Prof. Dr. Sinsi
|
:::Efsaneler:::(Ekleme Yapılabilir)
:::FERHAT İLE ŞİRİN:::
Efsaneye göre Ferhat, Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır Sultan Mehmene Banu'nun yeğeni Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar Ferhat, Sultan'a haber salarak Şirin'i istetir Sultan,yeğenini vermek istemez Ferhat'ı oyalamak için dağı delip şehre su getirmesini şart koşar Ferhat, zekası, teknik bilgisi, bilek gücü, aşktan aldığı kuvvetle dağı deler
Mehmene Banu, dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek, Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu külüngü havaya atar, düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat orada ölür Ferhat'ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak, orada can verir Her iki sevgiliyi, can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler
Bu aşk öyküsünün Karagöz oyunlarındaki işlenişi ise şöyle :
Hacıvat tarafına Şirin’in köşkü, Karagöz tarafına ise dağ kurulur Hacıvat’ın tegannîsinden sonra perdeye gelen Karagöz Hacıvat’a “Kendi tarafına köşk benim tarafa ise moloz yığını koymuşsun” diye sitem eder Bunun üzerine Hacıvat Ferhat ile Şirin öyküsünü anlatmaya başlar Bu sırada Karagöz ile Hacıvat çekilirler ve olay canlanır
Ferhat ile Şirin birbirlerini çok severler Fakat Şirin’in annesi Şirin’i Ferhat’a vermek istemez Hacıvat’ın araya girmesi sonucu Şirin’in annesi bir şart koşar Amasya şehrinde su yoktur, eğer Ferhat Elmadağı'nı kazması ile yarıp şehre su getirirse Şirin’i vermeye razı olacaktır
Ferhat Hacıvat’tan bir külünk bulmasını ister Hacıvat Karagöz’e giderek bir külünk ısmarlar Külüngü zamanında yetiştiremeyen Karagöz evden kendi kazmasını getirir Ferhat dağı kazma ile yararak şehre su getirmesine rağmen Şirin’in annesi Şirin’i vermeye razı olmaz, büyücü bir kadın bularak onları ayırmak ister Büyücü kadın Ferhat’a gelerek Şirin’in öldüğünü söyler Ferhat büyücü kadını öldürür, tam kendi canına da kıymak üzeredir ki Karagöz gelerek Şirin’in ölmediğini söyler ve iki sevgiliyi birbirine kavuşturur   
:::LEYLA İLE MECNUN:::
Leyla ile Mecnun'un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli ( Leyla ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk serüveni anlatılmaktadır
Söylentiye göre Kays ile Leyla kardeş çocuklarıdır Küçük yaşta birbirlerini severler Kays'ın Leyla için söylediği şiirler dillerde dolaşır Leyla'nın babası ,adını dillere düşürdüğü için kızının Kays'la evlenmesini önler Leyla başka biriyle evlendirilir Kays çöllere düşer Mecnun (deli ) diye anılmaya başlar Ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölür Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşar ve o da orada can verir
Bu efsane Arap edebiyatında X yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş ,Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli'nin yapıtıdır ( 1535)
Aşağıda okuyacağınız küçük hikaye Fuzuli`nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinden alınmıştır
Kays, bilinen adıyla Mecnun, Leyla`nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken, namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer Derviş hemen namazını selamlayıp, Mecnun'a "Namaz kılan birinin önünden geçilmez, bunu bilmiyor musun?" diye çıkışır Mecnun cevap verir "Ben Leyla'nın aşkından öyle bir hale geldim ki, senin burada namaz kıldığını görmedim bile, sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?"
