuklukları:
Bu 2 sebeple sıklıkla insomnia hali ortaya çıkar

- Psikofizyolojik olanlar daha sık görülmekte ve ikiye ayrılmaktadır :


aGeçici insomnia evlilik ve iş hayatındaki zorluklara bağlı olarak ortaya çıkmakta,genellikle de 2-3 hafta süre sonrasında düzelmektedir

bKalıcı olanları ise şiddetli anksiyete ile birlikte olmakta,negatif şartlanma ile uyuyamama bir davranış biçimine dönüşmektedir
İnsomnia ( uyku bozukluğu ) birçok psikiyatrik hastalığın ana semptomu olarak da ortaya çıkarÖrneğin;depresyonun kesin teşhis kriterlerinden biridirBurada insomnia hali objektif kriterlerle ortaya konabilmektedirHalbuki bazı psikiyatrik hastalıklarda objektif insomnia bulguları olmaksızın hasta uykusuzluktan yakınmaktadır

Psikolojik ve psikiyatrik sebeplerle aşırı uykululuk hali de ortaya çıkabilirse de uykusuzluğa oranla çok seyrek görülmekte hatta bazı yazarlarca objektif verilerle kanıtlanamayacağı iddia edilmektedir

Alkol ve ilaçlara bağlı uyku bozuklukları :
Çeşitli drogların insomnia veya gündüz uykululuk haline sebep oldukları bilinmektedirBunlar içinde en önemlisi gece uykusunu bozmaları nedeni ile üzerinde durulması gereken MSS stimülanları ve alkoldürÖzellikle bazı kişilerce alkol yanlış bir inançla uykusuzluğu tedavi amacıyla kullanılmaktadırBu maksatla alkol alındığında uyku latensi ( uykuya dalma süresi ) kısalmakta,ancak gece boyunca sık uyanıklıklarla uykunun kalitesi bozulmaktadırHipnotikler de benzer bir etki ile uykunun kalitesini bozmakta,ertesi gün etkileri devam ettiğinden sedasyona ( bitkinlik hali ) sebep olmaktadırlarUzun süre kullanım ile de bu droglara tolerans ( bağımlılık ) gelişmektedirBu nedenle insomnia tedavisinde hipnotiklerden yararlanmak istenildiğinde çabuk etkili yarılanma ömürleri kısa ( etki süreleri kısa ) olanlar tercih edilmeli ve uzun süreli kullanımdan kaçınılmalıdır

Solunum ile ilgili uyku bozuklukları :
Solunum bozuklukları da hem " insomnia"ya hem de gündüz aşırı uykululuk haline sebep olurlarBu grubu oluşturan hastalıklar içinde en sık görüleni obstruktif uyku-apne sendromudurBu hastalarda uykuda yüzlerce defa tekrarlayan solunum bozuklukları sonucunda aşırı uykululuğa sebep olmaktadırlarSonuçta sağ kalp yetmezliği,pulmoner ve arteriyel hipertansiyon ortaya çıkmaktadırHastalık %90 şiddetli horlaması olan şişman,kısa boyunlu erkeklerde görülse de,özellikle menopoz sonrasında seyrek olarak kadınlarda da görülebilmektedir

Sentral uyku-apne sendromu üzerinde önceleri yoğun araştırmalar yaplımış,anormal solunum olayları obstruktif,mikst ve sentral olarak ayrılmıştır ( beyinsel sebepler );ancak son zamanlarda bu ayırımın pratik bir önemi olmadığı,sentral uyku-apne sendromunun bazı nörolojik hastalıkları seyrinde rastlanan nadir görülen bir sendrom olduğu ortaya çıkmıştır

Periyodik bacak hareketleri ve uykusuz bacaklar sendromu:
Periyodik bacak hareketleri de hem "insomnia"ya hem de gündüz aşırı uykululuğa sebep olsalar da sıklıkla hastalar"insomnia"dan şikayet ederlerUykuda solunum bozukluklarında olduğu gibi uyku sırasında ritmik olarak tekrarlayan sıçramalar uykunun derinleşmesini engellemekte,bioelektrik ve davranışsal uyanıklıklar olmakta ve dolayısı ile ruhsal dinlenmenin sağlandığı REM döneminin süresi azalmaktadır

Huzursuz bacaklar sendromu uykuda periyodik hareketlerle birlikte görülebilmekte veya tek başına ortaya çıkabilmektedirBu sendromde hastalar yatağa yattıklarında bacaklarında tarif edemedikleri bir huzursuzluk hissetmekte,kalkıp dolaştıklarında rahatlamaktadırlarHuzursuzluk hissi uykunun başlamasını geciktirmekte ve hastalar daha çok insomniadan şikayetle hekime gelmektedir

Toksik ve çevresel sebepli uyku bozuklukları:
Bugüne kadar uyku bozukluğuna sebep olduğu ispatlanmış bazı- ağır metaller dışında insomniye sebep olan toksik madde yoktur

Çevresel nedenler ise uykusuzluğa sebep olan en önemli nedenlerin başında gelmektedirGürültü,ışık ve ısı en önemli nedenlerdirDiyet de uykuyu etkileyen faktörlerdendirÖrneğin bazı sütler insomniaya sebep olmakta veya aşırı aşırı sıvı alımı veya gıda alımı gece içi uyanıklık sayısını artırarak uykusuzluğa sebep olabilmektedir

Narkolepsi-katalepsi sendromu:
Genellikle genç yaşlarda görülür,tekrarlayan asıl şikayet gündüz kısa süreli ve sık uyku ataklarıdırHastalar bu kısa süreli uykulardan dinlenmiş olarak uyanırlarBeraberinde katalepsi denen ve heyecanla ortaya çıkan ekstremite,baş ve boyundaki ani tonus kaybı hali ( baş,boyun,kollar veya bacaklarda ortaya çıkan ani güç kaybı Örneğin başın aniden öne düşmesi ) olduğunda teşhis kesinleşirHastalığın 3semptomu uykuya dalma sırasında ortaya çıkan ani,kısa süreli uyku paralizisi denen tonus kaybıdırDördüncü semptom ise yine uykuya dalarken ve uykudan uyanırken ortaya çıkan halüsinasyonlardır

Uyku Bozukluklarının Tedavisi :

Yukardakilere benzer şikayetleriniz varsa bir nöroloji uzmanına başvurmanız gerekmektedirTeşhiste görüntüleme yöntemleri,beyin dalgalarını kaydedip incelenmesini sağlayan EEG yöntemi ve uyku laboratuarında hastanın uykusunun izlenmesi gibi tetkikler kullanılır
İstanbuldaki en geniş olanaklara sahip uyku laboratuarı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalında bulunmakta ve ProfDrHakan Kaynak tarafından yönetilmektedir Türk Uyku Araştırmaları Derneği Sayfası :http://wwwtsrsorgtr/

Kaynak :
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı/Nöroloji/ısbn

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #53
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Uyku problemleri ve uykusuzluk


Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısını çekeriz Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız O zaman da, problem olur bizim için Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir Altında yatan sebep araştırılmalıdır En önemli sebeplerden biri depresyondur Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz

“Uykunun normali nedir ?” diye bir soru sorulursa o zaman şöyle cevap vermek gerekir Uyku uyuma hususunda herkes için geçerli olan bir normal olmamakla birlikte 6-8 saat normal uyku kabul edilebilir Gerçi uykunun süresi kalitesi ile alakalıdır Sık sık uykunun bölünmesi ile uyku süresi artar Yani verimli bir dinlenme için daha uzun süre uyumak gerekir Oysa rahat, normal sıcaklık ve neme sahip bir ortamda uyanmadan uyunan bir uyku daha kısa da olsa yetebilir Bu nedenle şartlar da göz önüne alınmalıdır

Günlük olaylarla etkilenme uyku süresini bozabilir Mesela sınavımız kötü geçmiş olabilir, eşimizle kavga etmiş olabiliriz yada o gün çok ciddi para kaybetmişizdir Ama bu tür uyku bozuklukları gelip geçicidir Sebep ortadan kalktıktan sonra tamamen düzelir

Bazen de çok uzun uyunabilir Eğer tembellik etmiyorsak ve uykumuzun aşırı olması çok uzun zamandır varsa ve biz buna rağmen dinlenmemiş kalkıyorsak o zaman ilk önce uyku hijyeni şartlarımızı gözden geçirmeliyiz Yani yatağımız sağlıklı mı ? Odamızın havası temiz mi? Oda ısısı normal mi ? Geceleri sık sık uyanıyor muyuz ? Tüm bunları gözden geçirdikten sonra hiçbir problemimiz yoksa ve fazla uyumamız hayatımızdaki baz işleri kısıtlamaya başlamışsa artık iş çığırından çıkıyor demektir Biz uykumuz için bir hekime başvurmalıyız ve sebebe yönelik araştırma yapmalıyız Kaynağını bulmalı ve bunu halletmeliyiz

Aslında herkesin herhangi bir zamanda uyku problemi olur Bunun için pek çok neden bulunmaktadır Uykusuzluk en az üç hafta süren uykuya başlama ve devam etmede güçlük olarak tanımlanmıştır Bir ya da iki gece bozulan uyku, uykusuzluk kavramına uymaz Aynı zamanda gün boyunca yorulmadıysanız, ne kadar kötü uyuduğunuzu düşünürseniz düşünün uykusuzluk yakınmanız yoktur Böyle bir durum bile zaman zaman uyuma probleminin olmadığı anlamına gelmemektedir ve bozuk bir uykunun sıkıntısını bilmek için uykusuzluk çekiyor olmanız gerekmez

