Prof. Dr. Sinsi
|
Peygamberimizin Dilinden 40 Sual - 40 Cevap
22
YIRMI IKINCI SÜAL
-Ya Muhammed! bize Musa ile fravunun helakindan haber ver Ve o yerden ki, günesin nuru
ona bir kere erismistir Ta kiyamet kadada bir daha erisecek degildir,dediler
Hazret-i Fahri- kainat efendimiz cevap verdi;
-Sizin sordugunuz o yer, tur denizinin dibidir Hikayesi de söyledir; Musa Peygamber kavmi Israil ogullari ile Fravundan kacip gidiyorlardi Firavun onlari kovaliyordu Firavunun o gün 100 alay askeri vardi Savaş aleti gayet kuvvetliydi Süvarileri tazi gibi kosnatlara binmis boyunlarina altun tokalar asmislardi Bu tokalarin ve süvarilerin ihtişamindan,bakanlarin gözleri kamaşirdi
Musa Peygamber kendi kavmi ile deniz kenarina geldi Durduğu zaman Firavunun askerlerinin ve süvarilerinin etrafa saçtiklari işiklarini gördü ve onlarin geldiklerini anladi Musa (a s)`in kavmi;
- Ya Musa! Fravunun askerleri geliyo diye seslendiler Musa(a s) onlara cevap verdiler
-Korkmayin! Rahmeti ve lütfu cok olan Hak Teala,sizi ve beni koruyacaktir Lakin Israil ogullari icinde Yuşa bin Nun adinda bir Peygamber Zade(oglu)vardi Halk Yuşa bin Nun`un yanina giderek tezarru ettiler O da Musa Peygamberin yanina geldi Onun ayaklarina kapanarak dediki;
-Ya Rasülalallah! Hak Tealaya ,bu kavmi Firavunun askerinin şerrinden korumasi icin dua eyle
Musa Peygamber oturup,dua etti Hak Tealadan emri-ilahi geldi
-Ya Musa! Elindeki asa ile denizin 12 yerine vur
Musa (a s) kalkip denizin 12 ayri yerine vurdu
Allahin izniyle deniz tam 12 parca oldu Daglar gibi birbiri üzerine yiğilip 12 yol oldu Işte o zaman
günesin işiği denizin dibine erişti Musa(a s) kavmi de,12 bölük olduğu halde,her biri bir yoldan gitmeye basladilar
Fakat giderken dediler ki;
-Ya Musa! Her birimiz ayri ayri yollardan gittigimiz icin birbirimizden haberimiz yoktur Dua et`de birbirimizden haberdar olalim Musa (a s) dua eyldi, ve Hak Tealadan söyle bir hitab-i izzet geldi
-Ya Musa ! Elindeki asa ile,iki tarafina isaret et Allahin emri ile,iki bölükleri birbirinden ayiran
sular acildi Her bölük birbirini görüp konusmaya basladi Böylece birbirinin hallerinden haberdar olarak, sağ salim denizden ciktilar
Bunlarin arkasindan denize yetişen Firavun ve askerleri,daglar gibi yigilmis olan sulari arasindaki yollari ördüler Bunun üzerine Firavun askerlerine döndü ve;
-Bakin görün ki,benim heybetimden sular daglar gibi olmus,ta ki, kacan kullarimi tutmak icin bana ve benim askerlerime yollar acilmistir,dedi Yüksek bir sesle; "Ve ene rabbükümül`ala" dedi Firavunun sesini isiten askerler,onun karsisinda secde ettiler ondan sonra Firavunun kalbine korku düstü, ve geri dönmeyi düşündü
Fakat genç bir kısrağa binmiş olan Cebrail (a s) hemen yetişti
Firavun ise bir aygira binmis bulunuyordu Kisrağin kokusunu alan aygir onun ardina
düstü Firavun bütün çaba ve gayretine ragmen atini geri geri döndüremedi Onun denize
girdigini gören askerler de atilarini denize sürdü Fakat bazilari korktularsada melekler çavuş olup onlarin atlarini da zorla denize sürdüler Böylece Firavun ve bütün askerlerinin denize girdigini gören Musa asasi ile denize vurmak istedi Hak Teala`dan nida geldi;
-Ya Musa ! Rahat ol Hemen seyret
Daha sonra Hak teala`nin emriyle deniz harekete geldi birer dag gibi yigilmis olan sular,
birbirine kavustu Böylece Firavun ile bütün askeri,denizin dibinde helak oldular
Cenab-i Hak Kuran-i Keriminde;
"Ve denizi hali üere sakin birak Cünkü onlar,bogulmus olan bir ordudur" (Duhan 24) buyuruyor
Ondan sonra sert bir ses isitildi Bu sesi isiten Musa(a s)kavmi cok korktu, Bu sesin ne
oldugunu Musa(a s)ma sordular Musa (a s) söyle cevap verdi;
-Korkmayin!Bu Cebrailin sesidir Hak Teala`nin emriyle Firavunu ve askerlerini helak eyledi
Iste günesin nurunun bir kerre eristigi,kiyamete kadar da bir daha erismeyecegi bir yer burasidir
23
YIRMI ÜCÜNCÜ SÜAL
-Ya Muhammed!Isa (a s)min sofrasindan haber ver Maide-i Isa(isanin sofrasi) nedir?
Kimler yedi,yemiyenler neoldu?,dediler Hazret-i Kainat cevap verdi;
-Isa Peygamber,kavmine kirk gün oruc tutmalarini emir buyurmustur Bu insanlar,ayni zaman
da cok fakir insanlardi Iclerinden zengin olanlari bu orucu kabül etmediler ve dediler ki;
-Ya İsa!Bize bir mucize göster ki,senin peygamber olduguna inanalim,itikat edip sana
itaat edelim
Isa (a s);
-Ne istiyorsunuz?,dedi
Bize gökten yemek insin,Türlü türlü yemeklerle dolu bir sofra Hepimiz o sofradan yiyelim,
fakat o sofra eksilmesin oldugu gibi kalip o sofra geri göge gitsin Her yemek vakti yine insin,dediler
Rabbimiz Kelam-i Kadiminde;
“Dediler ki;Biz istiyoruz ki,ondan yiyelim ve kalblerimiz mutmain olsun ve senin bize dogru
söyledigini bilelim ve biz onun üzerine sahidlerden olalim ” (Maide 113) buyuruyor
Isa Peygamber , ayak üzerine durup namaz kildi Ondan sonra ellerini acarak bu duayi okudu; ”Rabbena enzil aleyna maideten iessemai tekunu lena iyden lievvelina ve ahirina ve ayeten minke verzukna ve ente hayrurrazikin "
Isa Peygamber duasini yeni tamamlamisti ki, hak tealadan nida geldi :
-Ya Isa ! Bu sofrayi - maideyi - gönderdigim zaman kabul etmeyip de yemezlerse, onlara azap edecegim Isa peygamber, Hak Tealanin bu emrini ve azabini onlara bildirdi Onlarbunu kabul
ettiler,hemen sonra gökten sofranin inmeye basladiggini gördüler Üzeri örtülü sofra yere indi Sofra yere indikten sonra Isa peygamber ellerini kaldirdi,sükür duasi etti
"Allahümmec'alna rahmeten vela tec'alna azaben "
Sonra orada bulunanlara dönerek:
- Ihtiyar bir kimse gelsin ve bu sofranin yüzünü acsin, dedi
Orada bulunanlar:
- Bu senden baska kimsenin isi degildir, diye cevap verdiler
Bunun üzerine bizzat kendisi " Bismillahirrahmanirrahim" diyerek o sofranin yüzünü acti Hep beraber icrisine baktilar Kizarmis bir balik ve bes bildircin,bir bardak sirke, bir bardak zeytin ve cesitli sebze ve etin konulmus oldugunu gördüler
Isa peygamber:
- Bismillah Gelin bu yemeklerden yiyin, dedi Onlar da söyle cevap verdiler:
- Ya Isa! Bir mucize daha göster ki itikatimiz tam olsun
Isa peygamber baliga döndü ve :
- Ey balik! Allah'in izni ile diril, dedi
O balik derhal dirildi Bunun üzerine orada bulunanlar sofranin yanindan kactilar
Isa Peygamber hiddetlenerek onlara söyle seslendi:
- Bu ne arzudur ki istediginiz sofra geldi Nicin yemezsiniz?
- Biz gökten inen yemegi yemeyiz, diye cevap verdiler
Isa Peygamber:
- Ey devletsizler! Bu yemek sizin nasibiniz degil Hak Teala'nin saadetli kullarinin nasibidir,
dedikten sonra nida ettirdi ve dervisler, hastalar,körler,kötürümler türlü derde müptela olanlari cagirip bu yemekten yemelerini istedi O yemektenyiyen dervisler zengin oldu,hastalar sifa buldu O gün o sofradan 1200 kisi yedigi halde,zerre miktari eksilmedi Daha sonra semadan nasil indi ise,ayni sekilde kalkip göge gitti Ertesi gün ayni sekilde ayni vakit yine indi Zenginler o yemekten yemek istediler Fakat Isa Peygamber onlara:
- Sabredin ! Bu gün de dervisler yesin Yarin nöbet sizin olsun Bu günden sonra Allah nasip
ederse bir gün sizin ve bir gün dervislerin olsun, dedi O gün fakirler,hastalar yedi Zerre miktari eksilmedi, geri kalkti Ertesi gün zenginlerin sirasi idi Semadan sofra inmedi Sira dervislere gelince inmeye,zenginlerin nöbetinde inmemeye basladi Dervisler icin kirk gün indi Onlar bunun dahi sihirbazlik oldugunu söylediler hak Teala'dan hitab-i izze geldi:
- Ya Isa! Bu kavme azap gönderecegim
Bunun üzerine Isa Peygamber kendi kavmini topladi ve onlara:
- Bu kavme azap gelecektir Bu gece ibadetle mesgul olun, yatip uyumayin, dedi
Cenab-i Hak Kitab-i Kerim'inde söyle buyuruyor:
" Eger onlari muazzep kilarsan süphe yok ki, onlar senin kullarindir Ve eger onlari yarligarsan yine süphesiz ki, aziz olan, hakim olan ancak sensin " ( Maide s 118 )
Isa Peygambere tabi olan 300 kisi vardi Isa Peygamber bunlarin hepsine de haber göndererek,
o gece ibadetle mesgul olmalarini bildirdi Onlar da o gece ibadetle mesgul oldular O kavimden olup da Isa Peygambere sihirbaz diyenler, o gece yatip uyudular Fakat sabahleyin gördüler ki, Hak Teala'nin emri ile kimi maymun, kimidomuz olmus Her biri kendi evi etrafinda geziniyorlar Evlerine girmek isteseler, hanimlari ve cocuklari feryad ederek kacarlardi olamadiklarindan baslari ile "Evet" diye isaret ederlerdi Yedi gün halk arasinda gezdiler Sekizinci gün baslarini alip daglara ve yabanci yerlere gittiler Iste hak sözü isitip kabul etmek, Allah'in emri olup, her kula vaciptir Hak Tealanin emrini kabul etmeyenler bu türlü azab`a müstehak olurlar "fa`tebru ya ülül Ebsar"
24
YIRMI DÖRDÜNCÜ SÜAL
Kafirler;
-Ya Muammed! Öldürüp yeniden dirilen peygamberlerden haber,dediler
Hazret-i Fahr-i Kainat (s a)cevap buyurdular;
-Öldürüln ve yeniden dirilen 3 peygamber verdi
Birincisi ;Yunus Peygamber
Ikincisi; Üzeyir Peygamber
Ücüncüsü;Cercis Peygamberdir
Ikisinin hikayeleri evvelce anlatilmistir
Ilyas Peygamberi hikayesi söyle anlatilir;
Ilyas Peygamberi kafirler öldürmeye geldikleri zaman, o kafirlerden kacdi Bir daga gizlenip ibadetle mesgul oldu o zaman da henüz süt emen bir cock vardi Cocugun adi yunus Annesinin adi Amine idi Peygamberler den iki peygamberin annelerinin adi meshurdur Bunlardan Yunusun annasi Amine,digeri de Isa peygamberin annesi Meryem dir Yünus Peygamberin annesi Amine, ogluna alti yil emek vermisti Amine Yunusun, üzüntüsüne dayanamayarak daglara gitti Orada ilyasi bulup ona hizmetetti Fakat yunus Peygamberin ayriligini da bir türlü unutamayip,gece gündüz aglamaya devam etti Sonunda Ilyas Peygamber, bu muhterem kadina merhamet ederek bir gün bir gece Hak Tealaya Dua bereketiyle Hak Teala Yunus Peygambere yeniden hayat verdi "Ve inne Yunuse leminel mürselin"
Iste hikayesi mesur olan Yunus Peygamber, bundan sonra daha cok ömür sürmüstür
25
YlRMİBEŞİNCİ SUAL
Müşrikler:
"—Yâ Muhammed! Şimdi de bize Tanrılık dâvasında bulunarak Cennet yapanın kim olduğunu haber ver, dediler
Hazret-i Fahr-i Kâinat cevap buyurdular ki:
Dünyada Tanrılık dâvasında bulunanlar dört kimsedir Bunların biri Nemrud Aleyhillâne, ikincisi Firavun Aleyhillâne, üçüncüsü Buhtu Nasır Aleyhillâne ve dördüncüsü de, Şeddâd bin Ad idi Bunların hikâyeleri meşhurdur Nemrud'un hikâyesi İbrahim Peygamber ile, Firavun'un Musa Peygamberi iledir Fakat Cennet beyân eden Şeddâd bin Ad idi
Ad'ın iki oğlu, babalarının rızası ile atalarının tahtına geçerek padişah oldular Lâkin her ikisi de zâlim ve sitemkar idiler Atalarının tahtına geçip oturduktan sonra hazinelerini actılar, bu paralar ile hadsiz hesapsız asker toplayıp yeryüzünde bulunan diğer padişahların şehirlerine ve hazinelerini gasbettiler Tâ maşrıktan mağribe (doğudan-batıya) kadar aldılar Sonra zâlim oğlundan biri öldü Bunun üzerine taht, mülk, hazine ve ordusu Şeddâd'a kaldı padişahlık onun oldu Kendisi gayet gururlu ve serkeş idi Hatta Allahlık dâvası dahi etmeye başladı
Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de:
''Sakın: Şüphe yok ki, insan elbette azar Kendisini ihtiyaçtan kurtulmuş görünce Muhakkak ki; dönüş, ancak Rabbinedir " (Alak Sûresi, âyet, 6-7-8)
Şeddâd, Tanrılık dâvası ettiği zaman, zamanının nebileri ve âlimleri kendisine dediler ki:
"—Yâ Şeddâd! Yerlerin ve göklerin Allah'ı vardır Nitekim Hak Teâlâ buyuruyor ki:
"Yuhyî ve yumid " (isterse diri kılar, isterse öldürür O, her şeye kadirdir )
Yine Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor
"Bütün mülk elinde —yedi kudretinde— olan, Allahü Teâlâ pek yücedir Ve o her şey üzerine hakkı ile kaadirdir O ki: Ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunuzu imtihan için ve O, bihakkın galiptir " (Mülk Sûresi, âyet 1)
Bunun üzerine Şeddâd Aleyhillâne şöyle cevap verdi:
'—O gök tanrısıdır, ben yer tanrısıyım Ben de öldürmeye ve diriltmeye kadirim " dedi
Daha sonra yüz kişi getirtti Bunların ellisini öldürdü, ellisini de azâd etti Peygamberler dediler ki:
'—Yâ Şeddâd! Hak Teâlâ kıyamet gününde itaatkar kullarının girip sefa etmeleri için, içinde türlü nimetler bulunan, dil ile tarif edilmesi mümkün olmayan Cennetler yarattı Nitekim Hak Teâlâ buyuruyor ki:
"Orada canların hoşlanacağı ve gözlerin lezzet alacağı şey¬ler vardır, ve siz orada ebediyyen kalıcılarsınız " (Zuhruf Sûresi, âyet 71)
Bundan başka yine âsi kullar için yani yarın kıyamet gününde senin gibi kâfirlere azab etmek için de Cehennemi yarattı "
Şeddâd:
"— O'nun hükmü gökte olan mahlûkatına, benim hükmüm ise yerde olan kullanmadır, eğer O, kıyamet gününde kullarına vadettiği şeyleri verecekse, ben de kullarıma Cenneti dünyada nasib ederim " dedi
Ondan sonra Hak Teâlâ'nın kemâl-i kudretinden yarattığı Cennet misali gibi, dünyada da Cennet yapılmasını emretti Ve hükümeti altında bulunan bütün vilayetlere adamlar göndererek bütün ustaları ve mimarları toplattı Bunların içinde bir tane gayet usta bir mimar vardı Onlara şöyle emretti:
'—Yeryüzünde eşi ve başka bir benzeri olmayacak şekilde havası güzel, suyu tatlı, eşsiz gül bahçeleri olan hoş bir mekân bulun Orada, Cennet misali bir şehristan inşa edin "
Ustalar etrafı aradılar, taradılar, bu sıfatları ihtiva eden bir yer bulamadılar Sonunda Şam yakınlarında havası hoş, suyu güzel münasip bir yer buldular Hemen Şeddâd'a haber verdiler Bu haberi işiten Şeddâd, yetmiş bin üstad ile yediyüz bin askere Cennetin yapılmasını emreyledi
Ustalar Cennetin yapılabilmesi için yüzbin kere yüzbin altun ve gümüş, elmas, yakut, zümrüt, inci, firuze, zeberced, mercan gibi türlü cevherlerden başka daha nice yüzb,in kere yüzbin yük gül yağı, yasemin yağı, zambak yağı, erguvan ve karanfil, nergis gibi hoş kokulu yağlar ile çeşitli mermerler ve harcını karıştırmak için de çeşitli gül suları gerektiğini söylediler
Şeddâd:
'—Dünya, kayıdsız şartsız yedi kudretimdedir Her ne yol ile olursa olsun cihanın bütün malını toplayın " diye emir verdikten sonra, adamları yeryüzündeki halkın malını toplamaya başladılar Hükmü altında olan yerlere haberler göndererek ne kadar altun ve gümüş, cevher varsa hepsini getirtti Hatta Rum'a vesair vilayetlere dahi adamlar ve ustalar gönderdi Bu kimseler deniz dibinde sedef, inci bırakmayıp çıkararak getirdiler Hindistan taraflarındaki elmas madenlerini zabtettiler Serhend, Çin ve Seylan'da olan yakut, zümrüt, züberced madenlerini de zabtedip bu madenlerdeki bütün mücevherleri getirdiler
Horasan'da bulunan inci, Hatan'da, Keşmir'de, Çin ve Maçin'de olan türlü renkde cevherler, karanfil, tarçın, zağferan ve bunlara benzer güzel baharatları da zaptettiler
Yeryüzündeki çeşitli mermerleri, somakileri işletip gönderdiler Ve dahi direklik için her yerde ve dağlarda olan ağaçları, servileri ve şimşirleri işleyip "Çeşitli yollar ile ekim ayının onuçüncü günü gönder!" dediler ki, zaman geçtikçe çürüyüp zayi olmasın
Şam, Yemen ve Şiraz memleketlerinde olan bağ ve bahçelere gül ağaçları dikildi, fırınlarda suyunu çıkarıp gül suları elde ederek nehirler gibi akıttılar
Hatay, Çin, Fersek, Rum ve Firengistan nakkaşlarının hepsini toplayarak gönderdiler Bütün bunlar tamamlandıktan son¬ra ustalar, yeryüzünde Allah'ın Cennetine benzer bir cennet yapmaya başladılar
Önce Şeddâd'a büyük bir hisar yaptılar Bu hisarın tam bin kapısı vardı Daha sonra bu hisarın içerisine saraylar, köşkler inşa ettiler Bütün bunların direklerini gümüşten, duvarlarını, pencerelerini, tavanlarını altundan yapıp harcını misk, anber ve gülsuyu ile yoğurdular Köşklerin her tarafını altunla süslediler Her birine altundan ve gümüşten merdivenler yaparak bu merdivenleri elmas, yakut, zümrüt ve incilerle süslediler Bu sarayları ûd, anber, misk ve bunlara benzer güzel kokuları gül suyu ile karıştırdılar Tâ ki o kokularla havası güzel olsun ve dimağlar kokulansın  
O sarayların önüne altun havuzlar ve içine de gümüş şadırvanlar yaptılar Havuzların içerisine türlü cevherlerden öyle balıklar yaptılar ki, güneşin nurundan o cevherlerin ışığı etrafı aydınlatırdı
Sarayın etrafına bağ ve bostanlar yaptılar O bağların ve bostanların zeminine de gümüşten ve altundan ağaçlar diktiler Ağaçların yapraklarını zümrüt ve zeberced, yemişlerini ise elmas, inci ve mercan, yakut yaptılar Bahçelere altundan ve gümüşten türlü renklerde güller, lâleler, karanfiller, nergisler, menekşeler, sünbül ve yaseminler, reyhan ve erguvanlar diktiler
Ağaçların üzerine altun ve gümüşten kuşlar yapıp bunları türlü mücevherlerle süslediler O kuşların içini boş bıraktılar Onlar hava ile temas ettiği vakit, her biri başka makamda sesler verirdi Bu kuşların sesini işitenler onlara hayran kalırlardı
O sarayların arasına geniş caddeler yaptılar Caddelerin iki yanından ırmaklar yürüttüler Her bir nehrin iki kenarına mermerlerden oturulacak yerler yaptılar Onların kenarına sofalar yaparak ikişer sıra serviler ve şamdanlar diktiler Irmakların kenarında ve o ağaçların gölgesinde oturanlara güneşin sıcaklığı dokunmazdı
Hâsılı öyle bir şekilde imar ettiler ki, diller söylemekten, kalemler yazmaktan âciz kalırdı Zira
Hak Teâlâ, o azameti Kelâm-ı Mecid'inde zikir etmiştir:
"Görmedin mi ki: Rabbin Ad'e nasıl yaptı? Direk sahibi olan İrem cemaatine Bir belde -ahalisi- ki: O beldenin bir misli beldeler arasında yaratılmamıştı " (Fecr Sûresi, âyet 6-8)
Hak Teâlâ'nın bu tarifine belki "Firdevs-i Sâni" demek caizdir
O şehrin adını "Şehristan" ve "İrem Bağları" koydular ve tam yüz yılda tamamlayabildiler Sonra
Şeddâd'a arzettiler:
'—Cennet bağı irem tamamlandı Artık emrinizdedir " dediler
Şeddâd,
"—İrem Bağının ortasına, benim için ham gümüşten bir hisar yapın O sarayda bir kasır ve o kasrın ortasında murassa cevherlerden bir köşk olsun O köşke de kızıl yakut ile zümrütten bir taht ve o tahtın köşelerinde altundan tavus ve Humalar olsun Onların gözlerini mercandan, incilerden; yeleklerini zümrüt ve inciden, yakuttan; ayaklarını zebercedden yapın İçlerini çeşitli kokularla doldurun ki, hava dokundukça nefesleri anber ile kokulansın O köşkün duvarlarına billurlar nakşedin ki, güneşin ziyası o billurlara vurunca onun ışığı ve hararetinden buhurdanlıklara ateş düşsün ve buhurların tütmesinden anberler koksun Benim şehrimin içine ve tahtımın etrafına altundan bin köşk yapıp cevherlerle süsleyin Kullarım ve yakınlarım, nedimelerim onlarda otursun Gümüşten bir ahır ve bakırdan onbin mutfak yapın Cennetimde olan kullarıma türlü türlü nefis yemekler pişsin " diye emreyledi
Şeddâd'ın bu söyledikleri yerine getirildi Emri üzerine bütün söyledikleri yapıldı, süslendi Ondan sonra yine emreyledi: Hotan, Habeş, Keşmir, Kıpçak, Türkistan, Çerkez, Rum, Mağrib, Arap ve Acem vilayetlerinden seçkin ve nadide ne kadar genç kız ve oğlan varsa cümlesi toplandı Ve bunlara ilim, mûsiki ile cenkler ve bunlara benzer her ne varsa tâlim ettirildi Tâ ki Cennetin Hurî ve Gılmanlan olmağa lâyık olsunlar Ondan sonra Şeddâd'a haber verdiler Şeddâd vezire ve beylerine emreyledi ki, münâdiler nida etsinler, halk toplanıp oraya gelsin
Yeryüzünün tanrısı ile Cennet bağı İrem'e varıp işret ve sefalar etmek için hazırlandılar Şeddâd hareket emrini verdi Şafakta davullar ve zurnalar çalındı, âlem velveleye düştü Şeddâd'ın taht-ı revanim iki fil üzerine bağlayarak yola koyuldular Şeddâd'ın başında bulunduğu kafile, hayalleri durduran o yalancı Cennette Huri ve Gılmanlar ile eğlenecek ve sefalar eyleyecekti Şeddâd, yüzbin asker ile İrem Bağına bir fersah yaklaştı Orada bir gece yatacaktı Sabahleyin de bu mesafeyi katetip İrem Bağına varacaklardı Fakat o gece Hak Teâlâ onların üzerine bir melek gönderdi ki, bir sayhada cümlesi helak oldu Ondan sonra Hak Teâla o makamı halkın gözünden düşürdü ki, tâ ki görüp kötülüğe düşmesinler
Müşrikler sordular:
'—Yâ Muhammed O makam hiç kimseye müyesser oldu mu?"
Hazret-i Fahr-i Kâinat cevap verdi:
"—Benden sonra benim ümmetimden, Abdullah isimli bir kimse gelecek ve o makamı görmek buna nasip olacak Onun nişanı şöyledir: Kırmızı yüzlü, çatık kaşlı, kısa boylu, yassı burunlu Yüzünde bir kara beni olacaktır Bu kimse o makama erişecek ve cevherlerden bir deve yükü alıp evine götürecektir Fakat âhir zamanda Hak Teâlâ, kulun gözünden perdeyi kaldıracak ve İREM'İ aşikâre görebilecekler?'
