Yalnız Mesajı Göster

Cinselliği Doğru Kullanmanın Ve Zinadan Korunmanın

Eski 08-01-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cinselliği Doğru Kullanmanın Ve Zinadan Korunmanın




1 Empati yapın

İsterseniz öncelikle gözlerimizi kapatıp hayal burağına binerek Allah Resulü’nün yaşadığı zamana, Asr-ı Saadet’e doğru yola koyulalım İşte bakınız orada bir genç duruyor Adı Cüleybib Simasından, hal ve tavırlarından bir derdi olduğu anlaşılıyor

Cüleybib, Resul-i Ekrem’in (asm) huzuruna çıkıyor ve “Ey Allah’ın Elçisi! Zina etmeme izin ver!” diyor

Sahabiler onu böyle bir ifadeden dolayı “Sus! Sus!” diye susturmaya çalışıyorlar

Ama İki Cihan Güneşi, onu “Hele şöyle gel!” diye yanına çağırıyor

Cüleybib, Efendimizin yanına gelip oturuyor Peygamber Efendimiz onunla konuşmaya başlıyor:

“Söyle bakalım Bir başkasının senin annenle zina etmesine razı olur musun?”

“Canım feda olsun, hayır, olmam

“Zaten hiç kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz Peki kızınla zina edilmesini ister misin?”

“Uğrunda öleyim ya Resulallah! Hayır, istemem

“Öyleyse hiç kimse kızıyla zina edilmesini istemez Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?”

“Yoluna feda olayım, hayır, istemem

“Hiçbir kimse, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez Peki halanla zina edilmesi seni memnun eder mi?”

“Canım feda olsun, hayır, kesinlikle

“Halasıyla zina edilmesi hiç kimseyi memnun etmez Peki birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun?”

“Uğrunda öleyim, hayır buna da razı olmam

“Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz

Evet, bu konuşma ile akıl mantık planında Allah Resulü, Cüleybib’in aklını ikna eder ve onu doyurur Ardından da elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder:

“Allah’ım! Onun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur

Cüleybib, bu duadan sonra iffet abidesi haline gelmiştir Gelmiştir, ama daha önceki hayatı bilindiği için kimse ona kız vermemektedir Allah Resulü, aklını ikna ettiği bu sahabinin daha sonra derdine de derman olur Bir kız babasına elçi göndererek kızını ister ve o kızla Cüleybib’i evlendirir

Daha sonraları vuku bulan bir muharebede Cüleybib şehit düşer Muharebe sonunda Allah Resulü etrafındakilere sorar:

“Hiç eksiğiniz var mı?”

Sahabe-i Kiram, “Yok ya Resulallah, hepimiz tamamız!” derler

Ama Allah Resulü, “Benim bir eksiğim var” der ve Cüleybib’in başucuna gelir Başını dizine koyar ve şöyle buyurur:

“Cüleybib benden, ben de Cüleybib’denim

Ve Cüleybib bu payeye kavuşarak ötelere uçar (Ahmed b Hanbel, Müsned, 5/256-257)

Bu hadisenin bize verdiği mesaj nedir? Kendin için istemediğin bir şeyi başkası için de yapma! Zina yapmak isteyen insan bu düşünceyi hatırından hiç çıkarmamalı Empati yapmalı

Çünkü Efendimizin ifadesiyle zina yaptığı insan mutlaka birisinin ya ablası veya abisi, amcası veya yengesi, teyzesi veya dayısı olacaktır O yüzden insan, bir başkasının kendi eş, çocuk ve akrabalarına aynı gözlerle bakmasından duyacağı rahatsızlığı devamlı surette hatırında tutmalıdır
Duygularımı kontrol edemiyorum!

İşte size günümüzün günaha teşvik eden ortamından bunalan bir gencin maili Bu gencin sesine beraberce kulak verelim:

“Ben 20 yaşında üniversite öğrencisiyim Liseden bu yana kızlara karşı aşırı bir ilgim var Bu ilgi beni değişik yönlere itiyor Bazen kendime hâkim olamayıp kötü şeyler yapmaktan korkuyorum Bu durumdan nasıl kurtulabilirim?”