Genç kişilerin yaşlılardan daha az uyku problemi var gibi görünmektedir Buna karşın yukarıda belirtildiği gibi bunun yaşlandıkça uyku paternlerinizde meydana gelen değişiklikle ilgisi olabilir 20 li yaşlarında her 10 kişiden biri uyku problemi olduğundan yakınırken yetmişli yaşlardaki kişilerin 3 te biri şikayet etmektedir

Farklı kişiler klasik olarak aşağıdaki problemlerin bir ya da daha fazlasıyla, farklı şekillerde karşılaşmaktadır:

- Uykuya başlama ve uyuma zamanı arasının uzunluğu (sıklıkla bir o yana bir bu yana dönme)

- Gece boyunca pek çok kere uyanma, bunun sonucu olarak da sabahleyin kötü uyku uyumuş olma duygusu

- Erken uyanma ve daha sonra tekrar uyuyamama

Kötü uykunun nedenleri

Endişe
- stres ve anksiyete

İlaçlar
- aşırı alkol
- aşırı nikotin
- aşırı kafein
- çeşitli reçeteli ilaçlar

Dış faktörler
- ses
- ışık
- aşırı sıcak ya da soğuk
- rahatsız yatak

Tıbbi durumlar
- ağn
- horlama ve uyku apnesi
- nefessiz kalma (örn kalp ya da akciğer hastalığının yol açtığı)
- idrar sıklığı
- depresyon

Günlük hormonal ritmin bozulması
- uzun mesafe uçak yolculuğu
- gece işi

Fizyolojik
- yaşlılık


Anksiyete

Endişe, uyuma güçlüğü için öne sürülen en sık nedendir Aslında; neredeyse herkes bir gece endişe nedeniyle rahatsız bir gece uykusu geçirmiştir - düşünceler kafanızda uykunuzu engelleyecek şekilde dolanırken klasik olan bir o yana bir bu yana dönme hikayesi Eğer bu uyumada bir güçlüğün nedeniyse o zaman endişeye yol açan problemlerle uğraşmalı ya da en azından uyumak için geçmişin ya da ertesi günün endişelerini unutmak mümkün olacak şekilde yeni alışkanlıklar geliştirmektir

İlaçlar

İlaçlar kötü uykunun en alışılmış diğer bir nedenidir Uyku paternlerinde oluşturdukları rahatsızlıklar gençleri yaşlılardan daha az etkilemektedir

Aslında, sıklıkla gecenin sonunda içilen bir ya da iki bardak kahve 30 lu yaşlarındaki insanların bile iyi uyumasını engellerken, 20 li yaşlarındakiler hemen hiçbir etki hissetmez ve çok iyi uyurlar

Kafeinin sizi uyanık tuttuğu iyi bilinmektedir, özellikle de kahve gece geç içildiğinde nikotinin de benzer etkisi vardır

Alkolün bozuk bir uykuya yol açtığı belki de daha az iyi bilinmektedir Sıklıkla gecenin sonunda içilen sevdiğiniz bir kadeh içkinin iyi bir gece uykusu uyumanıza yardımcı olacağı düşünülmektedir Bu alkolün alımdan birkaç saat sonra oluşan geri dönüm ya da çekilme etkisi nedeniyledir Zira uykuya çabucak dalıp fakat sabahın erken saatlerinde uyanma deneyimi

Uyku hapları doktorlar tarafından hastalarına geniş ölçüde reçete edilmektedir ve şaşırtıcı şekilde doktorların kendileri tarafından da kullanılmaktadır Bu durum, kullanımlarının ortaya çıkardığı problemin şu anda iyi bilinmesi gerçeğine karşın devam etmektedir En iyisi uyuma ile ilgili kısa dönem problemlerde yararlı olmalarıdır, fakat bu ilaçları uzun dönemler için kullanmak anlamlı değildir Başka bir özellik de uzun süreli uyku hapları kullanmanın uyuma problemine neden olan sorunu ortadan kaldırmanıza yardımcı olmayacağı ve uyku haplarını aldıktan sonraki etkinin oldukça dramatik olabileceğidir Tüm formülasyonlar REM ve non-REM uykusunun doğal ritmini değiştirmemesine karşın pek çoğunun etkileri belirsizdir

Dış Faktörler

Çok gürültülü, çok sıcak, çok soğuk ya da yeteri kadar karanlık olmayan bir oda kolaylıkla uyku problemine yol açabilir Eğer durum böyle ise o zaman odayla ilgili bazı değişikliklerin sırası gelmiştir İdeal olarak da kat kat gecelik giymeyi gerektirmeyecek şekilde rahat olmanızı sağlayacak kadar sıcak olmalıdır (fakat tercihen rahatsız edici kadar da sıcak olmamalıdır!) Oda iyi havalandırılmalıdır - eğer mümkünse kısmen açık bir pencere ile uyuyun Uyuyanların tümü, özellikle de iyi uykucular uykularını alabilmek için makul derecede bir sessizliğe gereksinim duyarlar ve tabii ki eğer ortam karanlık değilse uykuya dalmak daha güçtür - örneğin perdeler sokak lambalarını ya da dışarıdaki diğer ışıkları kapatmaya yetecek kadar kalın mı?

Pek çok kişi orta derecede sert bir yatakta kendini en rahat şekilde hisseder - kısa dönemde yumuşak bir yatak daha rahat görünebilir, fakat uzun dönemde sırtınız için iyi değildir ve iyi bir uykuyu harekete geçirmesi olanaklı değildir Çift kişilik yataklar bir problem ortaya çıkarabilir, özellikle de eşlerden biri diğerinden daha sert bir yatak severse Bununla birlikte, iyi bir çift kişilik yatak ortada bombe yapmaz

Tıbbi koşullar

Uykusuzluğa neden olabilecek pek çok tıbbi problem vardır Uyku apnesi esasen aşırı kilolu erkekleri etkileyen ilginç bir durumdur Bu durumda uykuya dalışta hava yolları soluk almayı engelleyecek şekilde 20 ila 30 saniye kadar tıkanmış gibi gözükür Bu da hastayı uykudan uyandıracak şekilde iki ya da üç kez güçlükle nefes almasına yol açar Ardından hiçbir şekilde iyi bir uyku uyunamaz Horlama da aşırı kilolu olmakla bağlantılıdır ve horlayan kişi genellikle iyi uyuyabilmesine karşın, eşi ve hattı aynı evdeki diğer insanlar oldukça etkilenebilir

Uyku Sorununuzun Olası Yanıtları

Eğer problemli uykunuz varsa bu durumu düzeltmeye çalışmak için yapabileceğiniz pek çok şey vardır:

- Sizi uyandıran ya da uyutmayan şeyleri belirleyen birçok şey olabilir

- Ozel problemlerle gün içinde ya da akşam ilgilenmeye çalışın - tamamen üstesin -den gelinmediyse en azından ertesi gün ilgilenmek üzere hareket planı yapmaya çalışın; daha sonra onları gece boyunca bir kenara koymak için çaba sarf edin Bazı kişiler hareket planlarını yazmayı yararlı bulmaktadır

- Gece geç saatte harekete geçirici aktivitelerden uzak durun - bunun içinde iş (bazen önlenemeyen ya da kurs!), ağır egzersiz ve tartışmalar vardır

- Hemen yatma saati öncesi aşın yemeyin

- Kahve, çay ve tütün gibi uyarıcılardan gece geç saatte uzak durun

- Gece aşırı alkolden kaçının - alkol uyumanıza yardımcı olacak gibi gözükse de harekete geçirdiği uyku kalite açısından zayıftır ve ertesi sabah kendinizi zinde hissetmemenizi yoiaçar

- Kendinize her akşam yapacağınız rutin bir iş bulun Bu sizi rahatlatacak ve hoşunuza gidecek bir şey olmalıdır

- Yatak odasını sadece uyku için kullanın - yatak odasında okuma (bunun uyumanıza yardım ettiğini bildiğiniz takdirde aksi olabilir), televizyon seyretme, yemek yeme ve kesinlikle çalışma yapılmamalıdır

- Hergün hatta erken kalkmanız gerekmeyen günlerde bile kendinizi erken kalkmak üzere ayariayın

- Eğer uyanma güçlüğünüz varsa, odanın diğer bir tarafına çalar saat koymayı ya da uyandığınızda hemen ışıkları açmayı deneyin

- Düzenli egzersiz yapmaya çalışın

- Yatak odasını yatmak için hazırlayın, fakat sadece yorgun olduğunuzda yatağa gidin

- Tüm bunlara karşın uykuya daima güçlüğünüz olduğunu fark ederseniz yatakta uyanık bir halde oradan oraya dönmeyin Kalkın ve başka bir odada rahatlatıcı bir şeyler yapın Kendinizi yorgun hissedene kadar da yatağa geri dönmeyin