Böylece Şeddâd'ın hikâyesi anlatılmış oldu
26
YİRMİALTINCI SUAL
Âsiler:
"—Yâ Muhammedi Dâvud Peygamberin zamanında kendisine gelen sahifelerden haber ver " dediler
Hazret-i Fahr-i Kâinat buyurdu:
—Onun sebebi şu idi: Dâvud Peygamberin hatunu, kendisi ile bir şart etmişdi: Eğer hatundan Allah'ın izni ile bir oğlan çocuğu olursa, Dâvud memleketini ona verecekti O hatundan da bir oğlu oldu Adını Süleyman koydu ama, Dâvud Peygamberin Süleyman'dan başka dokuz oğlu daha vardı İşte bu sebebten müşkil durumda kalmıştı
Hak Tâlâ ona, Âdem Peygamberin Cennetten getirdiği mühürü ve ayrıca sahifeler göndererek vahy etti Ve Hak Teâlâ cümle mahlûkatı o mühüre musahhar kıldı O sahifelerde de meseleler vardı Cebrail Aleyhisselâm gelip Davud'a:
"—Oğullarından sual eyle Hangisi bu meselelerin cevabına kadir olursa, onu yerine geçirip mühürü ona teslim edesin Zira senin ecelin yakınlaşmıştır!' dedi
Bunun üzerine Dâvud Peygamber oğullarını topladı ve meseleleri onlara sordu Süleyman'dan başka hiç biri cevap veremedi Süleyman şu şekilde cevaplar verdi:
'—Birincisi: Âdem oğlunda noksan ve yaramaz olan nedir?"
'-Nefistir?'
'—İkincisi: O ne acıdır ki, dünyada ondan acı bir şey yoktur?"
Süleyman cevap verdi:
"Fakirliktir!'
'—Üçüncüsü: Ondan lezzetli olmayan, en şirin şey nedir?'
Süleyman cevap verdi:
"—Zenginliktir "
''—Dördüncüsü: ne yaramazdır ki, ondan yaramazı yoktur?"
Süleyman cevap verdi:
"-Kadındır:'
'—Beşincisi: Ademden uzak olduğu zaman insanı selâmete kavuşturan nedir?"
Süleyman cevap verdi:
'—Dünyadır "
"—Altıncısı: Dünyada göklerden yüksek ne vardır?"
Süleyman cevap verdi:
"—Adaletli sultandır "
"—Yedincisi: Dünyada taştan katı ne vardır?"
Süleyman cevap verdi:
"—Fakirliğe kanaat edenlerin kalbidir "
''—Sekizincisi: Dünyada ateşten daha yakıcı olan nedir?"
Süleyman cevap verdi:
'-Dünya hırsıdır "
"—Dokuzuncusu: Dünyada erkek mi, yoksa kadın mı çoktur?"
"Kadın çoktur Zira kadının emrinde olan erkekler dahi kadındır?'
"—Onuncusu: Dünyada ölü mü çoktur, diri mi"
Süleyman cevap verdi:
"—Ölü çoktur Zira diriler de öleceklerdir!'
'—Onbirincisi: Mamur yer mi çoktur, viran yer mi?"
"—Viran yerler Zira mamur yerler de viran olacaktır!'
İşte Süleyman Aleyhisselâm babasının suallerine böyle cevablar verdi Dâvud Aleyhisselâm da Hak Teâlâ'nın emri ile, emânet ve mülkünü Süleyman'a teslim etti
27
YİRMİYEDİNCİ SUAL
Müşrikler:
"—Yâ Muhammed! Süleyman Peygamberin kabrinden haber ver " dediler
Hazret-i Fahri- Kâinat buyurdu ki:
—Süleyman Peygamberin kabri hemen tahtı üzerindedir Aslı budur ki: Süleyman Peygamber Beytü'l-Mukaddes Mescidini yapmağa emreyledi Adı geçen mescid tamamlanmaya yakın olunca Süleyman Peygamber geldi, asasına dayanıp ustaları seyretmeye başladı İşte o zaman Hak Teâlâ Azrail'e:
'—Durduğu yerde Süleyman'ın ruhunu al  " diye emreyledi Azrail hemen o anda Süleyman'ın ruhunu aldı Fakat cesed yere düşmedi Cümle azaları, sanki hayatta imiş gibi, durup ustalara bakıyordu Hiç kimse Süleyman'ın dünyadan gittiğini bilmedi Periler, Âdemîler nice günler çalıştılar Sonunda bir ağaç kurdu, Süleymanın asasının içine girip onu yedi Âsâ da kırılıp yere düştü Bunun üzerine anladılar ki, Süleyman dünyadan göç etmiştir
Yedinci deryada bir cezire ve bu cezirede bir dağ ve bu dağda da bir mağara vardı Devler ve periler Süleyman Peygamberi tahtının üzerine koyduktan sonra, götürüp o mağaraya bıraktılar Şimdi oradadır
28
YlRMİSEKİZlNCİ SUAL
Müşrikler:
"—Yâ Muhammed! ölmeyip de semaya çıkan peygamberlerden haber ver  " dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz cevap buyurdular:
—Ölmeyip de semaya çıkan peygamberlerden birincisi Âdem Peygamberdir Hak Teâlâ Peygamberi yarattıktan sonra, onun için beyaz miskten bir de at yarattı Âdem Peygamber işte o at ile göklere çıkıp cennet'e girdi
ikincisi İdris Peygamber,
üçünücüsü İsa Peygamber,
dördünücüsü ben Muhammed (S A V ) ki, son peygamberim Mi'rac gecesi Hak Tâlâ Melâikeye emreyledi, beni götürüp Cenneti ve Cehennemi seyrettirdiler ve ondan sonra da yere indirdiler
Beşincisi Musa Peygamberin kardeşi Harun'dur Harun Peygamberin eceli yaklaştığı zaman, Hak Teâlâ Musa'ya Harun'u alıp filan sahraya gitmesini emretti Musa da Harun'u yanına alarak o yere gitti Orada ulu bir ağacın üzerinde, dünyada mevcut olan bütün yemişleri, o ağacın üzerinde gördüler Aynı zamanda o ağacın gölgesinde bir de taht gördüler
Harun:
"—Ey birader! Bir parça şu tahta yatayım " dedi
Hazret-i Musa:
'—Ne olacak, yat!" dedi Harun tahta çıktı ve yattı, işte o zaman Hak Teâlâ Azrail'e:
"Harun'un ruhunu al!" diye emreyledi Melekler o tahtı alıp semalara çıkardılar Yalnız kalan Musa, ağlayarak geri döndü Onun yalnız olarak geri döndüğünü gören israil Oğulları,
Harun'dan haber sordular
Musa:
"—Harun öldü  Melâikeler onun cesedini alıp semalara çıkardılar!' dedi
Fakat onlar:
'—Harun'u sen öldürdün  Gökler de ölünür mü? " diyerek itham ve iddialarda bulundular
Musa Peygamber çok üzüldü Hak Teâlâ'ya boynunu büktü, yalvardı, niyaz eyledi Bunun üzerne
Hak Teâlâ'dan hitab-ı izze geldi:
'—Yâ Musa! İsrail Oğullarına haber ver ki, falan sahraya çıksınlar "
israil Oğullan o sahraya çıkıp durdular Birdenbire semadan bir tahtın indiğini ve bu tahtın üzerinde de Harun'un yattığını gördüler
Musa:
"—Yâ Harun! Seni kim öldürdü? " diye Harun'a sordu
Harun cevap verdi:
'—Beni kimse öldürmedi Kendi ecelim ile öldüm " dedi Harun'un bu cevabım işiten israil Oğulları, Musa Peygamberin günahsız ve Harun'un Hak Teâlâ'mn emri ile âlemini değiştirmiş olduğunu anlayıp Musa'dan özür dilediler
Daha sonra o taht, Harun da üzerinde olduğu halde göğe gitti
İşte, ölmeyip semaya giden peygamberler bunlardır
29
YİRMlDOKUZUNCU SUAL
Müşrikler sormaya devam ettiler ve:
'—Yâ Muhammed! Şimdi yerde ve semada olan peygamberlerden haber ver? " dediler
Server-i Enbiya buyurdu ki:
—Hayatta dört peygamber vardır Bunlardan ikisi semada, ikisi yerde olup semada olanlar İdris ile İsa peygamberler, yeryüzünde olanlar ise Hızır ile İlyas'tır
İdris Peygamberin kıssası şöyledir:
Bir gün İdris Peygamber Kâbe-i Muazzama'da ibâdet ederken, havanın çok sıcak olmasından huzursuz olup:
"—Yâ İlâhi! Güneşe hizmet etmek çok güç olmalı O güneşe hizmet eden meleğe kuvvet ihsan eyle " diye duada bulundu
Hak Teâlâ İdris Peygamberin duasını kabul ederek güneşe hizmet eden meleğin kuvvetini arttırdı O melek de Hak Teâlâ' ya şükür eyledi Hak Teâlâ buyurdu ki:
' — Ey melek! Senin kuvvetinin artmasını, İdris Peygamber benden niyaz eyledi Ben de onun duasını kabul ettim "
Bunun üzerine o melek İdris'i içten sevdi ve Allah-ü Teâlâ'dan, İdris Peygamber'i ziyaret etmek için izin istedi Cenâb-ı Hak, o meleğe ruhsat verdi
Melek, İdris Peygamberi ziyarete geldiği zaman İdris ona:
'—Ey Melek! Beni semalara çıkarıp, göklerin acayiplerini bana seyrettirmen mümkün müdür? " diye sordu
Melek:
'—Mevladan izin olmadıkça elimden bir şey gelmez Dua et, Hak Teâlâ emrederse gezdireyim " dedi
İdris Peygamber dua edip duası Dergâh-ı Hak'ta kabul oldu ve o melek İdris Aleyhisselâm'ı alıp semalara götürdü Yedi kat gökleri, Sırat'ı ve Cehennem'i seyrettikten sonra o melek kenisini yeryüzüne indirmek üzere iken, Hak teâlâ'nın emri ile İdris Peygamberin ruhu kabzolundu
Bu hali gören melek:
"—Yâ Rabbi! Ben İdris Peygamberi kavminden sağ ve salim alıp götürdüm Şimdi onun kavmi bana beddua ederler Lütuf ve kereminden dua ederim ki, onu tekrar hayata ihsan buyurup mekânına ileteyim Sonra emir senindir " diye dua eyledi
Hak Teâlâ o meleğin duasını kabul buyurup İdris Peygambere ruhunu tekrar ihsan eyledi İdris gözünü açarak:
'—Bir miktar gidip Cenneti gezeyim, sonra gidelim " dedi Cennete girip yan geldi ve dışarı çıkmadı
O melek:
"—Gel yâ İdris! Dışarı çıkalım Seni yerine götüreyim Zira kavmin senin kasavetini çekerler " dedi
İdris ise:
'—Ölüm acısını tattım Sırat'ı ve Cehennem'i gördüm Usul-u dairesinde Cennet'e girdim Beni Cennet'ten çıkarmak Cenâb-ı Hak'kın Şânından değildir Ben yerimi buldum Yerim burasıdır, çıkmam " dedi
O zaman o meleğe hitab-ı izze geldi:
'—İdris kulumun sözü doğrudur, ayrıl "
Bunun üzerine o melek de:
'— Emir senindir, yâ İlâhi!" diyerek hizmetine gitti
İsa Peygamberin semaya çıkmasının sebebi de başkadır:
Bir gün inkarcılar, İsa Peygamberi tutup bağladılar Ona:
"—Sen ölüyü diri, âmâyı gözlü kılan İsâ değil misin? Eğer gerçek olaydın, bizim elimizde giriftar olmazdın " deyip öldürmeye kastettiler
İki ağacı birbirine çiviledikten sonra İsa'yı da o ağaca çarmıha gererek, muhkem bir evde hapis ettiler ve evin de kapısının kilitleyip gittiler
Hak Teâlâ Cebrail'e emir eyledi, İsa'yı o gece kurtarıp dördüncü kat semaya çıkardılar
Sabahleyin inkarcılar, İsa'yı çarmıhta helak etmek için geldiler O kâfirlerin haramzade bir beyleri ve o mel'unun da iki adamı vardı Kapıyı açtı ve yalnız başına içeri girdi Niyeti İsa Peygambere ilk önce kendisinin azab etmesi, ondan sonra da diğerlerinin eline teslim etmekdi Böylece onu şehid etmeyi düşünüyordu Fakat İsa Peygaberi çarmıhta bulamadı Taaccüp etti, odadan dışarı çıktı ve "Kaçmış!" diye haber verdi Hak Teâlâ o melunu İsa suretine koydu Onu İsa zanneden kâfirler, İsa çacmıhtan kurtulmuş, dışarı çıkıyor zannederek başına üşüşüp kimi taş ile, kimi de sopa ile dövdüler Bugün mutlu bir gün deyip birbirleri ile kucaklaştılar Ondan sonra mehterlerini aradılar, bulamadılar ve dövdüklerinin kendi adamları olduğunu anladılar Bu yanlışlığı, İsa'nın ümmetinden gizlediler Onlara İsa'nın öldüğünü bildirdiler O ümmet de İsa için yas tutmaya ve İsa Peygamberin kabri diyerek o mel'unun kabrini ziyaret etmeye başladı
Fakat İsâ zamanında Meryem adında bir hanım vardı ki, bir derde mübtelâ olmuştu Bir gün İsa, o kadının kapısının önünden geçip gidiyordu O kadına haber verdiler İsa'nın ardından yetişti, iki elini üzerine sürdü, hemen o saat sıhhate kavuştu Bu sebebten kadın, İsa Peygamberin Hak Peygamber olduğuna imân etti Fakat yedi gün sonra vefat etti Hak Teâlâ İsa Peygambere emir eyledi: Yeryüzünde herkes kendi kavmine haber versin ki, şad olsunlar Her biri dünyanın bir vilâyetine gitsin Halife tâyin olarak halkı dine davet edip ilim öğretsin ve müslüman olsunlar
