Prof. Dr. Sinsi
|
Söz Orucu..
Söz Orucu 

‘Evinsiz darı gibi…’ derdi babaannem
Lüzumsuz ve boş konuşana; çok konuşup da hiçbir şey söylemeyene
Görünüşte darıdır, ama boştur içi…
Ondan öğrendiğim onlarca deyimden biriydi bu
Böyle bir evde büyüdüm ben
Çiğlik yapana ‘yontulmadık’ denilen, yine babaannemin deyişiyle ‘zevzeklik’ etmenin hoş görülmediği bir evde
Susmak, olup biteni ve hayatı ‘dinlemek’ti bize öğretilen
Ve orada insanlar gözleriyle konuşurdu…
O kadar azdı ki kelimeleri, belki de ihtiyaçları yoktu Ama ne de güzel anlaşırlardı! Yaşamayan bilmez susarak konuşmanın lezzetini
Sonra anladım ki kelimeleri olur olmaz sarf etmemek, eskitmemek gerek
Söyleyince bir ateş gibi çıkmalı ağzından
Varıp bir gönlü imar etmeli
Bir savaşı bitirmeli Yunus’un dediği gibi
Susmanın erdem olduğu zamanlar vardı
Allah dostları ‘kıllet-i kelam‘ derlerdi buna…
Az yer, az uyur ve az konuşurlardı
Kâmil insanın vasıflarından biriydi az konuşmak
Sözlerin boşlukta yitip gitmediğini düşünürdü onlar
Her harfin kaydı tutuluyordu ve hesabı verilecekti
Söz, altın ve gümüş soyundan sayılırdı
Değerliydi, boşa sarf edilmezdi ve söylenecekse mücevher rengiyle renklenmeliydi
Söylediklerinde de şiir oluyordu sözleri Şiir, susmaktan doğup geliyordu
Geçende bir dostla konuşuyorduk
‘Söz orucuna girdim‘ dedi
Şaşırdım
Nasıl bir şeydi bu?
Bir meziyet gibi anlaşılsın istemediğinden, sıkılarak anlattı “Çekiliyorum eve, dedi Bir gün hiçbir kelam etmiyorum Dua ediyorum, okuyorum Kendimi ve kainatı dinliyorum…”
Muhteşem bir huzur duyduğunu, bildiğimiz oruç nasıl insanın bedenini rahatlatıyor, sağlıklı kılıyorsa, söz orucunun da ruhu dirilttiğini anlatıyor
Üzerimize yapışmış bunca söz, bunca dedikodu, bunca gıybet kirinden başka nasıl arınabiliriz ki!
Biliyorum, bizim dinimizde böyle bir ibadet yok; ama o gün bugündür, ‘söz orucu‘ ile düşüp kalkıyorum
Herkesin, ama herkesin ölesiye konuşmak, konuşmak, konuşmak istediği;
ama konuşmaların içinin bütün bütün ‘evinsizleştiği’ bir zamanda,
Hz Meryem’e öykünüp söz orucuna girmek ne soylu bir eylem!
Hazreti Meryem, mazhar olduğu mucize kendini belli etmeye başladığında, insanlara ne diyeceğini, durumu onlara nasıl izah edeceğini bilememenin kederini yaşıyordu
Çare olarak yerini terk etti
Şehir dışında sakin bir dağ eteğine yerleşti
Doğum sancıları arttığında Ruh ona, “Sakın üzülme!” dedi, “Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi Haydi hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün
Artık ye, iç, gözün aydın olsun!
Eğer herhangi bir insana rastlarsan, ‘Ben Rahman’a konuşmama orucu adamıştım; de, o yüzden bugün hiç kimseyle konuşmayacağım ‘
Daha sonra Meryem çocuğu kucağına alıp akrabalarına getirdi
Etrafındakiler şaşkın bir şekilde ona ve kucağındaki çocuğa baktılar
Bunun nasıl olduğunu, ailesinde iffetsiz bir kimse olmamasına rağmen Meryem’in nasıl böyle bir şey yapabildiğini sordular Hz Meryem “Bana değil, çocuğa sorun” dercesine çocuğu gösterdi
“Nasıl olur da beşikteki bebekle konuşuruz?” dediler
Derken bebek, “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber olarak görevlendirdi ” dedi (Meryem Suresi 22-33 arası ayetler)
Sözün büyüsüne inananlar, bu azgın çağda ‘Yedi Uyurlar‘ gibi mağaralara çekilecek, Hz Meryem gibi söz oruçlarına girecek ve Hz Peygamber’in huzurunda bir bedevinin hakaretleri karşısında sükut eden Hz Ebubekir gibi susacak…
Susacak ki onun yerine melekler konuşacak
Yahut Beckett gibi susmayı bir sanata dönüştürecek
O Beckett ki, 1969 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nün kendisine verildiğini duyduğunda, hiçbir tepki göstermemiş, tek kelime söylememişti
Çünkü Charles Juliet’nin dediği gibi,
“Görünmezi görenlere özgü bir bakışı var“dı onun, “Teselli edilemeyen Beckett“tı o
Ah, şimdi yalnız kahvelerde, kadınların beş çaylarında değil, ‘edebiyat sohbetleri‘nde, sanat mahfillerinde ve dinî sohbetler için toplanılan mekânlarda bile diz boyu ‘evinsiz söz‘, gıybet, dedikodu!
Söz’ün onuru ve hatırı için susmak gerek      
Söz orucuna girmek…
Evet, Hz Meryem’inki gibi bir yürek ister,
Hz Ebubekir’inki gibi bir sabır
Ya da Beckett gibi kendi başına bir dünya olmak…
Ali Çolak
|