Prof. Dr. Sinsi
|
Freud Ve Kohut Karşılaşması
Freud ve Kohut karşılaşması
Pek çok psikanalist için Kohut’un Freud psikanalizinden ayrılışı kendilik psikolojisi olarak bilinen sunuşu (Kohut, 1971) ile değil; bize sık sık söylediği gibi, bildiği kadarıyla, kendince en önemli katkısı olan ‘İçebakış, Eşduyum ve Psikanaliz’ (1959) ile daha önce başlamıştı Bu denemede Kohut, psikanalizin özünün, eşduyumsal anlamaya giden yolda analistin hastanın psikolojik yaşamına girmesi yoluyla, hastanın sözcüklere dökülmüş içebakışlarının daha derin anlamlarına doğru işbirlikçi bir atılımla, insan düşüncesi ve güdülenmesinin araştırılması olan ve eşduyumsal anlamayı sağlayan, Freud’un psikanalitik yönteminin keşfinde yattığını gösteren tarihsel ve epistemolojik kanıtları ortaya koymuştu
Bu yazı 1957’de Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nün kuruluşunun 25 yıldönümü kutlamasında ana konuşma olarak sunulmasına rağmen, Kohut’un bana söylediği gibi, ancak Maxwell Gitelson’un araya girmesiyle ve bu alandaki diğer bazı etkili öncülerin karşı çıkmalarının aşılmasıyla yayın için kabul edilmişti Karşı çıkan bu grup, yazıda kuramı değil de yöntemi bir bilim dalının temeli yaparak Kohut’un dolaylı yoldan Freud’un psikanaliz için içgüdü kuramının üstünlüğüne karşı çıktığını fark etmişlerdi Kohut bu konuda tamamıyla masumdu; yıllar öncesinde (1977) bütünleşmemiş çocukluk cinselliğinin ve saldırganlığının psikonörotik hastaların analizinde ortaya çıkışının Freud’un düşündüğü gibi biyolojik bir yatağı göstermediği, ancak bunun yerine daha derindeki ve daha ilerdeki analiz edilebilir bir kendilik patolojisinin bir yan ürünü olduğu sonucuna isteksizce varmıştı Ancak kendilerini Freud’un vasiyetinin koruyucuları olarak kabul edenler, Kohut’un eşduyum ve içebakış yazısına karşı çıkmakta oldukça haklıydılar Tek taraflı ve uzun zaman önce saptırılmış biyolojik spekülasyona ve epistemolojik yanıltmacaya dayanmakta olan (Basch, 1975a) içgüdü teorisi, o zamanlar geleneksele dayandırılmış inançla desteklenmekteydi (hala da bir dereceye kadar öyledir)- bu inanca karşı herhangi bir tehdit, iskambil kağıtlarından yapılmış bütün bir evi yıkabilirdi Demek ki Sigmund Freud ile Heinz Kohut’un katkıları arasında bir karşılaştırma yapılırken Kohut’u hangi Freud ile karşılaştırıyorsunuz sorusu sorulmalıdır Diğer doğal (fiziksel) bilimlerle birlikte bir kaidenin üzerine oturmuş bilimsel bir psikoloji arayışındaki Freud mu, yoksa insan davranışı arkasındaki bilinçdışı güdülerin araştırılması amacıyla neredeyse rastlantıyla psikanalitik yöntemi keşfeden Freud mu? Tarihsel bir değerlendirme gösterir ki kendisini oluşturan klinik bulgularla birlikte psikanaliz yöntemi ve Freud’un bu klinik bulguları açıklamak için geliştirdiği zihinsel aygıt kuramı tek parça değildir Sadece aradaki farkın berraklaştırılmasıyla Kohut’un çalışması Freud’un katkılarını geliştirdi mi yoksa temelden çürüttü mü konusunda bir yargıya varılabilir
TARİHSEL GELİŞİM