Çünkü İsa Peygamber Hak Teâlâ'nın emri ile yere indi Meğer o yer, yüksek bir dağın kulesi idi O dağ İsa Peygamberin nurundan nurlandı Meğer o gece Meryem, kabrin üzerinde ağlamaktaydı Ansızın o dağın İsâ Peygamberin nuru ile nurlandığını gördü O dağdan yana yürüdü, dağa çıktı Orada İsa Peygamberi görüp ayağına düştü Hak Teâlâ'ya şükürler eyledi
İsa:
'—Yâ Meryem! Gam çekme ki, Hak Teâlâ beni düşmanların şerrinden sakladı Onlar ben zannederek kendi adamlarım öldürdüler Sen git, benim dostlarıma müjdeler eyle, gelsinler Hak Teâlâ'nın emri vardır Gelsinler ki, bu emirleri yerine getirsinler!' dedi
Bu haberi alan Meryem, dağdan inerek İsa'ın ümmetine müjdeledi Hepsi de sevinerek Hakka şükür ettiler Kâfirlerden gizlice hepsi İsa'nın yanına vardılar Onun ayağına düştüler, mübarek cemalini görüp sevinç gözyaşları döktüler İsa bunlara nasihat eyledi ve her birini bir vilâyete halife tâyin etti Bunlar da gidip halkı dine davet edecek, şeriat kaidelerini öğretip ilim talim ettirecekler
Bu sırada melâikeler gelerek İsa Peygamberi alıp semaya çıkardılar İsa Peygamber, âhir zamanda dünyaya inse gerektir İsa Peygamber yeryüzüne indikten sonra hayatın şekli çok değişecek Kurt koyun ile gezecek, su içecek Yani adalet yerini bulacak Hazret-i İsa benim ümmetimin büyüklerinden birinin kızı ile evlenecek Kırkyıl ömür sürüp sonra eceli ile dünyayı terkedecek Benim ümmetimin dini üzere namaz kılıp ibâdet edecek Vefatında da onu yanıma defnetseler gerektir
Bundan sonra ehl-i beytten bir kimse halife olup Hak yolunda tercüman olsa gerektir
Yeryüzünde olan peygamberlerden biri Hızır, diğeri İlyas'tır
Yalnız Hızır, Zülkarneyn'in akrabalarındandır Zülkarneyn, Âb-ı Hayat: Hayat suyu için bütün dünyayı gezdi, hatta zulmetlere girdi Ama, Âb-ı Hayat Hızır'a nasib oldu O, tâ kıyamete kadar ölmeyip yaşayacaktır Bununla beraber âciz ve biçâre kalmışlara da derman olarak yetişecek, yardımlarda bulunacaktır
İlyas Peygamber de yeryüzünde olup, yılda bir kere hac zamanında Mekke'de buluşurlar Ne zaman ki kâfirler İlyas Peygamberi öldürmeyi kasdettiler, O kaçarak bir yıl dağlarda saklandı, neticede âciz kaldı, sıkıldı, şehire geldi Bir kadının evinde oturup ibâdet eyledi O kadıncığın bir oğlu vardı, fakat bu çocuk bir derde mübtelâ olmuştu Hazret-i İlyâs dua etti Hak Teâlâ bu çocuğu iyileştirdi ve ona sıhhat verdi Bu arada Yesa' adında bir kimse daha var idi Yesa' daima Hazret-i İlyas'a hizmet eder ve onunla gezerdi Kâfirlerden son derece incinir ve onlara kızardı
İlyas bir gün elini duaya kaldırıp Hak Teâlâ'ya niyaz etti: '—Yâ İlahi! Beni bu kâfirlerin şerrinden kurtar!' diye dua etti O anda İlyas'a hitab-ı izze geldi:
'—Yâ İlyas! Duanı kabul ettim Filan sahraya git, önüne bir merkep gelir, ona bin ve kâfirlerin şerrinden emin ol " buyurdu
Bunun üzerine Hazret-i İlyas, hemen o sahraya gitti Ardından Yesa'yi da oraya çağırdı Yesa':
'—Yâ Rasûlellah! Buna ne buyurursun?" dedi
Merkep uzaklara gitmişti Hazret-i İlyas bu suale cevap vermeye muktedir olamadı Yanında bir kilimi vardı, bunu Yesa'ya bıraktı Yani Yesa'yı kendi yerine geçirerek halife yapmaktı Seccadenin mânâsı bu idi Nitekim Yesa' da öyle yaptı, İlyas da bu hareketi ile hilafet eylemesini ona ısmarlamış oldu Sonra Yesa'a peygamberlik verildi Nitekim Kur'an-ı Kerîm, bu hususu şöyle buyurur:
"Ve Elyese'i ve Zülkifil'i de yâd et ve hepsi de hayırlılardandırlar " (Sad Sûresi, âyet 48)
Hak Teâlâ İlyas Peygambere melekler huyunu verdi ki, tâ kıyamete kadar ölmeyip yeryüzünde melekler gibi ibâdet eyleye ve deryada kalanların imdadına yetişip Hak Teâlâ'nın izni ile derman eyleye Yerde ve semada ölmeyip sağ olan peygamberler bunlardır
30
OTUZUNCU SUAL
Müşrikler sorularını sormaya devam ettiler ve:
'—Yâ Muhammed! Atası kırk yaşında ve oğlu yüzyirmi yaşında olan kimdir, haber ver!' dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle cevap buyurdular:
—O kimse, Üzeyir Peygamberdir Oğlu ile hikâyesi şöyledir:
Üzeyir Peygamber, İsrail Oğulları arasında bulunmakta idi O zamanda israil oğulları yolunu çok şaşırmıştı Âlimlerinin nasihatlarını kabul etmeyip peygamberlerini öldürmüş ve şeytan aleyhillâneyi kendilerine rehber edinmişlerdi Hak Teâlâ bunlara gadap edip üzerlerine Buhtun Nasır'ı göndermişti Askeri ile bunlann üzerine gelerek padişahlarını ateşte yaktı, çoklarını kılıçtan geçirip, bazılarını da esir etti Mescid-i Aksa içinde bin Tevrat okuyan âlim ve fazılları öldürttü Mescidin içini necaset ile doldurdu Kudüsü, Şam vilâyetini ve Mısır'ı harap eyledi Halkını esir ederek Babil vilâyetine götürdü
Üzeyir Peygamber de bu esirlerin içinde idi Kendisi ile beraber oğulları da esir bulunuyordu Bâbil'de uzun müddet esir olarak onlara hizmet etti Kendisi civanmert bir insandı Daha sonra Buhtu'n-Nasır, Üzeyir'i serbest bıraktı Yanında merkebi vardı Merkebine binerek gece-gündüz merkebini sürdükten sonra Şam'a geldi Şam köylerinden bir köye gitti Harap olmuştu, ama ağaçlarının yemişlerinde kusur yoktu Eşeğinden indi ve onu bir ağaca bağladı Üzüm ve incirlerden bir miktar topladı ve bir ağacın gölgesinde oturup onları yedi Biraz yedikten sonra "Acaba buraları nasıl mamur olur?" diye uzun uzun düşündü "Mola! Hak Teâlâ bana şu ilmi öğretse de, bütün ölüleri diriltsem ve ben de şu köyün ölmüş halkını yeniden hayata döndürsem, onlar da bu köyü mamur küsalar  " diye bir müddet böyle düşündü Sonra başını toprağa koyarak uyudu Bu anda Hak Teâlâ Azrai'le emreyledi ve hemen Üzeyir'in ve eşeğinin ruhunu aldı
Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
"Yahut o kimse gibisini görmedin mi ki, bir karyeye uğramışta O karyenin tavanları çökmüş, onların üzerine duvarları yıkılmıştı Allah-ü Teâlâ bu karyeyi bu ölümünden sonra nasıl ihya edecek diyordu " (Bakara Sûresi, âyet 259)
Hak Teâlâ Üzeyir'in cesedini, eşeğini ve yemişini halkın gözünden sakladı Üzeyir öldükten sonra Hak Teâlâ, Buhtu'n-Nasır'ı da helak eyledi Sebebi de şöyle oldu:
Bir padişah vardı ki, büyük orduları ile Buhtu'n-Nasır'ın üzerine yürüdü Cenk eyleyerek Fars ve Babil vilâyetlerini zabteyledi Üçyüzbin kişilik büyük bir ordu gönderdi Buhtu'n-Nasır'ı tutarak helak eyledi Şam vilâyetlerini mamur etti Hak Teâlâ yüz yıl sonra Üzeyir'e ruhunu bağışladı ve onu tekrar hayata döndürdü Üzeyir uykudan uyanır gibi uyandı Gözünü açıp gördü ki, o köyler mamur olmuş Hayretlere düştü Kendi kendine:
"Subhanellah! Bu kadar kısa bir zamanda koca viraneler nasıl mamur olmuş!" diye sordu "Hayalmidir!" dedi
Sonra eşeğini bağlamış olduğu ağaca baktı, eşeğinin kemiklerinin burada üst üste yığılmış durduğunu gördü, üzüldü Gitti o kemikleri defin etmek için biraraya topladı Kemikler kendi kendilerine birleşti ve damarlar birbirine bağlandı Eşeğinin cesedi tamam oldu Bir melek gelerek eşeğin burnuna üfürdü Eşek de hayat buldu Kalktığı gibi bağırdı O anda Hak Teâlâ'nın emri ile Cibril-i Emin gelerek:
"Yâ Üzeyir! Ne kadar zamandır burada yatıyorsun?" diye sordu
Üzeyir güneşe bakıp:
'—Bir günü kadar olsa gerektir!' dedi
Cebrail:
"Yâ Üzeyir! Sen yüz yıldan beri burada ölü olarak yatmaktaydın Şimdi Hak Teâlâ sana hayat verdi ' dedi
Bunun üzerine Üzeyir, uyumadan evvel toplamış olduğu üzüm ve incire baktı Onlar, pek az evvel toplanmış gibi taze duruyorlardı Hemen secdeye kapandı:
"İnnellâhe âlâ külli şey'in kadir "
diye dua etti
Sonra eşeğine binerek Şam'a girdi Şehiri çok mamur gördü Ama tanıdık hiç kimseyi göremedi Kendi zamanının halkı, hemen hemen âlemini değiştirmişti Doğruca kendi evine gitti Burada iki gözü âmâ bir kadıncağız vardı O kadına:
'—Yâ ana! Burası Üzeyir'in evi midir? " diye sordu Kadın cevap verdi:
'—Sen Üzeyir'i nereden biliyorsun Çünkü o, bundan yüz sene evvel kaybolmuştu '
Bunun üzerine Üzeyir anlattı:
'—Yâ kadın! Ben Üzeyir'im Yüz sene evvel ölmüş idim Hak Teâlâ kemal-i kereminden ruhumu bağışladı ve bana hayat verdi "
Kadın:
"—Üzeyir, peygamber duası kabul olanlardan idi Sen gerçek Üzeyir isen dua eyle ki, benim gözlerim açılsın Seni göreyim ve tanıyayım " dedi
Bunun üzerine Üzeyir Peygamber dua eyledi ve mübarek eli ile kadının görmez olan gözlerini sıvazladı Hak Teâlâ'nın izni ile kadıncağızın görmez gözleri açıldı, tekrar güneş ışığına kavuştu Üzeyir'i tanımıştı Derhal onun ayağına kapandı:
'—Yâ Nebiyullah! Beni tanımadın mı? Ben, filan kulun hanımıyım " dedi
Üzeyir:
'—Hiç bizim aile halkımızdan hayatta kalan var mıdır?" diye sordu
Bundan sonra kadın gidip halka bu haberi dağıttı ve dedi ki: '— Üzeyir, henüz dirilmiş Şimdi geldi "
Bu haberi alan Şam halkı bölük bölük Üzeyir'in evine akın etmeye başladı Gelenler gördüler ki, Üzeyir'in siması taptaze, civanmert ve kemalinde hiç bir yıpranma olmamış Onun zamanından kalanların hepsi ihtiyarlamışlardı Hak Teâlâ'ın kemal-i kudretinden hayrette kaldılar Bu sırada haber, Üzeyir'in oğluna da eriştirildi ve oğlu kalkıp geldi Beli bükülmüş ve yüzyirmi yaşına gelmiş baba-oğul kucaklaşıp öpüştüler Babasının ayağına kapanan oğlu, gözyaşlarını tutamayarak Hak Teâlâ'ya şükürler eyledi ve başına gelenleri babasına bir bir anlattı Geri kalan ömürlerini beraber geçirdiler vesselam
31
OTUZBİRİNCİ SUAL
'—Yâ Muhammedi Dünyaya gelmeden anasının karnında konuşanlardan haber ver!' dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz cevap buyurdular:
—Bunlardan biri İsa Peygamberdir ve hikâyesi şöyledir:
İsâ Peygamber anasının karnında iken, ne zaman Meryem'in kalbi daralsa, onun karnından fasih lisanı ile konuşur, Meryem'in kalbi ferahlardı Meryem işi ile meşgul olurken, yine onun karnından fasih lisanı ile yüksek sesle incil okurdu
Bir de Cüreyh isminde bir rahip vardı Duası kabul olanlardan idi Bir gün hususi ibadethanesinde ibâdet ile meşgul iken anası:
"—Yâ Cüreyh! " diye çağırdı
Cüreyh, duasını yarıda kesmemek için cevap vermedi Buna kızan annesi:
'—Göreyim seni ki, bir belâya mübtela olasın " diye beddua etti