Bu ifadeler aslında sadece maili gönderen gence ait değil Bu arkadaşımız kendisi gibi pek çok gencin duygu ve düşüncelerine tercüman olmuş

Öncelikle şunu söyleyelim Tüm insanların kendi çaplarına, istidat, akıl, kabiliyet ya da zaaf, istek ve arzularına göre, eğilimleri ve hobileri vardır Kimileri asker olmak paşa rütbesine erişmek, kimisi şöhret olmak ister

Her bir erkek de karşı cinsine olan ilgisiyle bilinir Bu, çeşitli oranlarda olduğu gibi her bireyin bu hissini dışavurumu da değişik şiddet ve şekillerde olur Önemli olan bu duygularını her erkeğin, en basit bir 3 taş oyununun kurallarına uyulduğu gibi, bunu da normal insan normlarında yaşamasıdır

Nasıl araba tutkunu bir insanın; bu hevesini karşılamak için hırsızlık yapıp araba çalıp tüm trafik kurallarını hiçe sayarak, sonra da kaza yaparak kendisi ve toplum için anarşiye yol açması büyük bir yanlışsa, hanımlara karşı aşırı ilgisi olan bir erkek de oyunu kurallarına göre oynamak durumundadır Unutmamalıdır ki; annesi, teyzesi, halası, kız kardeşi ya da yengesi veyahut kız yeğenleri vardır ve onlar da hanımdır Çizgiler, sınırlar ve dengeler önemlidir

İşin içine namus, din, ahlak vb mefhumlar da girince imtihan denklemi birkaç bilinmeyenliye dek uzanır Belki de insanlar bu ifrat ve tefrit ikilemi içinde insanca orta yolu bulma gayretleri yüzünden yükseklere, meleklerden aldığı ödünç kanatlarla yükseliyorlar, farkında değiller
2 İffetli olun, iffetli yaşayın

Az önce Cüleybib’in iffet abidesi haline geldiğini söylemiştik İffet, çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, dürüstlük ve ahlaki değerlere bağlılık üzere yaşama demektir

Aynı zamanda mana büyüklerimiz meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve isteklere iradi olarak kapalı kalma tavrını da “iffet” kelimesiyle ifade etmişlerdir Bu bakış açısıyla iffet, genel manasıyla, iradenin gücünü kullanarak cismani ve şehevi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sadece dünyevi zevk yörüngeli bir hayattan uzak durmak demektir

Bediüzzaman Hazretleri insanda üç temel duygunun bulunduğunu söylemiş; hakikatleri görüp, fayda ya da zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırma melekesine “kuvve-i akliye”; kin, hiddet, kızgınlık ve atılganlık gibi hislerin kaynağı sayılan güce “kuvve-i gadabiye”; arzu, iştiha ve cismani hazların menşei kabul edilen duyguya da “kuvve-i şeheviye” demiştir

Kuvve-i şeheviyenin, hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü cürmü işleyecek kadar kayıtsız kalma şeklindeki ifrat hâlini “fısk u fücur”; helal nimet ve lezzetlere karşı dahi hissiz ve hareketsiz kalma durumunu da “humûd” olarak isimlendirmiştir

Kuvve-i şeheviye açısından istikamet ve itidal üzere bulunarak, meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve iştihalara iradi olarak kapalı kalma tavrını ise “iffet” kelimesiyle ifade etmiştir Bu zaviyeden iffet, umumi manasıyla, iradenin gücünü kullanarak cismani ve behimi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sefihlikten uzak durmak demektir (İşârâtü’l-İ’câz, s 142)
İffetime toz kondurmam!