Leyla ve Mecnun'un hikayesi Türk Halk edebiyatının da etkilemiş ve Leyla ile Mecnun adıyla bir Karagöz oyunu haline getirilmiştir
Karagöz oyunlarında işlenen Leyla ile Mecnun hikayesi ise şöyle :
Oyunun başında Leyla ile Mecnun birbirlerine olan sevgilerini şiirlerle dile getirirler Aralarında bir gül ağacı vardır Zebani gelerek gül ağacını alır ve yerine karaçalı koyar Karagöz bu karaçalıyı almak isterken zebani Karagöz’ü kaldırıp baş aşağı kara çalının üzerine atar Hacıvat gelerek Karagöz’e Leyla ile Mecnun’un hikayesini anlatarak, Zebani’nin kara çalıyı onları ayırmak için koyduğunu söyler
Perdeye içinde Leyla’nın babası ve annesinin olduğu bir kervan gelir Hacıvat onlara bir ev bulur Daha sonra Mecnun’un babası olan Halepli Haşim gelir Hacıvat Leyla’nın anne ve babasının olduğu yere ergeç Mecnun’un da geleceğini söyler Mecnun gelip Leyla’ya olan aşkını Hacıvat’a anlatır ve ondan yardım ister Bu esnada bir aslan gelip Karagöz’ün köpeğini yutar Leyla’nın babası kızını Mecnun’a istemeye gelen Hacıvat’ı kovar Hacıvat, Karagöz’ün ninesi olan Cazu’dan yardım ister Cazu nine Leyla’nın babasına giderek eğer kızlarını Mecnun’a vermezlerse Leyla’nın öleceğini söyler
Bunun üzerine Leyla’nın babası kızını Mecnun’a vermek için üç şart koşar Birincisi Mecnun çok sevdiği dişi ahuyu öldürecektir İkincisi aslan ile boğuşup onu da öldürmesi Üçüncüsü ise yedi başlı ejderhayı öldürmesi Karagöz Mecnun’a bir bıçak verir Mecnun kendi isteğiyle ahuyu öldürür Daha sonra aslan ile ejderhayı da öldürür ve koşulları yerine getirmiş olur Zebani iki sevgilinin kavuşmasını engellemek amacıyla araya yine kara çalı koyarsa da Mecnun bıçağı ile karaçalıyı kesip atar
Sevgililer birbirlerine kavuşurlar ve kervanla memleketlerine dönerler   
:::KEREM İLE ASLI:::
Bu aşk hikayesinin Aşık Kerem ya da Kerem Dede diye anılan Azerbaycan yöresi halk şairinin aşk serüvenini konu eden şiirleri halk arasında yayıldıktan sonra adı bilinmeyen halk hikayecileri tarafından bu şiirler çerçevesinde oluşturulduğu ileri sürülür ( XVII yy )
İsfahan Padişahı'nın oğlu Kerem keşiş kızı Aslı'ya gönül verir Ancak din ayrılığı yüzünden onunla evlenmesi mümkün olmaz İlden ile göçen keşişle kızı Aslı'nın ardından uzun yolculuklar yapan delikanlı Halep Paşası'nın emri üzerine Aslı'yla evlendirilir Ancak düğün gecesi keşişin kızına giydirdiği gömleğin düğmeleri bir türlü çözülmeyince Kerem ah edip yanarak ölür Onun külleri arasında kalmış kıvılcımla Aslı'da saçlarından tutuşup can verir
Hikaye boyunca Kerem arkadaşı Sofu'yla birlikte uzun yollar aşar Anadolu'nun birçok yerini gezer ,Hanlarda kahvelerde şiirler söyler ,yollara , dağlara , akarsulara, hayvanlara Aslı'ya benzettiği güzellere şiirler söyleyerek derdini anlatır Aslı'yı yakından görebilmek için kızın annesine bütün dişlerini çektirir
Hikayeye olağanüstü ögeler de karışmıştır İki sevgilinin doğumları bir dervişin verdiği sihirli elmayla olmuştur Zorda kalan Kerem'i Hızır kurtarır Dağlar ırmaklar o şiir söyleyince geçit verir
Sevgilisine kavuşma yolunda çileler çeken ve onun uğrunda yanan Kerem , modern edebiyatta bir ülküye bağlanıp can verebilen kahramanın simgesi sayılmıştır
Ala gözlerine kurban olduğum
Hep senin derdinden yanar ağlarım
Kime arzedeyim garip halimi
Ellerin yanında görür ağlarım 
Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz
Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez
Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez
Yüzümü yerlere sürer ağlarım 
Yine düşt'ayrılık vücut şehrine
Yürek mi dayanır dilber cevrine
