Yalnız Mesajı Göster

Türk Edebiyatında Akımlar

Eski 09-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Edebiyatında Akımlar








TurkeyArena

ATİLLA ÖZKIRIMLI
Türk yazınındaki bellibaşlı akımları, bu akımların yazın ürünlerine yansıyışlarını incelemeden önce bir bakış açısı ve buna dayalı bir yöntem saptamak gerekli Sorun, yazın akımları konusunda bilinenleri sıralamak, bilgi aktarmak değil çünkü Bilgiyi, çok boyutlu, kendi gelişim sürecinde ayrımlar gösteren bir yazın tarihine uygulamak Türk yazın tarihini hem yazın akımlarının evrensel boyutları, hem de kendi içindeki ayrımları, kendine özgülüğü içinde değerlendirmek Başka deyişle evrenselin ulusala yansıyışını gözden geçirirken, varılan bileşimlerin yanı sıra, ulusal niteliği ağır basan arayışları da göstermek
Somut örnekler üzerinde durarak şöyle açıklayabiliriz bunu:
Yazın akımlarının gelişimine bakıldığında, bu akımların salt yazına özgü olmadığı genel, bir sanat akımı olarak başlayıp geliştikleri görülür Üstelik hemen hepsi, genelde doğdukları çağın toplumsal yapısının, bu yapıya bağlı düşünüş biçiminin, ideolojinin ürünüdürler Çağın felsefesinin sanat üzerindeki etkisi akım olarak ortaya çıkar ve bütün sanat türlerinde ortak özellikler çevresinde gelişir Rauf Mutluay’ın şu tanımı bu açıdan doğruluk taşır: " Toplumsal düzenin ve onun değişiminin bir gereği olarak, dünya görüşü ve sanat anlayışı bakımından birleşen kişilerin, eserleriyle ortaya koydukları ve sürdürdükleri ilkelerin toplamından doğan tutarlılığa bir edebiyat akımı denir" Örneklemek gerekirse klasisizm (soyyapıtçılık, classicisme), romantizm (coşumculuk, romantisme), gerçekçilik (realisme), toplumcu gerçekçilik, (realisme social), simgecilik (symbolisme), gelecekçilik (futurisme), dadacılık, (dadaisme), gerçeküstücülük (surrealisme) batıda doğup gelişen akımlardan birkaçıdır

Türk yazın akımının gelişimindeki özgün eğilimler

Ama burada, yine akım sözcüğüyle nitelenen ve daha çok bir ulusun sanatçılarının değişik arayışlarının yol açtığı kümelenmeler biçiminde ortaya çıkan eğilimleri, sayılan akımlarla eşdeğer tutmamak gerekmektedir Bunlar, genel olarak sayılan akımlar içinde yer alan, özel olarak da her ulusun kendine özgü koşulları içinde ayrıntıları değişen, o ulusun kültürüyle biçimlenen sanat tutumları olarak görülmelidir Ayrıca, özellikle şiirde, kimi zaman kısa süreli, aynı sanat akımına bağlı değişik kümelenmeler bile görülmektedir Bütün yazın türlerinde de benzeri oluşumlara rastlanabilir Sözgelimi Milli Edebiyat akımını genelde gerçekçilik içinde ele almak gerekir, ama özelde Türkçülük akımından ayrı düşünülemez Yine aynı akım içindeki Refik Halit Karay’ı ise Türkçülük akımına bağlamak olanaksızdır Sonra, Fecr-i Ati akımı görünürde Edebiyat-ı Cedide’ye tepkidir, ama onu aşamadığı gibi kısa sürede onun içinde erimekten de kurtulamaz Buradan şöyle bir sonuca varabiliriz: Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat, Garip, İkinci Yeni gibi, Türk yazınının bellibaşlı akımları saydığımız devinimler, hem evrensel yazın akımlarının etkileri, hem de Türk toplumunun tarihsel gelişim sürecinde toplumsal değişmelerin, düşünce akımlarının Türk yazınına yansıması açısından değerlendirilmelidir Bu oluşum altyapı-üstyapı ilişkilerinin, kültürel gelişmelerin bütün karmaşıklığını taşır
Bu nedenle konuya, salt evrensel yazın akımları açısından değil, Türk yazınının gelişim sürecinde bir kendine özgülük taşıyan eğilimler açısından yaklaşmayı deneyeceğim