- Gece yarısı ya da sabah erken uyanırsanız yatakta yatmayı sürdürmeyin Kalkın ve başka bir odada bir şeyler yapın Eğer gece yarısı kendinizi böyle bir durumda bulursanız endişelenmeyin Normalde yapma fırsatı bulamadığınız bir şeyler yapın,örneğin kitap okuyun, hafif müzik dinleyin ya da normalde yoğun olan dünyanızın huzur, sessizlik ve sakinliğinin tadını çıkarın

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #54
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Yeme bozuklukları

Anoreksiya Nervosa:

Aşağıdakilerin varlığı halinde bu rahatsızlıktan bahsedilmektedir

1-Bulunduğu yas grubu ve boy uzunluğu acısından normal kabul edilen en az kilo ya da bu ağırlığın üzerindeki bir kiloyu kendisi için uygun bulmayıp,kabul etmeme

2-Yas ve boy göz önüne alındığında beklenenden daha düşük bir kilosu olmasına rağmen kilo almak veya şişmanlamaktan aşırı derecede korkma

3-Kişinin kilosu ya da vücut şeklini algılayışında bozukluk vardır Kişinin kendini değerlendirişinde kilo ya da vücut seklinin ,olağandan çok daha fazla ve anlamsız ölçüde bir yer kaplaması veya o anki kilosunun düşük olmasının öneminin farkına varmama

4-Bayanlarda birbirini izlemesi gereken en az 3 adet döneminin olmaması

Bu rahatsızlığın kısıtlı ( bu durum yaşanırken kişide bir anda "patlayıncaya dek" yeme ya da kendini kusmaya ya da lavman- idrar söktürücüler ile yediklerini çıkarma davranışının olmadığı) tip ya da bu sayılan davranışların olduğu tiksinircesine yeme/ çıkartma tipi olarak 2 şekli vardır

Hastaların çoğunun düşünce içeriği yemek ile ilişkilidir Kimileri kalan, artan, yiyemedikleri yiyecekleri bırakamayıp, biriktirir, bazıları da hiç yapamayacağı yemek tariflerini edinmeye çalışabilir Topluluk içinde yemek yeme konusunda isteksiz davranabilirler Başlangıç ta çevrelerinden ilgi ve beğeni görmek için , kendileri üzerinde kontrol sağladıklarını görmek amacıyla alınan besinleri kısıtlamaya başlarlar Eski kilolarına ya da çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler Kendileri gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartar
Tıkınırcasına yeme-çıkartma tipine ait grubun alkol-madde kötüye kullanımı, daha çok duygusal durumda dalgalanmalar ve cinsel aktivitelere sahip olup, dürtülerini kontrollerinin daha zor olduğu gözlenmiştir

Kişiler kilo kayıplarını arttırmak için fiziksel egzersizler yapar ya da yorucu fiziksel uğraşılar içine girerler Öyle ki kişi daha çok enerji harcayıp, kilo verebilmek için oturmayıp, ayakta durmayı yeğleyebilir ya da durduğu yerde el ve ayaklarını hareket ettirebilir Kişinin toplumsal ilişkileri azalabilir Sadece is, fiziksel egzersiz ve kilo düşünceleri ile ilgilidir Bir deri bir kemik kalsa bile kilolu olduğu düşüncesindedir Kişiler kendilerine listeler hazırlayarak kendilerine yasakladıkları yiyecekleri belirterek, bunları yemeyeceklerine yeminler ederler Yarim kilo bile almaları onları zayıflıktan şişmanlığa geçtikleri seklinde düşündürür Uzun sure bir konuya dikkatlerini veremezler Kendilerine güvensizlik yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlar

Çocuk gelişiminin erken evrelerinde, anne-çocuk iletişiminde çocuğun kendi başına,özgür davranışları üzerine yapılan müdahalelerin önemine dikkat çekilmektedir

Anoreksia başlangıcı sonrasında genellikle obsesif- kompulsif davranışlar başlayabilir Özellikle temizlik saplantıları ( ev temizliğine yönelik aşırı aktiviteler gibi) ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberindedir

Bu kişilerde hastalığın yol açtığı vücutsal değişimler:

Hastalarda kansızlık, vücut su- tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda ostrojen dediğimiz kadınlık hormonu ,erkeklerde testesteron denen erkeklik hormonu düzeylerinde düşme sonucu cinsel işlevlerde azalma, kalp atımında azalma ve düzensizlikler, beyin boşluklarının beyin dokusuna oranla kapladığı hacmin artışı oluşabilmektedir

Kimlerde görülmektedir:

Bu rahatsızlık düzenli ve bol çeşitli yemek yeme olanaklarının olup, göze hoş görünmenin zayıf bir vücut yapısı ile paralel düşünüldüğü bati toplumlarında, kentsel alanlarda daha çok gözlenmektedir Hastaların % 90-95 i kadındır Anoreksia nervosa genç kızlarda % 0,5 oranında saptanmakta, genellikle 12-25 yas arasında rastlanmaktadır

Son yıllarda yurt dışında yapılan çalışmalara göre hastalığın yüz bin kişide 15-20 arasında görüldüğü saptanmıştır

Rahatsızlığın oluşumunda etkili risk faktörleri:

- Yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin etkisi ile zayıflığın kesin güzellik ölçütü olması durumu yaygınlaştırmaktadır Bazı mesleki alanlar ( hosteslik, modellik, dans ve müzikle uğraşanlarda) bu yüzden özellikle risk altındadır

-Bu rahatsızlığı olanların ailelerinde depresyon, alkolizm, şişmanlık ve gene bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır Bu kişilerin annelerinin daha çok diyet yapıp,yeme bozukluğunun olduğu, sürekli diyet yapma düşünceleri ile haşır nesir oldukları, kızlarının da diyetleri konusunda yoğun düşünceler içinde olabildikleri gözlenmiştir

- Aile yapıları itibariyle, bağımsız hareket serbestisinin verilmediği ve aile işleyişi açısından yeterli keyif alınmayan doyum sağlanamayan ilişkilerin varlığı

-Öncesinde var olan aşırı şişman beden yapısı

-Çocukluk cağı başlangıçlı diabet ( seker hastalığı) varlığı

- Geçmişte yaşanan cinsel, fiziksel tacizler

Rahatsızlıktaki kişisel düşünce yapıları:

- Kişisel açıdan kendilerini yardıma muhtaç ama yardim edilemez görürler

- Kendi ve çevreleri üzerindeki denetimi kaybetme korkuları vardır

- Aşırı bir şekilde başkalarının görüşlerine bağımlı olarak özgüvenlerini koruyabilen, onların yeterli ya da olumlu desteği olmadığında kendilerini bir hiç olarak görürler

- Bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalı seklinde bir düşünce yapısı olan kişilerdir

Hastalığın seyri:

Hastaların yarısının ilerleyen donemde iyileştiği, dörtte bir oranında hastanın kısmen iyileştiği, ancak bir miktar yakınmalarının sürdüğü belirlenmiştir Hastalık sonucu olum oranının % 5 civarında olduğu gözlenmiştir

Hastalığın gidisine olumsuz etki yapan faktörler:

-Ailede aşırı geçimsizlik, tartışmalı ortam

-bulimianın hastalığa eslik etmesi

-Kusma, dışkılamayı arttırıcı ilaç kullanımları

-Obsesif-kompulsif, histerik, depresif, nörotik davranış yapıları, zeminde bulunan psikiyatrik sorunlar nedeniyle, kişide vücutsal yakınmaların fazlaca gündeme gelmesi (gastrit, kolit vb)

-Hastalığı inkar eden davranışlar içine girilmesi

Hastalığın gidisini olumlu etkileyen etmenler arasında ise erken başlangıç yaşı, hastalığı kabul etmek ve kendine güvenen bir kişilik yapısının bulunması sayılmaktadır

Tedavi:

Psikoterapide hastanın kendi duygularını uygun bir şekilde ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılırTedavide davranışçı terapi, aile terapisi ve grup terapisi kullanılabilir

Bulimia Nervosa:

Aşırı ölçüde , adeta " aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya dek" krizler halinde tekrarlayan yemek yeme nöbetlerinin olduğu bir rahatsızlıktır Aşağıdaki iki belirti bu duruma eslik etmektedir

1-Belirli bir sure içinde , benzer durumdaki pek çok kişinin yiyebileceği besin miktarının çok daha fazlasının tüketilmesi

2- Bu durum yaşanırken yemek yeme üzerine kişide kontrolün kaybı hissi olur (yemeği sonlandıramayacağı , miktarında aşırıya kaçıp, kontrol sağlayamayacağı hissi)

Kişi kilo almamak için isteyerek kusma, dışkılamayı arttırıcı ya da idrar sokturucu ,yan etki olarak zayıflama yapabilecek ilaçları kullanır Yemek yemeyi kendine yasaklayıcı tutumlar ya da normalden daha çok fiziksel aktivite ya da yoğun kültür fizik hareketleri gibi uygun olmayan telafi edici, kompanse edici davranışlar içine girer

Tıkınırcasına yemek yeme ve uygun olmayan telafi davranışları en az 3 ay sure ile en az haftada 2 kez görülmektedirKişinin kendine bakışında vücut sekli ve kilosu önemli bir yer işgal edip, sahip olunan özellikler normalden çok daha fazla etkili olmaktadır

Rahatsızlığın 2 tipi vardır Birincisinde düzenli olarak kusma, idrar sokturucu ve dışkılamayı arttırıcı ilaçlar kullanılmaktadır İkinci şekilde ise kişide bunun yerine yemek yememe ya da anormal derecede fiziksel aktivite ya da vücut egzersizleri gibi alınan kalorileri telafi edici davranışlar görülmektedir