Sürülünce insan mahşer yerine
Hak'kın divanına durur ağlarım 
Kerem der bu firkatla yanarsam
Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem
Bu hasretle kıyamete kalırsam
Kefenim boynuma sarar ağlarım  
Aşık Kerem
:::BOŞKA İLE ADMİRA:::
Boşka ve Admira Yugoslavya parçalanmadan önce Saraybosna'
da yaşayan iki genç Admira Müslüman, Boşka ise Sırp bir aileden Ama ikisi de Saraybosnalı Çocuklukları aynı mahallede geçer Lise yıllarında bu iki genç birbirlerine aşık olup nişanlanırlar 1992 yılının ilkbaharında Boşka ve Admira evlilik planları yaparken Bosna'da savaş başlar
Bu tarihten itibaren bu iki insanın hayatlarına anlam kazandıran birçok şey savaşın acımasız ellerinde bir bir yok olup gider Önce Sırp ordusunun Bosna'yı talan edip masum ve savunmasız insanları toplama kamplarında katletmelerini seyrederler Sonra birlikte büyüdükleri insanların birbirlerine düşman oluşuna, oynadıkları sokakların, yaşadıkları evlerin yıkılışına şahit olurlar Bütün bu karmaşanın içinde Boşka ve Admira'nın sarılıp tutundukları iki şey vardır: birbirlerine olan sevgileri, ve Saraybosna'ya tutkunlukları
Birçok Saraybosnalı gibi Boşka ve Admira da hazırlıksız ve savunmasız yakalanırlar Sırp kuşatmasına Yine de şehri terketmezler Bu arada Boşka'nın birçok arkadaşı Saraybosna'yı çevreleyen Sırp çetelerine katılırlar ve Boşka'nın da katılması için baskıda bulunurlar Boşka her seferinde reddeder
Admira ile birlikte Saraybosna'da kalıp şehirdeki yaşlı ve düşkünlere yardım ederler Onlar için yiyecek kuyruklarında beklerler Kışın evlerine odun taşırlar Kuşatma çemberi gün geçtikçe daha da daralır Yaşam daha da zorlaşır Bunun üzerine yaşadıkları yeri terkedip, şehrin merkezine yerleşirler Bu arada Boşka'nin ailesi Sırbistan'a göçer
Boşka ve Admira'nın Saraybosna'da verdikleri yaşam mücadelesi iki yıl sürer Bu arada evlenirler de 1994 ilkbaharında Sırbistan'a, Boşka'nin ailesinin yanına gitmeye karar verirler Saraybosna'nın giriş-çıkışlarını tutan Sırp askerlerinden ve şehri savunan direniş gruplarından izin alırlar
Geçiş günü gelir Boşka ve Admira, önce Admira'nın ailesini ziyaret edip onlarla vedalaşırlar Sonra askerlerin onlara söylediği geçis noktasına doğru yürürler İkisi elele kilit noktasındaki köprüyü geçerler Köprüden sonra bir iki adım attıkları sırada birkaç el silah sesi duyulur Boşka ve Admira yere düşerler
O anda mı ölürler, yoksa daha sonra mı bilinmez Fakat, ölümde bile rahat bırakmaz savaş Boşka ile Admira'yı Kimse yanaşamaz yanlarına on gün boyunca Ailelerin girişimleri sonuçsuz kalır Ne şehri savunan direniş grupları ne de Sırp askerleri kimseyi yaklaştırmazlar yanlarına Boşka ve Admira kurtlara, köpeklere yem olurlar Olay büyür, televizyona, gazetelere yansır On gün sonra Boşka ve Admira'dan geriye kalanlar, aileler tarafından alınıp gömülür Kurşunlari hangi tarafın ateşlediği bulunamaz İki taraf da birbirlerini suçlarlar 
:::TAHİR İLE ZÜHRE:::
Padişah kızı Zühre ile Vezir oğlu Tahir'in ölümle biten aşk serüvenini anlatan bir Türk halk hikayesidir Sevgililerin birleşmesini Zühre'nin annesi var gücüyle engelller Sürgüne gönderilen Tahir sevgilisi başkasıyla evlendirileceği sırada gizlice döner Ama delikanlı öldürülür Tahirin öldürüldüğünü duyan Zühre'de kendini öldürür
Tahir ile Zühre'nin Karagöz oyununda anlatılışı da şöyle :
