09-06-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Çocukluk Çağının Major Tümörleri 2
TÜMÖR SÜPRESÖR GENLER
Kanserin herediter tiplerinin anlaşılmasında , bazı retinoblastom olgularının otozomal dominant kalıtım şekli göstermesinin anlaşılması önemli bir rol oynamıştır
Retinoblastomların % 50 si familyaldir Sporadik unilateral retinoblastomların aksine , familyal retinoblastomlar daha çok multifokal , bilateral veya herikiside olacak şekilde ve daha erken yaşta ortaya çıkarlar
Knudson un Two ? Hit modeli sporadik ve familyal retinoblastomların karsinogenezini açıklamaktadır
KNUDSON?S TWO ? HİT MODELİ
Bu hipoaaae göre ; bir kişide tümör gelişebilmesi için iki mutasyona gereksinim vardır :
1 ? Familyal tümörlerde ilk mutasyon :
- Ya germ hücresi ile kalıtılmaktadır
- Ya da yeni bir germinal mutasyon şeklinde olmaktadır
2 ? İkinci mutasyon ise aynı genetik lokusta , fakat bu kez hedef somatik hücrede olmaktadır
3 ? Sporadik tümörlerde ise her iki mutasyonda somatik hedef hücredeki alel genlerdedir
Bu hipoaaaden yıllar sonra bir gözlemci , retinoblastomlu bazı hastalarda ayrıca ;
Spesifik konjenital deformiteler
Mental retardasyon saptamıştır
Bu hastaların kromozomal analizinde 13 kromozom uzun kolunda bir delesyon saptanmıştır (13q14)
Knudson un herediter ve sporadik retinoblastom olgularından resesif onkogenleri sorumlu tutmasından 15 yıl sonra , 1986 yılında , bu bölgenin moleküler analizi sonucunda ilk tümör supresör geni olan Rb1 ortaya çıkarılmıştır İlk ortaya çıkarılan tümör supresör geni : Rb1 (Retinoblastom ? 1 geni) ? 13q
Hem germ hücrelerinin hem de somatik hedef hücrelerin (tümör) incelenmesi sonucunda ;
Retinoblastomda 13 kromozomun uzun kolunda (13q14) iki Rb geninin homolog kopyasının ya kaybolduğu , yada inaktive olduğu belirlenmiştir Bu geni kaybeden retina hücreleri tümör oluşturmaktadırlar Rb geni tümör supresör genlerden ilk bulunandır
Onkogenler dominant özellik taşırlar Dolayısıyla sadece bir onkogen alelin aktivasyonu , malign fenotipe katkı sağlayacak proteinin senaaalenmesine yeter Fakat tümör oluşmasını sağlayan faktör tümör supresör genin yokluğudur
Tümör formasyonu için her iki alel tümör supresör geninin inaktive olması gerekmektedir
İnsanda en sık tanımlanan tümör supresör geni p53 dür Anormal p53 genleri insandaki kanserlerin yaklaşık % 50 sinde tespit edilmiştir
p53 geni 17 kromozomun kısa kolunda bulunur ve ?Guardian of the Genome? olarak adlandırılır
p53 ? G1 fazını durdurur
DİĞER OLASI TÜMÖR SUPRESÖR GENLER :
APC ? Kolon karsinomu
DCC ? Kolon karsinomu
NF1 ? Nörofibromatozis
NF2 ? Schwannoma , Menenjioma
RET ? Medüller troid karsinoma , Feokromasitoma
VHL ? Renal karsinoma
WT ? 1 ? Wilm?s tümörü
En sık olarak karşılaşılan tümör supresör gen olan p53 , 17 kromozomun kısa kolunda bulunur p53 geninin kodladığı p53 proteini hücre siklusunun G1 fazını durdurarak hücre çoğalmasını engeller Moleküler olarak , p53 proteini DNA ya bağlanarak hücre bölünmesini yavaşlatan genlerin transkripsiyonunu stimule eder
İnsanlardaki kanserlerin çoğunda p53 geninde mutasyon veya p53 proteininin ekspresyonunda değişiklik bulunmuştur