Patlarcasına yeme süreçleri çoğunlukla 2 saatten kısa sure içinde olmaktadır Bu arada daha çok karbonhidrat içeriği fazla olan tatlılar, pastalar gibi kalorice zengin besinler tüketilmektedir Kişiler bu davranışlarını gizlemeye çalışır ve bu davranışlarını kıyıda, köşede sergilerler Bu yeme davranışları planlı olabileceği gibi, aniden bir anda da başlayabilir Yeme davranışı çok hızlıdır Bu durum çevresel stres etkenleri ile tetiklenir Atıştırma atakları alışılan aralıklarda ya da öfke, gerilim, yalnızlık ya da depresif duygulanımın olduğu dönemlerde tetiklenebilir Yemek yenirken geçici bir sure gerilim duserse de sonrasında bunu cokkunluk ve pişmanlık düşünceleri izler Ya kendisi kusar ya da kusmaya veya dışkılamaya yardımcı olabilecek ilaçlara yönelir

Bu kişilerde ilerleyen dönemlerde alkol-madde bozuklukları , depresif durumlar görülebilmektedir Bu kişilerin daha çok kişilik bozukluklarına sahip olduğu ( daha çok sınırda kişilik bozukluğu) gözlenmiştir

Toplumda kadınlar arasında % 1-3 oranında görülmekte, daha çok erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır Ailelerinde de bu rahatsızlığa ya da madde kötüye kullanımı ya da depresif rahatsızlıklara daha yüksek oranda rastlanmaktadır

Bulimia çoklukla önceden şişman olan kişilerde görülse de madde kullanımı ya da anoreksiayi takiben de gelişebilmektedir Kişinin vücuduna yönelik olumsuz değerlendirmeleri anoreksiaya göre daha fazladır Bazı durumlarda kişi yiyecek maddeleri çalar ya da para çalarak gıda maddelerini bu amaçla elde etmeye çalışır

Depresyon genellikle hastalığa eşlik eder Bu kişilerde madde kullanımları özellikle yoğun alkol kullanımı da görülebilmektedir Kadınlarda çoğunlukla adet düzensizlikleri oluşmakta, bazı hastalarda tansiyon düşüklüğü ve kalp atım sayısında azalmaya rastlanmaktadır

Kusmalar nedeniyle hastanın su-tuz dengesi bozulabilir Yemek borusu hasarları, tükürük bezlerinde büyüme ve diş çürümeleri görülebilir

Tedavi:

Hastalarda ilaç tedavisi yanında psikoterapi de etkilidir Psikoterapide hedeflenenler anoreksiada bahsedilenler gibidir

Orthoreksia Nervosa:

Son zamanlarda doğal hayatın bozulması, hava kirliliği,artan kanser vakaları, kalp hastalıkları vb nedenlerle herkes yedikleri,içtikleri besinler üzerinde daha titizlikle durmaya başlamış durumdadır Ailesi Istanbul dışından gelmiş olanlar kendi yörelerinin ürünlerini bulmaya çalışmakta, konuşmalarında o günlerin meyva, sebze yada etlerinden nostaljik bir tad alarak bahsetmektedirler Bu durum tabii ki ailesi İstanbul kökenli olanlar içinde geçerlidir Onlar da Çengelköy salatalıkları, Yalova elmaları, Kanlıca yoğurtlarından benzer bir şekilde bahsetmektedirler O dönemlerde yapay gübreler yoktu, toprağın özelliği de doğal olarak farklıydı O koşulları aynı şekilde tekrar oluşturamayız Fakat bir an için düşünün ki, sadece en katkısız, en doğal, en temiz , en taze besini almak için seferber olmuşsunuz Hatta tazelik öyle bir düzeydeki sizin için topraktan çıkartılan sebze 15 dakika geçmeden sizce yenilmeli, hiç buzdolabına girmemeli, hiçbir şekilde endüstri ortamından geçmemeli Bunun için her defasında üreticinin bulunduğu ortama bile gitmeniz gerekebilir Belli miktarda suyla haşlamanız ya da belli sürede haşlamanız, kızartmamanız gerektiğine inanıyorsunuz ve bunu ancak evinizde sağlayabilirsiniz, çünkü diğer insanlar sizin gibi yemek yemiyorlar Ne kadar zor bir durum değil mi?

Henüz tüm dünya psikiyatristlerinin ortaklaşa bir şekilde oluşturdukları geçerli tanısal sınıflandırmalarına girmemiş olsa da günümüz dünyasında sık olarak bu durumdaki kişilerle karşılaşmaktayızRahatsızlık ismini Eski Yunancada saf, doğru ve gerçek anlamındaki ‘ortho’ sözcüğü ile besinlerini kısıtlama ile karakterize bir yeme bozukluğu olan ‘anoreksia nervosa’ adlı rahatsızlığın bileşiminden almaktadır

Bu kişiler sadece doğadan geldiği gibi saf besinlerle beslenmeyi hedefleyip, onun haricindekilerden kaçınan kişilerdir Bu gıdalardan ne kadar yiyecekleri, bunların nereden ,ne koşullarda geldiği ile aşırı ilgilidirler Bu turden gıdaları hangi mekanlarda bulabileceklerini araştırıp, buralara yönelirler Hayatları neredeyse tükettikleri besinlerin sağlıklılığı üzerine kurulmuştur Besinleri bozan nedenler ya da bozulmayı önleyecek katkı maddeleri üzerine yoğun bir şekilde odaklanmışlardır Kişiler uzun süreli olarak mükemmel ,en saf diyet peşindedirler Genellikle vegeteryan bir beslenme düzenine sahiptirler

Orthoreksia , anoreksia nervosa’ya ( kişinin kendine göre aşırı kilolu olduğu düşüncesiyle, bazen çok zayıf olmasına rağmen yemek yemeyi kesmesi durumudur) besinlerin kısıtlanması yönünden benzemektedir Ancak anoreksiada alınan besin miktarı ve tipi kısıtlanırken, ortorekside besinin kalitesi üzerine odaklanılmaktadır Ayrıca alınan besinlerden en iyi şekilde yararlanmak için uzun süre,aşırı bir şekilde ağız içinde çiğneme gibi davranışlar gözlenmektedir Katkı maddeli gıdalardan , şeker ve tuzdan kaçınılır, sadece çiğ sebze ve meyve ya da sadece pişirilmiş gıdaların tüketimine yönelinmektedir Bunun sonucunda kişinin alması gereken protein,vitamin, mineral ve yağlar alınamadığından kişide kansızlık, kemik erimesi, hatta ileri durumlarda ölümlerle karşılaşılabilmektedir

Kişi bu durum nedeniyle hayatını olduğu gibi ,dolu dolu ve rahat bir şekilde yaşayamamaktadır Bireyler aşırı kaygılı bir duruma gelmekte, etraflarındaki kişilerin de beslenmesine bu şekilde yön vermeye çalışmaktadırlarKişinin geçmişinde yaşadığı ağır sorunlar nedeniyle , çevresi ve dış dünya ile olan sorunları ile aktif bir şekilde başaçıkamaması ya da gereken tepkileri verememesi nedeniyle, varolan kaygısını yenebilmek için bilinçaltı bir savunma mekanizmalarıyla düşüncelerini başka bir konuya odaklaması sonucunda gerçekleşmektedir

Burada önemli olan nokta normal ve anormali ayırmaktırKısa süreli olarak kişilerin doğal besinlere önem vermesi, bazı besinleri geçici olarak terketmesi bu rahatsızlığın kapsamına girmemektedir Rahatsızlığı olan kişiler normalden farklı olarak sosyal,mesleki işlevselliklerinde bozulmalar gösterirler Günlük hayatları besinlerin niteliğini düşünmekle geçmektedir Bunun altında günlük yaşam olayları ile başedemeyip,günlük streslerden kaçınma çabaları yatabilmektedir Kişilerin çevreye ve kendileri dışındakilerin hazırladıkları gıdalara olan güvensizliklerinin temelinde kendilerine olan güvensizlikler, yetersizlik duyguları yatabilmektedir Bu şekildeki davranışları ile çevrelerin karşı kendilerini daha güçlü, çevrelerini etkileyebilecek, doğruyu gösterecek bir öğretmen gibi hissedebilirler Yaşanan çaresizlikleri ya da sorunları zihinlerinden bu şekilde uzaklaştırarak, tutunacakları, söz sahibi olacakları bir durum oluşturmuş olurlar Bu durumdaki bireyler genel olarak dış dünya hakkında olumsuz düşünmekte, ancak bu düşüncelerden kaçabilmek için bu duygularını sadece besinlerin olumsuz bir şekilde hazırlandıkları yönünde bir düşünceye çevirmektedirler Sürekli olarak mükemmellik peşinde koştukları için , bunu gerçekleştirememeleri kendilerinden, çevrelerinden memnun olmamaları bu alana yansımış ve mükemmel gıdalara yönelerek, bu amaçlarını dolaylı olarak gerçekleştirmelerine hizmet etmiştir

