Yalnız Mesajı Göster

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kıtmır Duası, M. Fethullah Gülen Hocamızın Halis Bir Ubudiyet Sayılan Dua Mülahazasi





Sevgili Dostlar,
Bazı medya kuruluşlarına yansıyan haberlerden hatırlayacağınız üzere; birkaç hafta önce, Dr Alp Nuhoğlu bey bir arkadaşıyla beraber M Fethullah Gülen Hocamızı ziyaret etmişti Yemek esnasında Alp Beyefendi, birkaç cümle ile prematüre doğan bebeğinin rahatsızlığından bahsetmiş ve Allah’ın varlığına inanan her insandan beklenecek şekilde dua istemişti Tabiatına mal olan tevazu ve mahviyetinden dolayı misafirlerinin yanında daha bir mahcuplaşan Hocaefendi, “Allah afiyet versin!” kadarlık bir ifadeyle hayır duasında bulunmuştu

Gördüğü hiçbir çocuğu eli boş bırakmayan, en azından avucuna üç-beş çikolata tutuşturan Aziz Hocamız, yanına getirilen ya da doğumu kendisine bildirilen bebeklere ve sünnet ettirilen çocuklara küçük de olsa bir hediye vermeyi itiyad edinmiştir

Onun bu adeti aramızda iyi bilindiğinden dolayı, o gün bir ağabeyimiz üzerinde Kur’an’dan bir ayet ve nazar duası bulunan küçük altınlardan bir tane de Doktor Bey’in göznuruna hediye olarak takdim etmişti Heyhat ki, çok samimi bir atmosferde, halis bir niyetle ve bir geleneği yerine getirme kasdıyla, bir misafirin yeni doğmuş çocuğuna centilmenlik ifadesi olarak verilen çeyrek altın bazı çevreler tarafından sağa-sola çekildi ve farklı yorumlara mevzu edildi

Hocaefendi’nin Yerini Bulan Havaleleri
Aslında, Hocaefendi’ye ve adanmış ruhlara çamur atmak için her fırsatı kollayan bir kısım şer odaklarının, bu basit mesele sebebiyle bir fırtına daha koparmaya çalışmaları tam onlara göre bir işti

Zira, sevmedikleri, beğenmedikleri, ademe mahkum etmek istedikleri ve anlamak için bir kere olsun kulak vermeyi düşünmedikleri kimseleri karalamak, hırpalamak ve yaralamak onların karakterlerinin gereğiydi

Ayrıca, Hocaefendi hakkında tertip edilen Londra Konferansı ve yine Avustralya’da Hocamızın adına açılan kürsü gibi faaliyetler, bu hasid ruhları adeta delirtmişti

Onlara göre; Gönüllüler Hareketi müsbet manada medyada yer almamalıydı; Hocaefendi mutlaka gündemden düşmeli ya da menfi olarak anılmalıydı İşte, mal bulmuş Mağribî gibi yapıştıkları dualı altın bu mülahazalarını gerçekleştirmek için güzel bir fırsattı

Tabii, dini değerlere şiddetle karşı ve manaya da büsbütün kapalı olan, Allah kabul etmeyen, Peygamber tanımayan ve ahirete inanmayan bir kısım mülhidler de bu inkar ve itiraz korosuna dahil olmak için sıradaydılar

Nitekim, hiç olmazsa insanların inanç ve hissiyatlarına saygılı davranmaları gereken bu huysuz ruhlar, sadece Hocaefendi’ye ya da adanmışlara değil, İslam’a, dini esaslara ve duaya inanan onca müslümana da saldırdılar, hakaretler yağdırdılar

Tartışmaların çok sıcak olduğu o günlerde Muhterem Hocamızın mevzuyla alâkalı mülahazalarını aktarmayı çok düşündüm; fakat, polemiklere katılmış olmamak için bu niyetimi şu ana kadar erteledim Şimdi müsaadenizle bu konudaki bazı hususlara değinmek istiyorum:


Evvela, bütün dünyada, tedavi esnasında duaya başvuran hastaların moral bakımından çok daha iyi ve daha ümitli olduklarına, emsallerine göre daha çabuk iyileştiklerine dair binlerce araştırma yayınlandığı, yüzlerce istatistik ortaya konduğu halde, ülkemizde bir kısım kimseler duanın tesirsizliğine dair bir-iki uydurma yazıyı nazara verdiler ve duanın gücünü inkar ettiler Hatta, bazıları sapla samanı karıştırırcasına, İslam’ın dua telakkisiyle diğer kültürlerin duayla meditasyon anlayışını birbirine karıştırdılar, dua ile dua terapisini aynı çizgide yorumladılar


Oysa, her mü’min hayatı boyunca defalarca duasının kabul olduğunu görmüş, sebepleri aşkın bir şekilde bazı isteklerinin gerçekleştiğine şahit olmuştur

İnanmayanlar kendi başlarına yansınlar, hakiki mü’minler düzmece istatistiklere ihtiyaç duymayacak ölçüde duanın tesirine dair yakîne ulaşmışlardır

Duanın kabulünün büyüklükle de alakası yoktur; kırık bir kalble ve samimi hislerle dergah-ı ilahinin tokmağına dokunanlara mutlaka bugün olmazsa yarın icabet edilmektedir ve inananlar bunun şahitleridir


Binaenaleyh, kısa bir süre düşünsem, size Hocamızın kendileri için dua ettiğine ve sonrasında şifa bulduklarına şahit olduğum insanlardan on tanesini bir çırpıda sayabilirim Bazılarının “Şeyh uçmaz, müritleri uçurur” dediklerini duyar gibiyim Hayır, bizde ne şeyhlik var ne de müritlik

Dahası, biz onu uçurmuyoruz; bilakis, kadr ü kıymetine uygun olarak tanıtmaktan aciz kalıyoruz! Fakat, kasemle ifade edebilirim ki, büyüklüğü böyle şeylerde aramadığımız ve mesleğimize de uygun bulmadığımız için birkaç kişi arasında mahrem kalan onlarca hadise görmüş ve yaşamışımdır Sadece duaların kabul olduğunu görme de değil, dine ve dindara düşmanlık eden kimselerden Muhterem Hocamızın Allah’a havale ettiklerinin başlarına gelenleri ibretle ve hayretle seyretmişimdir (Söz gelimi birinci tekil şahıslı ifadeler kullansam da bu mevzuda yalnız değilim; Hocamızı tanıyan herkesin aynı kanaatte olduğunu zannederim)


Haddizatında, Hocaefendi, kimseye beddua etmez, hiç kimsenin Cehennemle cezalandırılmasını istemez; herkesin hidayetini diler

Fakat, olmadık iftiralarla ve uydurma laflarla mü’minlere saldıranlar hakkında “Allah’ım kabil-i ıslahsa, hidayet eyle; şayet vicdanı çürümüşse ve zehirlemekten zevk alır hale gelmişse, artık onu Sana havale ediyorum” der İşte, bu türlü havaleler sonrasında görmüşüzdür ki, çok geçmeden o zâlimlerin kimisi bir iç hastalığına yakalanmış, karnı delik deşik olmuş ve bağırsakları dışarıya çıkmış; kimisi asansör boşluğuna düşmüş, başı yarılmış, kolu kırılmış; kimisi beyninden kan kusmuş, kimisi felç olmuş ve kimisi de Parkinson’a tutulmuş Mazlumların sahibi Allah’tır; mazlumun duası geri çevrilmeyen dualardandır