Zühre’nin babası Hacıvat’a bir kahya aradığını söyler, Hacıvat da Karagöz’ün bu işi yapabileceğini söyler Karagöz eve kahya olarak girer Tahir ile Zühre birbirlerini çok sevmektedirler Zühre’nin babasının yanında kahya olan Tahir’in babası ölürken Tahir ile Zühre’nin evlenmelerini vasiyet etmiştir Zühre’nin babası da evlenmelerini istemektedir Tahir ile Zühre’yi yanına çağırarak bu fikrini onlara da söyler Karısının da onayını almak için durumu ona da anlatır Bu fikri kabul etmeyen Zühre’nin üvey annesi sonradan kabullenmiş gibi görünür Odasına gittikten sonra Karagöz’ü odasına çağırarak Tahir’i kendisinin sevdiğini söyler
Zühre ile evlenmesine engel olması için kocasına büyü yaptırır, Karagöz’e para vererek büyüyü kocasının sarığının içine koymasını ister Karagöz, Zühre’nin babası uyurken büyüyü sarığının içine koyar Zühre’nin babası uyandığında evlenme işinden vazgeçtiğini söyler Tahir bu sevdadan vazgeçmeyeceğini söyleyince Zühre’nin babası seymenleri çağırarak Tahir’i Mardin’e sürgüne gönderir Bir süre sonra Tahir kaçıp geri gelir ve Karagöz’e bu işi düzeltmesi için yalvarır Karagöz bir punduna getirip Zühre’nin babasının sarığından büyüyü çıkarır Birden kendine gelen Zühre’nin babası kızını Tahir’e vereceğini söyler Olan biteni Zühre’nin babasına anlatan Karagöz iki sevgilinin kavuşmasını sağlar 
:::ARZU İLE KANBER:::
Birbirlerini kardeş sanarak büyüyen iki gencin asklarini anlatan ve 17 yüzyilda ortaya çiktigi sanilan Türk halk öyküsü Konusu söyledir: Bir kervan, yolda eskiya baskinina ugrar Baskindan yalniz küçük bir erkek çocugu sag olarak kurtulur Bir aile tarafindan evlatlik olarak alinan çocuga Kanber adi verilir Bir süre sonra bu ailenin bir kiz çocugu olur, adini Arzu koyarlar Iki çocuk birbirlerini kardeş sanarak büyürler Bir süre sonra aralarında ilgi veyakınlık başlar Kardeş olmadiklarını ögrenince de evlenmek isterler Arzu"nun annesi bu evlilige karsi çıkar ve kızını zengin bir tüccarla evlendirir Ama adam kisa bir süre sonra ölür Arzu ile kanber evlenmek için yeniden uığrasırlarsa da, anne engel olur Asıklar bir rastlantı sonucu birbirlerini bulurlar Kavusmanin heyecaniyla ikisi de bayilir Sürekli olarak kızını izleyen kötü yürekli anne onlari gene ayırmak ister, ama gençlerin çevresi su ile kaplandigindan yanlarina ulasamaz Az sonra iki sevgilinin gögüslerinden birer güvercin çikarak uçar ve böylece ikisi de orada can verirler 
:::SEVGİLİLER GÜNÜN HİKAYESİ:::
Aziz Valentine'ın öyküsü III Yüzyıl'dan gelir O dönemde Roma tahtında İmparator II Claudius vardı, "Zalim" adıyla tanımlanan Claudius aşırı savaş ve askerlik tutkunuydu, her yetişmiş erkeğin muhakkak asker olmasını istiyor ve kimseye göz açtırmıyordu
EVLİLİĞİ YASAKLADI
Öylesine ileri gitmişti ki, askerliğe engel oluyor düşüncesiyle evlenmeyi dahi yasakladı Gençler şaşkındı, kimse sevdiği ile beraber olamıyor, Roma kenti sayısı gittikçe artan ve uzak ülkelerde ölen sevgililerinin ardından ağlayan kadınlar ve kızlarla dolmuştu Kısacası aşk yasaklanmıştı Bu sıralarda İmparator tüm Romalılar'ın 12 tanrıya tapmalarını aksi şekilde davrananların ve özellikle de Hıristiyanlar'la ilişkiye girenlerin ölümle cezalandırılacaklarını emretti
Bu emre uymayanların arasında Aziz olarak kabul edilen filozof Valentinus'da vardı, gezerek dinsel vaazlar veriyor ve İmparator'un hatalı olduğunu anlatıyordu Sonunda yakalandı ve hapse atıldı Valentinus'un hapiste olduğu günlerde yaşananlar efsaneye dönüşerek günümüze kadar ulaşmıştır
GÜZEL JULİA VALENTİNUS'A GİDER
Hapishaneyi korumakla görevli gardiyanın kızkardeşi Julia'nın gözleri doğuştan görmemektedir, gardiyan Valentinus'un anlattığı İsa ilgili öykülerin arasında körlerin gözlerinin açıldığını öğrenince, kardeşini gizlice Valentinus'un yanına getirir Julia çok güzel ve zeki bir kızdır Günlerce beraber olurlar, Valentinus ona Roma tarihini, doğanın yapısını, aritmetiği ve Tanrı'ya yönelmeyi öğretir Julia, dünyayı Valentinus'un anlattıklarıyla görür, onun bilgeliği ile aydınlanır, güçlenir ve teselli bulur
