Yalnız Mesajı Göster

Bilimsel Gerçek İnsan İcadı Mı?

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bilimsel Gerçek İnsan İcadı Mı?




Amerika?nın ünlü üniversitelerinden Duke'un, sosyâl bilimciler arasında kendisi kadar ünlü bir dergisi var: Social Text

Bu derginin ilkbahar/yaz 1996 sayısında Alan Sokal isimli New York Üniversitesi'nden önemli bir fizikçinin bir makalesi yayımlandı Makalede savunulan fikirlerin bir bölümü şunlardı:

- Jacques Lacan'ın Freudian spekülas- yonları kuvantum teorisiyle doğrulanmıştı

- Eğer iki ayrı küme aynı elemanlardan oluşuyorsa birbirinin eşidir, diyen ünlü aksiyom 19 yüzyıl liberallerinin bir icadıdır

- Kuvantum çekim teorisinin siyasette inanılmaz izdüşümleri vardır

- Jacques Derrida'nın dekonstrüktivist doktrini genel görelilik kuramı tarafından desteklenmektedir Lacan'ın görüşleri topoloji ile uyum içindedir:

13 sayfalık dipnotlar ve kaynakçalarla desteklenen yazı bunları söylüyordu ama aynı fizikçi Sokal, Lingua Franca adlı bir derginin Mayıs-Haziran 1996 sayısında, Social Text dergisinde çıkan yazısının bir aldatmaca olduğunu ilan ediyor ve Amerika'daki post- modernistlerin favori dergisi olan Social Text'i nasıl rezil ettiğini ifşa ediyordu

Gerçekten de, Sokal'ın sahte yazısında sözünü ettiği ve benim de minik bazı bölümlerini aldığım görüşleri, aslında herhangi bir üniversitede okuyan herhangi bir fizik öğrencisi tarafından bile çürütülebilir nitelikte şeylerdi Ama Social Text'in editörleri makaleyi kontrol etmeye bile gerek görmemiş, Alan Sokal'ın biyografisini, makalesinin geçerliği için yeterli saymışlardı

Alan Sokal'ın bu meşhur aldatmacası ortaya çıktıktan sonra gazete sayfalarına da yansıyan ciddi bir tartışma başladı

Tartışma, tahmin edebileceğiniz gibi postmodernistlerin bilim ve `bilimsel yöntem'le ilgili görüşleri üzerineydi Biliyorsunuz, dekonstrüktivistler, bilimsel gerçek denen şeyin bir `kültürel yapı' (konstrüksiyon) olduğunu öne sürüyorlar

Sokal da aldatmaca olan vazısında piyasanın bile bir ?kültürel/sosyal? yapı ?olduğunu , insan kültürünün bir parçası olduğunu öne sürüyordu Bu aldatmacanın ortaya çıkmasının ardından en kuvvetli saldırılardan biri Duke Üniversite'sinde İngilizce profesörlüğü yapan ve Social Text'i yayımlayan yayınevinin direktörü Stanley Fish'ten geldi (21 Mayıs 1996, The New York Times)

Fish yazısında, `bilim sosyologları'nın gözlemden ve gözlemciden bağımsız bir dünyanın olmadığını öne sürdüğü fikrine şiddetle karşı çıkıyordu Fish'e göre yalnızca `aptallar' böyle düşünürdü Fish'e göre elbette bir dünya vardı ama dekons-trüktivistlerin söylediği, bu dünyayı gözleyen bilimcilerin kullandıkları terminoloji ve kelimeler `kültürel yapı'lardı

Yani Fish, dışarıda bir dünya ve evren olduğunu ama bilimcilerin bu dünya ve evrenden söz etme biçimlerinin `kültürel' olduğunu öne sürüyordu Peki ama bu ne demekti?

