Yalnız Mesajı Göster

Zünnûn-İ Mısrî

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Zünnûn-İ Mısrî




Kur’ân-ı kerîm âlimlerinin durumunu sorduklarında; “Onlar bu yolda dizlerini çürüttü Ömürlerini ve bedenlerini bu yolda harcadılar Böylece Kur’ân-ı kerîm ilmine sâhib oldular Bu ilme vâkıf olabilmek için, bu kadarla kalmadılar Dudaklarında kan kalmadı Göz yaşları sel olup aktı Kur’ân-ı kerîm ilmini onlar böyle buldu Hidâyete eren bunlar oldu Îmânlarını emniyet altına bunlar aldı”cevâbını verdi

Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyurdu ki:

“İnsanı arzulardan kurtaran dost ikidir Gözü ve kulağı muhâfaza etmektir

“Kalbin hasta olmasının alâmeti dörttür: Birincisi; tâattan (ibâdetten) tad, haz almaz İkincisi; Allahü teâlâdan korkmaz Üçüncüsü; eşyâya, mahlûkâta ibret gözüyle bakmaz Dördüncüsü; dinlediği ilim ve nasîhatten istifâde etmez

“Öyle birisiyle dostluk kur ki, senin değişmenle değişmesin

“Her âzânın tövbesi vardır Kalb ve gönlün tövbesi, şehveti terk etmektir Gözün tövbesi, harama bakmamaktır Dilin tövbesi, fenâ söz söylemekten, gıybet etmekten çekinmektir Kulağın tövbesi, kötü sözleri dinlememektir Ayağın tövbesi, haram yerlere gitmekten kendini korumaktır

“Şu üç şey ihlâs alâmetidir Birincisi medh ve kötülenmek ona tesir etmez İkincisi, amelleri unutur, günahlarını düşünür Üçüncüsü, Hak teâlâdan gayrısını gönlünden çıkarır

“Tövbe iki kısımdır: İnâbe tövbesi; kulun Allahü teâlâdan korkup tövbe etmesi İsticâbe tövbesi; kulun Allahü teâlâdan utanıp tövbe etmesidir

“Yemekle dolan mîdede hikmet durmaz

“Eline geçen bir parça ekmeğin yanında, ayrıca katık olarak tuz arayan kimse, velîler katında umduğunu bulamaz

“İlim tahsil ettiği hâlde, bununla amel etmeyene âlim denilemez"

“Eline iki ekmek geçip, bunların hangisi helaldandır diye araştırmadan, düşünmeden yiyen kimse, hak yoldan felah bulamaz

“Murâkabenin alâmeti, Allahü teâlânın tercih ettiğini tercih etmek, O’nun büyük gördüğünü büyük görmek ve küçük gördüğünü küçük görmektir

“Sabır, Allahü teâlânın emirlerine muhâlif olan davranışlardan uzaklaşmak, O’ndan gelen musîbetlere sükûnetle karşılık vermek ve fakirlik ihsân ettiği zaman, zengin görünmektir

“Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, bütün ahlâkta ve bütün işlerde, O’nun sevgili peygamberi olan Muhammed aleyhisselâma uymaktır

“Doğruluk, Allahü teâlânın bir kılıcıdır ki, üzerine konulan her şeyi keser

“Doğru kimse, dili hak ve gerçek olanı anlatan kimsedir

“Kanâat eden rahat bulur, üstün olur

“İnsanların ayıpları ile meşgûl olan, kendi ayıbını görmez

“Biz öyle insanlara kavuştuk ki, onların herbirinin ilmi arttıkça, zühdü de artıyordu Dünyâya karşı ihtiyaçsız olup, onu sevmiyorlardı Ama siz, bu hâlin tam zıddına sâhipsiniz İlminiz arttıkça, dünyâya karşı sevginiz artıyor Ona kavuşmak için, birbirinizi iterek geçiyorsunuz Onlar başkaydı Dünyâ malını ilim elde etmek için harcarlardı, onları böyle gördük Ama siz şimdi tam tersine; bir bilginiz varsa, dünyâlık sâhibi olmak için, ortalığa saçıyorsunuz

“Rûhun sıhhati az günah işlemek, bedenin sıhhati az yemektedir

“Sevgi seni konuşturur, korku rahatsız eder, hayâ susturur

“İnsanlar Allahü teâlâdan korktukları müddetçe, doğru yolda yürürler Bu korku kalblerinden gitti mi, yollarını kaybederler

“Bir kula bak, vaktini boşa harcıyorsa, boş şeylerle vakit geçiriyorsa, Allahü teâlâyı anmıyorsa, bilesin ki, Allahü teâlâ onu sevmiyor

Zünnûn-ı Mısrî hazretleri, vefât ettiğinde, hava çok sıcaktı Cenâzesini götürürlerken bir bölük kuş da cenâzenin üstünde kanatlarını açarak birlikte uçuyor ve gölge yapıyorlardı Oradaki insanlar o kuşların kanatlarının gölgesi altında kalıyorlardı Fakat hiç kimse öyle kuşlar görmemişti

Cenâzesi defnedilinceye kadar kuşlar gitmediler Ertesi gün kabri üzerinde Âdemoğlunun yazısına benzemiyen bir yazının yazılı olduğu görüldü: “Zünnûn, Allah'ın sevgilisidir ve şevkı dolayısıyla da, canını O’nun yoluna fedâ etmiştir” O yazıyı oradan kazımalarına rağmen, tekrar yazılırdı Vefâtından sonra birçok âlim rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Peygamberimiz yanındakilere; “Hak dostu Zünnûn geliyor, karşılamaya gidelim” buyurdu

