Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
sosyal, steplerde, yapı

Steplerde Sosyal Yapı

Eski 02-21-2011   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Steplerde Sosyal Yapı



Steplerde sosyal yapı






STEPLERDE SOSYAL YAPI


Bu yazıda steplerde sosyal yapı ve Türkler’deki yaşam tarzı,aile bağları ile gelenek ve göreneklerine göz atacağız
Eski göçebe topluluklarda aile sosyal yapının çekirdeğini oluşturmakta ve kan-bağı esasına dayanmaktadır
Eski Türk ailesinde çocuklar babalarının sağlığında evlenerek, mirastan hisselerini alıp ayrılabiliyorlardı Baba evi ise küçük oğula kalıyordu
Her kabilenin bir kültü bulunur, kurban mevsimine ancak o kabileden olanlar katılabilirdi Törenden kovulmak, kabile topluluğundan kovulmakla aynı şeydi Akrabalık ilişkilerini düzenleyen kan temizliğine çok dikkat ediliyor, şüpheli şahıslar topluluktan atılıyordu
Eski Roma ailesinde kadın ve çocuğun hiçbir değeri yoktu Pederşahi denen bu aile türünde aile reisi karısını ve çocuklarını satabilir isterse öldürebilirdi Aileye ait her şeyin sahibi aile reisiydi aile bireylerinin hiçbir hakkı yoktu Aile reisinin ölümü halinde o aileye dahil erkek çocuklarının her biri özgürlüklerini kazanmaktaydı Buna rağmen sosyal birliğin devamına büyük bir önem verirler ve bunu zedeleyici her hareketten sakınırlardı
Halbuki eski Türk ailesi daha hür ve eşitçi (egalitaire) bir karakter gösteriyordu Akrabalık tek taraflı değildi, ana ve baba tarafına dayanan bir özellik gösteriyordu Yine erkeğin üstünlüğüne dayanan bu tür aileye, pederşahi aileden ayırmak için Z GÖKALP “Pederi Aile demiştir
Eski Türklerde bir genç evlendiği zaman ne gelini baba ocağına getirir, ne de gelinin ocağına giderdi Bundan anlaşılıyor ki, iç-güveylik olmadığı gibi, iç-gelinlik de yoktu Erkek, baba ocağından hissesine düşen malı alır, kız da “yumuş” adlı bir çeyiz getirirdi Böylece ortak bir ev sahibi olurlardı tekelerde evlenenlere temiz ve beyaz bir çadır yapılır, eski çadırlar kirlenmiş ve esmerleşmiş olduğu için bunlara “Ak Ev denilirdi Evin sağ tarafında “kısrak memeli”, evin sol tarafına da “inek memeli” iki put bulunurdu ki biricisi kocanın ikincisi karının sembolü idi
Eski Türklerde evin eşiği de kutsal sayılırdı ve eşiğe ayak basan yabancının çarpılacağına inanılırdı
“soy”
Türk ailesi “soy” adını alıyordu Soy” da hem erkek hem de kadın akrabalıklar yer alıyordu Bu iki taraf akrabalıkların hukuki statüleri eşitti
“Soy” batı Türklerde yedinci göbeğe kadar çıkardı Yedinci göbeği dışında kalanlar yabancı sayılırdı Bunlara “yad yabancı” veya “yedi yad” denirdi Evlenmeler yedi göbeğin dışından olurdu
“Soy” büyükbabanın etrafında birleşmiş fert ve aileler topluluğudur Soy birliği, büyükbabanın ölümünden sonra a devam eder, soyun başına soyun en yaşlısı geçer
Bir soya mensup fertler, soyu ilgilendiren işleri görüşmek için zaman zaman toplantılar yaparlardı Bu toplantılarda soy üyelerinin söz söyleme hakkı vardı Her soyun bir soyadı bulunmaktadır Soylar arasında genellikle özel intikam (Vandetta) geleneği görülmektedir

Her soyun kendine göre adetleri, o soy içinde hayatı düzenleyen uyulması zorunlu hukuki nitelikte kuralları mevcuttur
Yakut’larda totemizme dayanan bir akrabalık şekli vardı Kan bağına dayalı akrabalığın hiçbir hukuki ve sosyal anlamı yoktu Bu yüzden “exogamie” geçerli olması gerekir Aslında “Sip” adını taşıyan yakut klanlarında totemdaşlığa dayanan akrabalığın bütün hukuki belirtileri görülüyordu “Sip” içinde ortak mülkiyet vardı Karı-kocadan oluşan ailenin özel ismi yoktu Bir çocuğun babasına, kardeşlerin birbirine hitap edeceği kelimeler bulunmuyordu Yakutlardaki akrabalık klan akrabalığıdır “Sip” içinde egzogami kuralı geçerlidir
Anlaşılıyor ki Yakut’larda en küçük sosyal çekirdek baba reisliğine dayalı aile (Kergen) dir Bütün eski Türk topluluklarında olduğu gibi Yakut’larda da aile patriarkal bir karakter göstermektedir


TÜRKLERDE AİLE

Türklerde Ailenin Gelişmesi
Gelişmiş bir “baba ailesi” ne sahiptiler Baba ailesinin temeli, dışarıdan evlenme-yani (exogamy) ye dayanır
Büyük Hun İmparatorluğunda “hakanların kız aldıkları” belli boylar vardı Tıpkı dede Korkut’taki “Dış Oğuzlar” gibi Hunlar’ın sürekli olarak kız kaçırma geleneğiyle evlendiklerine dair bir kanıt yoktur

Proto-Moğollar da, “ana ailesi”

Hunlar’ın doğudaki Proto-Moğol komşularının henüz daha “ana ailesi” çağını yaşadıkları ise bir gerçekti Örneğin Hunlar’ın doğudaki en yakın komşularından İsa’dan önceki Wuhuan Moğollarında “oğlan evlendikten sonra kız evine gider ve ilk çocuk doğuncaya kadar kayınbabasına hizmet ederdi Buna karşılık kayınbaba da damada ev ve mal verir böylece kızı ile damadının yuvalarını kurardı
Ana Ailesi’nin bu örneğini Çingiz Han çağı Moğollarında da görebiliriz Ancak Türk tarihinde buna benzer örnekler bulmak zordur
İsa’dan sonraki çağlarda ortaya çıkan Sienbiler gibi eski Moğolların güçlü kesimlerinde ise, “aile büsbütün gelişmemiş bir görüntü” gösteriyordu “Kızlar ile oğlanlar hep birlikte bir ırmak kıyısına gidip içip eğleniyorlar ve ondan sonra da kendi aralarında yaptıkları bir seçme yolu ile evleniyorlardı