I

Divan yazınında, günümüzdeki anlamıyla, akımların varlığından söz edilemez Daha doğrusu divan yazınının kendisi, dayandığı dinsel nitelikli dünya görüşü, kurallara bağlanmış biçemi, yinelenen mazmunlarıyla başlı başına tek bir akımdır Altı yüz yılı aşkın gelişim sürecinde, biçim yetkinliğine, söyleyiş ustalığına ulaşmış ozanların çevresinde ya da izinde kümelenmeler görülür yalnızca Nazirecilik bunun en somut görünümüdür Yazın tarihlerinde rastlanan Baki okulu, Nedim okulu gibi nitelemeler bu açıdan değerlendirilmelidir Toplum yapısını altüst edecek dönüşümlerin gerçekleşmeyişi ve dine dayalı dünya görüşünün egemenliği sanatta, gerek öz gerekse biçim açısından yeni oluşumları önler Yeni gibi görünen arayışlar, eğilim düzeyini aşamadan, divan yazınının ilkeleri, başka deyişle kalıpları içinde dönenir durur


Divan edebiyatındaki durum

Bu eğilimlerden özellikle ikisi üzerinde durmak gerekmektedir: Sebk-i Hindi ve yerlileşme eğilimi
Sebk-i Hindi, Hint tarzı, Hint biçemi demektir Hindistan’da, Baburlu Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiş, XVII yüzyıl divan sanatçılarından Nef’i, Naili, Neşati, Nabi gibi ozanlar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte ondan etkilenmişlerdir Böylece, Sebk-i Hindi’nin, "Bilmeceyi andıran karmaşık mazmun ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili" (Fahiz İz) olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır denilebilir Bir bakıma bu, şiiri bütünüyle zihinsel çalışmanın ürünü yapıyor, çevreden, yaşamdan kopararak düşünceyle sınırlıyordu Şiirde bilgece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur
Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak, Türkçeye yönelmek olarak özetlenebilir Türki-i Basit (Basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir Nazmi’nin Basit Türkçe şiirleri 45000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir Fuat Köprülü, Nazmi’nin bu yoldaki şiirlerini seçip divan biçiminde yeniden düzenleyerek "Divan-ı Türki-i Basit" adıyla yayımlamıştır (1928) 285 manzumeyle 56 müfretten oluşan yapıttaki şiirlerin sanatsal değer taşıdığını söylemek güçtürKonular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılıştır Ama gerek sözcük dağarcığı, gerekse ad ve eylem bildiren sözcüklerin çekimleri bakımından bu şiirlerin değeri yadsınamayacağı gibi Arap-Fars etkisindeki divan şiirine bir tepki olduğu da gözden uzak tutulamaz Ayrıca Türkçeye yöneliş, Nazmi’yi, halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır Yine de,

"Yargılanmak umusun komayalım gel Nazmi
Ki çalap kullarını suç ile yindek karamaz"

benzeri, yabancı sözcükler kullanmadan, salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamaz Bunun nedeni, yalnız anılan ozanların güçsüzlüğünde değil, yetiştikleri çevrede, içinde bulundukları yazın ortamında, divan şiirinin dünyasından kopamayışlarında da aranmalıdır
XVIII yüzyılın sonunda Nedim’le belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen mazmunlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki’de bile bulabiliriz Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir Ama onun şiirini, divan geleneği içine oturttuktan sonra "kendi içinde ele alacak olursak, onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve çok daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafın da bulunduğu görülür" (AH Tanpınar)
Başka bir söyleyişle Nedim, dış dünyadan aldıklarını duyduğu gibi verir İzlenimlerini ve gözlemlerini soyutlaştırarak bir süs biçiminde kullanmaz Minyatürle resim arasındaki ayrım neyse, kendinden öncekilerle Nedim arasındaki ayrım da odur Yeni mazmunları, yeni benzetme ve buluşları bir yana, divan yazınının ölü sevgilisini canlandırır Onunla kendisi arasında öyle bir ilişki kurar ki, dünya dışı varlığın kıpırdadığı, soluk aldığı görülür Asıl yeni olan da budur Nesnelerle, genel anlamda dünyayla kurulan bağ, yaşama karşı takınılan tutum onu yeni yapar Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması, bu biçimin en güzel örneklerini vermesi de bu tutuma bağlanmalıdır Yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır İstanbul Türkçesi’nin en güzel örnekleri sayılabilecek,

"Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun
Billahi döğer dur hele dayen seni görsün
Dahı küçüceksin yalınız yatma üşürsün
Serd oldu heva çıkma koyundan kuzucağım"

benzeri yüzlerce dize buna örnek gösterilebilir Ayrıca divanında rastlanan heceyle yazılmış bir türkü, tek örnek olsa da, kimi denemelere giriştiğini göstermesi açısından ilginçtir
Ama Nedim’in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz Geleneğin dışına çıkamaz çünkü Ardında onu hazırlayan ya da dayanabileceği yeni bir düşünce devinimi, kültürel bir birikim yoktur Lale döneminin (1718-1730) ozanıdır ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması onun da sonu olur Bir başka büyük ozanın, Şeyh Galip’in (1757-1799) Nedim öncesi şiirle bağlantı kurması ve Sebk-i Hindi’den etkilenmesi, onun şiirinin yanlış yorumlanmasına, salt uçarı özüyle ve dış görünüşüyle alınmasına yol açar