İffet, erkek ya da kadının her şeyden önce bedenini sahiplenmemesi, onun Hakiki Sahibi’nden kendisine bir emanet olduğunu kabul etmesi demektir Kim sahipse kuralı o koyar Bedenini sahiplenmeyen, onun Hakiki Sahibi’ni tanıyan insanın iffeti, bedenini kendi hevesleri ya da gelip geçici arzular doğrultusunda değil, her bir uzvunun ve duygusunun var edicisi Rabbinin emirleri doğrultusunda kullanacağı anlamını taşır

İffetli insan şehvet duygusunu İlahi ilkelerle meşru ve helal yolda, izin dairesinde kullanır Her duygu için iffet, onların var edildikleri amaç için, izin dairesinde kullanılması anlamına gelir Mesela gözün iffeti, şehvete veya heveslere âlet olmaması; helâl güzelliklere bakması, tefekküre vesile olmasıdır

Kur’an-ı Kerim, iman edenlerin iffetli, hayalı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını dikkate vermiş (Mü’minun, 23/5-7), iffetli yaşamanın mükafatı olarak Allah’ın mağfiretini ve ahiret sürprizlerini müjdelemiş (Ahzap, 33/35), konunun önemine binaen kadınları ve erkekleri ayrı ayrı zikrederek bütün mü’minlere iffetli olmalarını ve iffetsizlik için bir giriş kapısı sayılan haram bakıştan kaçınmalarını emir buyurmuştur (Nur, 24/30-31) Ayrıca, Hazreti Yusuf ve Hazreti Meryem gibi iffet abidelerini misal vererek inananlara hayâ ve ismet ufkunu göstermiştir

Hazreti Yusuf Aleyhisselam, vezirin hanımından gelen bir günah çağrısı karşısında “Ya Rabbi! Bu kadınların beni davet ettikleri o işten zindan daha iyidir” (Yusuf, 12/33) diyerek, iffetine toz kondurmaktansa senelerce hapiste yatmayı göze almış ve kıyamete kadar gelecek olan bütün ehl-i imana bir hayâ timsali olmuştur

Cenab-ı Allah’ın, “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem’i de an Biz ona ruhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle âlem için bir ibret yaptık” (Enbiya, 21/91) diyerek yücelttiği Hazreti Meryem de bütün insanlık için tam bir iffet örneğidir

Öyle ki, temiz ve nezih bir atmosferde, iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz, o paklardan pak mahiyetiyle adeta bedene bürünmüş iffet haline gelmiştir Bundan dolayıdır ki, Hazreti İsa’nın doğumunu dile dolayan talihsizlerin yakışıksız sözleri karşısında bin bir ıstırapla, “Keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” (Meryem, 19/23) diye inlemiştir

İffetin bu umumi manasını hatırda tutmakla beraber, onu daha geniş olarak ele almak da mümkündür Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir Harama girmeye hiç lüzum yoktur” şeklinde dile getirdiği ölçüye göre iffet, meşru daire içinde yaşayıp gayr-ı meşru sahaya nazar etmeme, el uzatmama, adım atmama demektir Dolayısıyla, iffetli bir insan, göz, kulak, el, ayak gibi bütün organların helal dairedeki lezzetleriyle yetinmeli, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır
Şeytanın zehirli oklarından bir ok

Çarşı ve pazarda gözlerimize haramların girmesi daima muhtemeldir “Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek, elde kor tutmak gibi olacak” (İbn-i Mace, 2/1306) diyor Efendimiz Evet, “kor; atsan iman gider, tutsan elin yanar

Ve yine buyuruyor: “Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur” Kalbe saplandı mı, ya da göz hunisiyle kalbe indi mi bakışı bulandırır, başı döndürür

Ve sonra Rabbü’l-Alemin’e tercüman oluyor: “Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine öyle bir iman tatlılığı atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar” (Kenzü’l-Ummal, 5/329)

Şeytanın bu zehirli oklarına karşı tavrını ortaya koyan ve her işte olduğu gibi, bu hususta da yine yakınlarından başlayan Efendimiz, bakınız ne yapıyor?

Hacda, bir bineğin üzerinde Arafat’tan inerken, sağdan soldan geçen kadınlara gözü ilişmesin diye, bineğine aldığı amcası Hz Abbas’ın oğlu Fazl’ın başını bir sağa bir de sola çeviriyor Hadiseye dikkat edelim: Bir defa hâdise, böyle bir duygunun âdeta imkânsız olduğu hacda meydana geliyor

İkinci olarak, mü’minlerin annesi Aişe validemizin ifadesiyle, kadınların erkeklerden ayrı ve yüzlerini dahi göstermeden geçip gittikleri bir dönemde Efendimiz, kendisi hakkında böyle bir şeyin asla düşünülemeyeceği yiğit amcasının oğlu Fazl’ın başını hem de kendi bineğindeyken sağa sola çeviriyor

