Prof. Dr. Sinsi
|
Kılıc Kuşanan Evliyalar
Kılıc kuşanan Evliyalar
Kılıc kuşanan Evliyalar
Evliyânın tanınmışlarından ve Tâbiînden Abdullah bin Gâlib (rah- metullahi teâlâ aleyh) Zâviye harbi denilen bir savaşa katılmıştı Bu sıra- da oruçlu idi Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü Sonra kılıcını sı yırıp kınını kırdı Bu, şehîd düşünceye kadar sa- vaşacağım manâsına gelirdi Düşman saflarına daldı Savaşa savaşa şehîd düştü
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) Merv´de bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı İkinci yıl İslâmiyet´i yaymak için cihâda, düşmanla harbe gi derdi O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, şehirde tüccâr; harb- de büyük bir kahramandı Kılıç ve kalem sâhibi idi Kalemiyle cihâda dâir eser yazdı, kılıcıyla da dillere destan olan kahramanlıklar gösterdi
Abbâsîler devrinde Bizanslılarla yapılan harplerden birine katılmıştı Ab bâsî ordusu sessiz, sâkin ve aydınlık bir gecede Tarsus´un kuzeyinde karargâh kurmuştu Tarsus´un sırtlarında İslâm ve Bizans orduları görü nüyordu İki taraf da kendilerini kuvvetli göstermek için alevleri göklere yükselen ateşler yak mışlardı Bu ateş ocaklarından birinin etrafında te peden tırnağa silâhlı askerler hilâl şeklinde oturmuşlar, ortalarında ise ince yapılı, nûrânî yüzlü bir zat onlara ders anlatıyordu Kimse vaktin na sıl geçtiğinin farkına varmamıştı Sözü kesip, duâsını yapınca istirahate çekildiler
Sabah namazı kılındıktan sonra, harp hazırlıkları başladı İki ordu karşı kar şıya geldi Bizans ordusundan iri yapılı, kendisi ve atı zırhlara bürünmüş biri kılıç sallayarak ortaya çıktı Döğüşmek için müslüman- lardan er istedi Müslü man saflarından bir kahraman onun karşısına çıktı Fakat, şehîd düştü Bu hâl müslümanların gayretine do kundu, ikinci bir yiğit daha çıktı O da şehîd oldu Sonra birkaç er daha şehîdlik şerbe- tini içti Rum ordusunda sevinç çığlıkları yükselirken, müslüman ordu- sunda tekbir ve Allah Allah sesleri ortalığı çınlatı yordu Bu sırada müslü- man askerlerin arasından, atının üzerinde heybetli biri nin meydana çıktı- ğı görüldü Tamâmen zırhlara bürünmüştü Fakat kimse tanımı yordu Rum´un karşısında dimdik durdu Herkes son derece heyecanlı idi Çar pışma başladığı gibi, çevik bir hareketle kılıcını Rum´un göğsüne sapla- dı Müs lüman saflarında tekbîr sadâları yükseliyordu Rum tarafı ise şaş- kına döndü İkinci çıkan er de birincinin âkibetine uğ radı Sonra birkaç ki- şiyi daha öldürdü Müslümanlar son derece sevinç liydi Müslüman er ye- rine dönünce bu kahrama nın Abdullah bin Mübârek hazretleri olduğunu görüp hayret ettiler
Seferde bile ibâdetlerini gizlerdi Gazâ arkadaşı Muhammed bin Âyun şöyle anlatır:
Seferde bir gece, Abdullah bin Mübârek istirâhate çekilmişti Ben de mızra ğıma dayanmış oturuyordum Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vak tine kadar namaz kıldı Sonra beni namaza kaldırmağa geldi Uyumadığımı ve halinden haberdar olduğumu anlayınca, hayâsından yüzü kızardı Sefer boyunca böyle yaptı
İbn-i Hibbân ise şöyle anlatır: Bütün mücahidler İbn-i Mübârek ile Şam´a varmıştık Orada halkın ibâdetini, gazâya hazır hallerini, her gün seriyyelerin, küçük askerî birliklerin geliş-gidişlerini görünce, İbn-i Mübâ rek; "Bu güzel haller ile Rabbimizin huzûruna çıkacağız Burada Cennet kapılarını açtık " bu yurdu
Misis´teki ikâmeti sırasında ilim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı Misis´te, ikindi namazında Cumâ Mescidi´ne gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlânın zikriyle, meşgûl olur, kimseyle ko nuşmazdı "Kim gün düzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden sayılır " buyururdu
Misis nâhiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivâyet etti Küçük yaştaki tale besi Abde bin Süleymân´a hadîs-i şerîf yazdırır ilim öğretir, üstelik ona para da verirdi