Devletin Güvenliği, Ailenin Güvenliği

Türklerde “halk ordu, ordu halk” demekti
MÖ 174 yılından az sonra, yani Mete’nin oğlu çağında, iki büyük Çinli arasında geçen bir konuşma bize bir çok temel bilgi vermektedir Hun başkentine gelen Çinli bir elçi hun hakanına hizmet eden ünlü bir Çinli vezire “hunlar kendi yaşlılarına neden değer vermediklerini” sormuştu Hun veziri ise şu cevabı verdi:
“-Çinlilerin oturdukları garnizonlardan, akına gitmek üzere asker toplanırken askerlerin Çinli akrabaları ile yakınları en kalın ve sıcak tutan elbiseleri ile en iyi yemeklerinden vazgeçebiliyorlar mı? Elbiselerini giyinsinler ve yemekleri de yolda yiyip içsinler diye askere gidenlere veriyorlar mı?”
Hun vezirinin bu sorusu üzerine Çin elçisi “doğru vermiyorlar” deyip susmak zorunda kalmıştı Bu konuşmadan da anlaşılıyor ki Hunlar’da babalar ile kardeşleri neleri varsa hepsini askere giden oğullarına veriyorlardı Çinliler ise bu yardımı yaşlılara karşı bir haksızlık olarak görüyorlardı Oysa yaşlılar bunu oğullarının ve torunlarının savaşta sıkıntı çekmemesi için yapıyorlardı Bu belge Türklerde sosyal dayanışmanın ne kadar muhteşem olduğunu gösterir

Ailede Kişilerin Güvenliği

Hunlar ile Göktürklerde ve Oğuzlarda da levirat adı verilen bir aile düzeni vardı “Babaları ölen oğullar, babalarının öz annelerinden sonra evlendiği bütün kadınlarla küçük kardeşlerini ailelerine katıp bakmak ve beslemek zorundaydılar” Ölen kardeşlerin eşleri ile çocukları sokakta kalamazlardı “Yaşayan kardeşler hemen onları kendi ailelerine katarlar ve onlara sahip çıkarlardı” Çinliler bu geleneği garipsemiş ve ahlaka aykırı bir şey gibi göstermişlerdir Aslında bu geleneğin (leviratus) amacı, dulların ölen kocalarının servetini alıp ailenin mal ortaklığından ayrılmasına ve böylece diğer bir boyun zenginleşmesine engel olmaktı Ayrıca bir oğlun üvey annesiyle, kardeşin yengesiyle evlenebilmesinde “ocakların zürriyetsiz kalarak sönmesi” endişesi rol oynuyordu

ANNE BABA VE ÇOCUKLAR
BABA

Gelenekler Ve Değimler
1- Eski Türkler babaya “kang” derlerdi Bu sözün başında da Türklerde akrabalık gösteren “ka” sesi vardı Aynı babanın oğullarına “kanğdaş” üvey kardeşler içinse “kanğsık” derlerdi Ancak sonradan bu eski sözler unutulmuş ve yerine “ögey oğul” yani “üvey oğul” denmeye başlanmıştı
2- 11 yüzyıldan sonra Türkler babaya artık “ata” demeye başlamışlardı Eski Türkler de anayı babadan önce söyleyerek, “öğ ve kang” diyorlardı Ata evin büyüğüydü Bundan dolayı büyükbaba da “ata” olabilirdi Ama büyükbabalar için genelde “ata atası” denirdi

Anadolu’da ise babaya “ece, ici, ede, eye” de denir Bu Anadolu sözleri de en eski Türkler’deki “eçi, içi, iğe” gibi deyişlerden başka bir şey değildi Bunlar daha çok “evin büyüğü veya sahibi” için söylenirlerdi “Evin büyüğü” için bazı Türkler ise “Ot ağası” yani “ateş ve ocağın atası, sahibi” demişlerdir
Oğulu yetiştirme babanın, kız ise annenin bir vazifesiydi Kırgız Türklerine göre de “babasız oğul, anasız kız bakımsız” sayılırdı Türkler saygı şuuruna anne ve babadan başlıyorlardı
“Baba hakkı”, yani eski Türkler’in dilince “atalık” Türkler’de sonsuz değildi Mete ve Oğuz Kağanlar töreye karşı geldiler diye babalarını bile öldürebiliyorlardı Babaya da oğula da düşen haklar ve görevler vardı


ANNE
Babanın mirası anneye değer:

Eski Türkler anneye “ög” derlerdi Bugünkü “öksüz” sözümüz de buradan gelmektedir “Babadan sonra aileyi, anne temsil ederdi” Bunun için ananın yeri babanın diğer akrabalarından daha ileri olurdu Babanın mirası anneye değerdi Çocukların vasisi de oydu Türk tarihinde kadınların hükümdarların naibi olabilmeleri veya devlet içinde büyük bir söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu
Kayınbaba “babalık hakkı” nı damada veriyor
1- Anne bir “el kızı” idi Fakat evlendikten sonra “kocasının soyuna yazılmıştı Kızın babası bile, gelin alma sırasında kızı üzerindeki “velayet” yani “babalık hakkını” damadına verirdi Dul kalan ya da kocasına kızan bir kadın baba evine gidemezdi Koca da kadını evden kovamaz ya da boşayamazdı O zaman kalın müessesi ve zarara uğrayan her iki aile de buna karşı çıkardı
2- Uygurlar’da “ana-ata”, ana baba sözleri çok yaygındı Anadolu’nun kültür gelişmesine büyük tesirleri olan Harezmşahlar’da ise büyük anaya “ulu-ana” deniyordu
Oğuzlar eskiden nedense, anneye, “aba” demişlerdi Anadolu’da çok az görülen aba sözü, eski Osmanlı kitaplarında daha çok geçer