Ve bu hadise, Asr-ı Saadet’in o daima okşayıcı, nazarları, kalpleri yumuşatıcı, burcu burcu vahiy ve Cibril nefesi kokan ve daha dünyada iken ahireti ruhlara duyurup yaşatan hava ve ikliminde cereyan ediyor

Bugün bile bir mescide girdiğimizde veya bir cemaatin huzuruna vardığımızda, istesek de fena hisler düşünemezken, böyle bir şeyin hiç de mümkün olmadığı bir durumda, nazarına başka hayaller girmesin, serseri bir ok gelip kalbini delmesin, içine günah tohumları serpilmesin diye, Fazl’ın yüzünün bir o yana, bir de bu yana çevrilmesini nasıl değerlendireceğiz?

Bu hadisenin ifade ettiği mana şudur: Orman hiç yanmasın diye meseleyi kökten ele alıp, ormanda bir kibrit çöpüne dahi müsaade etmeme; ortada hiç savaş ihtimali yokken dahi, binlerce askerin bulunduğu karargâh içinde yine nöbeti aksatmama ve bir saniye olsun gözü yummama…

Evet, haramlara, fuhşa, tecavüzlere, cinayetlere ve daha nelere nelere götürücü sebeplerin bütününü ortadan kaldırma… Belki bir gün yılan, çıyan sızar diye tüm delikleri kapama Ve bir bakış, bir gülüş, bir dokunuşla nice hayatların sönüp gitmesinin, nice yuvaların yıkılmasının önüne aşılmaz setler çekme Yani, fenalıklara iten sebepleri ortadan kaldırma ve günahları ta baştan önleme; işte Allah’ın çizdiği yol!
Canınız her sıkıldığında sokağa çıkmayın

Canı sıkılan sokağa mı çıkmalı? Bu düşünce, şeytanın rahatlıkla içeriye sızıp çalışabileceği bir gedik Can sıkıntısını sokakta geçireceğini sanan insan, yağmurdan kaçarken doluya tutulan insan gibi olur

Can sıkıntısı genelde, kalbin tatminsizliğinden, Allah ve Resulü ile münasebet kurulamayışından, ibadetlere bağlı olamamaktan, arkadaşsızlıktan, okuma ve tefekkür adına boş bulunmaktan, meşguliyetsizlikten, hizmet etmemekten kaynaklanır Böyleleri için şeytanın girebileceği gedikler hazır demektir Şeytandan yanmış insanın, yeniden şeytanın oklarının yağdığı mevzilerde dolaşması, deniz suyu içmekten içi yanmış birinin susuzluğunu gidermek için tekrar denize koşmasına benzer


3 Nefse düşkünlükten vazgeçin

Nefsin istek ve alışkanlıkları, insan için öldürücü birer zehir ve insanı aşağılara çeken ağırlıklar gibidir Ruh, nefsin rağmına gelişir ve yükselir Yani nefis beslendikçe ruh küçülür, sıkışır, ağırlaşır Bunun neticesinde de kalp, duygu ve manevi duygularda bir hantallaşma meydana gelir

Efendimizin (asm) beyanları içinde, şeytan insanın damarlarında dolaşır durur O halde “Siz” diyor, “onun dolaştığı yerleri biraz daraltın” (Buhari, Ahkâm 21) Onu açlık, susuzluk ve isteklerinden mahrum etmekle sıkıştırın Aklına her estikçe yiyen, çeşitli yiyecek ve çerezlerle beslenen bir insanın şehvetine düşkün olması gayet normaldir

Binaenaleyh, iradenin hakkını ve kavgasını vererek, nefse ait beslenme musluklarını kısmak çok mühimdir Aksi takdirde, nefis daima şeytana açık kapı olacaktır Şeytan gibi nefisten de insana dostluk gelmez Nefsin fenalıklara götürücü büyük bir hasım ve kendisine karşı “en büyük cihat”ın yapılması gereken bir düşman olduğunun bilinmesi, ondan ve şeytandan kurtulma, dolayısıyla da Allah’a yaklaşma yolunda atılmış ilk adımlardandır