Fish, ne demek istediğini anlatırken bilim ile beysbolu kıyaslıyordu Ona göre, evet beysbolda kullanılaiı top ve o topa vuran sopa vs fiziki olgulardı Ama yine de soruyordu: "Top ve ona vuran sopa doğa mıdır?" Hemen cevabı da

veriyordu: Hayır Peki top ve sopa sosyal `yapı'lar mıdır? "Evet" diyordu Fish

Elbette top da sopa da, Fish'in kullandığı anlamda `sosyal yapı'lardır Ancak unutmamak gerekir, şempanze ve insanların büyük çoğunluğu beysbol oynamaz!

Elbette beysbolun kuralları, satranç ya da briçteki gibi doğanın bir parçası değil Ama bunun konumuzla ne ilgisi var?

Evet beysbolun kuralları insanlar tarafından icat edilmiştir ama bilimin kuralları böyle değildir Newton yerçekimi teorisini icat etmedi Aynen biyologların DNA'yı icatetmedikleri, Mars'ın Güneş Sistemi içindeki rotasının icat edilmemiş olduğu, Einstein'ın ünlü formülü E=mc2'nin beysbol kuralları gibi uydurulmuş şeyler olmadıkları gibi Tartışmayı saçma mı buldunuz? Bence acele etmeyin Çünkü konu, bilimsel gerçeğin ve bilimsel bilginin doğasıyla ilgili olduğu kadar postmodernizmin günümüzü açıklamaya yeterli olup olmamasıyla da ilgili 0 yüzden konuya kaldığım yerden haftaya devam edeceğim (28 Nisan 2002)


Öklid Dışı Uzayda Yapılan Modern Savaş

Geometrinin evrimi her ; zaman ilgimi çok çekmiş bir konu Eski Yunan'da Öklid ' tarafından temelleri kurulan bu

matematik dalı 2500 yıl boyunca neredeyse hiç değişmeden yerinde durmuşken, 19 yüzyılda ansızın büyük bir evrim geçirdi


Aslında bu evrimi ve nedenlerini ayrıca uzun uzun yazmam gerek ama bu hafta, geçen haftadan başladığım postmodernist bilim tezleri konusunu sürdürürken ansızın Öklid'e ihtiyaç doğdu

Önce hatırlatma: Alan Sokal isimli bir fizikçi, Amerikalı postmodernistlerin favori dergilerinden Social Text adlı

bir dergiye ünlü Fransız düşünürlerin görüşlerinin fizik bilimi tarafından da desteklendiğine dair bir dizi zırvalıktan oluşan uzun bir makale göndermiş ve bu makalesi dergide yayımlanmıştı Sokal hemen yaptığı şakayı açık etmiş, postmodernistleri çok zor durumda bırakmıştı


Bu şakanın sonrasında başlayan (ve hâlâ daha da bitmemiş bulunan) geniş tartışmada postmodernistlerin bilimin bir `sosyal-kültürel yapı' olduğunu öne süren tezlerini geçen hafta aktarmıştım Bu hafta, Fransız `baba'lardan olup Türkiye'de de çok müridi olduğunu bildiğimiz Jean Baudrillard'dan bir alıntıyla başlamak istiyorum

Baudrillard, bir makalesinde `modern savaşların Öklid-dışı uzayda geçtiğini' söylüyor

Ne demek bu?

Önce Öklid'i anlatayım ki, oradan Öklid-dışına varabilelim Uzun izahata geçmeyeceğim, Öklid, hepimizin ortaokul ve liselerde öğrendiğimiz geometrinin kurallarını koyan kişidir Bunları bir dizi `aksiyom'la belirlemiştir (Meraklısına not, aksiyom ispatına gerek olmayan `doğru'lara matematikte verilen isim Bütün matematik böyle bir dizi aksiyom üzerine kuruludur)

Öklid'in 5 `aksiyom'u şöyleydi:

1 Aynı şeve eşit olan şeyler eşittir

2 Eşit şeylere eşit çokluklar eklenirse sonuç yine eşittir

3 Eşit şeylerden eşit çokluklar çıkarılırsa sonuç yine eşittir

4 Birbiriyle çakışan şeyler birbirine eşittir

5 Bütün, parçalarından büyüktür

Bu ispatlanmasına gerek olmayan aksiyomlardan Öklid bir dizi `postüla' çıkardı Bunlar daha tanıdık gelecek:

1 İki noktadan bir doğru geçer

2 İki nokta arasındaki sürekli doğru sonludur:

3: Bir noktadan eşit uzaklıktaki noktaların geometrik yeri çemberdir

4 Tüm dik açılar birbirine eşittir Vb

Öklid postülalarından biri de paralellerle ilgiliydi İlgiliydi ama bir tek bu postüla hep sorunluydu, çünkü aksiyomlardan bunu çıkarsamak tam olarak mümkün değildi

Bir paralel sonsuza kadar paralel kalmak zorunda mıydı? 19 yüzyılda çeşitli matematikçiler, paralelin çizgilerinin birbirine yakınlaşabileceği ya da uzaklaşabileceğini düşünmeye başladılar İşte Öklid-dışı geometri ve `Öklid-dışı uzay'lar böyle geliştirildi


Peki ama Baudrillard'ın `modern savaşın Öklid-dışı uzayda geçtiğini' söylemesi ne anlama geliyor?

Ben de, aynen fizikçi Alan Sokal gibi bu sözlerin ne anlama geldiğini bir türlü çözemedim `Şiirsel anlatım özgürlüğü' diyeceğim ama okuduğum metin Baudrillard'ın bir şiiri değil, `bilimsel' bir metni Alan Sokal, hepimiz adına Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Felix Guattari, Luce Irigaray, Jacques Lacan, Jean-Francois Lyotard, Michel Serres, Julia Kristeva ve tabii ki Jean Baudrillard'ın `bilimsel' metinlerini taramış, yukarıda sözünü ettiğim türden aslında hiçbir anlama gelmeyen bir sürü cümle saptamış

Sokal'ın bulduğu bütün cümleler ya matematiksel ya da fizikle ilgili terimleri, kavramları içeriyor ve Sokal'ın tespitine göre bu kavramlar çoğu zaman ya yanlış biçimde ya da hakkında hiçbir açıklama yapılmaksızın öylece kullanılıyorlar

Neden peki? Haftaya devam edelim(5 Mayıs 2002)

Bilim Bir Kültür Müdür?

İki haftadır pazar günleri bu köşede aktarmaya çalıştığım tartışma pek çok bakımdan Türkiye'nin güncel gerçekleriyle de çakışıyor Çünkü, İngilizce konuşulan dünyada (ve Türkiye'de de) adına `post-modernizm' denilen düşünce akımının kimi önde gelenleri ve bazı düşünceleri hedef alınıyor bu tartışmada Ve bu görüşlerle eleştirilen Fransız aydınlar Türkiye'nin entelektüel ortamında da ciddi bir etkiye sahipler

New York Üniversitesi'nden fizikçi Alan Sokal'ın Amerikan entelektüel çevrelerinin önemli post-modernist yayın organlarından `Social Text' adlı dergisine gönderdiği bir kandırmaca makaleyle başlayan tartışma, başlangıçta post-modernizmin kurucusu olarak anılan bazı ünlü Fransız düşünürlerinin bilimsel kavram ve terimleri yalan yanlış yerlerde kullanmaları üzerine gibi gözüküyordu

Felsefi anlamda çok fazla önemli gibi gözükmeyen bir yan tartışma da, post- modernizmin öncüsü düşünürlerin neden yazılarını anlaşılamaz biçimde yazdıkları üzerineydi Acaba kasıtlı olarak mı anlaşılamaz biçimde yazıyorlardı, yoksa başka nedenlerle mi?