CÂN Ü GÖNÜLDEN TÖVBE

Mısır’da Muhakked bin İsmâil isimli biri, çok güzel ve dillere destan evlere sâhipti Bir gün yine güzel bir ev yaptırmış ve başka bir eksiklik var mı diye etrâfında dolaşıyordu O sırada Zünnûn-i Mısrî hazretleri yanına geldi ve ona; “Ey mağrur, bu kadar emeği, emânet olan bir dünyâ evine verdin Ebedî evin olan Allahü teâlânın evine (îmâna) ne emek verdin?” diye sordu Sonra; “Bu dünyâda kendin için nasıl olsa bir ev bulursun ve içinde oturursun Fakat öbür dünyâda eğer şu dört hudut arasında kendine bir ev yapmazsan hâlin perişân olur Maazallah Cehennem’e gidersin O dört huduttan ilki; dünyâdaki fazla malı, ihtiyaç sâhiplerine vermek, ikincisi; Allahü teâlâdan korkmak, üçüncüsü; Allahü teâlâyı ve O’nun sevdiklerini sevmek, dördüncüsü ise; bütün musîbetler karşısında sabretmektir İşte bu dört hudut içindeki evi kendine al, o senin için yeterlidir O hudutlar arasında yer alan ev, Cennet evidir Altında bal ve sütten sular akan ırmaklarla, içinde istediğin her nîmet ve yiyecek vardır” dedi Bunun üzerine o şahıs; “Ey efendi, ben çok günah işledim, onlara ne yapayım?” dedi Zünnûn-i Mısrî hazretleri; “Allahü teâlâ dilerse bütün günahları affeder Yeter ki sen cân u gönülden tövbe et” deyince, adam ağlamaya başladı ve cân u gönülden tövbe etti Bütün evlerini satıp, parasını fakirlere dağıttı Zünnûn-i Mısrî’nin talebesi oldu Bir süre sonra bu zât vefât etti Kabre koyduklarının ertesi gününde, kabrin üzerinde bir kâğıdın durduğunu gördüler Üzerinde ise; “Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin söylediklerinin hepsi doğru çıktı Cân u gönülden tövbe ettiğim için, daha önce işlediğim bütün günahlarımı Allahü teâlâ affetti Şimdi altından ırmaklar geçen Cennet evindeyim” diye yazıyordu

EMÂNET FÂRE

Yûsuf adında gezgin bir zât, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin İsm-i âzamı bildiğini öğrenince, Mısır’a gitti Huzûruna varınca, önceleri iltifat görmedi Sonra huzûra kabûl edildi ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bir sene hizmet etti Bir gün ona; “Ey üstâd, sana bir sene hizmet ettim, artık hakkımı vermen gerekir Senin İsm-i âzamı bildiğini söylediler Onu, benden iyi emânet edeceğin bir başka kimse olmayacağını bilirsin” dedi Sükût etti Ona cevap vermedi Altı ay sonra bir tabağa konmuş ve bir mendile sarılmış bir şey çıkardı Ona; “Fustat’ta bulunan falan dostumuzu bilirsin değil mi?” diye sorunca; “Evet” dedi Zünnûn hazretleri ona; “İşte bunu ona götür” dedi O da sarılı tabağı aldı, giderken; “Zünnûn-i Mısrî gibi bir zât hediye gönderiyor Acabâ nedir, ne kadar kıymetlidir?” diye düşündü Merakını yenemeyerek tabağı açtı İçinden bir fare fırladı ve kaçıp kayboldu Bu duruma kızarak, Zünnûn-i Mısrî'nin yanına geldi Zünnûn-i Mısrî ona; “Biz seni denedik Sana bir fâre emânet ettik, ona hıyânet ettin Hiç sana İsm-i âzamı güvenip teslim edebilir miyim?” dedi

MUHABBET

Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyurdu ki: “Zavallı insan, kendi Rabbini bırakıp nereye gider Ey kardeşim dikkat et! İnsan hangi husûsiyeti ile meleklerin mescûdû (kendisine doğru secde edileni) olmuştur Bu üstünlüğü yemesi sebebinden olsa, buna ondan önce deve lâyıktır Çünkü bir deve, elli insanın yediğini yer Şehvet kuvveti sebebiyle olsa, buna eşek daha uygundur Çünkü ondaki şehvet kuvveti yanında, insanınki ne kalır Belki serçenin şehvet kuvveti bile insanınkinin birçok katıdır Gadab ve kızgınlık sebebi ile ise, aslan buna daha lâyıktır Görmek kuvveti sebebi ile olsa, buna akbaba daha uygundur Akıl kuvveti sebebi ile ise, buna melekler daha uygundur Çünkü insanın aklı, meleklerin aklının yanında çok az kalır Eğer insanları doğru yoldan çıkarmak, kandırmak, aldatmak sebebiyle ise, şeytan buna daha lâyıktır Görülüyor ki, insana mahsus olan özellikler ve meleklerin mescûdû husûsiyeti, ondaki muhabbet cevheri ve aşk ateşidir Bu, insanoğlundan başka hiçbir canlıya verilmemiştir

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c9, s333
2) Târih-i Bağdâd; c14, s316, c8, s393
3) Tezkiret-ül-Evliyâ; s23
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1169
5) Kıyâmet ve Âhiret; (5 Baskı) s194
6) İslâm Ahlâkı; s436
7) Rehber Ansiklopedisi; c18, s331
8) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s70
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c3, s337

Alıntı Yaparak Cevapla