Onun duası kabul oldu Zira bir çoban bir kadın ile zina etmiş, bu zinadan da kadın hamile kalmıştı O kadını tutup:
"— Çocuk kimdendir?' diye sordular Kadın da:
'— Cüreyh'in yanına vardım, bana tamah edip fesat eyledi ve beni hamile bıraktı " diye cevap yerdi Kadını zamanın hükümdarının yanına getirdiler, yine aynı cevabı verdi Melik'in emri üzerine Cüreyh'e hakaret ederek getirdiler Melik sordu:
'— Bu ne iştir ki, sen bu işi işledin? " Cüreyh:
"— Allah korusun, iftiradır, yâ Melik! Destur ver, beni bir kerecik anamın yanına götürsünler Ondan sonra ne emredersen baş üstüne " diye cevap verdi
Müsaade aldıktan sonra, anasının yanına vardı ve ona:
'—Ben sana dua ile meşgul olduğum için cevap veremedim, senin bedduanı aldım ve şimdi de bir belâya uğradım Ümidim, benden hoşnut olman ve beni affetmendir!' diyerek ayağına kapandı
Anası Cüreyh'e hayır dua etti Cüreyh döndü, Melik'in yanna gelip:
"—Ey Melik! Elini o kadının karnına koy ve o kadının karnındaki çocuğa: senin baban kimdir? diye sor!' dedi
Melik, onun dediğini yaptı Kadının karnındaki çocuk fasih lisanı ile:
'—Benim babam, filan yerde bir çobandır Zahid günahsızdı " diye cevap verdi
Bunu işiten Melik, Cüreyh'e izzetler eyledi
Bundan maksat budur: Ana ve babanın hayır duası evlâd üzerine makbuldür Tâ kıyamet gününde Cehennem azabından emin olsa bile, rızalarını gözedip gönüllerini hoşnut eylemelidir
32
OTUZKİNCİ SUAL
"—Yâ Muhammed! Şimdi de bize Cerciyes Peygamberden haber ver!' dediler
Hazret-i Fahri Kâinat cevap buyurdular:
—Bir zamanlar Musul şehrinde Dâziyâne isminde zâlim, puta tapan bir padişah vardı Bu kâfirin bir putu vardı ve halkı, zorla bu puta taptırırdı
Bir gün Şeytan Aleyhillâne o putun içine girerek Dâziyâne ile konuştu ve:
'— Sen benim hizmetimde bulunursun, amma benim emirlerimi yerine getirmezsin " dedi
Melik:
"—Ben senin kulunum Gücümün ve kudretimin yettiği kadar, gece-gündüz önünde diz çöküp hizmet ve ibâdet etmekteyim " diye cevap verdi
Şeytan:
'—Ben sana bu kadar memleketler verdim Sen de cümle kullarımı bana taptırasın Her kim emrini yerine getirmezse, evlerinde yakasın " diye emretti
Dâziyâne isimli Melik, o putun önünde başını yere koyup secde etti "Emrin baş üstüne!" deyip dışarı çıkarak kendi vezirlerine:
"Hükmümde bulunan vilâyetlerin sancak beylerine emirler gönderin ki, vilâyetlerindeki bütün insanları sürüp Musul'a getirsinler Ondan sonra da on kere yüzbin yük odun toplayıp hazır edin " diye emir verdi
Toplanan odunlarla, Cehennemi andıran büyük bir ateş yakıldı Sonra o putu altun ve gümüşlerle süsleyerek meydana getirdi Zâlim Melik ayak üstü durarak:
'— Her kim bu puta secde ederse azad olacak, secde etmezse mancınıklarla ateşe atılacak " dedi Secde edenler etti, etmiyenleri mancınığa koyup eteşe attılar
Bu hikâye burada dursun, gelelim Cerciyes hikâyesine:
O tarihlerde Cerciyes adında Hakperest, âlim bir zât vardı Aynı zamanda ticaretle uğraşan zengin biri idi
Bir gün o tüccar, zâlim padişahın yanına varıp ona armağanlar vermeyi, hem de padişahın yanında makbul olup izzet bulmayı ve böylece de kendisine yapılabilecek olan zulümlerden korunmayı düşündü Bu düşünce ile çeşitli hediyeler toplayarak Musul şehrine geldi
Orada padişahı gördü ki, büyük bir ateş yaktırmış, cihanın halkını toplamış puta taptırıyor, tapmıyanları da o büyük ateşe attırıyor
Bu hali gören Cerciyes'in yüreği sızladı "Bu kâfirleri puta tapmaktan men edeyim Eğer beni şehid ederlerse, hiç olmazsa Hak Tâlâ benden hoşnut olup kendi fazlından bana rahmet ve keramet verir!' diye düşündü Bu düşünce ile inancını kuvvetlendirdikten sonra bütün malını dervişlere verdi, bir parça malı kalmadı Ondan sonra padişahın yanına vardı ve ona:
'— Ey zâlim, yolunu şaşırmış! Allah'tan korkmadan işlediğin bu fesad nedir? Niçin Allah'ın kullarını ateşte yakarsın? Bir taş parçasını mâbud edinmişsin ki, ne hayra yarar, ne de şerre  Allah'tan gelecek bir belâyı, sizden ve kendinden uzaklaştırmaya dahi kadir değildir Bu azgınlığı terkeyle! Kendi kulluğunu, acizliğini anla da imâna gel Ve bu kadar âlemleri yoktan var eden, yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah'a inan Cümle mahlûkları yaratan O'dur Yine O, yaratmış olduğu bütün mahlûkata azab etmeye ve helak etmeye kadirdir Gel, şeytana uyma! Allah'ın kullarını fesada verme Kimini puta taptırıp, kimini de ateşe atıp yakma " dedi
Bu sözleri Cerciyes'ten işiten mel'un gazaba gelerek: '—Tutun şunu  " diye emreyledi
Cerciyes'i tutup getirdiler Mel'unun emri ile bir ağaca bağlayıp demir tarak ile etini taradılar Mübarek vücudu parça parça oldu Fakat o, yüksek sesle Hak Teâlâ'ya hamd-ü sena etmeye devam etti
Hak Teâlâ onu o belâdan sakladı, bir elem erişmedi Bir meleğe emreyledi O melek Cennetten yemek ve su getirerek, o taşı Cerciyes'in üzerinden indirdi Ve Cennet yemeğini yedirip suyunu içirdi Elini ve ayağını çözdü, sabaha kadar onunla sohbet etti Cerciyes'i zindandan çıkardı, melek de geldiği yere semaya gitti
Cerciyes tekrar zâlim padişahın yanına gitti ve onu tekrar dine davet etti:
O sordu:
"—Seni zindandan kim çıkardı? "
Cerciyes:
'—Beni zindandan çıkaran, seni ve cümle mahlûkları yoktan var eden ulu padişahtır " diye cevap verdi
Bu sözü işiten Melik, tekrar gazaba geldi ve adamlarına emrederek Cerciyes'i bir tahtaya çiviletti Etini parça parça ettirip arslanlara attırdı Fakat o arslanlar onun etini yemediler
Akşam olduğu zaman Hak Teâlâ ona tekrar hayat verip diri kıldı Yanına bir melek gelerek sabaha kadar sohbet eyledi Sabah olunca yine kalkdı, zâlim Padişahın yanına gitti Karşısına durup:
'— Ey yolunu şaşıran! Gel bu yaramaz işlerden vazgeç Âlemleri yaratan Allah'a imân eyle!" dedi
Zâlim Melik tekrar gadaba gelerek:
"—Meydana bir ateş yakın Bunu da bir kazanın içine koyun ve eriyip yok olana kadar kaynatın Tâ ki kurtulayım " diye emretti
Meydana büyük bir ateş yakıp Cerciyes'i de bir kazan içine koyduktan sonra kaynattılar Fakat o anda Musul şehrinde öyle bir zelzele oldu ki, yer yere geçti sandılar Evler yıkıldı ve bir çok insan telef oldu
Hak Teâlâ, lütfundan Cerciyes'e yine hayat verdi Sabah olunca yine o mel'un dinsizin sarayına varıp, yemek yemekte olan Melik'i Hak dine davet etti Melik:
'—Yâ Cerciyes! Eğer gerçek peygamber isen Allah'ından niyaz eyle ki, bu ağaç çanak ve bu kürsi evvelki halleri gibi taze ağaç olsunlar!' dedi
Cerciyes:
'—Ben Allah'tan böyle bir küstahlık istemeğe utanırım Fakat sizin şüphenizi gidermek için arzuhal edeyim " diyerek ellerini kaldırıp Hak Tâlâ'ya dua etti
Hak Tâlâ'nın keremi ile o ağaç çanak ve kürsi hemen taze bir ağaç olup yemişler verdi Bunu gören Melik'in yanındaki bazı kimseler imâna geldiler Melik:
"—Ey Cerciyes! Allah'ına dua et de, benim zamanımda ölmüş olan insanlan diri kılsın Onlar, senin gerçek hak, bizimkinin de bâtıl olduğunu söylerse, o zaman sözünü tutup dinine gireceğim " dedi
Cerciyes:
'Yâ Mel'un! Bana ölülerini göster!' dedikten sonra kalkıp hep beraber, o kavmin kabristanına geldiler
Cerciyes, yüzünü semaya çevirerek:
'—Allahım! Bu kâfirlerin muradı hazretinde malumdur Bunların muradını ver!' diye dua etti
Henüz duası tamam olmadan o kabirler yarıldı Dokuzu erkek, beşi kadın ve üçü de çocuk olmak üzere tam onyedi cenaze, kabirlerden başlarını çıkarıp gözlerini zâlim Melik'e çevirerek:
'—Ey Melik! Cerciyes'in sözü doğrudur ve dini Hak'dır Allahımızın peygamberidir Biz kabul eyledik, sen de kabul ederek canını Cehennem ateşinden kurtar Allah'ın birliğine inan " dediler
Bu sözleri işiten Melik:
'—Ey Cerciyes! Sen gayet sihirbaz bir âlimsin " dedi ve onun peygamber olduğuna inanmadı, ibret almadı Vezirlerine:
"— Bunun dermanı nedir?" diye sordu Vezirler:
"— Falan yerde âmâ kadın ve onun da kötürüm bir oğlu vardır Bunu oraya hapsedelim ki, kimse ona ekmek ve su vermesin,açlıktan ölsün " dediler
Bunun üzerine Cerciyes'i o eve hapsettiler Üç günden sonra Cerciyes o kadına:
"— Evinde yiyecek bir şeyler var mı?" diye sordu Kadın da:
"—Melik'in emri, bize yemek ve su vermeyip aç ve susuz olarak helak edecekler " diye cevap verdi
Cerciyes:
'—Yâ kadın! Gözüne ve oğluna dua edeyim Şifa bulursanız, imân eder misiniz?" diye sordu
Kadın:
"—Evet imân ederiz  " diye cevap verdi Cerciyes dua etti, Hak tâlâ'nın lütfü ile kadının gözleri açıldı ve oğlunun ayaklan sıhhate kavuştu, ikisi de müslüman oldular Cerciyes orada kurumuş bir ağaç gördü Dua etti, o ağaç derhal yaprak ve yemiş verdi Bu mucizeyi görenler hemen imâna geldiler
Bir gün Melik, kadının evinin bulunduğu sokaktan geçiyordu Evvelce kuru olan o ağacı görüp taaccüp eyledi ve sordu Oradakiler durumu anlattılar Melik, yeniden gazaba gelerek Cerciyes'i dışan çıkarttı, bu sefer yere çiviletti
Cerciyes'e o kadar işkence ettiler ki, mübarek vücudu parça parça oldu Ondan sonra cesedini yaktılar ve külünü semaya savurdular
Daha sonra Melik sarayına geldi, sabahlara kadar zevk-i safa ile meşgul oldu Gece oldu, Hak Teâlâ kemal-i kereminden Cerciyes'e yeniden hayat verdi Cerciyes kalkıp yine Melik'in sarayına geldi Melik onu görünce çok şaşırdı Cerciyes:
'—Ey Melik Taaccüp etme! Ben Cerciyes'im ibret gözü ile bana nazar eyle ki, beni bu kadar cezalar ile öldürüp külümü semaya savurdun Fakat Hak Teâlâ bana yine hayat verdi ve sana gönderdi Gel, yaramaz işlerden vazgeç Allah'ın kahr ve gazabından kork!" dedi
Melik:
"Yâ Cerciyes! Benim seninle bir işim kaldı Eğer kabul edersen, sözünü tutup dinine gireceğim " dedi
Cerciyes de:
"—Kabul ettim " diye cevap verdi Amma maksadı delil idi
Melik:
"—Arzum şudur ki, bu gece benimle sarayda kalacaksın Yarın sabah da benim ölü putuma secde edeceksin Ondan sonra ben de senin dinine gireceğim " dedi O, Cerciyes'in puta tapacağını zannediyordu, cerciyes puta secde edecek diye her yere haber yayıldı Cerciyes o gece sabaha kadar sarayda dua ve ibâdet ile meşgul oldu Cerciyes'in ibâdet ettiğini gören Melik'in hanımı hemen imâna geldi ve kalbi Allah sevgisi ile nurlandı Hemen o gece Melik'e:
'—Onun dininin Hak, bizimkinin ise bâtıl olduğuna inanıyorum Sen de imâna gel " dedi