Bu kişilerde sıklıkla evlilik , cinsellik, mesleki ortam, ailesel ilişkiler ve kendilerini algılayışları ile ilgili sorunlara rastlanmaktadır Daha çok 20-40 yaş grubu arasında ,genellikle kadınlarda, sosyoekonomik ve kültürel düzeyi yüksek kişiler arasında görülmektedir Bu durumdaki kişilerin daha çok kentsel alanlarda yaşadıkları düşünülmektedir

Bu durumdaki kişiler günde en az 3 saatlerini besinleri düşünerek geçirmektedirler Ertesi gün yiyecekleri besinleri bugünden planlamaktadırlar Yediklerinden zevk almak yerine ,bunu bir erdem olarak görürler Bu konuda çok katıdırlar, bu alışkanlıklarından taviz vermezler Bu şekilde yediklerinden dolayı kendilerine verdikleri değeri artmış hissederler,özgüvenlerini arttırırlar Bu şekilde beslenemeyenleri küçümserler Bu kişilerin bu şekilde besinleri bulma ve hazırlamaları kendi evleri dışında mümkün olmadığından dışarıda bir şey yemez ve içmezler, başka şehirlere ya da misafirliğe gitmemeye ya da gitseler bile orada yememeye özen gösterirler Genellikle bu sebeplerden yalnız yemek yemeyi yeğlerler, zaman içinde toplumdan uzaklaşmaya başlarlar Nadiren bu tür besinler dışında yemek zorunda kaldıklarında , bundan dolayı büyük bir suçluluk, pişmanlık içine girerek üzüntü duyarlar Bu şekilde beslendiklerinde kendi üzerlerinde kontrol sağladıklarını hissederek daha rahat olduklarını varsayarlar

Tedavilerinin psikiyatristlerce bireysel ya da grup terapileri ile yapılmaları uygundur Bireysel terapilerde kişinin geçmiş yaşantı öyküsü alınarak, yaşadıkları zorluklar karşısında kullandıkları uygunsuz başetme mekanizmalarının gösterilerek, uygun savunma mekanizmaları geliştirilmesi, kendilerine, çevrelerindekilere ve dış dünyaya karşı olan olumsuz bakış açılarının düzeltilmesi sonucunda bunların uzantısı olan bu tür davranış ve düşünce yapılarının düzeltilmesi amaçlanır Tedavi edilmediği takdirde kansızlık, kemik erimesi gibi vücutsal rahatsızlıkların görülmesi yanında, genelleşmiş kaygı bozukluğu, panik ataklar ve depresyon gibi ruhsal hastalıklara da yol açabilmektedir

Bu durumda olan kişilerin tedavi için psikiyatristlere yönelmesi gerekmektedir Çünkü sadece bu rahatsızlık bir buzdağının su yüzünde görülen kısmını oluşturmaktadır Daha derinlerde kişilik sorunları, kaygı bozuklukları, saplantı-zorlantı bozukluğu bulunabilmektedir Unutulmaması gerekli olan gıdalarımızı en uygun ve faydalı bir şekilde almaya çalışırken, ruhsal dünyamızı uygunsuz, sağlıksız duruma getirmemektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #55
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



İntihar


Tüm ölümlerin % 04-09 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler

Acı ve düşündürücü olan şey, kişinin bu eylem öncesinde kendisi için olası ağırlaşan tehlikeyi fark etmesi ve bunu kendi beden dili ya da sözel ifadesiyle açıklamasıdır Bazı vakalarda birey ‘ beni tek başıma bırakmayın, çocuklarıma ya da kendime bir şey yapmaktan korkuyorum’ seklinde uyarı mesajları verebilmekte, pencere kenarları, ecza dolaplarının bulunduğu mekanlara yakın durabilmekte, değerli ve kendince manevi değeri olan şeyleri çevresindekilere verebilmekte, artan yoğunlukta hayatın anlamsızlığından bahsedebilmekte ve tehlikeli eylemleri birer birer deneyebilmektedir ‘ Selvi gibi ümitler birer iğdeye dönmüş’, intihar dışında yapacak hiçbir şey kalmadığı düşüncesi bilince hakim olmuş, yaşanan her saatin acı , günah ve sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı şeklindeki yaklaşımlar çoğu öz kıyım durumunda görülebilmektedir Ancak buna rağmen bazı durumlarda gereken adımlar atılamayabilmektedir

Kişi intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamamasını sağlayıp, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür Bireyde olum, mezara konmak ve hayata son vermenin sonrasına ait düşünceler bulunmamaktadır

İntihar girişimlerinde bulunan kişilerin kendilerini ezen, görmemezlikten gelen, kendileri ile ilgili istek, karar ve seçimlerine kulak vermeyen ebeveynlerden; güvenlerini sarsan, kendilerini yüzüstü bırakan arkadaşlardan bahsettikleri gözlenmiştir Bu durumdaki kişiler kendilerini işe yaramaz, kullanılmış, günahkar , cezalandırılmayı hak etmiş kişiler olarak görebilmektedirler Bireyler kendilerinin görüş ve duygularının ,daha doğrusu kişiliklerinin değiştiğini görebilmekte ve aklini kaybetme, kendi denetimlerini kaybetme gibi korkular yasayabilmekte ‘o ben gitti ,başka bir ben geldi kendimi tanıyamıyorum’ seklinde konuşabilmektedirler

Genel olarak intihar davranışlarında ölmek düşüncesi yanında daha iyi şartlarda yasamak yolunda bir kararsızlık ta bulunabilmektedir Bu nedenle yüksek bir yerden atlamadan önce beklenmekte olduğu düşünülmektedir

Kişinin kendini topluma ait , onun bir parçası olarak görmesi, çevresinin kendinin arkasında olduğu, sorumluluğu altında onun yardımına muhtaç kişilerin olduğu , bu eylemin günah olduğu düşüncesi, kendine maddi ya da manevi olarak destekçi güçlerin bulunduğu inancı öz kıyımların önüne geçebilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #56
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



ZAYIFLIK SAPLANTISI

Genel olarak 12-18 yaşları arasında başlayan ve şişmanlamaya karşı ağır korku yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile belirlenen bir bozukluktur Toplumda ortaya çıkma sıklığı bilinmemekle birlikte eskiden sanıldığı gibi çok ender rastlanan bir rahatsızlık değildir Anoreksia Nervozalı bireylerin yaklaşık %95' i kadındır Ve bir kişinin kız kardeşinde bu tür bir bozukluk varsa o kişide aynı hastalık riski belirgin oranda artmaktadır Bozukluk daha üst sosyoekonomik sınıflarda daha sıktır

En temel belirti aşırı kilo alma korkusudur Bu durum kişinin yiyecek konusunda neredeyse fobik olacak noktaya dek varmasına neden olabilir Şişmanlama korkusunun yanı sıra beden imgesinde de bozulma vardır Buna bağlı olarak bu kişiler çok zayıf ve ince olsalar bile kendilerini şişman bulabilirler Vücut ağırlığını kontrol altında tutabilmek için iki yolu kullanırlar: Kişilerin bir bölümü yiyecek alımını ileri derecede kısıtlarlar Zaten aldıkları çok az yiyeceğin de çok az kalorili yiyecekler olmasına dikkat ederler Bu kişiler buna rağmen ağır egzersizler de yaparlar Diğer gruptaki kişilerde yiyecek alımının ileri derecede azaldığı açlık dönemleri ile aşırı yeme dönemlerinin birbirini izlediği gözlenir Bu gruptaki kişiler, aşırı yemeden sonra şişmanlayacakları korkusuyla boğazlarına parmaklarını bastırarak kusarlar Sık sık bunu yapan kişilerin el sırtında deri sertleşmesi olabilir Sık kusan kişilerde mide asidinin etkisiyle dişlerde bozukluklar, çürümeler olur

Bu kişilerin yeme davranışlarında ve yiyeceklerle olan ilişkilerinde gariplikler gözlenebilir Yiyecekleri saklayabilir, yemek yapmak için mutfakta saatlerce uğraşabilirler

Anoreksia Nervoza' nın nedenleri günümüzde kesin olarak bilinmemektedir Hastalığın oluşumu psikolojik, sosyolojik ve biyolojik olmak üzere üç boyutta ele alınabilir Hastalığın ergenlikte ortaya çıktığı; bu dönemin cinsel ve sosyal çatışmalarla yüklü oluşu dikkate alınacak olursa; cinsel ve sosyal çatışmalarla başa çıkma konusundaki yetersizliklerin yiyeceklerden fobik kaçınma şeklinde ortaya çıkması öne sürülebilir

Aşağıdakilerin varlığı halinde bu rahatsızlıktan bahsedilmektedir

1-Bulunduğu yas grubu ve boy uzunluğu acısından normal kabul edilen en az kilo ya da bu ağırlığın üzerindeki bir kiloyu kendisi için uygun bulmayıp,kabul etmeme

2-Yas ve boy göz önüne alındığında beklenenden daha düşük bir kilosu olmasına rağmen kilo almak veya şişmanlamaktan aşırı derecede korkma

3-Kişinin kilosu ya da vücut şeklini algılayışında bozukluk vardır Kişinin kendini değerlendirişinde kilo ya da vücut seklinin ,olağandan çok daha fazla ve anlamsız ölçüde bir yer kaplaması veya o anki kilosunun düşük olmasının öneminin farkına varmama