Freud nörozlarla çalışmaya gerçekten rastlantı eseri başlamıştır (Jones, 1953) 1885’te, o sırada 29 yaşında Viyanalı bir nöroloji araştırmacısı iken, Salpetriere Hastanesi’nde çocuk beyni örneklerini çalışıp çocuk nörolojisi konusundaki bilgisini ilerletmek üzere Paris’e gitmişti Oradaki patoloji laboratuvarının onu düşkırıklığına uğratmasına rağmen, çok geçmeden bölüm başkanı olan Jean Martin Charcot’nun haftalık konferanslarına çok ilgi duymaya başladı
O günlerde pek çok doktor, anatomik bir temel bulunamayan hayali sorunlarının üstesinden gelebilmeleri için hastaların sağduyusuna seslenmek ve istençlerini kullanmalarını emretmek suretiyle nörozları iyileştirmekteki yetersizlikleriyle engellenmiş olarak, nörotikleri sıkıntıları hakkında suçlamakta ve daha fazla ilgiyi haketmeyen temaruzcular ya da düzenbazlar olarak gözden çıkartmaktaydı Zamanın seçkin bir nörologu olan Charcot alışılmadık ancak geriye bakıldığında kesinlikle rastlantıyla, diğerlerinin kaos gördüğü yerde bir düzen keşfedebileceğini düşündü ve nörozların kalıtsal olarak güçsüzleşmiş beyin üzerinde duygusal örselenmenin etkisine bağlı bir hastalık olarak nitelenebilir olduğunu ileri sürdü ve böylelikle çalışmaya, sınıflandırmaya ve sağaltıma değer olduğuna ikna oldu Charcot, hastalığı başlatmış ve hastanın belirtilerinin hasta hiç bilmeden atfedilebileceği unutulmuş örselenmeyi, örneğin demiryolu kazası gibi sıklıkla yaşamı tehdit eden bir sarsıntıyı yeniden canlandırıncaya dek hipnotik transın hastayı zaman içinde geriye götürmek için kullanılabileceğini izleyenlerine gösterirdi Freud, Charcot’nun bulgularını onaylayarak bu hastaları kendisi araştırmaya başladı; ancak kısa süre sonra bu problemin kaynağı hakkında öğretmeninin yaptığı açıklamayla fikir ayrılığına düştü Mantık ve bilinçliliğin aynı olduğunu kabul eden Kartezyen görüşü olduğu gibi kabul eden Charcot, nörotik belirtinin kaynağı hasta tarafından bilinmediğinden, belirti; serebral korteks tarafından üretilmiş mantıklı düşüncelerin dışındaki diğer şeylerin sonucu olmalıdır diye ileri sürmüştü Ölmüş nörotik hastaların beyin otopsilerinde hiçbir kortikal hasar izi olmadığından, kortikal hasar; bazı anlarda korteksi mantık yoluyla güçlü duyguları boşaltmaktan alıkoyup, sonuçta ortaya çıkan duygusal yük ya da enerjiyi beynin aşağı merkezlerini uyaracak biçimde serbest bırakan, şimdiye dek bilinmeyen bir fizyolojik bozukluk olmalıydı Histeri, saplantılar, zorlantılar, ya da kaygı durumlarının belirtilerini ortaya çıkartan; beynin subkortikal, usa vuramayan parçasının bu kışkırtılmasıydı Bu belirtiler kendi içlerinde hiçbir anlama gelmiyordu; ve bir çocuğun piyano tuşlarına vurmasından ortaya çıkan sesler ne kadar gerçek müzikse o kadar mantıklı düşünceydiler
Ancak Freud açıkça bu önyargılara boyun eğmemekteydi ve beyin hasarına uğramış olmaktan çok uzak olan hastalarının, eğer bir şey varsa da, ortalama zekanın üzerinde olduklarını çok geçmeden gördü Belirtilerinin; bir kez anlaşıldığında, gereksinim ve ahlaki değerler arasındaki bir çatışma ile pazarlık için son derece zekice usa vurulmuş ve kılık değiştirmiş biçimde tasarlanmış oldukları ortaya çıktı; belirtiler bilmece gibi, günahı için hastanın uygulanmasını umduğu cezayı ifade ettiği kadar, hem