Büyük anne

Gelişmiş ve büyük devletler kurmuş olan Batı Türkleri ile Anadolu, babaanne ile anneanne arasında ayrılık gözetmemişlerdi Eski Türk geleneklerinde “gerçek büyük anne” yalnızca babaanne olabilirdi Bu inanış dış Türklerin bazı kesimlerinde hala yaşamaktadır
Ana adı, babadan önce
Ana, daha önce gelir ve “ana-baba” denirdi Dede Korkut’ta ana babaya “ana ata” dendiği gibi Göktürk yazıları ile Uygur Türkleri’nde de ana, babadan önce söylenirdi Çin’de ise baba öne alınır ve “baba, ana denirdi”
Eski Türklerde “anaç” sözcüğü hem anacığım hem de “anasına çekmiş soylu kız” demekti”Süt anne” de Türkler’de akraba sayılırdı Saraylarda ise bu onur belli kadınlara verilirdi
Dul anne, ailenin başı
Dul kalmış bir kadın, eğer çocukları küçükse, çocuklarının vasisi olurdu Çocuklar büyük ise, evin büyüğü (senior) daha çok büyük oğuldu Küçük oğul ise, baba ocağını devam ettiren “ocak beyi” yani “ot Tegin” idi Radloff’a göre dul analar, oğlanlar evlendikten sonra bile bütün ailenin “baş kadını” olurdu Yoksul ise, kocasından küçük olan kardeş, dulu ve çocukları himayesine alırdı


OĞUL VE KIZ

Oğul ve kız arasında ayrılık yok
Eski Türkler’de “oğul”, evlat demektir İster kız, isterse oğlan olsun, Anadolu’da oğula “oğuş” denmesi de çok manalıdır Çünkü Göktürklerde “oğuş”, kan akrabalığı taşıyan birliklere denirdi Oğul babasına, kız da anasına çekmeliydi Bunun için soylu ve iyi oğlana “ataç” iyi kıza da “anaç” denirdi
Türkler, kız ile erkek çocuklar arasında bir ayrılık göstermiyorlardı Hun ve Göktürk çağından beri belgeler, bize bunu böyle gösteriyorlar Nitekim Dede Korkut’ta da, oğlu olan konukları ak otağda; kızı olanlar ise, kırmızı otağda konuk ediyorlardı Çocuğu olmayanların yeri ise kara çadırdı

Türklerde “bekaret” önemi

Bekaret anlayışı Türkler’de İslamiyet’ten önce de vardı Türkler, bakire kız için “kapalığ kız” yani kapalı kız diyorlardı Yalnızca kız sözü bile bakire anlayışını içine alabiliyordu Nitekim Kaşgarlı Mahmut’un derlediği çok eski bir atasözüne göre “kızı, ancak kalın verebilen alabilirdi” Yoksa para ile alınan şey, ya cariye veyahut da kadın olabilirdi


KADIN VE ZEVCE

Eski Türkler’de “evin sahibi” kadındı: Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz de “evci” idi Göktürkler’de “eş” derlerdi Osmanlılar’ın “evdeş” ve Çağatay Türkleri’nin “evlilik” sözleri de ayrıca çok manalı ve derindiler En eski Türkler’in, zevce için söyledikleri, “eşi, işler, yotuz, egmiç” gibi sözleri, bugün artık ya kaybolmuş veyahut da baka manalar için söylenir olmuşlardır
Eski Türkler kadın için genel manada “avrat”, yani eski deyişi ile “uragut” derlerdi Kadına saygı duymak gerekti Nitekim en eski Uygur şiirleri, ayıpsız kadına, erkeğin boynunu eğmesi gerek diyorlardı
İyi kadın ustaydı Bilgiliydi İyi kadın evinde görünmeliydi İyi kadın evin dayağıdır Dede Korkut’ta dendiği gibi “Ben yerimden durmadan, (yani ayağa kalkmadan) kadının yerinde durması gerekti” Kadın yalnızca evde değil dışarıda da kocasının bir yardımcısı olmalıydı


EVLENME
Evlenme ve evlilik

Evlenme ve yuva kurma eski Türk toplumu ile Türk devletlerinin temeli idi Aile ise çekirdeğidir Evliliğin sembolü “eb” yani evdir
Evlenme ve “ocak kurma”
“Ocak” Türkler’de ev ve yuvanın tek sembolüdür Nitekim dış tesirlerden uzak kalmış olan Yakut Türkleri’nde evlilik, “sönmez bir ateş yakma” dır Eve gelen gelin ise “evi aydınlatan ateş”tir Başka Türklerde ise “yanan ocağın sönmesinden” söz edilir “Ateşin sıcak olsun” denir Anadolu’da, “ocağın sönmesi”, “aile ocağı”; 15 yaşındaki çocuklara, “ocak umudu” denmesi, hep bu çok eski Türk geleneklerinin izleridir
Evlenme antlaşması için herkesin bir araya gelmesi gerekliydi Toplantıda saygılı ve tecrübeli kişiler, aksakallılar veya Anadolu’da dendiği “köyün usluları” da bulunurdu Bu kişiler aynı zamanda birer tanıktılar
Kızın kaçırılması ile kız tarafına bir “savaş hakkı” doğuyordu Bunun için de, oğlan evi kız evine , bir “bağışlama veya kefaret parası” (Sühngeld) veriyordu Kalın müessesesi de bunun üzerine kurulmuştu
Türkler’de kalın yaygın olarak taksitle ödenirdi Fakat kız kaçıranlara, kalını peşin olarak ödeme zorunluluğu konmuştur Bu peşin ödeme de, aracılar, tanıklar ve ailelerin toplantısı ile yapılır ve yeni bir antlaşma meydana gelirdi
Kalın veya balık Türk aile hukukunun temelini oluşturuyordu Kalın kız ailesine verilen bir aile malıydı Bundan dolayıdır ki ödenen kalında oğlan ailesindeki bir payı ve miras hakkı vardır Konuya böyle girince Hunlar’da, Göktürkler’de ve hatta Oğuzlar’da görülen (levirat) geleneğinin köklerini de daha iyi anlayabiliriz


ÇEYİZ

Türkler’de çeyiz de kalın kadar önemliydi Eski Türklerde çeyiz baba malından kıza düşen bir paydır
Türklerde babanın kızına çeyiz yapması bir mükellefiyet ve yükümlülük olarak görülüyordu Nitekim Kaşgarlı Mahmut’a göre bir bey, kızını çeyizli olarak evlendirmesi için bir babaya emir veriyordu
Eski Türklerde çeyizin “hayvan sürüleri, yardımcı insanlar, kızlar, yengeler(magd) halinde geldiği de görülüyor