P53 geni ?Genomun Gardiyanı? olarak adlandırılır Çünkü bu genin fonksiyonunu kaybetmesi sonucunda ;
Genomik instabilite
Birçok sitogenetik bozukluklar
Aneuploidy
Translokasyonlar
Delesyonlar
Gen amplifikasyonu ortaya çıkmaktadır
P53 geni normal hücreler , radyasyon veya rabdomimetik ajanlar tarafından hasarlandıkları zaman , p53 proteini hücrede birikir Bu birikme hücre siklusunda G1 fazında arrest yapar Böylece radyasyon tarafından yapılan DNA hasarının onarılabilmesi için hücre zaman kazanır Eğer bu zarar onarılamayacak gibiyse o zaman hücre programlanmış ölüme (Apoptozis) yönelir ve DNA hasarlı hücre ölerek normal populasyondan ayrılır
Normal p53 geni olmayan hücreler ne DNA hasarını onarabilirler nede aşırı DNA hasarı varlığında apoptozise doğru yönelirler Bu DNA hasarlı hücreler birikmeye başlar Bu hücrelerde zamanla malign transformasyona yol açacak yeni genetik mutasyonlar ortaya çıkar
P53 geninin germ hücrelerinde mutasyonu , kansere eğilimli bireylerin olduğu Li ? Fraumeni sendromunda gösterilmiştir Bu geni taşyan bireyle de kanser retinoblastomun familyal formunda olduğu gibi otozomal dominant kalıtım paterni gösterirler
p53 germline mutasyonu taşıyıcısı kişilerde yaşamlarının ilk 30 yılı içinde Li ? Fraumeni sendromunun karakteristik tümörlerinin ortaya çıkma olasılığı % 50 dir :
Meme kanseri
Yumuşak doku sarkomu
Osteosarkom
Beyin tümörü
Adrenokortikal karsinom
Ayrıca çocukluk çağı tümöründen sağ kalmış kişilerde ileride ikinci bir tümör gelişirse , bu kişilerinde p53 geninin germline mutasyonu edilmiştir
GELECEK
Genetik mühendisliğiyle kanser hücresine normal bir tümör supresör genin kopyasıkonulabilir Aynı şekilde kanserli hücreyi apoptozise yönlendirilecek genetik müdahale yapılabilir
Onkogene spesifik olarak bağlanıp translokasyonu önleyerek onkogeni inaktive edebilecek spesifik DNA fragmanları kanserli hücreye verilebilir Bu hücrelerin kültür ortamında kanserli hücreleri normal çoğalma paternine çevirdikleri görülmüştür
KANSER TANISI
TÜMÖRÜN HİSTOPATOLOJİK İNCELENMESİ :
Kanser tanısı konmasında
Prognozun belirlenmesinde
Tedavinin planlanmasında önem taşır
Tanının ilk aşaması , histopatolojik inceleme için tümörden yeterli materyalin alınmasıdır (Cerrahi yoldan ; insizyonel veya eksizyonel biyopsi ile)
Standart ışık mikroskopisi ve klinik bulgular halen tanıdaki en önemli faktörlerdir Diğer tanısal yöntemler :
İmmunofenotipleme
Elektron mikroskopi
Sitogenetik yöntemler
DNA içeriğinin belirlenmesi
Gen ekspresyonunun belirlenmesi
Çocukluk çağı solid tümörlerinde tam radyolojik inceleme tanıda anahtar rol oynar Günümüzde artık konvansiyonel radyolojik yöntemlerin aksine ;
Sintigrafi
Bilgisayarlı tomografi
Manyetik rezonans görüntüleme
Spiral tomografi
Pozitron emisyon tomografisi daha çok kullanılmaktadır
KEMOTERAPİ PRENSİBLERİ
Kanser kemoterapisinin başlıca amaçları :
Etkinlik (Efficacy) ? Maksimum tümörisidal etki
Toksisite ? Minimum yan etki arasındaki uygun dengenin sağlanmasıdır
Bu amaca ulaşmada iki engel söz konusudur :
1 ? Tümör hücrelerini etkileyen kemoterapötik dozu , aynı zamanda normal prolifere olan hücreleri de etkilemektedir
