Prof. Dr. Sinsi
|
Mustafa Kemal Paşa Esir Olmuş...

Müslümanları, “İsmaililik” mezhebiyle dinden çıkaran sahte şeyh “Abdullah”  
İngilizlere hizmet için Kur’an üzerine yemin eden ve Mustafa Kemal’i öldürmek üzere görevlendirilen Hintli ajan Mustafa Sagir  
Haşmetlü İkinci Elizabeth Hazretleri’nin (Türkiye gazetesinin başyazarı Yılmaz Öztuna böyle hitap ediyor!!! HK) Bursa’da Kur’anı Kerim dinlemesi  
“Majesteleri, size 71’de el sallamıştım” diyen Gül’e “Haç” nişanı takılması  
Gül’ün, “İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe ümitle bakıyorum” demesi (Bkz Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3 İstişare Toplantısı 1992)
Yeni Osmanlıcılık  
BOP, GOP  
Dinlerarası diyalog  
Medeniyetler ittifakı  
Washington’da “Hamdolsun”  
Ali Kemalci gazeteciler, çanak sorular  
Ecnebilerden “mandacı” açıklamalar  
Onları manşetlere taşıyanlar  
Financial Times, Washington Times ve Reuters’tan özel servis  
* * *
Siz, bunların ne anlama geldiğini düşünürken ben size tarihten bir yaprak daha sunayım  
Olur da bir gün ümitsizliğe kapılırsanız, tekrar tekrar okuyun  
İyi geleceğinden eminim
* * *
“Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada’ya gidiyordum Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı  Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz Güverte, tıka basa dolu  Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi “Ne olmuştu?” diye sormaktan korkuyorduk
Bir fena şey vardı Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk İhtimal durmuştuk Belki de bir iki noktada gerilemiştik Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik Bu da, elbette Sevres Antlaşması’ndan daha iyi olurdu
Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargahı ile beraber esir olmuş  
Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim
Türkleri Büyükada Yat Kulübü’nden kovmuşlardı Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu Ada sokakları, çoluk çocuğun çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi
Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik
Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargahı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş  
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim Bir çocuk gibi sıçramaya başladım Habere, havadise, telgrafa koşuyorum Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim
Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu İkdam’daki Yakup Kadri’yi aradım, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim
Tuhaf şey: İzmir’in alındığı haberi geldiği vakit, içimizde artık sevinme gücü kalmamıştı Gönlümüz, uzun ve derin uykuya dalmış gibi idi Bir hastanın başında günlerce beklemekten sonraki yağılıp kalmaya benzer bir uyku  Hatta daha fazla ağlamalı bir hal  Bir akşam önce şampanya bayramı yapanların yüzlerindeki unulmaz yası gidip görmek düşüncesinden bile sevinmiyorduk
Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz
“Akşam”ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık: ” Elhamdülillah, İzmir’e kavuştuk! “ Kapıları açmanın imkanı mı var? Gazeteyi pencereden akıtıyorduk Alan, yüzüne gözüne sürüyordu Galata Rıhtımı üzerinde kamçısı ile selam marşını susturan beyaz atlı Franchet d’Esprey, o korkunç hayal, sanki bir operet sahnesinden kalma hoş bir hatıra idi! Doğrusu, daha fazla Dolmabahçe’ye gidip Vahideddin’i görmek istiyordum İçimdeki tek zulüm hevesi bu idi
Vahideddin’i göremedim Fakat sonradan ilk Meclisten kalma bir dostum, Muhiddin Baha, bana bir Ankara hikayesi anlattı Onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış Mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş Asık suratlı bir milletvekili görmüş Mustafa Kemal’in muhaliflerinden biri:
-Yahu nedir bu halin? diye sormuş Öteki dudaklarını sıkarak:
-Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi Nesini büyültüp duruyorsunuz? diye çıkışmış da!
Sonra da:
-Yunanlılardan kurtulduk Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? demiş Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler Ah! Bir kurşun son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?
Doğu böyledir, dostlarım, Doğu’da kin, kolayca hiyanete kadar götürür O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları saran bu kanser  Kanserlerin en habis soyu!” (1)
1 - Falih Rıfkı Atay, Çankaya: İstanbul 1969 s 312
Hayri KÖKLÜ | İnceleme-Araştırma

|