Prof. Dr. Sinsi
|
Al-İ İmran Suresinin Meali Ve Açıklaması
Al-i İmran Suresinin Meali
Al-i İmran Suresinin Türkçesi
Medinede indirilmiş olup 200 âyet’tir 33 âyet’inde geçen Âl-i İmran, sûreye adını vermiştir İmrân, Hz Meryem (a s )’ın babasının adı olup peygamberlik ve hikmet ocaklarından olan bir ailenin esasıdır Bu sûrenin hâkim konusu bu ailenin temsil ettiği nübüvvet, Hz Îsâ (a s ) ve Hıristiyanlıktır Tevrat, İncîl ve Kur’ân’ın aynı ilahî kaynaktan geldiği, bu kitapların müteşabih âyet’ler de ihtiva ettiği, fakat bunların din esaslarına zarar vermeyecek tarzda tefsir edilmesi gerektiği vurgulanır Özellikle Hıristiyanlığın, bazı müteşabih, mecazî, kelimelerin yanlış tefsirine dayandığına ima edilir Nübüvvetin esasının tevhid olduğu, bu esas üzere dinlerin şirk unsurlarından temizlenmesi gerektiği bildirilir Ehl-i kitap diyaloğa ve hakka dâvet edilir Daha sonra cihattan ve Uhud gazvesinden bahsedilerek bu vesile ile müminlere ebedî prensipler gösterilir Hakkı tebliğin, onun muvaffak ve muzaffer olmasının vesileleri hatırlatılarak sûre sona erer
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Elif, Lâm, Mîm
2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur Hay O’dur, kayyûm O’dur [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi” el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
3 – Sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve daha önce indirilen kitapları tasdik edici olarak indiren O’dur Bundan önce de, insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncîl’i indirmişti [2,41]
Âyet’teki bi’l-hakk: Gerçeğin ta kendisi, gerçek ile, yani akıl, adalet, doğruluk gereklerine uygun, gerçeğe mutabık olarak, gerçek bir gaye ile gönderdi demektir Maksat şunu belirtmektir Kur’ân, hakikatin, aklın ve adaletin icaplarını, insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak üzere gönderilmiştir
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz
6 – O’dur ki annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli verir Ondan başka tanrı yoktur azîzdir, hakîmdir: (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir) [18,37; 22,9; 40,64; 95,4] {KM, Mezmurlar 33,15; Yeremya 1,5}
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
8 – “Ey bizim Kerîm Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla Şüphesiz bağışı bol olan Vehhab Sensin Sen!”
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın Allah sözünden asla dönmez ”
Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mâna tek olup, açıklanması için başka delile ihtiyaç olmayan demektir Müteşabih: Birden fazla mâna ihtimali olduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren, mânası hakkında kesin bir hüküm verilemeyen âyettir
Müteşabih, şibh (benzerlik) kökünden gelip mânalar birbirine benzeyip içiçe girdiğinden şüpheye yani değişik ihtimallere yol açmayı ifade eder İnsanın aklının, duyularının sınırlı olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana hitap eden ilahi kelamın müteşabihler ihtiva etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ortaya çıkar Müteşabih lafızlarla Yüce Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları meseleleri, teşbihlerle,
muayyen bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı şekilde anlaşılacak tarzda bildirir Müteşabihlerdeki bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine zarar vermez Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlâk ve ahkâma dair esasları muhkem âyetlerde bildirmiştir Müteşabihlerle ise bazı “nisbi hakîkatleri” bildirmek istemiştir
Beşeriyetin konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır Bir kristal âvizeyi gözönüne alalım Onun elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince, farklı renkler ve ışınlar alırlar Bu, âvizenin taşlarının farklı açılar verecek şekilde tıraşlanmasından ileri gelir İşte Allah Teâla, mahdut lafızlarla, tükenmek bilmeyen mânaları, farklı seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek için birçok müteşabih âyet göndermiştir Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri gelmiştir Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden bir benzerlik aranmaz Çeşitli yönlerden sadece biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli sayılması için yeterli sayılır Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve izâfî müteşabih kısımlarına ayrılır Bütün çeşitlerinde, müteşabihler bir çok mânalar ifade ederler Onun içindir ki tefsirlerde çok mânalar verilmiştir Fakat kesin mânası, Allah’ın ilmine havale edilir
10 – Dini inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar [2,24]
11 – Tıpkı Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı Allah’ın cezası pek şiddetlidir
12 – İnkâr edenlere de ki: “Siz mağlup olacak, haşredilip toplanacak ve cehenneme sürüleceksiniz ” Orası ne fena bir yataktır!