yasak arzunun hem de doyumunun doğasını ifade ediyordu Dahası bir nörolog olarak Freud (1888); bilinçliliğin, düşünce olarak adlandırdığımız kortekse ait problem çözücü etkinliğe eşlik etmek zorunda olması için bir neden görememekteydi En sonunda, şu anda iyi bilindiği gibi, Freud, bilinçliliğin eşlik etmediği usa vurulmuş düşünce kanıtlarının düşler, ve dil sürçmeleri, unutkanlıklar ve yanlışlıklar gibi günlük yaşamdaki yanlışlıkların gerisindeki güdüler çalışıldığında ve şifresi çözüldüğünde herkeste bulunacağını farketti
Charcot’nun çalışmasını keşfettikten sonra Freud, Charcot’nun hipnotik araştırma yöntemini diğer bir öğretmeni olan Joseph Breuer’den duymuş olduğu örseleyici duygusal anıların katartik boşaltımı ile birleştirdi Bu teknik, nörotik patolojinin sağaltım ve araştırması için temel oldu ve terapide psikanalitik yöntem haline gelmek için gerekli öncülleri sağladı (Breuer ve Freud, 1893-1895; Basch, 1983b)
DÜŞÜNCE OLUŞUMU PSİKANALİTİK KURAMININ KÖKENLERİ
Genel bir bilimsel psikoloji kurma hedefi Freud’u ilkin Andersson’un (1962) ‘beyin mitolojisi’ olarak adlandırdığı ‘Bilimsel Bir Ruhbilim Projesi’ (Freud, 1895a)ni ortaya çıkartmaya ve daha sonra da bunu anatomik olmayan zihinsel aygıtın (Basch, 1975b, 1976a, 1983a) çeşitli uyarlamalarına dönüştürmeye girişmesine yol açtı Bunlar kazık çit olarak adlandırılan modeli (Freud, 1900); bilinçdışı, bilinç öncesi ve bilinçli zihin durumlarına ayrılan topografik modeli (Freud, 1915a); ego ve idin son uyarlamalarını (Freud, 1923) içerir
Bütün bu beynin işlev görmesi ve düşünce işlemlenmesi modellerini neyin işlemsel yaptığını anlamak için Freud’un psikolojik yazılarının çeşitli koleksiyonlarına hiç dahil edilmemiş Afazi Üzerine (Freud, 1891) adlı çalışmaya geri dönmeliyiz Bu kitapta Freud yaşamı boyunca biliş kuramının temeli olarak kalan ve son yayınlarından sadece birinde karşı çıktığı (Freud, 1940) düşünce oluşumu modelini ilk olarak benimsemiştir Varsayımı; düşüncenin, duyusal imgelerin kendilerini uygun olarak tanımlayan kelimelerle birleşmesiyle mümkün olacağı ve, per contra (bunun tersine)ÇN, kelimeler olmaksızın duyusal imgelerin bilinçlilikten ve bilişsel olgunlaşmaya katılmaktan uzak tutulduğu şeklindeydi Eylem için güdülenmeyi duyusal bir imgeye bağlanmış içgüdüsel bir gücün miktarına atfetmişti Çatışmalar içgüdüsel gerilimi boşaltma gereksinimi ve ketlenmemiş davranışa vicdan ve göreneklerle yapılan kısıtlanmalar arasında baş gösterecekti İçgüdülerin gücünü kontrol etmekten aciz olan bedensel belirleyiciler olarak beyin ya da zihin, konuşma çağrışımlarını yasaklanmış duyusal imgelerden çekecekti Bu görünümler daha sonra hem olgunlaşmalarını engelleyen düşünceden, hem de eylemle doğrudan doyum sağlamalarını durduran bilinçlilikten yalıtılacaktı Bu kuramsal yapı, Freud’un, ya tersine çevirebilsinler ya da yüceltebilsinler diye gizli arzularını ve korkularını ifade edebilmeleri için kelimeleri bulmakta yardım ederek iyileştirdiği nörotik hastalarında gördüğü çatışmaya karşılık gelmekteydi Freud için nörotikler temel olarak işlevsel afaziklerdi, ve terapideki başarısının düşüncenin gelişimine dair varsayımını geçerli kıldığını düşünüp yanıldı Ne yazık ki Freud kuramını onaylıyor görünen tek bir hastalık üzerinde çalışmaktaydı Uzun dönemde bu başarı, Freud ya da onu izleyen analistler tarafından psikanalizin kapsadıklarının tamamının fark edilmesini önledi