2 ? Belirli bir tümör için uygun kemoterapötiğin ve dozunun belirlenmesi ampirik yöntemler ile yapılmaktadır
KOMBİNASYON KEMOTERAPİSİ
Kanserin klonal hastalık olması nedeniyle , bir tümör içindeki tüm hücreler verilen bir kemoterapötik ajana aynı derecede duyarlı olmazlar Tümör heterogenliğinin başlıca örneklerinden biri lenfomada görülmüştür Kombinasyon kemoterapisi uygulanan hastalarda , tek bir kemoterapötik ajan kullanılanlara göre , daha uzun süreli remisyonlar ve daha fazla şifa sağlanmıştır
GOLDİE ? COLDMANN HİPOaaaİ
Lenfomada tespit edilen bu bulguyu en iyi açıklayan biyolojik model Goldie ? Coldmann hipoaaaidir Bu modele göre tümörün bir kemoterapötiğe olan yanıtını her bir tümör hücresinin söz konusu ilaca olan duyarlılığı belirler Bu tümörün ilaca karşı direnç geliştirmesi tümörün büyüklüğüne ve mutasyonların oranına bağlıdır Ayrıca eğer tümörün bir tek hücresi bile kemoterapötiğe karşı direnç geliştirdiyse o tümörün sadece o kemoterapötik ile tedavisi mümkün değildir Bu nedenlerden dolayı tümör kemoterapisinde kombinasyon tedavisi kullanılır
Kombinasyon tedavisinin empirik kullanımının başarılı olması ve bir ilacın spesifik bir tümöre duyarlılığının test edilememesi nedeniyle kombinasyon kemoterapisi tüm klinik kanser araştırmalarında kullanılmaktadır
KEMOTERAPİ ŞEMASI
Kombinasyon kemoterapisi , dokuların kemoterapiden gördükleri hasarları onarabilecekleri aralıklarla yapılır Sikluslar arasındaki zaman , malign dokuların proliferasyonuna fırsat vermemek için minimal tutulmuştur
Kemoterapi dönemleri arasında 21 günlük ?Recovery? intervalleri bulunur 21 gün genellikle kemik iliği ve GİS hücrelerinin toparlanmasını sağlar 21 gün sonunda periferik kan hücreleri normal sayılarına çıkar ve GİS de mukozitis e bağlı daire düzelmiş olur
21 günlük intervaller ile uygulandıklarında kemoterapi programlarının çoğu çocukların solid tümörlerinin tedavisinde güvenle kullanılırlar Bu durumda kemoterapinin komplikasyonlarından ölme ihtimali %5 dir
DOZ YOĞUNLUĞU (İntensity)
Tümöre karşı maksimum tümörosidal yanıtın alınabilmesi için kemoterapinin tolere edilebilen maksimum doz yoğunluğunun sağlanması iki yolla olur ;
İlacın total dozunun arttırılması
Dozlar arasındaki intervallerin kısaltılması
Step Dose ? Response Curve ; hayvan modeli ? hücre kültüründe dozun arttırılmasıyla tümörosidal etkide çok fazla artış olması
Örneğin ; Siklofosfamid dozu 2 misli arttırılırsa , tümörosidal etkisi 10 misli artmaktadır
IRS ? 1 de ? 900 mg / m2
IRS ? IV de ? 2200 mg / m2 (24 misli doz artışı söz konusu)
SÜREKLİ KEMOTERAPİ
Kemoterapötik ajanların çoğu hücre siklusunun spesifik bir noktasına etki ederler Bu yüzden hücre siklusuna spesifik ajanlardı Fakat , herhangi bir zamanda , tümör hücrelerinin sadece bir kısmı o belirli hücre siklusu fazındadır
Bu yüzden hücre siklusuna spesifik ilaçlar eğer kısa bir süre verilirse tümörün ufak bir kısmını öldürebilirler Bu ilaçların uzun süreli kullanılmasının daha etkin olabileceği düşünülmüştür