13 – Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu Diğeri ise kâfir idi O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır [8,43]
Burada iki ihtimal vardır: 1 Kâfirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı 2 Mü’minler kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik
14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır [13,29; 38,25 40 49]
Bu âyette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir Fena sayıp kınama bu itibarladır Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler
15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedi kalacaklardır Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir [24,32]
16 – O müttakiler: “Ey bizim Ulu Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!” diye yalvarırlar
17 – Onlar sabırlı, imanlarında sadık ve samimi, Allah’ın huzurunda itaatla divan duran, mallarını hayırda harcayan, seher vakitlerinde Allah’tan af dileyen müminlerdir
Bu din ve bu dindarlık, bu niyazlar, bu sığınmalar, boş bir iddia, şunun bunun karşı çıkmasıyla zayıf düşecek bir dâva değil, şahitli ve belgeli bir hakikattir İşte en başta gelen dayanağı, en büyük şahidi ve en kuvvetli delili Allah’tır
18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır
Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler
Gerçek şahit, Allah’tır Ondan başka hiçbir âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir Mesela: “Güneş vardır” diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir
19 – Allah katında hak din, İslâmdır
O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
Allah onların hesabını çabuk görür [2,112]
İslâm üç anlama gelir:
1 İtaat edip boyun eğmek 2 Silm’e, yani barışa girmek, selâmete kavuşmak 3 İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek
20 – Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki:
“Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim Bana bağlı olanlar da O’na teslim oldular ”
O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
Eğer hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar
Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir Allah kullarını hakkıyla görür
Bu âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır Ayırım Arap - Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır
21 – Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!
22 – İşte onların bütün yaptıkları, dünyada da, âhiret’te de boşa gitmiştir Kendilerini bu halden kurtaracak hiç bir yardımcıları da yoktur onların
23 – Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere!
Aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp gidiyorlar
Burada şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz Peygamber (a s )’a getirince o da recim hükmünü verdi Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır” dediler Hz Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını istedi Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre recmedildiler
24 – Bunun sebebi onların: “Cehennem ateşi bize sayılı günler dışında asla dokunmayacaktır” iddialarıdır
Uydurdukları bu gibi şeyler, dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır [2,80]
25 – Gerçekleşeceğinden hiçbir şüphe bulunmayan o kıyamet gününde, kendilerini bir araya topladığımız
ve her şahsa, yaptığının karşılığının tam verilip, asla haksızlığa uğratılmadığı o gün gelince halleri ne olacak? [2,279]
26 – De ki: “Ey mülk ve hakimiyet sahibi Allah’ım!” Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın
Dilediğini aziz dilediğini, zelil kılarsın
Her türlü hayır yalnız Senin elindedir
Sen elbette her şeye kadirsin
27 – Geceyi gündüze katar günü uzatırsın, gündüzü geceye katar geceyi uzatırsın
Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın
Sen dilediğin kimseye sayısız rızıklar verirsin ” [6,95; 10,31; 30,19]
28 – Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler
Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur
Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
Allah sizi, kendisine isyan etmekten sakındırır
Dönüş yalnız Allah’adır
Velî: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir
29 – De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir
Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir Allah, her şeye kadirdir ” {KM, Vahiy 2,23}
30 – Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak
Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek
Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır
Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir
31 – Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir)
Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir Dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur: “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem” demektir
Bu kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister
32 – De ki: “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz
Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez ” [3,132; 8,1 20 46; 58,13] {KM, Luka 10,16}
33-34 – Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır
Allah semî’dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir) [2,47; 66,12] {KM, Çıkış 2,1; 6,20; 15,20}
Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, “âile, hanedan” demektir Âl-i İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz Muhammed Mustafa (a s m) dır İmran ise: Hz Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz Meryem’in babasıdır
35 – Hani bir vakit İmran’ın hanımı şöyle demişti: “Ya Rabbî, karnımda taşıdığım çocuğumu sana adadım, her türlü bağdan âzade olarak senin yoluna hizmet edecektir
Adağımı lütfen kabul buyur Şüphesiz (duaları işiten, niyetleri bilen) semî ve alîm yalnız Sen’sin!”
36 – Derken onu doğurunca da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum
-Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek evlat, elbette kız gibi değildir
Ben onun adını Meryem koydum Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum ”
37 – Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi
Onu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi
Zekeriyya onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu
“Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o: “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir ” derdi
Mâbed: Âyette mihrab diye geçer Mâbedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır Hz Meryem’e rızık geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna delil teşkil etmektedir
38 – İşte o sırada Zekeriyya Rabbine niyaz edip “Ya Rabbî, dedi, bana Senin tarafından tertemiz, hayırlı zürriyet ihsan eyle
Şüphesiz ki Sen duaları işitip icabet edersin ”
Bu Zekeriyya (a s ) ile, Tevrat ekinde (Eski Ahid Kitapları arasında) kendisine bu isimde Zekarya kitabı atfedilen zat arasında hiçbir ilişki yoktur
39 – Zekeriyya mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler [3,45; 4,171]
Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz Îsâ (a s ) dır Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir Bununla beraber başka yorumlar da vardır
40 – O: “Ya Rabbî, dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?”
Allah: “Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu
41 – O: “Ya Rabbî, bana oğlum olacağına dair bir alâmet bildirir misin?” deyince, Allah: “Senin işaretin şudur:
“Üç gün müddetle halkla işaretleşme dışında konuşmayacaksın Rabbini çok çok zikret, sabah akşam onu tesbih ve tenzih et!” buyurdu {KM, Luka 1,20}
42 – Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı [7,144] {KM, Hakimler 5,24 Luka 1,42 28}
Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir
43 – “Meryem! Saygı dolu bir gönülle huzurunda durup Rabbine ibadet et, secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et ”
|