4-Bayanlarda birbirini izlemesi gereken en az 3 adet döneminin olmaması

Bu rahatsızlığın kısıtlı ( bu durum yaşanırken kişide bir anda "patlayıncaya dek" yeme ya da kendini kusmaya ya da lavman- idrar söktürücüler ile yediklerini çıkarma davranışının olmadığı) tip ya da bu sayılan davranışların olduğu tiksinircesine yeme/ çıkartma tipi olarak 2 şekli vardır

Hastaların çoğunun düşünce içeriği yemek ile ilişkilidir Kimileri kalan, artan, yiyemedikleri yiyecekleri bırakamayıp, biriktirir, bazıları da hiç yapamayacağı yemek tariflerini edinmeye çalışabilir Topluluk içinde yemek yeme konusunda isteksiz davranabilirler Başlangıç ta çevrelerinden ilgi ve beğeni görmek için , kendileri üzerinde kontrol sağladıklarını görmek amacıyla alınan besinleri kısıtlamaya başlarlar Eski kilolarına ya da çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler Kendileri gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartar
Tıkınırcasına yeme-çıkartma tipine ait grubun alkol-madde kötüye kullanımı, daha çok duygusal durumda dalgalanmalar ve cinsel aktivitelere sahip olup, dürtülerini kontrollerinin daha zor olduğu gözlenmiştir

Kişiler kilo kayıplarını arttırmak için fiziksel egzersizler yapar ya da yorucu fiziksel uğraşılar içine girerler Öyle ki kişi daha çok enerji harcayıp, kilo verebilmek için oturmayıp, ayakta durmayı yeğleyebilir ya da durduğu yerde el ve ayaklarını hareket ettirebilir Kişinin toplumsal ilişkileri azalabilir Sadece is, fiziksel egzersiz ve kilo düşünceleri ile ilgilidir Bir deri bir kemik kalsa bile kilolu olduğu düşüncesindedir Kişiler kendilerine listeler hazırlayarak kendilerine yasakladıkları yiyecekleri belirterek, bunları yemeyeceklerine yeminler ederler Yarim kilo bile almaları onları zayıflıktan şişmanlığa geçtikleri seklinde düşündürür Uzun sure bir konuya dikkatlerini veremezler Kendilerine güvensizlik yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlar

Çocuk gelişiminin erken evrelerinde, anne-çocuk iletişiminde çocuğun kendi başına,özgür davranışları üzerine yapılan müdahalelerin önemine dikkat çekilmektedir

Anoreksia başlangıcı sonrasında genellikle obsesif- kompulsif davranışlar başlayabilir Özellikle temizlik saplantıları ( ev temizliğine yönelik aşırı aktiviteler gibi) ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberindedir

Bu kişilerde hastalığın yol açtığı vücutsal değişimler:

Hastalarda kansızlık, vücut su- tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda ostrojen dediğimiz kadınlık hormonu ,erkeklerde testesteron denen erkeklik hormonu düzeylerinde düşme sonucu cinsel işlevlerde azalma, kalp atımında azalma ve düzensizlikler, beyin boşluklarının beyin dokusuna oranla kapladığı hacmin artışı oluşabilmektedir

Kimlerde görülmektedir:

Bu rahatsızlık düzenli ve bol çeşitli yemek yeme olanaklarının olup, göze hoş görünmenin zayıf bir vücut yapısı ile paralel düşünüldüğü bati toplumlarında, kentsel alanlarda daha çok gözlenmektedir Hastaların % 90-95 i kadındır Anoreksia nervosa genç kızlarda % 0,5 oranında saptanmakta, genellikle 12-25 yas arasında rastlanmaktadır

Son yıllarda yurt dışında yapılan çalışmalara göre hastalığın yüz bin kişide 15-20 arasında görüldüğü saptanmıştır

Rahatsızlığın oluşumunda etkili risk faktörleri:

- Yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin etkisi ile zayıflığın kesin güzellik ölçütü olması durumu yaygınlaştırmaktadır Bazı mesleki alanlar ( hosteslik, modellik, dans ve müzikle uğraşanlarda) bu yüzden özellikle risk altındadır

-Bu rahatsızlığı olanların ailelerinde depresyon, alkolizm, şişmanlık ve gene bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır Bu kişilerin annelerinin daha çok diyet yapıp,yeme bozukluğunun olduğu, sürekli diyet yapma düşünceleri ile haşır nesir oldukları, kızlarının da diyetleri konusunda yoğun düşünceler içinde olabildikleri gözlenmiştir

- Aile yapıları itibariyle, bağımsız hareket serbestisinin verilmediği ve aile işleyişi açısından yeterli keyif alınmayan doyum sağlanamayan ilişkilerin varlığı

-Öncesinde var olan aşırı şişman beden yapısı

-Çocukluk cağı başlangıçlı diabet ( seker hastalığı) varlığı

- Geçmişte yaşanan cinsel, fiziksel tacizler

Rahatsızlıktaki kişisel düşünce yapıları:

- Kişisel açıdan kendilerini yardıma muhtaç ama yardim edilemez görürler

- Kendi ve çevreleri üzerindeki denetimi kaybetme korkuları vardır

- Aşırı bir şekilde başkalarının görüşlerine bağımlı olarak özgüvenlerini koruyabilen, onların yeterli ya da olumlu desteği olmadığında kendilerini bir hiç olarak görürler

- Bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalı seklinde bir düşünce yapısı olan kişilerdir

Hastalığın seyri:

Hastaların yarısının ilerleyen donemde iyileştiği, dörtte bir oranında hastanın kısmen iyileştiği, ancak bir miktar yakınmalarının sürdüğü belirlenmiştir Hastalık sonucu olum oranının % 5 civarında olduğu gözlenmiştir

Hastalığın gidisine olumsuz etki yapan faktörler:

-Ailede aşırı geçimsizlik, tartışmalı ortam

-bulimianın hastalığa eslik etmesi

-Kusma, dışkılamayı arttırıcı ilaç kullanımları

-Obsesif-kompulsif, histerik, depresif, nörotik davranış yapıları, zeminde bulunan psikiyatrik sorunlar nedeniyle, kişide vücutsal yakınmaların fazlaca gündeme gelmesi (gastrit, kolit vb)

-Hastalığı inkar eden davranışlar içine girilmesi

Hastalığın gidisini olumlu etkileyen etmenler arasında ise erken başlangıç yaşı, hastalığı kabul etmek ve kendine güvenen bir kişilik yapısının bulunması sayılmaktadır

Tedavi:
Anoreksia Nervozalı hastaların tedavisi çoğu kez güçlüklerle doludur Hastaların çoğunda, hastalık birkaç yıl önce başlamıştır Tedaviye katılmak ve tedavi planları için isteksizdirler Bu sebeple genellikle çocuklarının bu durumundan üzüntü ve endişe duyan anne babaları tarafından doktora getirilirler Tedavide bireysel psikoterapi, grup ve aile terapisi, ilaç tedavisi gibi yöntemler kullanılabilir

Psikoterapide hastanın kendi duygularını uygun bir şekilde ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılırTedavide davranışçı terapi, aile terapisi ve grup terapisi kullanılabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Psikiatri

Eski 01-05-2008   #57
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Psikiatri



Zeka ve zeka gelişimi

1905 yılında Alfred Binet ve Theodore Simon davranış sorunları olan çocukları zeka geriliği olanlardan ayıracak bir test geliştirmeyi başardılar Fikir Fransa’da yaşayan, davranış bozukluğu olan çocukların zeka geriliği olan çocukların bakımsız durumdaki sınıflarına gönderilmelerini önlemek için çıkmıştı Test kabiliyet açısından en alt seviyedeki çocuklar dışında akademik performansı önceden tahmin edebilme açısından başarılıydı Binet testinin bir değişik biçimi olan Stanford-Binet, daha sonraları tüm Amerikan okullarında seçkin olarak kullanılmaya başlandı Sonunda Stanford-Binet daha önceleri kullanılmakta olan Wechsler gibi ölçekler ve Otis testi gibi grup ölçekleri de dahil olmak üzere diğer bazı testlerle birleşti

Bu testler o kadar başarılıydı ki, bir Harvard psikologu olan Edward Boring 1920 lerde; zekanın bu testlerle ölçülenden hiçbir farkı olmadığını ileri sürüyordu Bazıları Boring’in tanımlamasını çok yuvarlak bulabilir, ancak o burada ABD de ve deniz ötesi ülkelerdeki zekanın özellikleri ve ölçümü hakkındaki genel düşünceyi yansıtmaktadır Bu güne kadar psikologlar kadar bir çok psikiyatrist de zekayı testlerin ölçümünü esas alarak değerlendirmişlerdir

Giderek artan miktarlarda kanıtlar psikolojik testlerin zekanın bütününü değil, sadece bir bölümünü ölçtüğünü ortaya koymaktadır Bir kaç ay boyunca bu sütunda zekanın özelliklerini ve genetik faktörlerin zeka üzerine etkileri gözden geçirilecektir

Araştırmacılar tüm dünyada zeka üzerine dolaylı ve o bölgeye özgü teoriler üretmişlerdir İnsanların zeka kavramı hakkındaki sezgileri testlerde temsil edildiğinden çok daha geniştir Bir çok çalışmada insanlara zeka kavramından ne anladıkları sorulmuştur Pratik problem çözümü, sözel kabiliyet, ve sosyal beceri gibi faktörler cevaplar arasında en fazla yer alanlardır Sözel kabiliyet uygulanan testlerle ölçülmektedir ancak genellikle sosyal beceri ölçülmemektedir