İnanmayan inanmasın; münkesir bir kalbin âhına hemen “Kulum” dendiğinin binlerce misali vardır Ne ki, bu misaller ulu orta söylenecek ve caka yapılacak şeyler değildir
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “Allah derdi de devayı da indirmiştir; her derdin bir devası vardır Öyle ise, tedavi olun ama şifayı haramda aramayın!” buyurarak ifade ettiği hakikate göre, felç dahil her türlü hastalığın çaresi mevcuttur Bu çare, bazen zahirî sebeplerin eliyle, yani tedavi yollarına başvurmak suretiyle gelir; bazen de hiçbir sebebe müracaat etmeksizin, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak ve O’ndan şifa dilemekle elde edilir

Mesela; Rehber-i Ekmel’in (aleyhissalatü vessellam) tavsiyelerine uyarak, ağrıyan yerine elini koyup üç defa “bismillah” dedikten sonra, “euzü bi izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidü ve uhâziru min vece’î hâzâ - Vücudumda duyduğum ağrının şerrinden ve neticesinden korktuğum şu acıdan, Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım!

duasını tekrarlayan ve samimi bir kalb ile Hazreti Şafî’ye teveccühte bulunan bir kula, Allah Teâlâ sebepler üstü şifa ihsan edebilir

Evet, bir mü’min, halis bir ubudiyet sayılan dua vesilesiyle Cenâb-ı Hakk’a yönelince sebepleri bütünüyle aşabilir ve “nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin zuhuru ile” Rabbin husûsî bir muamelesine mazhar olabilir


Hocamızın Bacağı Dua Sayesinde Kesilmekten Kurtuldu!
Bazıları duanın müessiriyetini inkar etseler de, Aziz Hocamız başından geçen ve pek çok dostunun şahit olduğu bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:


1972 senesinde bacağımda dayanılmaz bir ağrı zuhur etti ve bu hal aylarca sürdü Bazen hiç hareket edemedim, evden dışarı çıkamadım Doktorlar önce kemik erimesinden şüphe ettiler; sonra -bağışlayın- kalçada bir deformasyon olduğunu söylediler

İzmir Tepecik’te Devlet Hastanesi’ndeki bazı hekimler konsultasyon yaptılar ve bacağımın vaziyetini çok olumsuz gördüler

Benden bir şey gizlermiş gibi aralarında uzun uzun konuştular; ihtimal, verecekleri haber karşısında çok sarsılacağımı düşündüler Bugün bana kanser olduğumu da söyleseler, umurumda değil

Bir gün fazla yaşamayı dahi istemiyorum Gayrı vuslatı arzuluyorum Sadece kardeş, dost ve arkadaşlarımın vifak ve ittifakını düşününce, “Bu dünyaya onların gül hatırlarına biraz daha sabredebilirim!” diyorum
Fakat, o gün henüz otuz küsur yaşlarındaydım; gençlik yılları sayılan dönemi idrak ediyordum

Belki çok kötü bir haberden dolayı ziyadesiyle üzülebilirdim Bundan dolayı, hekimler istişarelerinin neticesini biraz saklı tuttular; fakat, sonra aralarında konuşurken, bana da duyuracak şekilde seslerini yükselttiler “Kalçanın alınması lazım, bacağın kesilmesi icap ediyor!” türünden sözler söylediler

Bunları duyunca hiç etkilenmedim diyemem O şok anında insanın içine birden bire hafif de olsa bir sis, bir duman çöküyor Sadık u Masduk Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki “Gerçek sabır, bir musibetin gelip çarptığı ilk andaki sabırdır” Tahammülü zor bir hadiseyle karşılaştığınız zaman “gık” bile demeden ona katlanmanızdır hakiki sabır Mesela; aniden vurup kolunuzu kopardıkları anda şikayet feryatları yükseltmeden buna katlanabiliyorsanız siz sabırlı bir insansınız demektir

Yoksa, kadere taşlar attıktan, Cenab-ı Hakk’ı kullarına şikayet ettikten ve isyana daldıktan bir süre sonra, ağrılarınızın dinmesinin, dostlarınızın gelip teselli etmelerinin ve acınıza ortak olmalarının akabinde başınıza gelene tahammül etmeye karar vermeniz sabrettiğiniz manasına gelmez