Bir gün sorar;
- "Valentinus, Tanrı gerçekten dualarımızı duyar mı?"
Aziz gülümser;
- "Evet, herbirini "
Julia;
- "Her sabah ve her gece ne için dua ettiğimi biliyormusun? Görebilmek için dua ediyorum, senin bana anlattıklarını görmeyi çok istiyorum ",
Valentinus;
- "Tanrı bizim için en iyi olanı yapar, yeter ki buna inanalım "
Julia, yere diz çöker ve;
- "Böylesine inanmak istiyorum, yardım et "
Beraberce duaya başlarlar Birden hücrenin içersi altın renkli bir ışıkla aydınlanır ve Julia haykırır;
- "Valentinus, görüyorum, görüyorum "
14 ŞUBAT'TA ÖLDÜRÜLÜR
Valentinus duaya devam etmesini söyler Ertesi gün Valentinus'un ölüm emri gelir, Aziz Julia'ya son bir not yazar, Tanrı'ya hep yakın olmasını öğütler ve notun altını "Senin Valentine'ından" diye imzalar Mektup, ertesi gün Julia'ya ulaşır, o günün tarihi 14 Şubat 270'dir Valentinus, sonradan Papa I Julius tarafından "Porta Valentini" adı verilen bir kemer kapısının altına gömülür (Şimdi orada yani Roma'da Praxedes Kilisesi vardır )
Julia, mezarın yanına pembe çiçekler açan bir badem ağacı diker Günümüzde sevginin ve dostluğun simgesinin badem ağacı olması buradan kaynaklanır
GENÇLERİN İLK CİNSEL DENEYİMİ
İşin aslına bakılırsa, 15 Şubat tarihi Roma tanrıçalarından Februata Juno adına yapılan kutsama töreninin günüdür; birbirleriyle ilk kez cinsel ilişkiye girecek gençlerin adlarının yazıldığı parşömenler, o gün tanrıçaya sunulurdu Papalık daha sonra yasaklanan bu geleneğin yerine, azizlerin adlarının yazılı olduğu listeleri sergilemeye başladı
Biz yine Roma'ya dönelim 15 Şubat'ta kutlanan gençlerin aşk festivalinin özgün adı Lupercalia'dır, geleneksel olarak hediyeler verilirdi Kuşların çiftleşme döneminin başlangıcı kabul edilen Şubat ayı döneminde, gençler de onları örnek alarak eşleşirlerdi Hıristiyanlığın güçlenmesinden sonra, Pagan inançları yasaklandı veya yerlerine Hıristiyan versiyonlar getirilmeye başlandı Aziz Valentine Hıristiyanlığın simgesi olan sevgi ve evlilik kuramı ile kişiselleştirildi, onun Lupercalia Festivali'nin arifesinde öldürülmüş olması iyi bir raslantıydı, böylece Roma'nın bereketlilik ve döllenme kutsamalarıyla, Hıristiyanlığın evlilik ve çoğalma ilkesi bütünleştirilmiş oldu Amaca ulaşılmıştı
Günümüzdeki yorumuyla "St Valentine" yani Sevgililer Günü, Roma'daki gibi sevenlerin birbirlerine sevgilerini Valentinus'un son mesajında olduğu gibi küçük kartlar ve hediyelerle sunmaları şeklinde kutlanmaktadır Aslında kökende yine birleşme, bütünleşme ve çoğalma güdüsü yani bereketlilik vardır Aynı zamanda da, Tanrısal aşkla, dünyasal aşkın birleştiği yer, Julia'nın öyküsünde olduğu gibi birleştirilir Ama ilginçtir ki, aşkı yasaklayan bir despotun binlerce yıllık anısı, Kozmik Şakacı'nın oyunuyla artık aşk yüzünden akla gelmektedir  
:::OMEGA SAAT EFSANESİ:::
Bi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş Yardım amacıyla kenara yanaşmış Ama istepne de patlakmış maalesef Adam, "Bu saatte bunu tamir etmek imkansız İyisi mi ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız" demiş Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş Ev, bi apartmanın 7 katında, hoş bi daireymiş İstepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp, aynanın önüne koymuş Kızlardan birinin, "Kahve hazır" diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş Kızların sohbeti çok