Hanımının bu sözlerini işiten Melik, derhal onu dört parçaya ayırttı O merhume, şehâdet mertebesini bulup Allah'ın rahmetine kavuştu
Daha sonra Melik emreyledi, o putu alıp ziynetlerle süsleyerek, tahtırevan üzerinde meydana getirdiler Melik:
"—Ey Cerciyes! Ahdine vefa eyle!" dedi
Bunun üzerine Cerciyes, o putun yanına vardı; mübarek ayağı ile yere vurdu O put yüzü üstü düştü, parça parça oldu ve içinden dev bir şeytan çıktı Kaçmak istedi Cerciyes elini uzatarak onu tuttu ve ona:
'—Yâ Mel'un! Bunca zamandır halkı azdırdın, şimdi de kaçmak mı istiyorsun?" diye sorduğu zaman, o şeytan Cerciyes'in ayaklarına kapanarak:
"—Yâ Nebiyyallah! Eğer bir daha put içine girip halkı azdırırsam, ne cezan varsa bana eyle ' diye Cerciyes'in önünde ahdedip tevbe eyledi
Cerciyes de devi âzâd etti, Melik:
'—Yâ Cerciyes! Bize itimadın kalmadı, bunca yıllık mabuduma sihir edip, onu parça parça ettin " dedi
Cerciyes gördü ki, o mel'unun imâna gelmeye niyeti yok, o zaman ellerini havaya kaldırdı ve:
'—Yâ ilâhi! Bu kâfir yolunu şaşırmış, senin kulluğunu kabul etmez Bunu helak eyle " diye dua etti Bunun üzerine semadan ansızın bir ateş belirdi ve o kavmin cümlesini helak eyledi, işte, Âdemoğlundan olup da dört kere ölüp dirilen insan, Cerciyes Aleyhisselâm'dır
33
OTUZÜÇÜNCÜ SUAL
Kâfirler:
'—Yâ Muhammed! Daima yürümekte olan kabirden, yani Yunus Peygamberin kabrinden haber ver?' dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz cevap buyurdular:
—O kabir balık idi Daima derya üzerinde yürürdü Bu balık içinde Yunus Peygamber bulunmaktaydı Hak Teâlâ Yunus Peygambere hitap ettiği zaman, bu balığa da:
"—Yunus'u yut!" diye vahyetti O balık Hak Teâlâ'nın emriyle Yunus'u yuttu Ondan sonra Hak Teâlâ'dan yine hitab-ı izze geldi:
"—Ya balık! Yunus, benim güzide peygamberimdir Onu sana azab etmen için vermedim, ama belki senin karnını ona zindan ettim O sana emanettir, zarar verip incitme Bir gün gelir, onu senden isterim " buyurdu
Bu hitabı işiten balık, kırk gün ağzını açıp yummadı Ne yedi, ne içti Yunus Peygamber balığın karnında kaldı O balığın karnı kıbleye döndü Yunus Peygamber ibâdet ile meşgul oldu Hak Teâlâ, o balığın karnını sırça gibi eyledi Yunus Peygamber buradan denizde olan acayip ve garip şeyleri seyreder ve hem de deniz mahlûklarının teşbihlerini işitirdi Kendisi de teşbih ve zikir ettiği zamanlar, deniz canavarları gelip o balığı ziyaret ederlerdi Yunus Peygamberin teşbih ve zikir sesleri semalara erişti Melâikeler Hak Teâlâ'ya:
'—Yâ ilâhi! Denizin dibinden teşbih sesleri geliyor!' dediler Hak Tâlâ da:
'—Evet meleklerim! O ses Yunusumun sesidir Onu balık karnında hapis ettim " diye cevapda bulundular
Bu cevabı işiten melekler, el açıp Hak Teâlâ'dan duada, şefâatta bulundular Hak Tâlâ, meleklerin duasını kabul ederek o balığa:
'—Yunus'u çıkar!" diye vahyetti
O balık da hemen deniz kenarına gidip Yunus Peygamberi dışarı çıkardı
34
OTUZDÖRDÜNCÜ SUAL
'—Yâ Muhammedi Zülkifil Peygamberden haber ver  " dediler
Hazret-i Fahr-i Kâinat cevap buyurdu:
Zülkifil üç kardeş olup, ataları padişah idi Diğer ikisi israil Oğullarından ibâdetle meşgul olan zahid kişilerdi Bunların biri fesadcı, biri de zâlimdi Bir gün ataları öldü ve padişahlık boşta kaldı O iki zahid padişahlığı kabul etmediler O vilayetlerin halkı, zaruri olarak o zâlimi tahta çıkardılar Zâlim bir çok sene padişahlık yaptı Elinden çok zulüm ve çok kötü işler çıktı
Bir gün Zülkifil, padişah olan kardeşinin yanına gitti ve:
'—Ey birader! Sen niçin tevbe edip, Hak Teâlâ'nın kulluğunu bilip O'na bel bağlamaz ve O'na ibâdet etmez de bâtıl işler işlersin? Nefsin seni zâlimlerden kılmış Allah'ın gadabından kork!" dedi
Padişah olan kardeş:
"—Ey birader! Doğru söylüyorsun Söylemiş olduğun gibi, dünyada zulüm ve kötülüklerden işlemedik şey bırakmadım Korkmadım ki, benim kötü işlerim yüzünden Hak Teâlâ benim tevbemi kabul etmez " deyince, Zülkifil ona şöyle cevap verdi:
'—Yâ birader! Günâhım çoktur diye Hak Teâlâ'nın rahmetinden ümit kesmek kâfirlere mahsustur Yakînen bilesin ki, Hak Teâlâ kulları için rauf, rahimdir Kulunun ne türlü günâhı olsa, Hak Teâlâ'nın rahmetinden bir zerre miktarı değildir!' Padişah bu haberi işitince:
'— Ey birader! Yürü felan zahide gidip halimi ona anlat O da senin dediğin gibi derse, gel bana haber ver ki, varıp onun yanında tevbe edeyim " dedi
Zülkifil vardı, o zahide durumu anlattı ve zahidin cevabını alarak geri döndü Zahidin dediklerini padişah kardeşine anlatarak:
"—Ey birader! Günâh işleyip hemen pişman olmak da, tevbe etmek demektir Günâh ne kadar çok olursa olsun pişman olan kul, tevbe etmiş demektir!' dedi
Zülkifil'den bu cevabı işiten padişah, ne kadar malı varsa hepsini dervişlere hediye edip, taç ve tahtını terkederek o zahidin yanına gitti Sıdk ile tevbe etti Daha sonra o zahidin yanında ibâdet ile meşgul oldu Akşam olunca zahidin ve kendisinin önüne iki tabak yemek geldi Bu sırada zahid:
'—Ey Emîr! Hak Teâlâ senin tövbeni kabul etti " dedi Emîr:
'-Delil nedir?" dedi
Zahid:
—Bu yemekler Cennet'ten gelmiştir Her gün bana bir tabak gelirdi, bugün iki tabak geldi Yani senin nasibin de Cennetten geldi Bu sebebten bildim ki, Hak Teâlâ senin tevbeni kabul etti " diye cevap verdi
Bu haberi işiten emîr, yüzünü yere koyup secdelere kapanarak, Hak Teâlâ'nın ihsanlarına şükürler etti Daha sonra beraberce yemeklerini yediler ve ibâdet ile meşgul oldular Bir kaç gün böyle ibâdetle geçti Bir gün emîr, zahide sordu:
'—Acaba Hak Teâlâ'nın kulları arasında sizden daha efdal kimse var mıdır?"
Zahid:
"—Falan yerde bir zahid daha vardır ki, onun makamı benimkinden daha yüksektir " diye cevap verdi
Emîr bu haberi işitince ayakta durup zahidden müsaade alarak veda etti Emîr öteki zahidin yanına varıp selâm verdi Ulu bir ağacın altında ibadet ile meşgul olan zahid, emîrin selâmını aldıktan sonra ona oturmasını söyledi ve ahvalinden sual etti Emîr bütün olanları anlattıktan sonra, beraberce ibâdet ile meşgul oldular
Akşam olduğu zaman o ağaçta iki nar bitti Zahid o narların birini alıp emîre verdi ve birini de kendisi yedi Daha sonra ona dönerek:
"Yâ emîr! Müjdeler olsun ki, Hak Teâlâ senin tövbeni kabul etmiş Bu ağaçta her gün, benim nasibim olarak bir tane nar biterdi Bugün iki tane bitti ki, bunların biri senin nasibindir Bunlar Hak Teâlâ tarafından gönderilmiştir!' dedi
Her biri kendi nasibini yedi Bir çok günler beraberce ibâdet ile meşgul oldular Bir gün emîr, zahide sordu:
'—Yâ zahid! Acaba Hak Teâlâ'nın efdal kullan arasında senden daha makbul kulu var mıdır?"
Zahid:
'—Evet, falan dağda bir zahid vardır ki, onun mertebesi benden yücedir!' dedi
Emîr:
"—Ey zahid! Beni duandan unutma ve yüce himmetini benden uzak tutma Benim himmetin ve kerametinden Hak Teâlâ benim sönmüş cerağımı şenlendirdi " deyip veda etti
O dağa doğru yola çıktı Dağ ulaşınca bir mihrap önünde ak sakallı, nuranî bir şahsın ibâdet ettiğini gördü Nura gark olmuş pîr, namazını bitirdikten sonra, emîr ona doğru ilerledi ve selâm verdi Zahid emîrin selâmını aldı ve yanında ona yer gösterdi Hâl ve hatırını sordu Emîr ona durumunu anlattı Sonra ibâdetle meşgul oldular
Akşam olduğu zaman zahidin ve emîrin çevresinde yeşil otlar bitti ve yanlarındaki kayadan berrak bir su akmaya başladı Zahid:
"—Benim kuvvetim bu ottur Eğer bu otu sen de kanaat edersen, benimle beraberce kalabilirsin " diyerek o ottan bir deste kopararak emîrin önüne koydu
Emîr o ottan yedi ve lezzetinin şekerden daha şirin, kokusunun miskten çok daha güzel olduğunu anladı Bundan sonra uzun zaman zahid ile emîr beraber kalarak ibâdet ile meşgul oldular Sonra emîre ecel erişti, o vakit zahide dedi ki:
"—Senden bir talebim var, umarım ki kabul edersin "
Zahid:
"—Talebin nedir?" dedi
Emîr:
"—Benim yanımda üzeri yazılı bir kağıt vardır Ben hayata gözlerimi kapattıktan sonra, beni defin ederken bu kağıdı da benimle beraber mezara koyun " dedi ve emîr, zahidin önünde ruhunu teslim eyledi Zahid onun üzerindekileri çıkardı Koynunda üzeri yazılı kağıdı buldu Şöyle yazılmıştı:
"Ey Allahım! Cümle kullarınının arasında benden daha günahkâr ve âciz kulun yoktur Yüzüm kara olarak dergâhına varıyorum Ey kerîm, ey Rahîm! Senin kereminden başka ümidim de yoktur Kendi kereminden beni affedip rahmet eyleyesin "
Zahid bunu okuyup ağladı Emîri yıkarken onun yanınbaşında emîr için, Cennet elbiselerinden kefen hazırlanmış olduğunu gördü ve bunlarla emîri kefenledi Bir kabrin de hazırlanmış olduğunu görüp, yazılı kağıt parçası ile beraber hazırlanmış kabire defneyledi Allah rahmet eylesin
35
OTUZBEŞİNCİ SUAL
'—Yâ Muhammed! Bize Eshab-ı Rest'den haber ver " dediler Hazreti Fahr-i Kâinat Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurdu:
—Onlar Antakyalı idiler Hikâyeleri şöyledir:
Hak Teâlâ İsa'ya peygamberlik verdi ve halkı dine davet etmesini emreyledi İsa Peygamber de her tarafa adamlar gönderdi ki, Eshab-ı Rest'i imâna getirsinler
İsa Peygamberin adamları Antakya'ya gittiler, şehre vardılar Evvela Melik'i sordular Melik'in ismi Katahan idi İsa Peygamberin emri üzerine hak dine davet ettiler Melik gazaba gelerek her birine beşer yüz sopa vurdurttu ve ondan sonra hapsettirdi Bu haber, Hazret-i İsa'ya ulaştırıldı
İsa Peygamber, Şem'un'u Antakya'ya gönderdi Ona: '—Git, dostlarıma yardım eyle ve onları kurtar!' dedi
Şem'un Antakya'ya gitti Melik'in adamları ile dostluk kurdu Kendisini, Antakya'ya geldiğinde Melik'in yanına götürdüler Karşı karşıya geldikleri anda Şem'un'un cemali, olgunluğu, hâl ve tavrı Melik'e çok hoş geldi Ona ihsanlarda bulunup yakınlarının arasına koydu Bir müddetten sonra sevgi ve muhabbetleri birbirlerine karşı çok arttı, dostluktan sağlam bir hale geldi, işte bundan sonra Şem'un Melik'e:
"—Ey padişahım! Bize haber geldi ki, bundan bir müddet evvel iki adam buraya gelmiş ve peygamberlik dâvasında bulunmuş, doğru mu?" dedi
Melik hemen cevap verdi:
"—Evet, doğrudur  "
"—Peki, hiç onlardan dinlerinin nasıl bir din olduğunu sordunuz mu?"