Zekanın kavramsallaştırılması etnik gruplara bağlı olarak değişmektedir Örneğin; Kaliforniya’da değişik gruplarda yapılan bir çalışmada, Latin ailelerin zeka tanımında sosyal beceri kabiliyetinin üzerinde dururken, Asya ve Anglosakson ailelerin bilişsel becerileri vurguladıkları görülmüştür Öğretmenlerin zeka kavramına bakışları daha çok Anglosakson ailelere benzemektedir Şaşırtıcı olmayacak şekilde, bu grup ailelerin çocukları muhtemelen onların sosyal yapılarının ve okuldan beklentilerinin uyum sağlaması nedeniyle okulda daha başarılı olmaktadırlar

ABD dışındaki ülkelerde teste bağımlı görüşlerden giderek uzaklaşma dikkati çekmektedir Tayvan’da yapılan bir çalışmada zeka; yalnızca geleneksel bilişsel kabiliyetleri içermekle kalmamış ayrıca kişiler arası beceri (diğer insanları anlayabilme), kendisini anlayabilme, kişinin zekasını ne zaman göstereceğini ve ne zaman göstermeyeceğini bilmesi kavramlarını da kucaklamıştır

Fakat dolaylı teoriler bütün hikayeyi anlatmamaktadır Zekanın performansa dayalı tanımlamaları da vardır Geleneksel zeka testleriyle ölçülebilen becerilere ek olarak onlardan farklı en az iki becerin daha olduğu ortaya çıkmaktadır; yaratıcı beceriler ve pratik beceriler Yaratıcı becerilerle ilgili bir seri çalışmada katılımcılardan “2985” sıra dışı başlıklarla ilgili hikaye yazmaları, “bir böceğin bakış açısından dünya” gibi sıra dışı başlıklarla ilgili resim kompozisyonları çizmeleri, “papyon kravatlar” gibi sıkıcı ürünler hakkında reklam metinleri oluşturmaları, veya aramızda saklanarak yaşayan dünya dışından gelen yaratıkları nasıl tanıyacağımız gibi sorunlara çözümler üretmeleri istenmiştir Bu araştırmalardaki performanslar geleneksel zeka testlerinin skorları ile düşük seviyelerde korelasyon gösterdiği kanıtlanmıştır

Pratik zeka becerilerinin IQ ve ilgili ölçümlerden bağımsız olduğuna dair daha bir çok kanıt vardır Pratik zeka becerileri; bir insanın işini yaparken karşılaşabileceği çok rastlanan problemleri çözebilme yeteneğini gösterir İş adamları, akademik psikologlar, ticaretle uğraşan insanlar, öğretmenler, ve askeri liderler ile yapılan çalışmalarda pratik zeka test skorlarının IQ ile uyuşmadığı gözlenmiştir Sonuçta mesleki performansın öngörülmesi hakkında pratik zeka, IQ ya oranla daha gerçekçi görünmektedir Kenya’da çocuklarla yapılan bir çalışmada; çocukların enfeksiyonlarla savaşmada,daha önce öğrenmiş oldukları bilgilerle, doğal bitkisel ilaçları nasıl kullandıkları ile ilgili pratik zeka testleri uygulanmıştır Kenya’da bu bilgiler çok yaygın şekilde bilinmektedir Bu nedenle geleneksel zeka test ölçümleri ile belirgin negatif korelasyonlar bulunmuştur

Bir diğer çalışma serisinde; lise öğrencilerinde; analitik, yaratıcı ve pratik becerilerin birbirlerinden bağımsız olduğu bulunmuştur

Özet olarak kanıtlar, zekaya ulaşmak için IQ dan fazlasına ihtiyacımız olduğunu göstermektedir geleneksel analitik beceriler kadar yaratıcı ve pratik becerilerde etkili olmaktadır Bu beceriler analitik becerilerden göreceli olarak bağımsızdır, ancak bunlar geleneksel testlerde çok az ölçülmekte yada hiç göz önüne alınmamaktadır Zeka becerilerinin sınırlarının daha geniş tutulduğu yeni testler geliştirilmesine ihtiyaç vardır Esasında geleneksel zeka testlerinin bu kadar baskın olarak kullanılmasının bir nedeni de psikometrik değerlendirme araçlarının yetersizliğidir

Zekanın davranışsal genetik araştırmalarının yapıldığı alan eski, genel bilişsel kabiliyetlerin ölçüldüğü IQ testlerini kullanmaktadır Bu alanda yeni gelişmeler neredeyse hiç olmamaktadır Davranışsal genetik araştırmalarda bilişsel kabiliyetler kavramsallaştırılırken, hala beceriler içinde genel bilişsel kabiliyetlerin en üstte tutulmaktadır

Zekanın psikometrik teorilerinin araştırılmasında bütün güç zekanın davranışsal-genetik çalışmalarına verildiğinden, bu çalışmaların sonuçlarının zekanın genel bilişsel beceri kavramının bakış açısından olması şaşırtıcı değildir Birkaç yıl önce varılan ortak kararla genel bilişsel becerilerde gözlenen bireysel değişikliklerin %50 sinin genetik değişkenlikler ile açıklanabileceği sonucuna ulaşıldığından, davranışsal genetik model, zekanın psikolojik teorilerine yer sağlayacak şekilde bir gelişim göstermemiştir

Her ne kadar IQ daki bireysel değişikliklere etkili önemli genler tanınmış olsa da bu etkenler değişkenliğin yalnızca yarısını açıklayacak değerdedir

Bu güne kadar, davranışsal genetik araştırmalar genel bilişsel etiolojide becerileri adres göstermişlerdir Psikolojinin diğer alanları insan becerilerinin çok boyutluluğunun farkında iken, davranışsal genetik alanı genel bilişsel becerilerin imparatorluğunda kendini adamış bir asker olarak kalmıştır Her ne kadar genel bilişsel becerilerin genetik geçişi ile ilgili buluşlar güvenilir ve bir sonuca götürücü olsa da genel bilişsel beceriler insan becerileri alfabesinde sadece bir harf olarak gözükmektedir


GENETİK VE ZEKA II

Dr Ayhan CÖNGÖLOĞLU

İnsan zekasının modern olarak ölçümü; Charles Darwin’in kuzeni olan Sir Francis Galton’un 19 yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de basit bir teoriden (insanlar bilgileri duyuları ile edindiklerine göre en zeki insanlar en gelişmiş duyulara sahip olanlar olmalıdır) bir test geliştirmesiyle başladı Galton; duyu, motor ve reaksiyon zamanı işlevlerinden oluşan ve sonuçları tutarlı ve güvenilir olan bir test geliştirdi Sonuçta 20 yüzyıla kadar Galton dışındaki insanlar tarafından geliştirilen testler bu karmaşık yapının değersiz ölçümleri olarak gösterildi

Binet açılışı 1905 yılında ilk “gerçek” zeka testini basarak yaptı Binet’in testi; bellek, yargılama ve sonuç çıkarma fonksiyonlarının sorgulandığı bir çok bölümden oluşmaktaydı ve genel zeka teorisini temel alıyordu O, zeka yaşı kavramını tanıtan, karmaşık insan zekasını ölçebilmek için araştırmacının ölçüm hatalarını kabul etmeye razı olması gerektiğini ısrarla belirten Galton’un üzerinde durduğu sözel olmayan becerilerden daha çok lisan üzerine odaklanmıştı Stanford üniversitesinden, aynı zamanda “g” (genel bilişsel beceri) ye inanan bir insan olan Lewis Terman, Binet-Simon ölçeğinin ABD’de standardizasyonunu yapmıştır 1916 yılında Stanford-Binet testini yayınladığında zeka testlerinin tartışmasız lideri olmuş ve yaklaşık son 50 yıla kadar böyle kalmıştır

ABD de IQ testlerine etki eden ikinci büyük olay Amerika’nın 1917 yılında birinci dünya savaşına girişidir Askere alınan büyük sayılardaki askerlerin kısa süre içinde test edilmelerinin gerekliliği, gruplara uygulanacak zeka testlerinin geliştirilmesini sağladı Army Alfa (Binet benzeri çoktan seçmeli dil becerilerinin testi), ve Army Beta (sözel olmayan bölümlerin birleştirilmesi ile geliştirilmiştir) İngilizce’yi çok iyi bilmeyen göçmenlerin değerlendirilmesi için geliştirildi Son olarak da simülasyonla suçlanan askerler ve grup düzeninde yeterince değerlendirilemeyenler için bireysel olarak planlanmış olan Ordu Performans Ölçeği, geliştirildi Savaş sırasında bu araştırmalardan; IQ testlerinin yetişkinler için kullanılabileceği (yalnızca çocuklarda değil), bu testlerin geçerli olduğu (yaklaşık iki milyon askerden elde edilen bilgiler analiz edildi) ve tartışmalara yol açabileceği (savaş zamanı yapılan bu araştırmalar ırkçılık ve aşağılama seslerine neden olmuştur) gibi sonuçlar çıkarılmıştır