SÖZ KESME

At üzerinde söz kesme
Söz kesimi Türkler’de çok değer verilen bir antlaşmadır Eski Türk geleneklerini kaybetmemiş bazı Türk kesimlerinde söz kesme antlaşması “at üzerinde” yapılırdı: “Kız ve oğlan tarafı at üzerine binmiş olarak karşılanır ve böylece antlaşırlardı” Bu ana kadar kalın ve hediye antlaşmaları çoktan bitmiş olurdu


NİŞAN

“Nişan” daha çok gelişmiş Batı Türklerinde yayılmıştır Aslında kalın antlaşması ve söz kesimi hediyeleri ile nişan da gerçekleşmiş oluyor “Beşik kertme nişan” bütün Türklerde vardır Bu da tanıklar, antlaşma ve dua ile yapılırdı
Nişan evlenme için bir vaat ve aynı zamanda bir, “ön akid” tir “Adaklı” sözü ise, bunun en güzel ve insani ifadesiydi Beşik kertme nişanlılar, ergenlik çağına gelince ikinci defa yeniden nişanlanırlar


GELİN ALMA VE GELİN İNDİRME

Gelin alma: Anadolu’da kız evden çıkmadan önce, anasının diktiği bir “analık” giysisini giyer Ancak bundan sonra gelin başı yapılır ve gelin elbisesi giydirilirdi “Gelin başlığı”, Anadolu’da da, Orta Asya’da da kızlığın bitip kadınlığın başladığını gösteren bir semboldü Gelin ayrılırken, baba ocağına ve ateşine saygı gösterir 7atadan; Müslüman Türkler’de 7 evliyadan, izin ister ve dua edilirdi
Gelin indirme: Bütün Türk illerinde büyü bir törendir Gelin indirmede görülen ve eski Türk özlerini taşıyan gelenekler ise şunlardır:
1)saçı: Saçının kökleri Şamanizm’e dayanır Orta Asya Türkleri’nde “saçuv” veya “çaçılama” da denirdi Ulu Yüz Türkleri “eskiden gelinin atının, yele ve kuyruğuna kımız saçarlarmış İslamiyet’ten sonraki ikinci gelişmede, “un serpme”, Türk illerinde daha çok yaygınlaşmıştır “Para, Çörek, şeker” ise daha geç çağlarda ortaya çıkmıştır Anadolu’da saçı sırasında dua da edilirdi Su serpme ve su töreni de Başkurtlar’da da görülürdü ve çok eskidir Anadolu’da buna “gelin uğru” da denir Un saçısına ise Özbekler, “yüz akı” derler
2)kurban kesme: Türk illerinde çok görülür Anadolu’da buna “uğur kesme” de denir
3)eşik: Türklerde kutludur Bütün Türk illerinde “gelinin eşiğin basmaması için halı veya kumaş serilir”
Nikah kalın antlaşmasından sonra kız evinde kıyılır Nikahtan önce kalın ve çeyizlerin miktarı da tespit edilir
Altay Türkleri’nde “ocağa secde edilir” Özbekler’de ise nikahtan sonra, gelin ateş üzerinden geçirilir ve bu sırada da üzerine un serpilir Nikahın yanında su içme ve sakal kesimi gibi İslamiyet’ten önceki gelenekler de yer alır
Türklerde nikaha rağmen gerdeğe kadar gelinin yüzü tabuydu Bu tabuluk ancak gerdekte, “körümdük” veya görümlük denen tören ve hediyelerden sonra kalkardı Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkler’de nikah yürürlülüğe girmiyordu
Bazı Türklerde evlilik, ancak ilk çocuğun doğması ile tamamlanıyordu Çocuk doğmadıkça, evlilik ve nikah yürürlüğe girmiyordu Görülüyor ki Türklerde gerçekçilik, şeriat ve dinin daha önünde gidiyordu


DÜĞÜN

Gelin toyu: Düğün bir toydur Bundan dolayı Harezmşahlar çağında buna, “Kelin toyı” yani “gelin toyu” da denmiştir Dede Korkut’ta ise nişan toyuna “küçük düğün” evlenme toyuna ise “ulu düğün denmiştir Aynı zamanda büyük düğün “ağır düğün”dür
Kız alma toyu: Prof Karutz’a göre, geçen yüzyıldaki Türkmenler düğünlerini kutlu bir sayı olan, “yedi bölüm” üzerinde yaparlardı Kazak Türkleri ise iki çağlı düğün yaparlardı
Düğün bayrağı: Düğünü başlatmak kız evinin hakkıydı Düğün kız evinde başlar erkek evinde biterdi “Toy veya düğün bayrağı” da bütün Türklerde görülen yaygın bir gelenektir
Düğün aşı ve açları doyurma anlayışı da bütün Türkler’in müşterek inançları halindeydi
Toy ve düğün ateşi de ürk toylarının bir özelliğindir Göktürkler, düğün için “törün” sözünü kullanmışlardı


GERDEK

Gerdek sözü Farsça’dır “Kubbe veya kubbeli oda” karşılığında söylenir Fakat Farsça’da bu söz gelin odası manasında söylenmemiştir Türkler bu sözü Orta Asya’da iken almışlar ve gelin çadırı ile odasına uygulamışlardır Türkler’de gerdek odasının da ayrı bir kutluluğu vardı
Gerdek yeri: Dede Korkut kitabında, “gerdek çadırının yeri, ok atılarak bulunur ve ok ile belirtilirdi” Dış Türkler’de gerdek odası için daha çok “otağ” da denir Kaşgarlı Mahmut’a göre 11 yüzyıl Türkleri gerdek odasına “münderü” derlerdi Gelin odası ipekliler ve tüller ile süslenirdi Harezmşahlar devletinde ise gelin odasına “terek ev” denirdi Görülüyor ki gelin odası, Türk geleneklerinde büyük bir yer tutuyordu Ulu Yüz Türkleri’nde kalın antlaşması olur olmaz “gelin obası” oğlanın babası tarafından hemen dikilir ve döşenirdi Gelin baba evine giremezdi
“Ergenlik al kaftan” ise bütün Türkler’de bir güveyi elbisesiydi Gelin alınırken, kızın babası, şal veya kuşağını güveye sarar ve böylece “babalık velayeti”ni güveyiye bırakmış olurdu Güveyi de bunları düğünde üzerinde taşırdı
Sağdıçlık: sosyal bir müessesedir Sağdıç biraz akraba da sayılır Sağdıçlık da kalın ve nikah gibi evliliğin temelini kuran bir bağdı Anadolu’da sağdıç düğün bayrağının altında gider
Gelin kılavuzu: geline yol gösterir Anadolu’da kılavuzluk yapan “başı bütün” kadınlara “danışık, düyüşü, yenge” de denir Kız evinden gelen çeyizlere de yengeler bakar, zaten kadınlar arasında söz sahibi aracı da odur