"—Hayır, öfkemden böyle bir şey sormadım "
"—Eğer müsaade ederseniz buyur, getirsinler Bir kere onlar ile konuşalım "
Melik emreyledi, elçileri getirdiler Şem'un onlara sordu:
"—Siz kimlersiniz, sizi buraya kim gönderdi, nereden geldiniz ve dininiz nasıl?"
Onlar cevap verdiler:
'—Bir dindir! Bizi buraya gönderen, cümle mahlûkatın rızkını veren Âlemlerin Rabbinin hak peygamberidir!'
Şem'un sordu:
'—Bu dediğiniz sıfatlar nedir?"
Onlar şu cevabı verdler:
"—Allah Teâlâ dilediğini yapar "
Şem'un:
"—Bahsettiğiniz peygamberin delili nedir?" diye sordu
"—Ölüyü diri kılıp, körü gözlü eder Kurumuş ağaçlara hayat verip, onları taze fidan kılar ve yemişler verdirir "
Şem'un:
"—Peki, söylediğiniz burada hazır mıdır?" dedi
"—Hayır, fakat biz onun elçileriyiz Bizim «Mîamız onun duası demektir " dediler
Bunun üzerine Şem'un, Melik'e dönerek:
"—Yâ Melik! Emir buyur, bir âmâ getirsinler Bakalım bunlar ne yapacaklar " dedi
Melik, anadan doğma bir âmâ bulup getirmelerini emreyledi Melik'in emri yerine getirilmişti Anadan doğma bir kör bulup getirdiler ve onların karşılarına çıkardılar Söz Şem'un'da idi İsa Peygamberin elçilerine:
"—Haydi! Kudretinizi gösterip şu âmâyı gözlü kılın " dedi
Onlar, ellerini kaldırıp dua ettiler Allah'ın izni ile gözleri açıldı ve etrafı görerek sevinç gözyaşları döktüler
Bunun üzerine Şem'un Melik'e dönerek dedi ki:
"Padişahım! Ömrün uzun olsun Tapılan bu putlarda acaba hiç bir kudret var mıdır ki, körlerin gözlerini açabilsin? Olmadığına şübhe yoktur Madem ki öyledir, niçin bunları mabud edinmişsiniz?"
Melik şu cevabı verdi:
"—Putlarımız şu asil işi yapamazlar Onlar ne işitir ve ne de görürler "
Sonra elçilere döndü:
"—Eğer sözünüz gerçek ise, ölüyü de diriltin görelim ' dedi
Elçiler dua ettiler Hep beraber kabristane gittiler Başında durdukları bir kabir açıldı, bir ölü başını uzatıp kabirden dışarı¬ya baktı ve Melik'e hitap etti:
"—Ey Melik! Onların sözlerine inan Onların Allah'ı ve dini hakdır Benim halime bak gör ki, yedi gündür dünyadan ayrılıp âhirete gittim Hak Teâlâ'yı bırakıp bâtıl dine taptığım için türlü azablar çekmekteyim Şu anda semaların kapısı açıldı, bütün melekler bu üç elçininin güzel yüzünü seyretmektedirler "
Melik sordu:
"—Yâ ölü! Üç elçi dedin Bunların ikisi karşımızda bulunmakta Ya birisi nerededir? "
Ölü:
"—Onların ikisi karşınızda, biri de yanınızdadır " diye cevap verdi
Bunun üzerine Melik, Şem'una dönerek: "—Sen de bunlardan mısın? " diye sordu Şem'un:
"—Evet, ben de onlardanım Yani üçümüz de Resullerdeniz " diye cevap verdi
Hak Teâlâ'nın izni ile gösterilen bütün kerametler, o şehir halkına hiç tesir etmedi, onlardan hiç biri imâna gelmedi
Yalnız Habibi Neccâr imâna geldi ve padişahın önünde, üç elçinin karşısında Allah'a imân edip Hak dinine girdi Bunu gören Melik sordu:
"—Yâ Habib Dininden çıktın mı?"
Habib:
"—Bâtıl dinden çıkıp Hak dinine girdim " diye cevap verdi:
Melik:
"—Yâ Habib! Dinine dön, yoksa seni parça parça ettiririm ' diyerek onu korkuttu
Habib:
"—Ne edersen et! Ben imâna geldim Artık geri dönüp kâfir olamam " dedi
Bunun üzerine gazaba gelen Melik, emrederek onu parça parça ettirdi Habib'in temiz ruhu Firdevs-i Âlâ'ya gitti Habib-i Neccar'ın her parçası şehrin bir kapısına asıldı ve ondan sonra, o üç Rasûl de Melik tarafından şehid ettirilerek şehrin kapısına bıraktırıldı
Bu büyük olaylardan sonra Hak Teâlâ, o kavme gadap ederek hepsini birden helak eyledi
İşte Eshab-ı Rest, bu üç Rasûldür
36
OTUZALTINCI SUAL
"—Yâ Muhammed! Eshab'ül-Uhdut kimlerdir? Bize haber ver  " dediler
Hazret-i Fahr-i Kâinat cevap buyurdular:
—Uhdut, Bayreyn ve Yemen vilâyetlerinde yaşayan büyük sihirbazlardandır Bunlardan birinin bir oğlu vardı Bir sihirbaza sihir öğrenmek üzere vermişti Çocuk her sabah giderek sihir öğrenir, akşam olunca da babasının yanına dönerdi Fakat çocuğun yolu üzerinde bir kimse vardı ve bu kişi âbid biri olup İsâ Peygamberin ümmetinden idi Daima yüksek sesle incil okurdu Çocuk da gelip geçerken bu sesi işitirdi Bir gün onun yanına vardı:
"—Ey Pîr! Bu okuduğun nedir ki, beni çok duygulandırdı " dedi
O Pîr:
"—Allah'ın kelamıdır?' diye cevap verdi
Çocuk sordu:
'—Allah dediğin, bizim putlarımız değil midir?"
"—Allah öyle Allah'dır ki, yerleri, gökleri, ay, güneş ve yıldızlan, cümle mahlûkatı yoktan var edip rızkını veren ve yaşatandır Bu okuduğum kitap, O'nun kelamıdır!' diye cevap verdi
Çocuk yine:
"—Yâ Aziz! Bu ilm-i şerifi bana tâlim ettirir misin? Hem söylediğin Allah'ın yolunu bana gösterir misin?" diye sordu O Pîr, bu çocukta kabiliyet olduğunu görmüştü "—Tâlim edeyim, fakat kimse duymasın " dedi
Bunun üzerine çocuk, her gün o pîrin yanına gelip ilim öğrenmeye başladı Ana-babası çocuklarını sihir öğreniyor zannederlerdi
Bir gün yine o âbide giderken yolun bir tarafında, halkın toplanmış olduğunu gördü Merak ederek o tarafa gitti Baktı ki, bir ejderha halkın yolunu kesmiş Çocuk kendi kendine:
'—Âbidin sözü ve dini gerçek ise, bu ejderha benim elinde bir taş ile helak olur!' diye düşündü ve yerden bir taş alıp Allah'a sığınarak o ejderhanın sırtının ortasına vurdu Allah-ü Teâlâ'nın emri ile helak oldu Bu hadise karşısında çocuk "Elhamdülillah! Dini, Hak dini imiş " deyip sevinerek doğruca o kimsenin yanına geldi Ona durumu anlatarak:
'—Hakikaten dinin, Hak din imiş Allah-ü Teâlâ'nın yardımı ile ejderhayı bir taşta öldürdüm " dedi
Bunun üzerine o ihtiyar dedi ki:
'—Sana müjdeler olsun! Bundan sonra senin elinden çok hünerler ve çok işler gelecektir Fakat bunları sana benim öğrettiğimi sakın kimseye söyleme "
Eshabü'l-Uhdut'un bir beyi vardı Onun da kardeşinin bir oğlu vardı Güzel yüzlü ve akıllı bir kimse idi, yalnız iki gözü âmâ idi Pîr'in talebesinin ejderhayı bir taşla öldürdüğünü bu beye haber verdiler Bey haber gönderip o çocuğu huzuruna getirtti ve ona:
"—Ejderhayı sen mi öldürdün?" diye sordu Çocuk:
'—Hak Teâlâ'nın izni ile, ejderha benim elimden çıkan taşla helak oldu " diye cevap verdi
O huzurda gözleri görmeyen delikanlı da bulunmakta idi Çocuğa hitap ederek dedi ki:
"—Şayet söylediğin gerçek ise, dua eyle ki benim gözlerim görsün '
Çocuk da ona şöyle dedi:
'—Şayet Hak Teâlâ gözlerine nur verirse, Hak Teâlâ'nın birliğine inanıp, kalben bunu söyleyip imâna gelir misin?"
Âmâ:
'— Evet, gelirim " diye cevap yerdi
Bunun üzerine çocuk dua eyledi Allah'ın izni ile âmâ delikanlının gözleri açıldı ve mayası temiz insan, derhal imâna geldi
Bu hali gören yiğitin amcası Melik, çocuğa sordu: '— Bu işi nasıl yaptın?" Talebe çocuk cevap verdi:
"—Benim Allahım, iki cihanı yoktan var edip, mahlûkatın nzkını veren Allah'tır Kardeşinin oğlunun gözünü O açtı "
Bu cevabı duyan Melik, hiddetlendi ve haykırdı:
'—Niçin dininden çıktın? Yanlış yola gittin? Gel dinine gir, yoksa seni parça parça ederim "
Çocuk cevap verdi:
'—Ne yaparsan yap Ben Hak Dinini buldum, ondan ayrılamam "
Bunun üzerine Melik'in vezirleri işe karışarak dediler ki:
"—Yâ Melik! Bu çocuğu fitneye o pîr düşürmüştür Dininden çıkarmış ve bunları ona öğretmiştir "
Bunu duyan Melik, gazaba gelerek emreyledi ve o kulu yakalatarak dört parça ettirdi Ondan sonra cellâda emretti, kılıcı çocuğa da vurdu Fakat kılıç kesmedi Bunun üzerine bey, delikanlıyı dağdan aşağıya atmalarını emretti Çocuğu dağın başına çıkardılar ve buradan aşağıya atmak istediler Çocuk Allah'a dua etti Daha duası tamam olmadan heybetli bir ses geldi, dağ zelzele gibi sarsılmaya başladı Cellâtlar dağdan aşağı düşerek helak oldular
Çocuk kurtularak Melik'in yanına geldi ve ona:
'—Ey Melik! Benim nasihatimi kabul et! Seni yoktan var eden Allah'a imân eyle " dedi
Melik ona:
'—Sen, cellâtların elinden nasıl kurtuldun?" diye sordu
Çocuk şöyle cevap verdi:
"—Benim Allahım beni sakladı ve senin cellâtların helak oldular!'
Bunun üzerine Melik yine gazaba gelerek, çocuğun boğazına taş bağlayarak denize atmalarını emreyledi Çocuğu bir kayığa koyup denizin ortasına doğru yola çıktılar Fakat bu anda bir tufan koptu, göz gözü görmez bir hale geldi Bu tufan esnasında havadan büyük kuşlar gelerek kayıkta olanların yanlarından yapışıp onları denize attılar Çocuk denizde yalnız kaldı Daha sonra tufan sakinleşti Kayık, ağır ağır sahile yanaştı Karaya çıkan çocuk, derhal Melik'in yanına gitti Melik onu görür görmez hayretle sordu:
"-Nasıl kurtuldun?"