Efendimizin, “Senin en büyük düşmanın, iki kaşın ortasındaki nefsindir” (Keşfü’l-Hafa, 413); bir muharebeden dönerken de, “Şimdi küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” (Keşfü’l-Hafa, 1/511) buyurması ve yine Kur’an’da Yusuf Aleyhisselam’ın dilinden, “Muhakkak nefis kötülükleri emreder” (Yusuf, 12/53) sözünün nakledilmesi, ondan korkmamız ve karşısında daima uyanık olmamız hususunda bizim için önemli derslerdir O yüzden nefsimize dur demesini bilmeli, onu terbiye etme adına gereken gayreti ve çalışmayı göstermeliyiz
4 Kitap okuyun, bol bol tefekkür edin

Her insan, her gün biraz daha tefekkür ve düşüncede derinleşerek, önümüze serilen kâinat kitabından tıpkı bir arı gibi marifet huzmeleri toplayıp Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği nebiler ve velilerin açtığı geniş yolu takip etmelidir Bu yol sayesinde o, ruha hayatiyet kazandıracak ve atılan her adım, ona yeni bir güç kaynağı olacaktır

Vicdanımızın elinden düşmeyen Kitap ve Sünnet neşteri, bütün manevi yaralarımızı kesip atarken, asırlara göre değişen tedavi usulleriyle mürşit ve mücedditlerin eserleri, bu eserlerdeki ölümsüz hakikatler de, manevi yaralarımızı en kısa zamanda iyileştireceğinden şüphe duyulmayan birer ilaç, birer merhem gibi daima elimizin altında bulunmalı; tarif edilen ölçü ve prensipler dâhilinde öncelik sırası çok iyi ayarlanarak, bu eserler bıkma, usanma bilmeden ısrarla okunmalıdır

İşte, kalp ve ruhta her gün yenilenmesi zaruri bu operasyondan sonradır ki, şeytanın hile ve oyunlarına karşı dayanıklılık kazanmış oluruz Aksi halde, okumayan, düşünmeyen ve kendini yenilemeyen insanların sonuna uğrar, sararır, solar ve savrulur gideriz

Kalp ve düşüncemizin istikamet ve canlılığı için Peygamber Efendimizin hayat-ı seniyyelerine, sahabe-i kiram, tabiin-i izam ve sırasıyla asırlara ışık tutan salih kimselerin hayatlarına ait tabloların okunması, dinlenmesi, mütalaa edilmesi ve hayatımıza bunlarla renk ve şevk katılması çok önemlidir O büyük örneklere kendini ve hayatını mukayese edebilen bir insan, “Onlar öyleydi, ya biz nasılız?” deyip, kendisini muhasebeye çekecek ve böylece önden çekici, arkadan da itici bir güce sahip olacaktır

Yalnızca kutlama manasına “anmak” veya haz duymak için değil, gerçekten onlar gibi olma düşüncesi ve iştiyakı içinde, heyecan dolu bir sine ile onların destansı hayatlarını okumak ve dinlemek ve neticede kendi hayatımızı onların hayatına göre ayarlamak, üzerinde titizlikle durulması gerekli bir husustur
Kendinizi sorgulayın

Tefekkür meselesine gelince, tefekkür hususunda Kur’an’da pek çok ayet bulabilirsiniz Mesela, bunlardan birinde ayakta, oturarak ve yanları üzerinde Allah’ı zikredenler ve yerlerle göklerin yaratılışını tekrar tekrar düşünenler ele alınır (Al-i İmran, 3/199)

Efendimiz, bazen gece teheccüt vakti bu ayeti okuyup ağlar ve şöyle derdi: “Bu ayeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun” (İbn Hibban, 2) Bir saat tefekkürün bir sene nafile ibadet hükmüne geçtiğini ifade eden hadis-i şerifler bile vardır O yüzden zaman zaman okuduğumuz şeyleri tefekkür etmeli, kendimizi dinlemeliyiz