Hadisenin şok tesiri esnasında “Allah’tan gelene razıyım!” diyebiliyorsanız, ancak o zaman sabrı anlamış sayılırsınız


İşte, bacağımın kesilmesi gerektiğini öğrendiğim o anda, öyle bir şok yaşadım, hafifçe birkaç adım attım ve kapının sövelerine dayandım Sonra, “Rabbim, şimdiye kadar iki ayak vermiştin, artık birini alıyorsun, Sana hamdolsun!” dedim

Birden dünyanın yükünün üzerimden kalktığını hissettim Kim bilir, belki de o esnada -Üstad’ın ifadesiyle- “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” hakikatinin inşirahını tattım

O günlerde, Doktor Cevdet Alptekin’e de gittik; kendisi o sıralar bacak kesme vakalarıyla meşhurdu Bana henüz bir şey dememişti ama hemen yanımızdaki bir adama bacağının kesilmesi gerektiğini söylemişti

Adamcağızın kızı ağlamaya durdu, adam da çok fena bozuldu Boyacılık yaptığını sonradan öğrendiğim adam nazarlarını kendi bacağına dikti, uzun uzun öyle ayağına baktı Aynı teklifle karşılaşmamın çok muhtemel olduğu bir anda, o psikolojiyi onunla beraber yaşadım Bir orada onunla beraber, bir de idama mahkum edilen bir adamın asılması anında diyanet görevlisi olarak vazifelendirildiğim sırada aynı ruh haletini yaşadım Adam ayağına bakıyor, “Bu ayak kesilecek öyle mi?” diyor; şöyle bir dönüyor, kendi kendine konuşuyor, “Ben, bu Ramazan’da oruç da tutmuştum, teravihe de gitmiştim ama” diyerek hezeyan içinde mırıldanıyor Onun o andaki hislerini duymadan bu sözlerin manasını kavrayamazsınız; nasıl çaresizce kıvrandığını anlayamazsınız Ve nihayet adamın ayağını kestiler, bir müddet sonra onu ayağı kesik bir halde boyacılık yaparken gördüm


His ve duygu yoğunluğu açısından dolu dolu geçirdiğim o dönemde bir gün zor güç yürüye yürüye eve geldim Kardeş apartmanında kalıyorduk

Ramazanın içindeydi; demek ki, vaaza da gidemiyordum Çocukluğumda dedemden öğrenmiştim; daha mini minnacık olduğum dönemde, başının çok şiddetli ağrıdığı bir vakit, beni yanına çağırmıştı; “Gel, başımı tut ve salat u selam oku” demişti

Demek ki, Allah Rasûlü’ne salat ü selam sayesinde ağrısının dineceğine inanıyordu Dedemin o halini hatırladım Gece, sahurdan evvel kalktım; bir kaba zeytinyağı koydum, salat u selam okuyarak, zeytinyağı sürdüğüm bacağımı bir güzel ovdum Cenab-ı Hakk’a şu sözlerle teveccühte bulundum:
مَوْلاَيَ صَلِّ وَسَلِّمْ دَائِمًا أَبَدًا / عَلَى حَبِيبِكَ خَيْرِ الْخَلْقِ كُلِّهِمِ
هُوَ الْحَبِيبُ الَّذِي تُرْجَى شَفَاعَتُهُ / لِكُلِّ هَوْلٍ مِنَ اْلأَهْوَالِ مُقْتَحِمِ
“Ey Yüce Rabbim, Sahibim ve Efendim! Bütün yaratıkların hayırlısı olan Habîbin Muhammed’e sürekli sonsuz salât u selâm eyle! Zira, Senin Habîb’in, içimize endişe salan bütün musibetler ve katlanmak zorunda olduğumuz bütün korkular karşısında şefâatını umduğumuz yegâne Zattır
Bu satırları defalarca okuduktan sonra da şu mısraı çokça tekrar ettim:
لَو نَاسَبَتْ قَدْرَهُ اٰيَاتُهُ عِظَماً /اَحْيَ اسْمُهُ حِينَ يُدْعَى دَارِسَ الرِّمَمِ
“Mucizeleri O’nun kadr u kıymetine denk büyüklükte cereyan etseydi, mübarek ismi anılınca çürümüş kemikler bile cana gelirdi” mealindeki bu sözün gönlümde tutuşturduğu mülahazalarla Şefkat Peygamberi’nin himmetine ve onun şefaatiyle Rabb-i Rahim’in merhametine sığındım “Yapısı bozulmuş bir uzuv ya da ölmeye yüz tutmuş bazı hücreler ne ki, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun adı hürmetine Allah Teâlâ çürümüş kemikleri dahi ihya edebilir” düşüncesiyle, Rasul-ü Ekrem’in (aleyhissalatu vesselam) ruhaniyatından bir iltimas talebinde bulundum Buna birkaç gece devam ettim Bir hafta geçti ya da geçmedi ağrılarım yavaş yavaş azaldı ve nihayet sona erdi Rahmeti Sonsuz’a şükürler olsun, o gün bugündür bacağımla alâkalı öyle bir problem yaşamadım