Örneğin ; akut lenfoblastik lösemide metotreksatın düşük dozda sürekli infüzyonu ; en az , yüksek dozda kısa süreli infüzyonu kadar etkili bulunmuştur
KEMOTERAPİNİN SÜRESİ
Çocukların solid tümörlerinde kemoterapi süresi son 20 yılda azalmıştır 1970 li yıllarda kemoterapi 2 yıl sürmekteydi Şimdi ise 1 yıldan az sürmektedir Fakat kemoterapi süresindeki azalma , sağ kalım oranlarında azalmayı beraberinde getirmemektedir Bu özellikle kemoterapinin hastaya ve ailesine ;
Ekonomik
Medikal
Sosyal olumlu katkı sağlamaktadır
ADJUVAN KEMOTERAPİ
Adjuvan kemoterapinin gelişmesi çocukların nonmetastatik solid tümörlerinin tedavisinde önemli bir adım olmuştur
Adjuvan kemoterapi ? nonmetastatik primer bir solid tümörü olan hastaya tümör çıkarıldıktan sonra kemoterapi uygulanmasıdır Bunun amacı primer tümörün tam olarak çıkarılması durumunda bile mikrometastaz olasılığının adjuvan kemoterapi ile önlenmesidir
Solid tümörlü çocukların sadece % 20 sinde tümörün çıkarılması ve / veya radyoterapi başarılı olmaktadır Bu hastalarda rekürrens genellikle uzak organlarda olmaktadır Bu bulgu çoğu hastada daha tanı anında bile uzak organlarda mikrometastazların bulunduğunu gösterir Dolayısıyla adjuvan kemoterapinin amacı uzak organda mikrometastaza bağlı rekürrensi önlemektir
Örnek ; osteosarkomda adjuvan kemoterapinin önemi
Adjuvan kemoterapi (+) % 66 sürvi
Adjuvan kemoterapi (-) % 17 sürvi
Günümüzde adjuvan kemoterapi çocukların çoğu solid tümörlerinde kabul edilmiş bir tedavi yöntemidir
Kemoterapi eğer belirgin bir metastaz durumunda verildiği zaman , sonuçlar alınamamaktadır Çünkü uzak metastazdaki tümör kitlesi büyüktür
Cerrahiden ve radyoterapiden sonra adjuvan kemoterapiye başlama ne kadar geçikirse , başarıda o kadar azalmaktadır
Örneğin ? Wilms tümöründe cerrahiden sonra daktinomisinin ilk dozu geçikirse mortalitede % 50 lik bir artış olmaktadır
Bu yüzden adjuvan kemoterapiye mümkün olduğunca erken başlanmalıdır
Neoadjuvan (Primer) kemoterapi :
Nonmetastatik solid tümör varlığında , özellikle tümör kitlesi çok büyük ise , önce kemoterapiye başlanır daha sonra tümör primer olarak çıkarılır
Neoadjuvan kemoterapinin amaçları ;
Mikrometastazların tedavisi
Primer tümörün küçültülerek cerrahinin daha mümkün hale getirilmesi (ya da radyoterapi sahasının ufaltılması)
Neoadjuvan kemoterapi programları Ewing sarkom ve osteosarkomda kullanılmaktadır
Neoadjuvan kemoterapi mutlaka bu tedaviye duyarlı tümörlerde kullanılmalıdır Aksi halde tümör progresyonu kaçınılmazdır
METASTATİK HASTALIĞIN KEMOTERAPİSİ
Genel olarak metastatik hastalıklı solid tümörlerde uzun süreli hastalıksız dönem oranı % 40 dır Bunun istisnaları :
İyi histoloji
Wilms tümörü
IV Hodgkin hastalığı
Paratestiküler Rabdomyosarkom
Metastatik hastalıklı çocukların çoğunda rekürrens veya progresyon olasılığı her zaman yüksektir Kemoterapötik ajanlardan nonmetastatik hastalıklarda uzak organ metastazını önleyenler , metastatik hastalık durumunda etkisiz olmaktadır
Gross metastatik hastalık durumunda kemoterapinin inefektif olmasının nedenleri :
Büyük bir tümör kitlesine ilacın daha zor penetre olması
Aktif olarak bölünen hücre sayısının daha az olması (Kontakt inhibisyon?)