Aslında buna nefis muhasebesi de diyebilirsiniz Günümüzde özeleştiri dedikleri nefis muhasebesi insanın bulunduğu noktayı belirlemesi açısından çok önemlidir “Ben nereden geldim? Bu dünyaya gönderiliş amacım ne? Şimdi ne yapıyorum? Nereye gidiyorum?” sorularını kendimize sorarak tefekkür iklimine açılmalı, hayatımızın artı ve eksilerini çıkarıp bir bilanço hazırlayarak durumumuz hakkında bir değerlendirme yapmalıyız Bu şekilde, yapmış olduğumuz hataları ve günahları daha iyi görme fırsatını yakalamış olacağız

İşte her gün böylesi bir tefekkür iklimine yelken açarak, kendi nefsini sorgulayan bir insanın kazanacağı hassasiyeti bir düşünün Her gün kendisine ara hedefler koyup bunlara azimle ulaşmaya çalışan bir insan için artık bu bahsettiğimiz meseleler çoktan aşılmıştır Böyle birisi ruh dünyasında koruyucu mekanizmalarını kurmuş ve bu mekanizmaların da bakımını düzenli olarak yapmaktadır

Bu mekanizmaları yerleştirmek için neler yapılmalı?

1 Kur’an’ı anlayarak okumalıyız Kur’an göğüslerde olana (günahlara, sıkıntılara vs) bir şifadır Kur’an’ın şifa özelliğinden yararlanmalı, onun bir hayat iksiri olduğunu idrak etmeliyiz Kur’an sadece emir ve yasaklardan bahsetmiyor

2 Namazlarımızı Kur’an’ın emrettiği şekilde huşu içinde duya duya ve doya doya, hakkını vererek kılmalıyız Namazdan sonra Peygamber Efendimizin bir sünneti olan tesbihatı da yapmalıyız Bu bize bir zırh olacaktır

3 Duanın Rabbimizle irtibatımızı güçlendiren bir fonksiyona sahip olduğunu unutmamalıyız

4 Allah’ı, O’nun yüceliğini, merhametini, sevgisini, azametini, kudretini, büyüklüğünü, adaletini, azabını vs her fırsatta, her vesileyle hatırlamaya çalışmalıyız

5 O’na olan sevgimizi güçlendirmeye çalışmalıyız Bu da bu sevgi duygusunu tatmakla oluyor Sevenin halet-i ruhiyesi, içindeki esen rüzgârların boyutu ve gücü farklı olur

6 İman hakikatlerinin anlatıldığı eserleri her gün bir miktar da olsa okumalı; kalbimizi, ruhumuzu ve diğer duygularımızı böylece doyurmalıyız Ki şeytan girecek yer bulamasın

7 İçimizde eğitilmeyi bekleyen bir nefis taşıdığımızı unutmamalı, onu eğitmeyi bir hedef olarak koyup, bu hedefe gidecek olan ara hedefleri belirledikten sonra Allah rızası için başarılı olma hırsıyla çabalamalıyız
5 Hayalinizi kontrol altına alın

Hayal, mantık ve güç sınırı tanımayan, zaman ve mekân kaydına tabi olmayan bir zihin faaliyetidir Bazen o, beş duyumuzun tesiri altında eşya ve hadiseleri şekillendirmekle, kendine ait eşyanın tabiatına bütün bütün ters olmayan motifler de ortaya koyar

Mesela gözümüze çarpan herhangi bir görüntü, hayalimizde bir kısım resimler ve suretler meydana getirir Kulağımıza gelen seslerde bir kısım sahneler ve tablolar belirir Arkadaşımızın anlatmakta olduğu bir hadise, bize yaşadığımız başka bir hadiseyi, yahut ona benzer bir vakayı hatırlatır da, o hayalin peşine takılır gideriz

Alnı secdeli bir sima gördüğümüzde, hayalimize sahabe-i kirama ait manalar ve tablolar akseder ve kendi kendimize bir kısım düşüncelere dalarız Zihnimizi, milletimiz adına yapacağımız vazifeler ve hizmetler dolduruverir

O yüzden hayali, hayır istikametinde kullanmak gerekir Mesela, namaz kılarken, dua ederken, Beytullah’ın etrafındaki halkaları düşünür veya o halkalar içinde bulunurken, kendimizi bütün mahlukat ile birlikte Rabbimize kullukta bulunduğumuzu hayal ederiz Aynı şekilde, tek başımıza namaz kılarken bile kendimizi milyonlarca Müslüman’ın içinde görür ve ellerimizi açıp “Amin” derken, milyonlarca ağzın aynı anda “Amin” dediğini hayal ederiz