Evet, dua, Cenâb-ı Hakk’a esbab üstü teveccühün unvanıdır Allah’a inanmayanlar, O’nun sebepler üstü icraatının varlığını da kabul etmezler Böylelerine duanın gücünü anlatmak ve onları Allah’ın ekstradan lütuflarının bulunduğuna inandırmak çok zordur

Oysa, şahsen o kadar çok hadiseye şahit olmuşumdur ki Alvar İmamı ya da Salih Efendi Hazretleri gibi ağzı dualı bir Hak dostunun kanserli bir insana dua ettiğini ve biiznillah o hastanın şifayâb olduğunu kaç defa görmüşümdür Bu, hekime gidilmesin demek değildir Kemoterapi, radyoterapi yapılmasın manasına gelmemektedir

Tıbbın mutlaka bir yeri vardır; tabii ki teşhis ve tedavi adına gerekenler ortaya konulmalıdır Fakat, bunların yanı sıra duaya da başvurulmasının ne mahzuru vardır?! Pozitivizm üzerine müesses olan tıbbımız düne kadar rehabilitasyonu bile kabul etmiyordu; akupunkturu bir tedavi metodu saymıyordu; alternatif tedaviyi kökünden reddediyordu; kiropraktiği bir aldatmadan ibaret görüyordu Bazıları hâlâ bu sahalara karşı oldukça mesafeli dursalar da, bunların hepsi yavaş yavaş tıp sahasına giriyor Bir ilim adamının dediği gibi, “Biz tecrübi ilimlere bağlı olan bu tıp alanında, koskocaman bir masanın ancak bir köşesi kadar bir yere muttali olabildik; önümüzde keşfedilmesi gerekli olan daha şu kadar büyük bir saha var

” Öyleyse, hangi değişmez ve sabit kurallara göre duanın tesiri yok sayılabilir ki!
Kanaat-ı âcizâneme göre, gözardı edilen husus şudur: İnsan, bir hastalığın pençesine düştüğü zaman, ruhu açısından nasıl bir panik yaşarsa, o şahsın beden hücreleri de biyolojik hayatiyetleri itibarıyla öyle bir panik yaşarlar İşte insan, böyle bir durumda “Rabbimin inayetiyle, benim bu hastalığı aşmam mümkündür” inancıyla toparlanabilirse, kanseri bile -Allah’ın izniyle- aşabilir Çünkü, onun bedenine hükmeden ve zîşuur bir kanun-u emrî olan küllî ruh, Allah’a itimadın hasıl ettiği yüksek bir moral gücü ile vücuttaki hücrelere enerji pompalar Bu moralden nasiplerini alan hücreler de panik havasından kurtulur ve -Allah’ın inayetiyle- bünyede yapılması gerekli olan tamiratı yaparlar

Alıntı Yaparak Cevapla