keyifliymiş Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş, "İyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur" diye düşünmüş Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış Tamirci duyduklarına inanamamış, "Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim" demiş Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne götürmüş Adam çok meraklanmış tabii Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler Mühürü açıp içeri girmişler Adam doğruca banyoya gitmiş OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş 
:::YILAN HİKAYESİ:::
Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş Yemekten sonra sakallı ihtiyar
"Galiba sizin meyveniz yok" demiş
Padişah hemen atılmış,
"Her meyveden var, ne istersiniz?" demiş
"Yok," demiş ihtiyar, "onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum "
Padişahla karısının gözleri dolmuş,
"Çok istedik, ama olmadı" demişler
"Peki" demiş ihtiyar, "ben size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var Baharın yaza bağlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, 'hayırlısı neyse olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız "
Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler Padişahın karısı,
"Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver" demiş
O gece padişahın karısı hamile kalmış Aradan dokuz ay geçmiş Doğum vakti gelmiş Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş Kentte babasıyla ve üveyannesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş Bunu duyan kötü kalpli üveyanne, saraya gidip
"Benim bir üvey kızım var Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur" demiş
Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş:
"Anneciğim ben ne yapacağım, hiç bir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar Benim de kellemi kesecekler "
Tam o sırada ak sakallı bir ihtiyar peydah olmuş mezarın yanında,
"Ağlama kızım" demiş, "ben sana ne yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın " Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış "Sultan benim dediklerimi tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak "
:::MARTILAR NEDEN DENİZİN ÜZERİNDE UÇARLAR:::
Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış Prenses dünyalar güzeli bir kızmış Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında  Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler  Tabii ki  Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş
İŞTE HİKAYEMİZ DE ZATEN BURADA BAŞLIYOR
Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş  Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış  Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar  Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki  Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek Tabii korkulduğu gibi olmamış  Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar  Fakat bir türlü bulamamışlar Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış  Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış  Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş Ve malesef kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar 
İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getiriceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar
:::YAVUZ İLE EYLEM:::