Bu sorunu yenmek için daha agresif terapiler önerilmiştir
Günümüzde , tanı konduğu zaman var olan metastazların rezeksiyonu ve yüksek doz kemoterapi önerilmektedir (Örneğin ? 1 yaşından büyük metastatik Nöroblastom olgularında bu yaklaşım tercih edilebilir)
Kemoterapinin dozu aşırı myelosupresiftir Fakat myeloablatif değildir Her 21 günde bir kemoterapiyi güvenli bir şekilde uygulayabilmek için hastanın kendi periferik kan kök hücreleri ve progenitör hücreleri önceden saklanır ve hastaya yeniden verilir
Kemoterapinin radyasyona karşı duyarlılaştırılma etkisi :
Kemoterapi ayrıca , radyoterapinin tümör üzerindeki etkisini de arttırabilmektedir (Tümörlü radyoterapiye karşı duyarlı hale getirebilmektedir) Bunun en iyi örneği Daktinomisindir Bu ilaç Wilms tümöründe tedavinin ilk fazında radyoterapi ile birlikte kullanılmaktadır Ayrıca , karboplatinde beyin tümörlerinde radyasyona karşı duyarlılaştırıcı etkisi araştırılan bir ilaçtır
(Wilms de daktinomisin , tümörü radyoterapiye karşı duyarlı hale getirir)
KEMOTERAPİ AJANLARI
Çocuklarda tümörlerin tedavisinde kullanılan ajanların çoğu DNA veya RNA nın senaaaini yada fonksiyonunu etkilemektedir Bu ajanlar tümör hücrelerini öldürmekle birlikte normal dokulara da zarar verirler
1? ALKİLLEYİCİ AJANLAR
DNA ya kovalen bağlarla çapraz bağlanırlar Platinasyon yaparlar Hücre siklusuna özgü ajanlar değildirler
Başlıca alkilleyici ajanlar ;
Karboplatin ? Platinasyon
Sisplatin ? ?
Siklofosfamid ? Alkilasyon
Dakarbazin ? ?
İfosfamid ? ?
Nitrojen mustard? ?
(Platinasyon / Alkilasyon yaparlar Kovalen bağlarla DNA ya çapraz bağlanırlar )
2? ANTİTÜMÖR ANTİBİYOTİKLERİ
DNA çift sarmalının arasına girerek (İntercalate) , DNA da kırılmalara yol açarlar Buna : DNA interkalasyonu da denir DNA kırılması ve serbest oksijen radikali oluşumu söz konusudur
Başlıca antitümör antibiyotikler ;
Antrasiklinler
Daktinomisin
3? ANTİMETABOLİTLER
Gerçek hücre siklusuna spesifik ajanlardır Çünkü DNA ve RNA senaaainde kullanılan pürin ve timidin gibi normal substratların yerine geçerler
Başlıca antimetabolitler ;
Sitarabin (DNA Polimeraz inhibisyonu)
5 Fluorourasil (Timidin senaaai inhibitörü)
6 Merkaptopürin (Pürin senaaai ? )
Metotreksat ( ? ? ) , (Folat metabolizması blokajı)
4? BİTKİSEL ALKALOİDLER
DNA zincirinde kırılmaya yol açarlar
Vinka alkaloidleri (Mikrotubul fonksiyonunu inhibe ederek)
Epipodofilotoksinler (Topoizomeraz ? II enzim inhibisyonu yoluyla)
5- DİĞER AJANLAR
- Asparaginaz (Protein senaaaini inhibe ederek)
- Kortikosteroidler (Reseptör youlyla lenfolizis)