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Steplerde Sosyal Yapı

Eski 02-21-2011   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Steplerde Sosyal Yapı



Ailede ahlak

Kaşgarlı Mahmut’a göre şöyle sıralanabilirdi “güzellik, sevimlilik, tatlılık, edeb, büyükleri ağırlama, sözünü yerine getirme, sadelik, öğünme, yiğitlik ve mertlik”
Hakanların hoşlanmadıkları şeyler ise şunlardır: “1) Yalan(yalgan) 2) Zülüm(küç kılma) 3) Haris olma(suk) 4) Aceleci olma(ivek) 5) Haraketli olma(kılınç) 6) Doymaz olma(uvutsuz) 7) Hiddetli(buşı) İçkici(borçı) 9) Sözünden dönme(söz kıygan) 10) İnatçı olma(arkuk)
Konukluk ve misafir ağırlama Türkler’in sosyal yükümlülükleri arasında yer alıyordu Ölen kişiler, konuklar için bir yer ve çadır vakfediyorlardı İş ve vazife için seyahat edenleri misafir etmeyenler, cezalandırılır veya malının bir bölümü “konuk hakkı” olarak alınırdı


AİLE VE TOPLULUKTA SOFRA VE YEMEK DİSİPLİNİ

“Ülüş” Türkler’de “et payı” veya yemek payı demektir Kökü “üleşmek”, pay etmekten gelir Ailede ve büyük devlet ziyafetlerinde, herkes, devletin ileri gelenleri ile beyler bu paylara önemle uyma zorundadırlar
Eti doğrayan, evde baba; dışarıda, saygılı kişi
Eti doğrayan ve pay eden kimsenin toplum içinde yüksekçe ve saygı değer bir yeri vardır
Eti doğrayan kişi bir suç işlerse bu üstünlüğünü kaybederdi Onun yerine yeteneği ile saygı kazanmış başka bir kimse geçerdi Bugünkü Orta Asya Türkleri’nde, bu iş için arı bir soyluluk aranmamaktadır


Baba payı ve çoban payı

İç Asya Türkleri’nde sofrada baba varsa hiç kimse koyunun baş kemiğine el süremezdi Çoban payı, güden, yani bağırsaklardı Eğer güden çobana verilmezse, çoban bu hakkını şikayet yolu ile talep edebilirdi


ZİYAFETE GİTME VE ZİYAFET VERME

Düğün, sünnet, oğlun doğuşu gibi olaylarda davetçi (okıgu) aşı, verilirdi Ölü adına yapılan, yoğ-aşıdır
Yemeği sağ elle yemeliydi Besmele çekmeliydi Başkasının önündeki lokmaya dokunmamalıydısofrada bıçak çıkarmamalı ve kemik sıyırmamalıydı, verilen yemeğin hepsi küçük küçük yenmeliydi
Yemeği veren kişi davetini yapmalı, işini hazırlığını tam yapmalıydı Her şeyi temiz olmalıydı Yemekler de güzel olmalıydı


SOFRADA AĞIR TUTULAN YAYLA VE KÖYDE DE ÜSTÜN TUTULUYOR

Güney Anadolu Türkmenlerinde
Konarken ve göçerken, her oba ve kişinin alacağı yer ve mevki töreye göre belirlenmişti Her mevki ve rütbenin kendine ait bir “ülüş”ü, payı da vardı Her kabilenin belirli bir ‘yer ve mevki alması’ onların kesilen bir hayvandan , töre ile belirlenmiş bir parçayı yeme hakkı olduğunu da gösterir


İç Asya Türklerinde

Kazak-Kırgız kabilelerinin “orun” yani mevki ve dereceleri “ülüş” yani kendilerinin töre ile belirlenmiş ‘et parçaları için’ kavga etmeleri, dıştan bakanlar için bir gerilik veya oburluk olarak yorumlanmıştır
Toplumun hukuku ve hakkı “orun” ve “ülüş” töresine göre belirlenmiştir Bu haklarını kaybeden kabile veya oymak “yayla, otlak, ve av” gibi konularda da haklarını kaybetme tehlikesine düşer


KONUK VE KONUKLUK HAKKI

Proto-Türk gelenekleri, konuk aşı ile konuk evini boy veya kabilenin atasından gelen bir miras olarak görmüşlerdi Bunun için misafiri ağırlama topluluğun müşterek bir vazifesi olarak kabul ediliyordu
Büyük devlet kurmuş olan Türklerde ise bu bir insanlık ve ahlak sorunu olarak ele alınmıştı Eski kabile gelenekleri de bu yönde gelişmişti
Konuk evi yapma: Konuk bir kutluluk ve uğur işareti olarak sayılmış her topluluk veya ailede, konuk için bir “konukluk” yani konuk evi yapılmıştı Bazen de konuk gelince ona yeni bir otağ dikilmişti
Anadolu’da “selamlık” ve “misafir” odası: Anadolu’da konuklar Çin evlerde “selamlık” denen bir bölüm ayrılmıştı Köylerde ise misafir odasına sıra ile yemek götürülürdü


KONUK HAKKI

(Proto-Türk geleneklere doğru)
Konuk aşı ile konuk yatağı Kazak Kırgızların müşterek malıdır, vermeyenden zorla alınır
Konuğun kendisine aş, hayvanına yem alma, atalarından gelen bir mira hakkıdır Bu bir ikram, ağırlama değil, zorunlu bir vazifedir Konuk aşı vermeyeler konuk tarafından dava edilebilir Ceza olarak, “at ve giyim”, alınabilir, ancak bu giyim, konuğa değil konuğun ulusunun beyine verilir
Konuk aşı, konuğun mevki ve derecesine uygun olmalıdır Konuğa, toklu yerine, oğlak kesilirse, konuk evi bırakıp gidebilir Giderken de “hakkına karşılık olarak” ev sahibinin bazı şeylerini alıp (barımta) gidebilir
Kuzey Yakut Türklerinde konukların ev sahibinden “yemek ve yatak” isteme hakkı vardır Yakutlar, yola çıkarlarken yanlarına hiçbir şey almazlar yolda rastladıkları ot yığınından –kime ait olursa olsun- alıp atlarına yedirebilirler Ancak ot ile diğer yiyecek şeyleri yanlarında götürmezler
Anadolu’da bu gelenek daha yumuşamış ve sosyal bir hale gelmiştir Büyük devlet kuran Türkler ile henüz Proto-Türk kültürü düzeyindeki bu Türkler arasında bir gelişme süreci vardır


