|  | Divan Edebiyatı |  | 
|  06-24-2012 | #31 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan EdebiyatıDİVAN EDEBİYATINDA KONULAR Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir  Genel tanımdan da anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye ayrılır  Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye, cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname, sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma, hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz  Dini-tasavvuf şiirinin türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye, hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname  Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname, münşeat, sefaretname  Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya, siyer  Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır  Hikayeler dinsel ve destansaldır  Çift ya da tek kahramanlı aşk hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır   DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur  Aruz’da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır  Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır  Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür  İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı  Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı  Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır  Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (  ) ile gösterilir  Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur  Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri değişik adlarla anılır  Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir  Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir  Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir  Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir  Zihaf, aruzda kusur sayılır  Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur  Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir  Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir  Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker  Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir  Bu duruma da vasl yani ulama denir   | 
|   | 
|  | 
|  | Divan Edebiyatı |  | 
|  06-24-2012 | #32 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan EdebiyatıDİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR Teşbih Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır  Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir  İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir  Bir teşbih'te dört öğe bulunur: Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan  Örneğimizde "tilki"   Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan  Örneğimizde "adam"   Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik  Örneğimizde "kurnazlık"  Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük  Örneğimizde "gibi"   Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır   Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır: Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme)  Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür"   Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme)  Örneğin, "Ahmet aslan gibidir"  Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır   Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir  (pekiştirilmiş benzetme)  Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır"  Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış   Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme)  Örneğin, "Aslan Ahmet  " Mecaz Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır  Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır  Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır  Örneğin: Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Yahya Kemal Beyatlı Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir   Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır  Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır  Mecazı mürsel Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır  Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır  Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir  Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır  Telmih Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır  Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir  Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur  Örneğin: Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin Nîbî Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor   Tecahül-i arif Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır  Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir  Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh)   Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır  bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır  Örneğin: Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su Fuzûlî "Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır" Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor  Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor  İstiare Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı  Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen  İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır   İstiare üç yönden ele alınır: 1  Benzetme amacı bulunur, 2  Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3  Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır  Örnek: "Soğuk ay öptü beyaz enseni" Yahya Kemal Beyatlı "Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir  "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır  Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz  Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor   İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır  Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir  Örnek: "Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor" Mehmet Akif Ersoy Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor  Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir  Örnek: Her taraf kırık dökük Dalların boynu bükük "Kederliyiz" der gibi Orhan Seyfi Orhon Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor  Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor   Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir  Örnek: Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da     Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri! Faruk Nafiz Çamlıbel Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor  Hüsn-i talil Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır  Hüsn-i tevcih olarak da bilinir  Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır  Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur  Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir  Örnek: Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece Ahmedî "Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş  " Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor  Leff ü neşr Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır  Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır   Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir  Örnek: Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem Fuzûlî "Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum" Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir  Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor   Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir  Örnek: Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile Meâlî "Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle Gündüz kederli gece kaygılı gezerim" Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir  Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor   Kinaye Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır  Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır  Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır  Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok  Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam)   Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir  Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir  Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır  Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir  Örnek: Bulamadım dünyada gönüle mekan Nerde bir gül bitse etrafı diken Sümmanî Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor  Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları  Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye yapıyor  Tariz Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır  Tariz de gerçek ya da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur   Teşhis-ü intak Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma, canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler kazandırma sanatıdır  İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir  Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır  Teşhise örnek: Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar Emin Bülend Serdaroğlu Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri ağlatıyor  Bunların hepsi insan özellikleri  Üst üste teşhis sanatı yapıyor  | 
|   | 
|  | 
|  | Divan Edebiyatı |  | 
|  06-24-2012 | #33 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Divan EdebiyatıDivan Edebiyatı Türk edebiyatı XIV  asırdan Tanzimat dönemine kadar doğu medeniyetinin, dolayısıyla beş yüz yıl İran ve Arap edebiyatlarının etkisi altında yaşamıştır  Çünkü Orta Asya kültür çevresinden Anadolu bozkırına yerleşip, İslam dinini kabul eden Türkler, ister istemez Müslüman doğu kültürleri ile temasa geçmişler, Arap ve İranlıları edebiyat alanında örnek almışlardır  Anayurt'tan bir bütün olarak getirilen Türk edebiyatı, Anadolu'da halk ve divan edebiyatı olarak gelişmiştir  Halk edebiyatı, saz ve tekke şairlerinin elinde halk arasında yaşarken, saray çevresini dolduranlar da divan edebiyatının gelişmesini sağlamışlardır  İran şairlerinin eserlerini taklitten başka bir şey olan divan edebiyatı ümmet çağındaki dini hayatı yansıtan her yönüyle bir saray edebiyatı hüviyetini taşımıştır  Bu edebiyatın en çok kullanılan edebi türü şiirdir  Olaylar ve hikayeler bile şiir olarak yazıldığından, bunun dışındaki edebi türlerin gelişmesini önlemiştir  Gazelleri, kasideleri, mesnevi ve hikayeleri, gerçek ve temelsiz inançları kapsayan eserleriyle yaşadığı devrin bir aynasıdır  Bu çağda başka türlü bir hayat ve edebiyat söz konusu olamaz  Halinden memnun Osmanlı toplumu henüz değişme ve yenileşme diya bir problemle karşı karşıya gelmemiştir  Divan şiirine altın çağını yaşatan Ali Şir Nevai, Fuzuli, Baki, Nedim, Nef'i, Şeyh Galip gibi şairler bile konu bakımından kadın, aşk hikayeleri, şarap, tasavvuf, tabiat v  s  gibi temalar içinde sıkışıp kalmışlardır  Gerek bu içine kapanmış Osmanlı toplum düzeni, gerek toplumun içinde yaşadığı zevkleri yansıtan bu edebiyat, aşağı yukarı beş asır devam etmiştir  Bu bakımdan yüzyıllarca kalıplaşmış bir şekil ve anlatım düzeni içinde donup kalan ve asırlarca şairden şaire keyfi olarak Fars ve Arap dillerinin etkisinde kelen divan edebiyatına aruzla yazılan ve medrese öğrenimi görmüş yüksek tabakaya özgü bir edebiyattır diyebiliriz  Daha açıkçası sosyal olaylara karşı ilgisiz kalmış divan şairleri padişahların, hükümet ricalinin keyfine göre kaside ve gazeller yazmaktan başka iş yapmamışlardır   Divan edebiyatı aslında halkın yabancı olmadığı aşk, ölüm, kıskançlık gibi insancıl duyguları da işlemiştir  Ama ne var ki kullanılan dil yüzünden halktan kopmuş, halka inememiştir  Çünkü halkın konuştuğu Türkçe ile divan edebiyatının İran ve Arap dillerinin sözcükleri ile dolu ağdalı terkipli dili arasında uçurum vardı  İşte divan şairlerinin kullandığı dil sayesinde Tanzimat, hatta Cumhuriyet dönemine kadar süren bir zevk ayrılığı meydana gelmiştir  Ayrıca yüksek tabaka, Araplardan gelen aruz vezniyle şiirler yazarken, halk ve tekke edebiyatlarında ise Türklerin İslam medeniyet dairesine girmeden önce kullandıkları hece vezni hakimiyetini sürdürmeye devam etmiştir   Şu halde divan edebiyatının devam ettiği beş asırlık bir zaman şeridi içinde gerek dil gerek vezin bakımından ayrı, ama halkın benimseyip gönlünde yaşattığı ikinci bir edebiyat ta birlikte yaşamıştır  Hatta yan yana ve iç içe  Ama divan edebiyatı hiçbir zaman ne halktan yana olmuş, ne de halk tarafından kabul edilmiştir  Sarayla halk arasındaki bu zevk ayrılığı yüzyıllarca sürüp gitmiştir  Bu zümre edebiyatının medrese kültürü ve doğu zevkine bağlılığı yüzünden ne bir Türk nesri meydana gelmiş, ne bir Türk grameri ve sözlüğü ortaya çıkarılmıştır   Saray ile halk arasındaki bu ikiliğin ve zevk ayrılığının meydana gelmesini Agah Sırrı Levent iki sebebe dayandırmaktadır  1- Türk padişahları gösterişli ve tantanalı saraylara kurulduktan sonra göz kamaştırıcı bir hayat yaşamaya başlamışlardı   Bu görkemli saray hayatında yabancı ve Türk şairler hakanlara sundukları kasidelerle bol ihsanlar elde etmişlerdir  Bunun sonucunda ise halkın içinde yaşayan milli gelenekler bir yana itilerek sarayla halkın arası açılmıştır  Arap ve Fars dillerinin revaç görmesi sonucu Türk dili adeta bir yana itilmiştir  2- Öğrenimini Arapça yapan medreseler de kültür yönünden halkı ikiye ayırmışlardır   Bu devirde halkın dilini kullanıp, onun içine kadar inenler sadece görüşlerini yaymak için uğraşan ve bir nevi Anadolu'nun iç aydınlığı diyebileceğimiz tarikat sahipleri ile bölge bölge dolaşarak halk arasında bugün bile etkilerini sürdüren halk şairleri olmuşlardır   | 
|   | 
|  | 
| Konu Araçları | Bu Konuda Ara | 
| Görünüm Modları | |
|  |