Toksik etkilerin çoğu kemoterapinin kesilmesiyle birlikte düzelmeye başlar Özellikle bazı ajanlar uygulandıkta 5 ? 20 yıl sonra sekonder maligniteye yol açabilirler
Epipodofilotoksinler , Siklofosfamid ? Lösemiye neden olabilmektedirler
Bazı ajanların aktivasyon yada eliminasyon için spesifik organlara ihtiyacı vardır (Ve bu organların normal fonksiyon görmesine) Bu yüzden karaciğer yada böbrek yetersizliği olan çocuklarda bazı ilaçlar kullanılmayabilir
SUPPORTİF TEDAVİ PRENSİBLERİ
Solid tümörlü çocukların % 70 inde multidisipliner tedavi sonrasında hastalıksız bir dönem geçirirler Bu yüzden destek tedavisi ile bu hastaların yaşam konforunun arttırılması çok önemlidir
Çocuklarda destek tedavisinin 2 amacı vardır ;
Tedavinin ömür boyu sürebilen toksik etkileri için etkili tedavi sağlamak
Tedavi sırasında ve sonrasında yaşam kalitesini arttrımak
DESTEK TEDAVİSİNDE :
İnfeksiyon hast
Nefroloji
Pulmonoloji
Endokrinoloji
Gastroenteroloji
Radyoterapist
Kemoterapist
Çocuk cerrahı birlikte çalışır
Kemoterapinin etkisine özellikle maruz kalan ve etkilenen organlar ;
Kemik iliği
GİS
Karaciğer
Böbrekler
Akciğerler
Kalp
BÖBREK :
Özellikle ;
Sisplatin
Metotrekast (Yüksek doz)
Ifosfamid
Nefrotoksik etkilidirler Glomeruller , proksimal ve distal tübül hücreler etkilenebilirler
Korunma yolları :
Uzun süreli infüzyon ve forsediürez
Nefrotoksik ajanların dozunu sınırlamak
AKCİĞERLER
Özellikle ;
Busulfan
Bleomisin akciğer hasarına yol açarlar
Bu ilaçların etkisiyle klinik olarak restriktif tip akciğer disfonksiyonu histopatolojik olarak da fibrozis görülür Özellikle akciğere radyoterapi alması gereken olgularda bu ajanlar kullanılmamalıdır Kemoterapiye bağlı pulmoner fibrozis semptomatik olduğu zaman kortikosteroidler kullanılabilir
KALP
Doksorubisin
Daunomisin gibi antrasiklin antibiyotiklerine bağlı kardiyotoksisite özellikle ;
Wilms tümörü
Ewings sarkomu
Osteosarkom gibi solid tümörlerin tedavisinde karşılaşılan önemli bir sorundur
Bu kemoterapötikler kardiyak kontraktilite defektineneden olarak konjestif kalp yetersizliğine yol açarlar
Antrasiklinler etkili olduğu malignitelerde , ilacın kümülatif dozu %5 oranında kalp yetersizliği riski yaratacak şekilde sınırlandırılır (< 450 mg /m2)
Kardiyoprotektif yöntemler :
Antrasiklin kümülatif dozu < 450 mg / m2
Sürekli infüzyon (GİS yan etkisi)
Kardiyoprotektan (ADR ? 527) verilmesi
GİS
Özellikle ;
Antrasiklinler
ARA ? C
Daktinomisin GİS mukozasını hasarlar Mukozti ve daire ortaya çıkar
Antrasiklinlerin kalbi korumak için kontinu infüzyonu sonucu GİS hasarı artar
GİS Hasarını önlemek için ; interlökin ? 11 tedavisi umut vericidir Bu model kemik iliğinde trombosit üretimini de arttırmaktadır
|
|
|