TÖRE VE YOL

Yol, Türkler’de “örf, gelenek, töre, kanun ve düzen” demekti Abdülkadir İnan’ın Türklerde töre anlayışını yol ve yang gibi deyimler üzerine oturtması çok yerinde bir görüştür 11 yy Türkleri’nde de “yolundan şaşmış bir kimse” için yolsuz derlerdi Yoldan çıktı ya da yolgu girdi, yani “yola girdi” sözlerini Altay dağlarının ıssız vadilerinde yaşayan Altay Türkleri bile söylüyorlardı
Eski Anadolu’da yol sözünün “ahlak ve örf” manasında kullanıldığını çok görüyoruz “yola düşme, yola girme, yol azma, yol basma, yol bazma, yol bulma, yolragidü, yoldan eğilmek, yol eğilmek, yol dartmak, yolıra, yol sıra” gibi deyişleri eski Türk düşünce ve anlayışının Anadolu’daki devamları idi Kutadgu Bilig’deki “köni yol, uçmak (cennet) yolu, ağırlık yolu” gibi sayısız deyiş de, Türk düşünce ve ahlak yolunun” temelleriydi Ayrıca “mutluluk ve mutsuzluk” da ak yol ve kara yol deyimleri ile anlatılmıştı Bu anlayış hemen hemen bütün Türk kavimlerinde aynı idi

Töre, devlet düzenidir Aynı zamanda bu düzenden doğan devlet gücüdür Temeli ise aile töresi ile aile gelenekleridir
Töre, aile ve topluluk içinde mevkie göre yer almaydı Bu sıkı bir hiyerarşi ve protokoldür Kişinin kişiye saygı ve tutumudur Oturma ve yemek yeme düzenleri bunun içindedir
Devlette töre, devletin kuruluş düzenidir Ataların töresi devletin kuruluşu, temel düzendir
“Ağır töre” Göktürklerce temel törelerdir Bu eski kuruluş töreleri zaman zaman yenilenir Türk milleti işini gücünü vererek yeni töreler de kazanıyordu
Töre kazanma, milletin zenginliği, refahı ve halkın iyi yurtlara yerleştirilmesi ile ilgili bir düzenin kurulması gibi anlaşılıyordu Milletin devlete bağlanması ve devletin düzenince yaşaması da, “töre kazanma” demekti
Türkler için devletsiz, kağansız kalmış millet töresini kaybetmiş oluyordu Türk töresinin yok olması ancak kıyametin kopması, göğün basması, yerin delinmesi ile mümkündü Kağan burada başını alıp giden milleti suçluyordu


Şehirli Uygurlarda töre anlayışı

Uygur şehir ve devletinde, Göktürk özü ve düşünceleri daha yüksek bir düzeye çıkmıştır Ancak her sözün altında buda dininin izlerini bulabiliriz Uygurlar, Türk dili ve düşüncesi ile, yabancı bir din ile kültürü, büyük bir başarı ile birleştirip kaynaştırabilmişlerdir

TÜRKLERDE OLÜM ANLAYIŞI VE OLÜM TÖRENLERİ
Ölüm, ruhun uçup, tanrı katına gitmesi

Ölüm, Göktürkler’de “uça barmak” yani “uçarak gitme” sözü ile söylenir Onlar, “ruhun uçup, Tanrı katına gittiğine” inanırlardı Bir de, Tanrı’nın takdiri vardı Bu anlayış da, “kergek boldu” yani “gerekli oldu” sözü ile karşılanıyordu


Tanrı yaşar, insan ölür

Göktürkler’e göre, “kişi oğlu hep ölümlü türemiş” idi Bunun için, “tanrı yasar”, insan da ölürdü Ölüm aynı zamanda, “aileden bir ayrılma” idi Bunun için yazıtlarda ölenler, kimlerden ayrıldıklarını birer birer sayarak, “ayrıldım” derler
“Kefen” için eski Türkler “eşük” derlerdi Hakanları ipekli kumaşa sararak gömerlerdi Bazen de bu kefenler yoksullara dağıtılırdı


Türk kağanlarının uluslar arası cenaze törenleri

Türklerin cenaze törenleri büyük halk kafilelerinin ordunun ve yabancı elçilerin, bir geçidi şeklinde yapılırdı Cenaze törenleri ölümün hemen ardından yapılmıyordu Ölü bir süre için mumyalanarak bekletiliyordu
Şehit olanlara, “beyaz”; eceli ile ölenlere “siyah bayrak”
Mezarların üzerine bayrak asma geleneği, Türkler’de ve Anadolu’da yaygındır Mezarlara bez bağlama geleneği de buradan gelmektedir Türkler’de zaman zaman beyaz elbiseler yas elbisesi olarak kullanılmıştı

Yerli ve yabancı devletlerden gelen ağlayıcılar

Eski Türkler’de cenaze merasimlerindeki ağlayıcılara “sığıtıcı” derlerdi Ağlayıcıların arkasından ölünün önemine göre büyük bir halk kitlesi takip ederdi

Cenaze töreninde at yarışları

Türkler cenaze törenlerine “yuğ” derlerdi Çin tarihleri Göktürklerin cenaze törenlerini özet olarak şöyle anlatırlardı:
“Ölüler ilk önce bir çadıra konurdu Bundan sonra da at sığır ve koyunlardan, türlü kurbanlar verilirdi Daha sonra atlarla çadırın etrafı dönülür ve at koşturmaları yapılırdı At koşturma bitince ölünün, ölünün bütün eşyaları atı ile birlikte yakılır ve geriye kalan kemikleri toplanırdı Asıl büyük kurban törenleri ile diğer şenlikler, ölünün kemikleri, mezara konduktan sonra yapılırdı” Başka bir yerde ise şöyle deniyordu:

Mezar üzerine ölünün heykelini koyma

“Mezar kapatılınca, ölünün bir resmi veya heykeli yapılarak mezar üzerine konur ve öldürdüğü düşmanların sayısı kadar mezar üzerine taş dikilirdi…” öldürülen düşman sayısı kadar mezar üzerine dikilen bu taşlara “balbal adı verirlerdi Ölü aşı, yemeği ve helvası, Anadolu’da da yaşamaktadır