Aslında derin bilim felsefesi tartışmalarını özetlemeye çalışmak bu köşenin sınırlarını da benim bilgimi de

çok aşan şeyler Ancak konu ister istemez bilim felsefesiyle ilgili 0 yüzden, hata yapmamaya çalışarak bazı minik açıklamalar yapmak zorunda kalacağım

Post-modernistlerin temel tezlerinden biri, bilim dahil olmak üzere her şeyin birer `sosyal' ve `kültürel yapı'lar oldukları İki hafta önce, bu `kültürel yapı' meselesini savunan bir Amerikalının verdiği beysbol örneğini aktarmıştım Örnekte Amerikalı profesör, beysboldaki top ve sopanın `gerçek' olduğunu ama kuralların `kültürel yapı'lar olduğunu söylüyordu

Evet, doğru ama bu `bilgi' kimin ne işine yarayacaktı? Bundan yola çıkarak mesela yüksekten bıraktığımız şeylerin aşağıya düşmesini `gerçek' buna karşılık" Newton'un çekim kanununu `kültürel yapı' olarak mı anlamalıydık?

Sözünü ettiğim Amerikalı profesör, dışarıda gözlemcilerden ve gözlemcilerin eğitimleri, kültürleri vs'den bağımsız bir evren ve dünya olduğunu kabul ediyordu ama bilim insanlarının bu evrenden ve dünyadan söz ediş biçimlerini `kültürel yapı' olarak değerlendiriyordu

Elbette bir dil konuştuğumuz, `bilimsel' makaleleri o dille kaleme aldığımız için dünyadan ve evrenden söz ediliş biçimi `kültürel yapı'dır ama orada duralım: Newton'un yerçekimi teorisi ya da Einstein'ın görelilik kuramı sadece dünya üstünde değil evrenin her köşesinde geçerli,kanıtlanabilir şeylerdir Işte burada, bilimsel bilginin doğasına ya da `gerçekliğine'varırız

Bilimsel kuşkuculuk ile post-modernistlerin önerdiği türden kökten kuşkuculuk ya da görelilik arasında çok ciddi farklar var Bilimsel kanıtlama denen şey, büyük ' harflerle yazılmış GERÇEK'e yakınlaşmak için kullanılan biryöntem Gerçek olmayanla gerçek olanı 0 ve 1 diye adlandıracak olursak, bilimsel bilgi 0'ın yanına konulacak bir virgül ve onu izleyen 9'ların sayısından oluşur Eğer virgülün yanında onlarca 9 varsa, bilimciler bunu gerçeğe en yakın diye nitelerler

Oysa, belki biraz abartacağım ama, post-modernciler için 0 ile 1 arasında neredeyse hiç fark yoktur Çünkü, `inanç'; yeterlidir Bu durumda astroloji ile astronomi arasında, kabile büyücüsü ile ' tıp doktoru arasında vs de fark kalmaz

Başta da söyledim, tartışmanın bir ; boyutu da post-modernistlerin bilimsel makalelerini anlaşılmaz bir dille kaleme almaları Elbette bu sadece post-modernistlere özgü bir tutum değil ama onların yaptığı, bu işi kasıtlı hale getirmek Anlaşılmazlığı kendi `bilim'lerinin bir parçası olarak takdim etmek

Bu yazılara kaynaklık eden ve yakında İletişim Yayınları'ndan çıkacak olan Alan Sokal ve Jean Bricmont'un birlikte yazdıkları `Son Moda Saçmalar- Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları' adlı kitapta verilen çok güzel bir örnek var Yazarların da tanıdığı yıllarca matematik ve fizik eğitimi almış bir öğrenci, Gilles Deleuze'ün yazdıklarını anlayamamaktan şikâyetçidir Öğrenci, Deleuze'ün matematikle ilgili yazdıklarını hiç anlayamamış, yazardan şüphelenmek yerine kendi matematik eğitimininden şüphelenmeye başlamış

Alıntı Yaparak Cevapla