"—Benim Allahım, senin adamlarını denizde helak etti, beni kurtardı Sana tekrar söylüyorum, inadı bırakarak imâna gel Yoksa Allah-ü Teâlâ'nın gazabına uğrarsın "
Melik, aklını başını toplayıp düşündü ve anladı ki, bu çocuğa kötülük etmek isteyenlerin hepsi de helak olmaktadır Hemen Hak Teâlâ'ya imân eyledi Cümle kabilesi ile beraber Hak yolunu tuttular, Allah'a bağlanarak kalben imân ettiler ve Hak Teâlâ'nın gazabından emin oldular
İşte, Eshab'ül-Uhdut bunlardır
37
OTUZYEDİNCİ SUAL
Müşrikler:
'—Yâ Muhammed! Bize denizlerin aslından haber ver  " dediler
Hazret-i Fahr-i Kâinat cevap buyurdular:
—Denizlerin aslı, Nuh Tufanı'ndadır Hak Teâlâ bu dünyaya tufan gönderip Nuh Peygamberin kavmini yok etmek istemiş olacak ki, yere sularını yeryüzüne çıkarmasını ve göğe de sularını yeryüzüne indirmesini emreyledi Bu sırada Cebrail Aleyhisselâm gelerek, Nuh Peygambere bir gemi yapmayı öğretti Nuh Peygamber de gemisini yaparak tamamladı O kavim, Nuh'un gemisini necasetle doldurdu Onlar, uyuz hastalığından âciz kaldılar
Bir gün o kavimden olan birisi geldi Geminin içine büyük abdest ederken düştü, yine çıktı ve bir suya giderek yıkandı Necaset bulaşan yerlerinde hiç bir hastalık kalmadı Tekrar ederek geri kalan yerlerine sürdü, her tarafı iyi oldu
Hemen bu haberi o kavme verdi Hepsi de üşüştüler Bütün o necaseti bütün azalarına ve yüzlerine sürdüler, şifa buldular Bu sebepten Nuh'un gemisini temizlediler Daha sonra Nuh'un nurundan nur çıktı O kavmin tufana gark olacağını anladı Kendi taallukatından olanlar ile bütün canavarlardan çift alarak gemiye koydu Ondan sonra da yerlerden sular çıkmaya, göklerden sular inmeye başladı O kavmin geri kalanları yüksek bir dağın başına çıktılar Sular o dağı da bastı, hepsi helak oldular Sular, dağlardan kırk arşın yukarı çıktı Dünyayı tamamen tufan istilâ etti Nuh Peygamberin gemisinde olanlardan başka, dünya yüzünde hiç kimse kalmadı
Bir müddet sonra, Hak Teâlâ'nın emri ile sular yavaş yavaş çekilmeye başladı, işte bildiğimiz bu denizler, o tufandan geriye kalan sulardır
Hak Teâlâ'nın emri ile, bu denizlerin suyunun acı olmasının da sebebi şudur:
Yarın kıyamet gününde bütün mahlûkat Sırat'tan geçecek; kâfirler Cehenneme düşecek, inananlar ise selâmet ile geçerek Cennet'e girecekler Ondan sonra da Nuh Tufanı'nda olduğu gibi, denizler dünyayı kaplayacak, işte o zaman Hak Teâlâ Cebrâil'e dünyaya inmesini ve bütün suları, yeryüzünde bir damla su kalmayacak şekilde götürmesini emredecek Cebrail yeryüzündeki bütün suları yedinci kat semaya götürüp:
"—Yâ İlâhi! Emirlerini yerine getirerek bütün suları getirdim, şimdi ne yapayım? " diyecek
Hak Teâlâ da Cehennem bekçisi Mâlik'e emredecek ve o suları Cehennem ehlinin boğazına koyacaklar Allah korusun, o su' Cehennem ehli olanların ciğerlerine erişmeden, onlann boğazları kuruyacaktır
38
OTUZSEKİZİNCİ SUAL
"Yâ Muhammed! Semaların kilidinden haber ver  Göklerin kilidinin anahtarı nedir?" dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz cevap buyurdular:
—Semaların kilidi, kâfirlerin küfrü ve kul hakkı, yetim hakkı âsilerin isyanıdır Zira, onlar Hak Teâlâ'nın kelâmına ve benim Peygamberliğime inanmazlar, kitablara itikat etmezler Onların amelleri semaya çıkmadığı gibi, Hak Teâlâ'nın rahmeti de onların üzerine inmez
Semaların kilidi bunlardır, fakat anahtarı, Kelime-i Tevhid'dir Yani Hak Teâlâ'nın birliğine, kitablarına, emre, nehye, haşre, neşre, Cehenneme, Mizan'a ve Sırat'a inanmaktır
Bir kimse kâmil olup canına bunlar anahtar olduğu zaman, o kimseye göklerin kapılan açılır ve rahmet melekleri, yedinci kat semalardan inerek onun adını said defterine yazarlar, işte göklerin anahtarı budur
39
OTUZDOKUZUNCU SUAL
'—Yâ Muhammed! Kaf Dağından haber ver " dediler Hazret-i Fahr-i Kâinat buyurdu ki:
—Kaf, bu cihanı kaplayan bir dağ olup, dünyanın tam ortasındadır Yeşil zebercedden daha yeşil olan öyle bir rengi vardır ki, semalarda görünen yıldızlardaki yeşillik, onun renginin aksidir
Hak Teâlâ yeri yarattığı zaman, yer Hak Teâlâ'ya inledi ve:
"—Yâ İlâhi! Beni bunun için mi yarattın? İnsanoğlu benim üzerimde türlü fesat ve musibetler etmektedir!' diyerek karar tutmadı
Bunun üzerine Hak Teâlâ, Kaf Dağını yarattı ve onunla yere karar verdi Yer, doğru yolu seçti
Hak Teâlâ Kaf Dağının ardında öyle bir yer yarattı ki, genişliği dünya kadar olup meleklerle doludur Oradaki melekler o kadar çoktur ki, eğer semadan yere bir iğne bırakılsa yere düşmez Oradaki her meleğin elinde, üzerinde "Lâilâhe illallah, Muhammedün Resûlüllah" yazılı olan birer nurdan bayrak vardır Cuma gecesi olduğu zaman, bütün melekler Kaf Dağı'nın üzerine çıkıp, dünyanın ortası olan o yerde dururlar ve:
'—Yâ İlâhi! Muhammed ümmetine rahmet eyle, onları Cehennem azabından âzâd eyle  " diye dua ederler
Bütün gece bu şekilde dua ettikten sonra sabahleyin de:
"—Yâ İlâhi! Bugün gusül ederek cuma namazı kılacak olan kimselere rahmet eyle  " diye dua ederler
Hak Teâlâ azamet ile:
'—Ey meleklerim! Kendi fazl-ı keremimden, cuma namazı kılacak olanları daha şimdiden yargıladım ve onlara rahmet eyledim " buyurarak meleklerine cevap verir
40
KIRKINCI SUAL
'—Yâ Muhammed! Âhir zamanda dünyadaki şehirlerin harap olmasından haber ver  " dediler
Server-i Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz buyurdular ki:Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'de:
"Ve hiç bir ülke yoktur ki, illa onu kıyamet gününden evvel biz helak ederiz "
(İsrâ Sûresi, âyet 58) buyurmuştur
Âhir zamanda Hak Teâlâ her vilâyete bir gazab verecektir Fakat o zaman yeryüzünde Kur'an hükmü ve benim sünnetim ile amel etmiyecekler Hak Teâlâ bu azab ve gazabı, halkın fesat ve musibete talip olduğu zaman verecek ve dünyada bulunan şehirleri harab edecek
Hicaz, Mekke ve Yemen şehirlerine geniş ölçüde hastalık yayılacak
Medine şehri baştan başa kızıl hastalığına tutulacak
Mısır ve Batı şehirleri zelzele ile harab olacak
Rum ve Firengistan'ı kıtlık harab edecek
Taberistan ve Fars şehirleri, bir faciadan harab olacak
Irak'ı Süfyanoğullarından bir kişi harab edecek
Bağdad, Musul ve Diyarbakır suya gark olacak
Horasan, Tatar ve Abaza taun hastalığından harab olacak
Semerkand, Kaşkar, Keşmir ve Kabil, Hindistan kâfirlerin elinde harab olacak Böyece dünyada nizam ve intizam kalmayacak Bundan sonra Deccal Aleyhillâne çıkacak, dünyayı tamamiyle gezecek Mekke, Medine, Kudüs ile Turisinâ'ya uramıyacak Bundan sonra Hak Teâlâ'nın emri ile Hazret-i İsa, altında bir ak *****, bir elinde mızrak bulunduğu halde yere inecek Aynı zamanda iki ak bulut parçasının taşıdığı muhteşem bir tahta geçerek oturacak ve mü'minler mesud olacaklar
Hazret-i İsa, Deccal'in üzerine büyük bir ordu ile yürüyüp harbedecek ve Deccal'i mağlub edecek Bundan sonra Hak Teâlâ yere emreylecek, yer Deccal'i tutacak Hazret-i İsa onun üzerine vararak elinde taşıdığı mızrak, Deccal'in göğsünü delip geçecek, Deccal Aleyhillâne helak olup yere yıkılacak Mü'minler Deccal'e ait yeryüzünde hiç bir şey bırakmıyarak hepsini temizleyecekler
İsa Aleyhisselâm benim halifem olup, kırk yıl dünyada adaletle hüküm sürecek O zamanın yılları bir ay, günleri de bir saat kadar olacak İşte bu şekildeki yıllar ile Hazret-i İsa, kırk yıl hükümran kalacak Kırk yıl tamam olunca Hazret-i İsa, sahrasında ibâdet ederken ruhunu Hakka teslim edecek O vakit müslümanlar toplanarak Hazret-i İsa'nın cenazesini yıkayacaklar ve ibâdetlerini yaptıktan sonra Medine'ye getirerek benim haremime defnedecekler
Bundan sonra Yecüc ve Mecüc meydana çıkacak Onların Malülân ve Taliun adında padişahtarı olacak Her birinin yüz bin askeri olacak Onların adamları çok olup Malülân'ın askerleri bütün suları içip kurutacak Ondan sonra çıkacak olan Taliun' un askerleri ise bütün kuyuların ve denizlerin suyunu içip tüketecekler, ırmaktarı kazıp buraların yataklarında sular arayacaklar
Bunların boyları iki arşın olacak ve genişlikleri bir arşından zayıf olmayacak Yüz batman ağırlığındaki taşı, bir ok atımı mesafeye atabilecekler
Yecüc ve Mecüc, Nuh Oğullarından Ham neslinden gelecek Sakalları bulunmayacak ve bıyıkları ağızlarını örtmüş olacak Kadınları oğlan doğurmayacak, ölmeyecekler ve biri kız, biri de oğlan olmak üzere ikiz çocuk dünyaya getirecekler
Yecüc ve Mecüc'ün çıktığı yerde bir su bulunacak Bu, çok muazzam ve büyük bir su olacak Onlar bu suyu içip kurutacaklar Ondan sonra dünya yüzüne yayılacaklar Kırk yıl padişahlık edecekler Müslümanlar onlarla harb etmekten âciz kalacak ve utanç duyacaklar; ve benim kabr-i şeriflerime gelerek yardım isteyecekler
Hak Teâlâ'nın izni ile kabrimden:
'—Korkmayın! Hak Teâlâ sizleri onların kötülüklerinden saklayacaktır!' diye sesleneceğim
Bunu takiben Hak Teâlâ bir canavar yaratarak Yecüc ve Mecüc'lerin üzerine yollayacak ve canavar, onlann hepsini helak edecek Hak Teâlâ kuvvetli bir rüzgar gönderecek, onları süpürüp denizlere dökecek ve şiddetli yağmurlar yağıp yeryüzünü onların bütün pisliklerinden yıkayıp tertemiz edecek
Müslümanlar Hak Teâlâ Hazretlerine şükürler edip bahtiyar olacaklar Bundan sonra kıyamet alâmetleri belirecek ve kıyamet kopacak
İşte sormuş olduğunuz suallerin cevabları böyledir Ancak bütün bunların içyüzünü, yine bütün Âlemlerin Rabbinden başka bilecek hiç kimse yoktur, insan için her şey sınırlanmıştır Geçmiş ve gelecekte bir çok şeyler meçhuldür ve meçhul kalacaktır Çünkü kâmil insanlar, Allah-ü Teâlâ'nın izni ile muayyen yerlere kadar Allah'ın sırlarını bilebilirler
BU SORULARI SORANLAR İMÂNA GELiYOR
Server-i Enbiya'nın verdiği cevaplar karşısında kâfirler âciz kaldılar Gözlerine ve kalblerine nur doldu Hak Teâlâ'nın lütfü ile eriştikleri bu nur, onlann ruhlarını ferahlattı Derhal kalblerini imân bürüdü ve Server-i Enbiya'nın talimi ile Kelime-i Şehâdet getirerek ihlâs ile:
"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasülüh " diyerek müslüman oldular
Bunların Hak yoluna kavuşmalarının ve nurlu saadet yolunu seçmelerinin haberi, bir anda dünyaya yayıldı Bunu duyan sayısız kimseler, birbirleri ile yarış edercesine imâna gelmeye ve müslüman olmaya başladılar İslâm Dininin parlaklığı, beşeriyete nur ve huzur getirdi
Hak Teâlâ cümlemizi iki cihanda aziz etsin, son nefeste imânla çene kapayanlardan eylesin Mahşer gününde Peygamber Efendimizin şefaatinden ve ehl-i beytinin himmetinden mahrum kılmasın
"Âmin yâ muin bihürmeti seyyidil mürselin "
Yazarı: Mevlana Firaki (k s )
Tercüme: Mehmet Kurban CÖNGERLİ
Derleme: ŞEVKET GÜREL Eyüp-istanbul (1990)
|