Ölüyü yakma, Türkler’de unutulmuş bir gelenekti

“Ölü yakma” geleneği daha çok Kuzey Türkleri’nde ve özellikle Kırgız Türkleri’nde yaygındı Göktürk çağındaki mezarların çoğunda yakılmış ölülerin izlerine pek rastlamıyoruz Göktürk devletini kuran Türk soyluları ile Kağan ailesi daha çok Altaylara ve Kuzey Türkleri’ne yakındılar Göktürklere ölüleri yakma adetinin bu eski yurtlarından gelmiş olması muhtemeldi Hatta MS 630 yılından önce bile Göktürkler’in ölülerini yakma yerine gömmeye başlamaları üzerine, Çin imparatoru Türk elçisine bunun için Tanrı’nın başlarına felaketler yağdıracağını söylemiştir


GÖKTÜRKLERDE CENAZE TÖRENLERİ

Göktürkler’den birisi ölürse tören için ölü bir çadıra konur Ölenin çocukları, torunları, kadın ve erkek akrabalarından hepsi, koyun sığır ve at kurban ederler ve ölünün bulunduğu çadırın önüne koyarlardı

Bundan sonra ata binerler ve çadırın çevresini 7 kez dört nala dönerler Her dönüşte yüzlerini bıçakla keserler Bu sırada ağlarlar Kan ve gözyaşı birbirine karışır Çadırın kapısının önüne gelir gelmez bir bıçakla, gözyaşları kan ile karışacak biçimde, yüzlerini keserler Çadırın çevresinde yedi kez döndükten sonra dururlar
“7 sayısı” Batı Türklerinde kutludur “gök de, 7 katlıdır” Bu gelenek tahta çıkma törenlerinde de vardır

Ondan sonra bir gün seçerler Ölenin eşyalarını, silahlarını, elbiselerini ve atını alarak ölü ile birlikte yakarlar Külleri toplarlar toplarlar ve belirli bir günde gömerler
Eğer birisi ilkbaharda veya yazın ölmüşse, “yaprakların sararmasını beklerler Sonbahar veya kışın ölmüşse ilkbaharı, “otların çıkmasını beklerler

Ölüyü gömme töreni

Mezar açar ve külleri içine koyarlar Aynı gün bütün akrabalar yeniden kurban verirler Yeniden mezarın çevresinde ilk günkü gibi at koştururlar Mezarın yanına balballar dikerler
Cenaze töreninden sonra evlenme
Gömme günü erkekle ve süslü elbiseleri ile takılarını takınan kadınlar toplanır Eğer bir kız, bir erkeğin hoşuna giderse, -törenden dönüşte- kızın babasına birini gönderip evlenme diler Çoğu zaman bu isteğe evet denir


ATALAR İÇİN YAPILAN SAYGI TÖRENLERİ
Hakan başkanlığında “ata mağarası”na saygı:

Göktürkler, Gök Tanrı’ya, Yer Tanrı’ya ve ecdat mağarasında kurt ataya “büyük kurban” sunarlar “Küçük kurbanlar” her vesileyle ve sık sık yapılır Örneğin Göktürkler, bir antlaşma yapmadan önce, bir kprü üzerinde beyaz at kurban ederler Ongonlara sık sık kurban sunulur:
“Tanrıların resimlerini keçeden yontarlar ve deri torba içinde saklarlar Bu resimler içyağı ile yağlanır Aynı zamanda sırık üzerine de dikilir Onlara yılın dört çağında kurban verilir”
Büyük kurbanlarda, Tanrı’ya kurban törenini kağan yönetir Kagan bey ve beyleriyle birlikte ecdat mağarasına giderek kendi eliyle her yıl kurban sunar İli vadisine yerleşen Batı Göktürk kağanı ecdat mağarasından çok uzaklarda bulunur Ama yine de bu görevi yerine getirir, ya da getirtir

İkinci bir büyük kurban yılın 5 ayının 8 gününde Tamir nehri kıyısında Gök Tanrı’ya sunulur Pek çok at ve koyun kurban edilir 3 büyük kurban ise Ötüken’den 250 km kadar uzakta üstünde ağaç ve bitki bitmeyen çok yüksek bir dağda Yer Tanrı’ya verilir
Bu kurban törenleri aynı zamanda büyük bayramlardır Sarhoş oluncaya karar kımız içilir Kızlar özellikle ayaktopu oynarlar (Kadınların da katıldıkları futbol, golf ve poloya benzer Çeşitli top oyunları Türkler’de Hunlar’dan beri oynanır) Şarkılar söylenir Bir çini gezgin “yarı vahşi ama kulağa ve kalbe hoş geliyor” der

Tamir nehri ve Ötüken dağı gibi yerler, Göktürk’lerde kutsal sayılır bunlara “iduk yer sub” denir Buralardaki bitkilere ve hayvanlara dokulmaz Zira bu bitki ve hayvanlar, o yerlerin sahibi ruhlara ayrılmışlardır Bu sahip ruhlar, bir cins tanrısallık kazanır ve Orhun yazıtlarında adı Gök Tanrı ve ana ve yavruların koruyucusu tanrıça Umay ile yanyana geçer Gök Tanrı tanrıça Umay ve iduk yer sub Türk buduna hep birlikte zaferler kazandırırlar Türgiş kağanının az bir kuvvetle yenilmesini sağlarlar İdug yer sub gibi ateş de kutsal sayılır Batı Göktürkleri’nin yanına giden Bizanslı gözlemci onların ateşi olağanüstü ululadıklarını yazar Yabancı elçiler ateşten geçirilerek temizlenirler Bu gözlemciye göre Batı Göktürkler su ve havayı da kutsal sayarlar