II

Halk yazın akımı - Yunus Emre

Divan yazını, halk yazını biçiminde iki kümede incelediğimiz eski Türk yazınında tasavvufla (gizemcilikle) beslenen bir yazın akımına özel yer ayırmak gerekmektedir Yunus Emre’ye bağlanan gizemci halk yazınıdır bu Bir düşünce akımına dayanması, ortak temler çevresinde ortak söyleyişlerle birbirine bağlanarak gelişmesi ve belli bir inanca bağlı olanlarca benimsenip sürdürülmesiyle halk yazını içinde ayrı bir yer tutmakla kalmaz, bir akım, bir çığır niteliğini de kazanır "Bu edebiyatın ürünlerinden bir bölüğü uyarıcı ve öğreticidir Bir bölüğü ise, tasavvuf neşvesi içinde ilahi bir inancın heyecanıyla yazılmış, özelliği ve içtenliği bütün halkın zevkini okşayagelmiş tekke şiirleridir" (AS Levend) Denilebilir ki, bir din felsefesi sayabileceğimiz tasavvuf, divan yazınında olduğu gibi, halk yazınını yalnız etkilemekle kalmamış, halk yazını içinde gelişen bir akımın temelini oluşturmuştur
Türk yazın tarihine ilişkin çalışmalarda bu konu gereğince değerlendirilmemiş, türsel nitelikleri açısından yazın ürünlerini sınıflamakla yetinilmiştir Oysa gizemci halk yazını içinde değerlendirdiğimiz ürünleri verenlerin toplumsal konumlarını, kişiliklerini göz ardı etmemek gerekir Bu ozanlar bir tarikata bağlıdırlar, şeyh ya da derviştirler Aşık tarzını benimseyenlerin bile bir eğitimden geçtikleri bellidir Üstelik şiiri inançlarını, inandıkları doğruları yaymada bir araç olarak kullanmaktadırlar Halk yazınını, seçmelerinin nedeni de budur Başka deyişle, halk yazını içinde yetişmemişler, amaçları gereği halk yazınına yerleşmişlerdir Anadolu gezimci halk yazınının babası saydığımız Yunus Emre’nin yetiştiği dönemi, XIII yüzyıl Anadolu’sunun toplumsal görünümünü anımsamak bunu yeterince kanıtlar
Beyliklere bölünmüş, Moğol yayılması sonucu kargaşa içindeki Anadolu’da dervişlerin başarıya ulaşmaları, gezemcilik düşüncesini yaymaları ve halkı tarikatlar çevresinde toplamaları onun dilini, onun yazınını kullanmakla olsaydı Nitekim yaşamı bilinmemekle birlikte, şiirlerinin düşünsel yapısından, Yunus Emre’nin de halk ozanı tipine sokulamayacağı kolayca anlaşılmaktadır Dili, söyleyişiyle halk ozanı olan Yunus, özüyle sözcüğün gerçek anlamında bir düşünürdür Akımın başlıca ozanları Aşık Paşa, Eşrefoğlu, Nizamoğlu Seyyid Seyfullah, Himmet (Bolulu) de medrese öğrenimi görmüş, divan yazınını, Arapça ve Farsça’yı bilen aydın kişilerdir Hepsi de şeyhlik katına yükselmişlerdir
Yunus Emre’ye bağlanan gizemci halk yazınının, ayrıca tarikatlar çevresinde, başlıca iki kolda geliştiği görülür: Melami-Hamzavi halk yazını, Alevi-Bektaşi halk yazını Bunlardan birincisi, akım niteliğini korurken, melamilik ve hamzaviliğin ilkeleriyle sınırlanarak bir zümre yazını biçiminde gelişir "Tek sözle söylenmesi gerekirse bu edebiyat, aşka ve cezbeye, fakat akıllıca cezbeye ve bilgiye dayanan ağırbaşlı, biraz da Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle karışık bir edebiyattır" (Abdülbaki Gölpınarlı) Hacı Bayram-ı Veli, Dukakinzade Ahmet, Ahmet Sarban, Kaygusuz Vizeli Alaeddin, İdris-i Muhtefi, Emir Osman Haşimi, Muhyi, Oğlanlar Şeyh İbrahim, Gaybi Sunullah bu yolda ürün veren ozanların başlıcalarıdır

Alıntı Yaparak Cevapla