Şunun vurgulanması gerekir ki yukardaki varsayımların hiçbiri bilindiğinin aksine psikanalitik kuramın bir parçası değildirler Bütün bunlar Freud’un düşleri, psişik gerçekliği ve aktarımı keşfetmesinden ve işlemsellik öncesinin (Piaget ve Inhelder, 1969) ya da primer süreç (Basch, 1977) olarak adlandırdığı durumsal (Langer, 1982) simgelemenin şifresini çözmesinden önce formüle edilmişti Freud ‘Proje’yi hiç yayınlamadığından ve son zamana dek ‘Afazi Üzerine’nin önemi farkedilmediğinden , analistler bu kavramların kökenlerini bilmiyorlardı Freud’un daha sonraki yazılarının onları inandırmaya yönlendirdiği gibi , bu sonuçlara bir şekilde psikanalitik araştırma ile varıldığını varsayıyorlardı (Basch, 1983a)
GÜDÜLENMENİN PSİKANALİTİK KURAMININ KÖKENLERİ
Freud’un insan güdülenmesini açıklayan kuramını anlamak için bunun da bir varsayım olduğunu ve klinik gözlemlerinden ortaya çıkmasından değil de bu gözlemlerini açıklama girişimi ile diğer alanlardan türetilmiş olduğunu anlamak gerekir 1885 ve 1900 arasında Freud’un zihinsel süreçler hakkında temel kuramlarının çoğunun oluştuğu zaman, biyolojide hormonların keşfedildiği zamandı Kandaki kuvvetli kimyasal güçlerle vücudun bir bölümünün diğer bir bölümün çalışmasını etkilediği keşfi- örneğin büyümeyi uyaran salgılarını üretmesi için beynin tiroid bezini etkileyen bir kimyasal (hormon) salgıladığı – devrim yapmış bir açıklamaydı, ve nörotik hastalarıyla çalışmalarında gözlemlediklerini açıklamaya çalışmak için Freud’un bundan alıntı yapması şaşırtıcı değildir
Freud’un ilgisini çeken nörotik fikirlerin gücüydü- sağduyunun üstesinden gelebiliyorlardı ve başka bir anlamda kusursuz bir biçimde sağlıklı bir kişiyi tam olarak felç edebiliyorlardı Bu gücü nereden alıyorlardı? Klinik olarak hastalarını hipnotize ederek ve yaşça geri döndürerek Freud, çocukluktaki cinsel deneyimlerin ve/ veya düşlemlerin sonradan nörotik fenomenler haline gelenler için bir temel oluşturmaktan sorumlu olduğunu keşfetti Bu klinik bulguyu biyolojik bir spekülasyonla birlikte ortaya koydu: Testis salgıları kimyasal olarak ya da testislerin çevresindeki bağdokuyu gererek mekanik olarak, orada bulunan cinsel fikirleri harekete geçirmek üzere beyine mesajlar göndermektedir Freud bu dönüşümün mekaniğini açıklayamamış, bunu somatik olan ile psişik olanın arasındaki ‘esrarengiz sıçrama’ olarak adlandırmıştı Her olayda davranış için güdüleyici gücü sağlayan, cinsel enerjiye dönüştürülmüş bu bedensel cinsel salgıydı Nörotik fikirler çok güçlüydü çünkü diğer fikirler ve güdülere göre bu gücün fazlasını çekmekteydiler ve böylelikle zihinsel yaşam üzerinde baskındılar (Freud, 1895b, p 108)
Bu en ilksel, bütün olarak görüşe dayanan ve uzun zaman önce aksi kanıtlanmış fikir, Freud’un içgüdü kuramının ve cinselliğin bütün güdülenmelerin temeli olduğu fikrinin temelidir