Türk mezarlarının bark’ı heykel ve yazıtları

Çinliler’e göre Türkler’de bir ata saygısı yoktu Çünkü Çin’de her yerde ve hemen hemen her evde, bir “Ata köşesi” vardı Çin tanrılarının sayısı on binleri bulduğu için bütün saygı, herkesin kendi atası üzerinde toplanmıştı
Türkler’de ise büyük ve yüce yaratıcı, öldürücü tek bir tanrı vardı Bu sebeple “ata tapınakları” bu yüce Tanrı’nın yanında fazla bir önem kazanamıyorlardı
Türkler kendi ölülerinin mezarlarına “bark” dedikleri , küçük bir ev yapmayı da ihmal etmezlerdi Göktürk kağanları ve özellikle Kül-Tegin için yapılan “barklar” taştan yapılmış oymalarla süslenmişlerdi Bark’ın içine yazıtlar da yazılırdı Bu evin içinde, ayrıca Tanrı’ya verilecek kurbanlar için bir sunak yeri bulunur ve ölünün de bir resmi ile heykeli saklanırdı
Türklerin büyük ölüleri gizli gömülüyor
Türkler genel olarak ölülerini değerli malları ile beraber gömerlerdi Bu da mezar hırsızları için bir hazine olabilirdi Bu sebepten dolayı Türk ölüleri gizli olarak gömülürdü Herhalde bunun dini bakımdan da bazı sebepleri vardı
Büyük ölülerin mezarları dağ başlarında
Büyük ölülerin mezarları genel olarak dağ başlarında bulunmuştur Eski Türkler’in inanışlarına göre gökte oturan Tanrı’ya yeryüzünde en yakın olan yerler yüksek dağ başlarıydı


TÖRENLER VE BAHAR BAYRAMLARI
Törenler

Eski Türkler’de pek çok tören vardır Milli şuurun ve birlikte yaşama heyecanlarının doğmasında en çok rol oynayan olaylar “Resmi devlet törenleriydiler Eski zamanlarda da her Türk’ün ve her Türk ailesinin kendilerine göre şahsi inançları vardı Herkes bir şaman veya sihirbaz çağırabilir, ve kendi kaderi ile ilgili dualar okutup büyüler yaptırabilirdi Bunlar de bir nevi törenlerdi Fakat bu törenler bir aile evi içinde kalır ve yalnızca bir kişinin şahsı ile ilgili olarak düzenlenirlerdi

“Devlet törenleri”nin başkanı ise devlet reisiydi Bu törenler ölü gömme törenleri gibi yarı dini törenler veya av törenleri gibi din ile ilgisi olmayan şenlikler şeklinde olabilirdi Ne şekilde olursa olsunlar, bunların başkan yine Türk Kağanıydı Din törenlerini idare eden “baş rahip” yoktu Devlet ile din işleri birbirinden ayrılmamıştı Zaten eski Türk devletlerinin gücü de buradan geliyordu Tıpkı Osmanlılarda padişahın aynı zamanda “halife” olması gibi Fakat padişah “baş-rahip” ya da imam değildi

Uygurlar’ın Mani ve Buda dinerini almalarından sonra da, bu durum değişmemişti Mani ve buda dinleri gibi büyük dinlerin alında sahipleri ile bunlara başkanlık eden baş rahipleri vardı Fakat Turfan şehrindeki Uygurlar’ın Buda dini ile ilgili törenlerine, yine de Uygur hakanı başkanlık ediyordu
BAHAR BAYRAMLARI
Baharın gelişi Türkler için en önemli olaylardan biriydi Eski Türkler’in “yılbaşı”ları da, baharla birlikte başlardı Baharın gelişini, yılın ilk gök gürlemeleri haber verirdi Bu ilk gök gürültüleriyle bahar da başlamış olurdu Çünkü kışın her yerde olduğu gibi orada da gök gürlemezdi

Türkler yaşlarını gördükleri bahar sayısına göre hesaplarlar

Bir çok Türk yaşını baharlara göre hesaplardı Mesela 20 yaşında olduğunu söylemek için “yirmi yeşil gördüm” derlerdi Bu “20 defa yeşillenme mevsimi ve bahar gördüm” demekti Oysa Türkler takvimi biliyorlar ve ayları ve seneleri de hesaplayabiliyorlardı
Yıldırımlar baharın habercisi
Türkler senenin ilk “yıldırım” ve şimşeklerini yeni “yılbaşı”nın bir işareti olarak görürlerdi Moğollar yıldırımdan çok korkar ve gizlenirlerdi Türkler ise yıldırım düştüğü zaman atlarını koşturarak bağırır ve göğe ok atarlardı 5 yüzyılda Orta Asya tarihinde önemli bir yer tutan Çinlilerce “kaoçı” yani “yüksek arabalılar” adı verilen Türk kavimler birliği vardı Bunların doğu uçları Uygurların atalarıydılar


Sonbaharda savaş hazırlığı

Sonbaharda yapılan pek önemli törenler yoktu Çünkü bu mevsimde artık atlar semizleşirdi Bunun için de savaş hazırlıkları yapılır ve akınlar başlardı Savaşlardan önce de bazı küçük törenlerin yapılması muhtemeldi
Bahar bayramının yarış ve şarkıları
Çin tarihlerine göre Hunlar ile Göktürkler yılın beşinci ayında büyük bir bayram yapıyorlardı Bu Orta Asya için “bahar bayramı” sayılırdı Bahar bayramlarının en önemli olayları hiç şüphe yok ki kurban törenleriydi Hem Hunların hem de Göktürklerin bahar bayramlarının ortak yönleri her ikisinde de at yarışlarının yapılması ve şarkıların söylenmesiydi Ayrıca Göktürkler bu bayramlarda kımız da içer ve eğlenirlerdi Kurultaylar da bu şenliklerde yapılırdı


YADA TAŞI

Eski Türk hayatında yağmur yağdıran “Yada Taşı” çok meşhurdur Erek kuraklığa gerekse düşmanlara karşı kullanılan bu taşla yağmur, kar, dolu yağdırılmakla, fırtına estirilmektedir Yabancı ve yerli bir çok yazar, bu hususu bizzat müşahede ettiklerini yazmaktadır Bu bilginin, Hunlar’dan itibaren Türklerin elinde olduğu ve Yada Taşı’nı ele geçirmek için Türkler arasında sürekli mücadeleler yapıldığı anlatılmaktadır


KAĞAN KUTSALDIR

Göksel kurttan türeyen Kağan yalnız bir siyasal ve askeri şef değil, aynı zamanda dinsel şeftir Kağanın her yıl ecdat mağarasında eliyle kurban sunması, onun dinsel işlevini belirler Kurbanı şaman değil, “baş rahip” kağan sunar Kağan kutsal Ötüken dağında oturur Çadırının önünde altın başlı kurtla süslü tuğ bulunur Kağanın çadırının kapısı güneşin doğduğu yere saygı için doğuya açılır Kağan oturduğunda sürekli doğuya yani güneşe döner Hum Tanhu’sunun her sabah güneşe tapması gibi, bu sürekli “doğan güneşe dönüş” dinsel bir anlam taşır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.