Böyle bir ruh ve şuur sayesinde, tek başımıza olmamıza rağmen, bu hayal etme bize öyle bir güç ve huzur verir ki, milyonların ağzıyla söyler, milyonların diliyle dua ederiz İşte mü’minin hayali budur ve bu, kişiye sevap kazandıran bir hayaldir

Hayal, şer ve günah istikametinde de kullanılabilir Güzel bir arkadaş çevresi içinde bulunmayıp tek başına yaşayan insan, kendini günaha sevk edecek hayallerin kurbanı olabilir ve bir bakışta, bir duyuşta kendisini batırabilecek hayallere dalabilir Böyle günahların hayali, ilerde ona pratiğin zeminini de hazırlayabilir

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, şeytanın hayale attığı her sahnecik, her bir karecik, hayal kamerasında bir film halini alır; fuhuş zakkumlarına sebebiyet verir Hele bir de nefsin eline geçti mi, fiilî duruma dönüşmesi çok kolaylaşır

Bu sebeple insan, gerçekte fasık olmasa bile, hayali böyle günah düşünceleriyle işgal edildiğinden hayaliyle fasık olur Öyleyse, hayalimize gelen bu türlü bir düşünce, suret ve fikri birer yılan, birer akrep bilip arz ettiğimiz çarelerle bu haşaratın ağına düşmemeye, düşmüşsek kurtulmaya çalışmalıyız

Neyin atmosferinde, neyin tesirinde ve neyin manyetik sahası içindeysek, hayalimizde canlanacak resim ve suretler de, daha ziyade o türden olurlar

Diyelim ki, üç gün aç kaldık; bu durumda, hayalen kuyumcu dükkânlarına veya uzay gemisine binip uzay yolculuğuna mı gidersiniz; yoksa bir testi su, bir somun ekmek, bir tabak yemek mi hayal edersiniz?

Ameliyat masasına yatırılmış, kesilip biçilmeyi bekliyorsunuz; bu arada size tepsi tepsi baklavalardan söz ediyorlar; şimdi bu durumda neyi hayal edersiniz?

Sinemadasınız veya internet siteleri arasında dolaşıyorsunuz ya da televizyonun önüne oturmuş, nefsin hoşuna giden ve sizi şehvete çağıran müstehcen manzaraları seyrediyorsunuz; o anda Kâbe’nin etrafındaki halkaları hayalinize aksettirmeniz mümkün olur mu?

Öyleyse, Allah’a ait manaları hayal etmek isteyenler, bu manaların kaynaştığı yerlerde olmalı, böylesi insanlarla arkadaşlık etmelidir
6 Ölümü çokça hatırlayın

Kâinatın Efendisi, lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlamamızı istiyor (Tirmizi, Kıyame 26) İnsan, ölümün hakikatine inandığı gibi, onu his, duygu ve aklına nakşederek, hayal ve düşünce dünyasına da hâkim kılar ve kıyamete kadar sürecek olan kabir hayatına da kendini ikna ederse, bu takdirde dünya ve ahirete bakışı ve davranışları farklılaşır ve değişik olur

Ölüm düşüncesi, insanın manevi damarlarında meydana gelebilecek ülfet ve vesveseyle birlikte, şeytanın süslü gösterdiği günah virüsünün ve benzeri mikropların en azından tesirlerini ve zararlarını giderecek bir antikor gibidir

“Madem öleceğim ve öldükten sonra da hesaba çekileceğim; öyleyse, şu fani dünyanın elemli lezzetlerine kapılıp günah işlemenin ne manası var! Helal daire varken niye harama gideyim, ahiretimi karartacak müstehcen manzaralara niye bakayım?” düşüncesi içinde ölüm, bir yönüyle güçlü bir vazgeçirici, bir yönüyle de coşturucu bir tesire sahiptir