Binet, Terman,ve savaş zamanı psikologları ile 21 yüzyılda ulaştığımız klinik görüşlerin arasındaki bağlantıyı sağlayan bir adamdır: David Wechsler Birici dünya savaşı sırasında bir klinik araştırmacı olan Wechsler; İngilizce’si zayıf olan insanların eşit olarak değerlendirilmesinin gerekliliğinin farkındaydı Onun Wechsler Ölçeği Serileri dünyada IQ testlerinin kralı olarak saltanat sürmeye devam etmektedir

Wechsler, sözel ölçeğini geliştirmek için Stanford-Binet ve Army Alfa teslerinden ve performans ölçeğini geliştirmek için Army Beta ve Ordu Performans Ölçeğinden bazı bölümleri karıştırarak kullanmıştır Onun yaratıcılığı, herkesin sözel ve sözel olmayan testlerle değerlendirilebileceği düşüncesindeki ısrarından ve tek, geniş çaplı IQ ya oranla çok skorlu testlerin insan zekasını göstermede daha değerli olmasından kaynaklanıyordu

Wechsler; “g” teorisine katı şekilde inanmasına rağmen IQ testlerini kişiliğin bir parçasını ölçtüğünü varsayan ve bu testleri psikometrik aygıtlardan çok klinik araçlar olarak gören ilk ve en başta gelen klinisyen olmuştur Wechsler testlerini pratik ve klinik bilgilerini göz önüne alarak geliştirmiş olmasına rağmen onun testleri teori bazlı ve nörolojik tartışmalara neden olmuştur Onun sözel IQ (V-IQ) ile performans IQ (P-IQ) arasındaki ayırımı 1950’lerdeki Ralph Reitan’a ait nöropsikolojik teori ve 1960’lardaki Roger Sperry’e ait serebral özelleştirme teorisi ile ilgiliydi V-IQ daki kayıplar sol hemisfer hasarı ile ilgiliydi ve P-IQ daki kayıplar sağ hemisfer hasarı ile birlikte ortaya çıkıyordu

Hiçbir test karmaşık zeka alanındaki bütün becerileri ölçmek için yeterli olamamaktadır Testler Howard Gardner’in çoklu zeka teorisinde tanımladığı çeşitli becerilerin sadece bir bölümünü ölçebilmekte ve Robert Sternberg’in triarşik teorisinin sadece bir bölümünü; yaratıcı veya pratik becerileri değil analitik becerileri yargılayabilmektedir Bu testler gerçekten zekaya bağlı insan davranışlarını tanımlayacak becerilerin sadece küçük bir parçasını ölçebilmektedir Ancak o ölçümler objektif olarak değerli ve zaman içinde kalıcı olma, zekanın saygın deneysel ve nöropsikolojik teorileri ile ya teori bazında ya da bireysel olarak ilişkili olma, okul başarısını öngörmede değerliliği gösterilmiş olma, öğrenme bozuklukları ve Alzheimer gibi klinik durumlar için tanısal yararı olma, Wechsler’in daha önce tanımladığı gibi bir insanın kişiliğinin parçalarını değerlendirmede kullanılan birer klinik araç olma ve IQ, genetiğin çevreyle karşılaştırılması gibi bir çok gerçek zaman kavramlarını kavramamıza yardımcı olma gibi yetenekleri vardır

Bilim adamlarının, genetik ve çevrenin IQ ve diğer değişkenlere etkilerini araştırırken kullandıkları en sık yol değişik derecelerde kan bağı olan deneklerin araştırılmasıdır Örneğin; eğer genetik IQ üzerinde etkiliyse IQ skorlarının tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine oranla, kardeşlerde de kuzenlere oranla daha fazla korelasyon göstermesi beklenir Bu toplanan bilgilerin sonuçları hem genetik olarak etkilenmiş hem de çevresel olarak etkilenmiş bireylerin pozisyonlarını desteklemek için kullanılabilir

Genetiğin bir kişinin IQ’sunu etkiliyor olması aşağıdaki sonuçlarla desteklenmektedir:

Monozigot ikizler dizigot ikizlere oranla daha benzer IQ oranlarına sahiptir (086/060)
Öz kardeşlerdeki IQ üvey kardeşlere oranla daha yüksek korelasyon göstermektedir (047/031) kuzenlerde bu oran daha da düşmektedir (015)
Biyolojik ebeveynler ve onlarla birlikte yaşayan çocuklardaki korelasyonlar evlat edinilmiş çocuklar ve onlarla yaşayan üvey ebeveynler arasındaki korelasyonlardan daha yüksektir (042/019)
Ters olarak ta aşağıdaki sonuçlar çevrenin IQ üzerindeki rolünü desteklemektedir:

Dizigot ikizlerdeki IQ korelasyonları aynı genetik benzerlik derecesinde olmalarına rağmen kardeşlerden daha yüksektir (060-047)
Birlikte büyüyen akraba olmayan kardeşler (evlat edinilmiş/doğal veya evlat edinilmiş/ evlat edinilmiş) ayrı yaşayan biyolojik kardeşlere oranla daha benzer IQ skorlarına sahiptir (032/024)
Evlatlık edinen ebeveynler ile birlikte yaşayan çocuk ile biyolojik ebeveyn ile ayrı yaşayan çocukların korelasyonları benzer çıkmaktadır (019/022)
Birlikte yaşayan kardeşlerin IQ ları ayrı yaşayan kardeşlerinkine göre daha benzerdir (047/024) Aynı sonuçlar ebeveynle çocuk birlikte yaşarken ve ayrı yaşarken de çıkmaktadır (042/022)
Binlerce örnekten toplanan bilgiler kişinin IQ sunun belirlenmesinde genetiğin çok önemli olduğunu vurgulamaktadır Ancak aynı zamanda çevrenin de büyük önemi olduğu ortaya çıkmaktadır Bir çok ikiz çalışması temel alındığında IQ için genetik etki %50 civarındadır ki boy için olan %80 etki kadar yüksek değildir Zeka ile kilo alımındaki genetik etki benzerlikler göstermektedir Şişman insanlar kilo alımı için genetik yatkınlığa sahipken zayıf insanlar tam tersi yatkınlığa sahiptir Ancak tüm bireyler için yaşam tarzı (yeme alışkanlıkları, egzersiz) kilo alımında önemli etki yapmaktadır Kilo alımına benzer şekilde IQ belirlenmesinde de genetik ve çevre birlikte rol oynamaktadırbenzer genetiğe sahip (ebeveyn, kardeş) insanlar sıklıkla aynı çevreyi paylaşmaktadır

Genetik araştırmaların etkileyici bir özelliği de, daha önce tartışılmış olan bütün eski bilgi ve yargılar hakkında yeni bir sayfa açmasıdır Genetik geçişler hakkındaki bilgiler büyük ölçüde monozigot ikizlerle dizigot ikizlerin karşılaştırılması ile elde edilmiştir Ancak önemli bir değişken; plasenta (koryon) etkisi görmemezlikten gelinmiştir Monozigot ikizler aynı plasentayı mı paylaşıyorlardı (monokoryonik) yoksa farklı pasentaları mı vardı (dikoryonik) ? Zigot fertilizasyondan sonraki 72 saat içinde bölünürse monozigot ikizler dikoryonik olmakta, eğer bölünme 4 ila 7 gün arasında iken olursa monokoryonik olmaktadır Elimizdeki bilgiler; farklı koryonik etkilere sahip monozigot ikizlerin doğum ağırlığı, kord kanı kolesterol düzeyleri, erişkin kişilikleri, ve bilişsel fonksiyonları gibi yapısal farklılıklar gösterdiğine işaret etmektedir Monozigot ikizlerin yaklaşık üçte ikisi monokoryoniktir

Bilişsel farklılıklar, IQ ölçümlerindeki korelasyonlar koryon etkisinin bir sonucu olabilir Tablo 1; bu bulguları sözcük dağarcığı ve block design (2 WAİS alt testi) testlerini kullanarak göstermektedir yetişkin monozigot ikizler sözcük dağarcığı testinde koryon etkisinden bağımsız olarak neredeyse aynı skorları alırken, block design testinde benzerlik sadece monokoryonik ikizlerde devam etmiştir Dikoryonik ikizlerin test sonuçları dizigot ikizlerinkinden daha benzer çıkmamıştır Bu bulgular Fransa’da 8-12 yaş arasındaki ikizlerden elde edilmiştir

TABLO 1
İkiz Sınıflaması İkiz Çifti (n) Sözcük Dağarcığı Blok Dizayn

Monozigot

Monokoryonik 17 095 092

Dikoryonik 15 095 048

Dizigot 28 055 044

Kanada ve Fransa hastanelerinden elde edilen bu bulgular (ABD’de koryon kategorisi genel olarak kayıt edilmiyor) yenidoğanın en erken çevresel etmenlerinin ilerideki IQ derecesine etki edebileceğini vurgulamaktadır Anne karnındaki çevresel şartları farklı olan dikoryonik monozigot ikizler çevresel şartları aynı olanlara göre block design testinde daha farklı performans göstermişlerdir Bu sonuçların bilimsel buluşlar olarak kabul edilebilmesi için eklenecek çalışmalara ihtiyacı vardır Ancak yine de daha öncesindeki çalışmalar koryon etkisini kontrol etmede başarısız oldukları için bu bulgular bilinen bütün kalıtım bilgilerine meydan okumak için insanı kışkırtmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.