Mücâhid velîlerden Abdülkâdir Cezâyirî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şerif lerden olup, soyu hazret-i Ali´nin oğlu hazret-i Hasan efendimize da yanmakta dır Baba ve dedeleri Cezâyir´in Vehran tarafında, şerefli, âlim, fâzıl, zâhid ve takvâ sâhibi kimseler olup, herkes tarafından sevilir, sayı lırlardı Cedlerinden biri olan Seyyidî Muhammed bin Abdülkâdir, Barba ros Hayreddîn Paşanın Ce zayir´i fethinde bir nefer gibi çalışmış ve Ce zayir´de Osmanlı hâkimiyetinin ku rulmasında, ziyâdesiyle gayret sarfet- mişti Bu sebeple Osmanlı sultanları bunun oğulları ve torunlarına büyük izzet ve îtibâr gösterirlerdi Abdülkâdir´in babası Muhyiddîn de Kâ dirî şeyhlerinden olup âlim bir zât idi
Şeyh Muhyiddîn, parlak bir zekâya sâhip olduğunu gördüğü Abdül- kâdir´i küçük yaşta ilim öğrenmeye sevketti İlk tahsilini Kaytana´da ya- pan Abdülkâdir, sonra Cezayir ve Oran şehirlerinde büyük âlimlerden okudu Daha küçük yaşta Kur´ân-ı kerîmi hıfzetti Tefsîr, hadîs, fıkıh ve diğer ilimlerde üstün bir dereceye yükseldi Geniş mâlumâtıyla, fazîlet ve takvâsıyla şöhreti her tarafa yayıldı Ül kesini pek yakın bir gelecekte bekleyen tehlikenin farkında olan Abdülkâdir kendisini ilm-i siyaset, dev let idâresi sâhalarında da yetiştirdi Ata binmek ve silâh kullanmak gibi her çeşit harp sanatında pek ustaydı
1826´da babasıyla birlikte Mısır´a giden Abdülkâdir Cezâyirî burada İslâm âleminin meşhûr ilim merkezlerinden olan Ezher medreselerini zi yâret etti Âlimlerle görüşüp bilgi alışverişinde bulundu Oradan Hicaz´a geçerek hac vazî fesini îfâ etti 1829 yılında Şam´a geldi Burada evliyâ nın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ile görüşüp duâ sına kavuştu Buradan Bağdad´a geldi Şerefli âilesinin tabi olduğu evli yânın büyüklerinden nûr ve feyz menbaı Peygamber efendimizin soyun dan Seyyid Abdülkâdir Geylânî haz retlerinin mübârek kabrini ziyâret etti Mânevî yardım istedi
Abdülkâdir´in yurda dönüşünden kısa bir müddet sonra 1830 Tem muzunda Fransızlar Cezayir´i işgâl ederek ülkedeki üç yüz yıllık Türk idâ resine son ver diler Vehrân ve Müstefânem bölgelerindeki halk düşmana karşı ayaklanarak Şeyh Muhyiddîn´i kendilerine emir seçtiler Ancak o oğlu Abdülkâdir´i bu işe daha lâyık gördü ve emirliği ona devretti Kendisi Oran´daki Fransız kuvvetleri ile harb eden askerin kumandasını ele aldı
Abdülkâdir-i Cezayirî kendisine yapılan bîat merasimi sırasında yap tığı ko nuşma ile cesâret, uzak görüşlülük, müsâmaha, tevâzu ve fedâ kârlık gibi vasıf larını ortaya koydu Konuşmasında şöyle demişti: "Eğer liderliği kabul ediyor sam bu cihâd alanında düşmana karşı yürüyen ilk kişi olma hakkını edinmek içindir Benden daha değerli ve yetenekli bu lacağınız, îmânımızı savunmada hiç bir fedâkarlıktan kaçınmayacak başka biri çıktığında yerimi ona bırakmaya ha zırım "
Emir Abdülkâdir kısa sürede gösterdiği hârikulâde şecâat, kahra manlık, bi nicilikteki mahâret ve soğukkanlılığı ile herkesi hayran bıraktı Askerî bir lider olarak kendini kabûl ettirdi Bu sebeple Fransızların Ce zâyir´i işgâl etmesinden iki sene sonra babasının muvafakati ve bütün Cezâyir müslümanlarının arzusu üzerine ülkenin emirliğini üzerine aldı (22 Kasım 1832)
Abdülkâdir-i Cezayirî bundan sonra Fransızlara karşı plânlı ve sis temli bir harekat başlattı Kuvvetli bir ordu kurarak Fransızları üst üste bozguna uğrattı Bu zaferlerini siyâsî sâhada da sürdürerek birçok böl geleri de bu yolla ele ge çirdi Fas Sultanı Abdurrahmân´ı kendi tarafına ve Fransızlara karşı mücâdele sâhasına çekmeyi başardı Kahramanlığı ve zekâsı sâyesinde yerli kabîleleri et rafına topladı Büyük bir güçle başta Maasker olmak üzere Merakeş sınırına ka dar bütün batı Cezâyir´e sâhib oldu Fransızlar 26 Şubat 1834 antlaşmasıyla Abdülkâdir´in Batı Cezayir üzerindeki otoritesini tanıdılar Ancak ertesi yıl böl gedeki Fransız komutanı General Trezel, emirin kendisine bağlı saydığı aşîret leri himâ yesi altına aldığını bildirdi Amacı, mücâhidleri bölmek ve parçala maktı Onun bu kararı üzerine Abdülkâdir-i Cezâyirî tekrar harekete geçti Makta´da yapılan çarpışmada Trezel alayını müthiş bir bozguna uğrattı (1835)
|