Fakat, eğer manevi damarlarımız, antikorların hiç fayda temin etmeyeceği ölçüde günahlarla, dünyanın haram lezzetleri olan mikroplarla dolmuş ve artık vücudun her yanında bir hücre anarşisi meydana gelmiş ve ölüm antikorlarının bile tesir edemeyeceği bir duvar meydana gelmişse, o zaman ne ölüm, ne de ölüp gidenler ruhta hiç bir şey uyandırmayacak ve yakınlarımızın birer birer göçüp gidişi, bizde sadece bir kaç günlük geçici bir elem oluşturacaktır

Sonra da, “Canım, ölenle ölünmez ki! Hepimizin yeri de orası; Allah iman, Kur’an nasip etsin!” şeklindeki klişeleşmiş teselli ve temennilerle bütün göz ve gönüller yeniden gaflete gömülüp gidecektir
Niçin hatırlanmaz ölüm?

Nefsin hoşuna giden pek çok haram lezzetleri acılaştırarak ağzın tadını kaçırdığı, keyfi bozduğu, insanı nefsani isteklerden vazgeçmeye, bir kısım bedenî haz ve alışkanlıklardan kopmaya zorladığı, dünyaya bakan yönüyle kalbi daralttığı ve düşünceyi buğulandırarak süslü, tozpembe dünyaları kararttığı içindir ki, ölüm hatırlanmak istenmez

Ölüme sesleniyorum!

Hayatını gençliğin kurtuluşuna adayan insanlık sevgisiyle dolu bir yürek bakınız ölümü nasıl değerlendiriyor:

Ölümün alnından öperiz biz: “Sen ne mübarek arkadaş ve refakatçisin” deriz ölüme Varsın, başkaları sana dikenli nazarıyla baksın, sen gülün ta kendisisin Bırak, bazıları sana “kara yüz” yakıştırmasında bulunsun; sen, bizim için bizi aydınlık ülkelere uçuran ötelerden iki ışık kanatsın

Bakma sana “soğuk yüz” dediklerine; sen bizim için, müjde çiçekleriyle kar gibi beyaz ve berraksın Birileri sana “çukur” derler, “dehliz” derler; fakat biz, “ebedi saadet saraylarına açılan koridorsun” deriz

“Ayıran” da derler sana; fakat sen, aslında ebedi âlemlere göç etmiş binlerce ahbaba, dost ve yârana kavuşturansın Başta, simalarına meleklerin hayran olduğu nebilere, sonra sahabeye, salihlere, hısım ve akrabaya bizi ulaştıransın Cemalullah’a yaklaştıransın

Sen ayıransın da; fakat elemli, sıkıntılı ve ayrılık hasreti yüklü şu dünya talimgâhından, hayatların en hası hakiki hayata geçiren bir terhis tezkeresisin! Sen, bizi Gönderen’e dönme anında, cismimizi nura boğacak bir ebed şerbetisin!

Ve sen, bir son değil, sonun sonusun; sonsuzluğa eş ve baş olabilecek son bir sonsun Son ile sonsuzluğu dudak dudağa getiren bir ufuk ve Cemal’e açtığın gözlere çekilen bir sürmesin Ve yine sen, dertli bir neslin dert yüklü Tercümanı’na, “Eyvah, bugün yine ölmemişim” dedirtensin

Ölüm düşüncesi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hem caydırıcı, hem de teşvik edici yönleriyle bir yandan günahlarımız, mesuliyet hissimiz ve Rabbimize karşı yaptıklarımızdan hesap verme endişesiyle bizi iki büklüm ederken, bir yandan da ümit-korku münasebeti içinde kalbimizi hoplatıp bizi canlandırmakta, şahlandırmakta ve kalbimizle beraber duygularımız ve düşüncelerimizle beraber davranışlarımız üzerinde olumlu tesir icra etmektedir

“Rabıta-ı mevt” denilen ölümü sürekli hatırlama ameliyesiyle, kabirleri ziyaret ve hastalarla sakatlardan ibret almakla –inşaallah– ülfetten kurtulmuş, iç gerilimimizi ve canlılığımızı muhafaza etmiş, fuhuş ortamından uzaklaşmış ve şeytan ve günahların zararından korunmuş oluruz


Alıntı Yaparak Cevapla