Freud başlangıçta iki temel içgüdü ya da dürtü1 olduğunu ileri sürdü: kendini koruyucu ve türü koruyucu ya da cinsel Daha sonra ( Freud, 1933) bunu, cinsel dürtünün hem kendini hem de türü korumaktan sorumlu olduğu ve saldırganlık dürtüsünün cinsel dürtüye zıt çalışan ölüm içgüdüsüne ilişik olduğu şeklinde cinsel ve saldırgan dürtüler olarak değiştirdi Freud kendini koruyucu dürtünün ya da ego, içgüdü ve sonradan saldırgan dürtünün bedensel kaynağının ne olabileceğini hiçbir zaman berraklaştırmadı ( İnanması zor ama 100 yıldır bu alana hakim olan bu kuramın üzerinde durduğu temel gerçekten budur)
cezalandırılmak yerine ödüllendirilecek çalışma ve oyun ile cinsel enerjiye vekaleten çıkış yolları bulmaktan geçer Eğer bu işe yaramazsa, savunmalar içgüdüyü, bilinçdışına itmeye çalışarak ve zihinsel aygıtın makul, gerçeğe yönelimli bölümü olan bilinç öncesine giriş yolu bulmasına izin vermeyerek bastırmaya çalışırlar Bastırıldıktan sonra bu yasak fikirler, halen içgüdüsel güç üzerlerinde iliştirilmiş olduğundan, baskı uygulamayı ve yasak doyum aramayı sürdürürler Bastırmadan kaçmaları halinde ikinci bir savunma hattı nörotik belirti oluşturmadır – hem arzuyu doyuran hem de böyle bir arzusu olduğu için hastayı cezalandıran bir boşaltım yolu Böylelikle örneğin histerik bir kadın yarı cinsel nöbetlerle gerilimini azaltabilir, ancak aynı zamanda hastalığı tarafından eğersizleştirilerek altta yatan fikirleri için cezalandırılmakta ve evlenebileceği bir erkek bulmaktan mahrum kalmaktadır – ve bunun gibi
Yani Freud’un tasarladığı, bir depo (beyin) içinde biriken temel bir güç kaynağı (cinsellik) olan ve basınç çok yükseldiğinde boşaltılması gereken bir zihinsel makineydi Aslında bir değil iki depo vardı Biri, içine işlenmemiş içgüdünün döküldüğü ve sözel olmayan algılamalarla birleştiği, ve daha sonra bilinçdışının id bölümü olarak adlandırılmış sistem bilinçdışıydı İkincisi, içinde değişmiş, yansızlaşmış içgüdüsel enerjinin çalışma ve sevgi için kabul edilir bir biçimde kullanılabildiği bilinçli, daha sonra ego olarak adlandırılmış sistem önbilinçti
Freud’un kendisi, dürtüler ve içgüdülerle ilgili kuramlarının klinik bulgularını açıklama tarafına çekilmiş biyolojik tahminler olduğunu gizlemeksizin açıklamıştır Söylediğine göre bu fikirler psikanalitik gözlemlerden türetilmeyip, daha çok ileri sürülmüşlerdir (Freud, 1915b) Bu varsayımların belirsiz olduğunu ve en azından yetersiz olduğunu kabul etmiş ve içgüdü kuramından psikanalizin ‘mitolojisi’ olarak söz etmiştir (Freud, 1933, sf 95) Freud, libido ve içgüdülerin doğası kuramlarının sonunda uygun bir organik temel bulacağını önceden söylemiştir; ancak içgüdülerin kesin bir kuramının yokluğunda, psikolojik bulguları temelinde içgüdülerin biyolojik öncülleri hakkında tahmin yapmakta kendisini mazur görmüştür (Freud, 1914) Şimdi şurası gerçek ki Freud bunları yararlı bulduğunda, sanki tekrarlanan kullanımlar varsayımları daha gerçek yaparmış gibi (Basch, 1976a), analiz dışı tahminlerin başlangıçtaki denemelik doğası unutulmaya yüz tuttu İşte içgüdü ve dürtü kuramı hakkındakiler bunlardı
|