Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri
Fâtih Sultan’ın eşsiz vasiyetnâmesi
Fâtih’in aşağıdaki tek kelimeyle eşsiz ve muhteşem vasiyeti, Osmanlı’nın hangi insanî anlayışlar ve gayretler neticesinde “Saadet ve Selamet Cenneti” haline geldiğinin en parlak bir nişanıdır:
“Ben ki, istanbul Fâtihi abd-i âciz (âciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizâtihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım istanbul’un Taşlık mevkiinde kâin (bulunan) ve mâlumu’l-hudut olan 136 bap (parça) dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakfı sahih eylerim:
Bu gayri menkulâtımdan (taşınmaz mal) elde olunacak nemalarla (gelirlerle) istanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim Bunlar ki, ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tâyin ve nasp eyledim (görevlendirdim) Bunlar ki, ayın belli günlerinde istanbul’a çıkalar, bilâistisnâ (istisnasız) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifâsı ya da mümkünse şifâyap olalar (şifa vereler)
Değilse, kendilerinde hiçbir karşılık beklemeksizin Dârülaceze’ye (huzurevine) kaldırılarak, orada salâh (ferah) bulduralar  Ayrıca külliyemde inşâ eylediğim imârethânede (aşevi) şehit ve şühedânın harimleri (aileleri) ve Medine-i istanbul fukarası yemek yiyeler Ancak, yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle ”
II Beyazıd’ın vasiyeti ve cihat tuğlası
Sultan II Beyazıd’ın, diğer Osmanlı pâdişahları gibi çıktığı seferlerde muvaffak olmayı arzuladığı tek gayesi vardı: i’lâ-yı Kelimetullâh (Allah’ın adını yüceltmek) Rivayete göre II Beyazıd, çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları yok etmeyip biriktirerek bir tuğla döktürmüştür Bundaki maksadı, cihat emrine uyduğunu ispatlamaktır Hattâ bu tuğlayı ömrünün sonuna kadar yanında taşıdığı ve üstelik kabrine konulmasını dâhi vasiyet ettiği nakledilir
Böyle bir vasiyette bulunabileceği, Kırım Hanı Mengi Giray’a gönderdiği şu mektuptaki, şiddetli bir cihat arzusu ve hassasiyeti taşıyan ifadelerden de bellidir: “Cihat ve gazâ emri, islâm Dini’nin en baş yoludur Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır Fakat geniş topraklarımız üzerindeki reâyânın (halkın) hâllerinden yalnız ben sorumluyum Yarın Allah’ın huzuruna vardığım zaman; “Bayezıd! Sana bunca iklimleri ihsân edip, cümle ibâddan (kullardan) seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm Kullarım arasında nice benim emrimi icrâ eyledin ve ne târik (yol) ile adâlet eyledin?” diye buyurduğunda hâlim ne ola ve ne hâl ile cevap vereyim diye düşünür dururum  ”
Yavuz’un ölüm anı ve son sözleri
Devlet işlerinde devrin icabı, son derece sert ve müsâmahasız olmasına rağmen, ilim adamları ile sohbetinde ve özel hayatında, tam aksine gayet yumuşak olan Yavuz Sultan Selim, gecelerini ibadet ve kitap okumakla geçiren, birçok kerâmetleri olan velî pâdişahlardandı
Sırtında çıkan bir sivilcenin azıp kötüleşmesiyle gelişen “şirpençe” denilen hastalıktan vefat ettiği söylense de; tarihî kaynaklara göre, dedesi Fâtih gibi doktorlar tarafından yarasına sürülen zehirle öldüğü kuvvetle muhtemeldir Yavuz Selim, ölüm döşeğinde son dakikalarını yaşarken hizmetkârı Hasan Can’a, Yasin Suresi’ni okumasını söylemeden önce “Hasan Can bu ne hâldir?” diye sorar Hasan Can da: “Allah ile beraber olma zamanıdır Sultanım! ” şeklinde karşılık verir Bu söz üzerine Sultan Selim ise: “Bre bizi bu zamana kadar kiminle bilirdin sen! ” der Ve Yasin Suresi okunurken, “selam” ayetine gelindiğinde, büyük sultan ruhunu Rahman’a teslim eder
Kanuni’nin son vasiyeti ve kabirdeki sandık
Kanuni Sultan Süleyman, 72 yaşında 13 ve son seferi olan Zigetvar Kalesine 1566’da hareket etmeden önce, oğlu II Selim’e şu vasiyette bulunmuştu:
“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır) Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir Sen benim el yazım bilirsin Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir Göreyim nice yerine koyarsınız Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz Muhammed) hürmetine aleyhisselam ”
Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster! ”
Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir (Hastalığı esnasında bu sandukayı şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti ) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir içinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır Fetvaları gören şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”
KAYNAKLAR:
Joseph von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, çev: Mehmet Ata, C 2, ist 1330, s 293; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, Haz: ismet Parmaksızoğlu, Ank 1992, Kül Bak Yay ; Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, Haz: F Reşit Unat, M Altay Köymen, Ank 1987, T T K Yay ; Mustafa Nuri Paşa, Netâic’ül-Vuku’ât, Haz: N çağatay, Ank 1987, T T K Yay ; Mehmed Neşrî, Neşrî Tarihi, Haz M Altay Köymen, C 1, Ank 1983; Tayyarzâde Ahmed Atâ, Târih-i Atâ, C 1, ist 1293; Solakzâde Mehmed Hemdemi çelebi, Solakzâde Tarihi, C 1; i Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ank 1982, T T K Yay ; i Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, ist 1972, Türkiye Yay ; Yılmaz öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, ist 1994, ötüken Yay ; Tarih Sohbetleri, ist 1988, ötüken Yay ; Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yay ; Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, ist 1332; Nihad Sami Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, ist 1984; Hüseyin Algül, Büyük Fetih ve Sonrası, izmir 1989; Erol Güngör, Tarihte Türkler, ist 1989; Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, C 1, ist 1977; ibrahim Refik, Efsane Soluklar, izmir 1992; Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları, ist 2003, Cihan Yay; ismail çolak, Doğu-Batı Kavşağında Osmanlı, ist 2004, Gelenek-Okul Yayınları
|