vaktiyle büyük kentin birinde varoş bir mahalede yaşayan geçimini marangozlukla yapan bir delikanlı varmış  ekmegini ahşaptan çıkarmayı severmiş , bu onun için hem iş hemde zevkmiş tabi delikanlı dedikya ilaki varmış bir sevdalısı onunda her delikanlı gibi   ama onun için sevda başka telden çalarmış  onun aşkı kendisini bile aşmış   sevmiş ,ölümüne sevmiş hemde   sevdigininde ondan eksik yanı yokmuş hani, inanılması güç ama üç kelimesinden biri sürekli yavuz ' muş  bu aşk çocuklukta başlamış daha yaşları yedi  buna yüce yaradanın yazgısımı diyelim yoksa , Allahın onlara o yaşta bıraktıgı bir lu tufmu  evet onlar yedi lerinde tanıştılar aşkla , sevdayla   o yaşlarda aşk acısı çekmek zor olmasa gerek malum daha yaş yedi ama" aşk her yaşta aşktır" deyimi olmassa daha bir gözel olurduya   
artık yavuz 'la eylem büyümüş olgunluk çaglarına erişmişlerdi , hayatı tos pembe görmedikleri gibi dahada bir sevdalarına sarılmışlardı   onlar için aşk , aşk degildi , hayattı , nefesti , benlikti  uzun lafın kısası aşk aşktan çıkmıştı artık   
yavuz için sadece gözleri vardı eylemin bu hayatta yalan söylemeyen , derdini gizlemeyen   ama bir gün eylemin gözleri bir başka türlü gülümsüyordu  yavuz bunu anlamıştı ama anlamamazlıktan geliyordu   çünkü gözleri başka ,dili başka şeyler söylüyordu  belkide eylem gızana gelmiş unutmuştu sevdalarının çocukluktan beri başladıgını  evet eylem yalan söylüyordu "kaç gündür teyzemlerdeyim gelemedim yanına "diyordu o yalancı diller   ama gözlere laf yok ,gözler benligini koruyordu herzamanki gibi 
megerse mahalleye artık sık sık ugrayan zengin züppeler eyleme sarkıntılık yapıyorlarmış  laflar gaflar arda geliyormuş  işte bu şereften paylarını almayan insan müspetteleri bir gün sıkıştırmışlar eylemi bir kapı eşiginde agzını baglayıp götürmüşler tenha yere  ve eylemin ırzını namusunu kirletmekle kalmamışlar yavuza tehdit savurmuşlar eylem aracılıgla 
işte o dil böyle yalan söylüyordu  yavuza başından geçen hiç bir şeyi paylaşmamış  çünkü onun için namus , şeref , haysiyet kavramı vardı başından geçen bu igrençlikleri aşkına ihanet sayan eylem intihara kakışmak ister ama her defasında yüce yardanın engeline takılır  
artık bu yaşadıgı olay eylem için bir kırılma noktasıdır hayatında degil yavuzla konuşmak yüzüne bakmaya utanır olmuş artık  yavuz bu halinden çok rahatsız olmaya başlamış  bu hayattan güçüp gitmek isteyen eylemi kaç kere ölümün eşiginden kurtarmış   eylem başından geçen olayları deli aşıgına anlatmak istemiş çogu zaman ama az çok şeyi tahmin edebilen yavuz dinlemek istememiş kütü bir şey oldugunu biliyormuş , ama öyle bir sevdaymışki bunu bile sineye çekmeye hazırmış eylemle mesut olmak için  
yavuz un baskılarına dayanamayan eylem evlenmeye karar vermiş  başka şansı yokmuş çünkü , yavuzn çaresizligi gözlerinden okunuyormuş kimsenin anlatmamasına ragmen her şeyi anlamış gözlerinden eylemin  o kadarsevmiş eylemi dügün günü herkesin keyfi yerinde misafirler bir o yana bvir bu yana kendilerini savururken eylemden çıt çıkmıyordu  ama sineci yavuz yine sineye çekmişti olanları ve kalkıp oynamaya başladı  yavuzn zeybegide bir başka türlü çalıyordu hani   yavuzn gözel oyununa dayanamayan eylemde kalkıp yavula karşılıklı oynamaya başladı koskocaman alanda ikisi tek başınaydı  her kes onları seyrediyordu biliyorlardı aşklarını misafirler çıktılarmı meydana aşka hürmette bırakırlardı oyunu 
ama ölüm denilen o kaypak türkü onları dügünde yakaladı  onların sevdasını hazmedemeyen o zengin züppeler dügünü basmaktan utanmamışlardı  çapraz ateşe tuttular hiç bir şey demeden iki aşıgı  kurşunlar havada uçuşuyor iki sevdalı kan revan içinde birbirine sarılıyorlardı
eylem o gün hayata gözlerini yumdu  yavuz dört kurşun bedenine almasına rahmen hayatta kaldı ölmedi onun şimdi yaşaması için tek bir neden vardı artık  
|