Prof. Dr. Sinsi
|
Günah Bizim Nemiz Oluyor?
Allah cc razı olsun Lema uzun zamandır Günah ile ilgili okuduğum en güzel yazıyı paylaştığın için
İnşaallah bilerek bilmeyerek işlemiş olduğumuz tüm günahlarımızı Aff etsin Mevlam ve bir daha o günahlara dönmemeyide
Bu dünyada pişman olup Ahirete taşımayalım inşaallah pişmanlıklarımızı
İmam Gazali, akıllı kişinin günah işlemeyeceğini söyler: “Herkese akıllı denmez Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır ” Buyurur
Gerçekten de, akıl hâkimken değil, nefsin heva ve hevesi hâkimken işlenir günah…
Aklımızın fesada uğramaması duası ile Akıl ile ilgili bir yazı aktarayım inşaallah
Akıl nedir ve nasıl kullanılmalıdır?
Akıl için “Anlama âleti Düşünme kabiliyeti Zekâ Zihin ”, “Madeni kalp ve ruhta, şuaı dimağda bulunan bir nur-u manevî ” gibi değişik tarifler yapılmıştır
Felsefeciler aklı değişik mânâlarda anlamış, farklı şekillerde tarif etmişler; ama üzerinde anlaştıkları tek bir tarif gösterilemiyor Bu ne demektir? Yâni, insanoğlu henüz aklının mahiyetini anlamış değil
Akıl hakkında yapılan güzel bir tarif: “Akıl, zâtıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir ”
Hem maddeden mücerret, hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirebilir
Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor Demek ki, elektrik, zâtı ile o cihazda yok Ama fiiliyle onunla alâkadar Akıl ile beyin arasında da, aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır
Aklın vazifesi üzerinde çok şeyler söylenmiş Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu: “Akıl anlama âletidir ”
Akıl âlet olunca, bir de onu kullanan olacaktır Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı Bu da, ruhtan başkası değil Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “aklını kullan” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz
İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersiz, onun da cahili
Her âletin bir kapasitesi, her terazinin tartabileceği asgarî ve azamî yükler vardır Bir tonluk kantarla, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın Her iki halde de, âlet bize bir fikir vermez, sadece hareketsiz kalmakla yetinir
İnsanın bütün duyu organları da birer terazi gibidir Nitekim insan, çıplak gözle mikropları da göremiyor, ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızları da Bir mikroskop, bir teleskop onun görüş ufkunu biraz genişletir, ama yine de belli sınırların dışına taşamaz İnsanın işitmesi de öyledir, koku alması da
Gelelim “anlama” meselesine Her âleti yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yükletmeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, nedense, sıra akla gelince bütün bu tedbirleri unutur; ona her şeyi yüklemeye kalkar Metafizik sahanın bile en ince meselelerini anlamaya, en derin problemlerini çözmeye, en uzak gerçeklerini keşfetmeye çabalar Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir
Aklın, rehbersiz dolaşamayacağı nice sahalar var Bunlardan birisi: Kâinat niçin yaratılmıştır?
Akıl ancak “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda bir şeyler söyleyebilir Onun yaradılış gayesi, aklın sahasını aşar İnsan, bu vadide, sadece aklı ve kâinatı yaratan Allah’ın kelâmını dinleyecektir
İnsan, her mahlûkun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir Ama yaratıcısına, Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez Her nimetin şükür gerektirdiğini anlayabilir, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda tahminler yürütemez
Aklın tek başına yanaşamayacağı bir başka saha, “Cenâb-ı Hakk’ın zâtıdır İnsan bu konuda izinsiz konuşmaya nasıl cesaret edebilir ki, daha aklının ve ruhunun mahiyetlerini anlayabilmiş değildir
Bir başka saha, ölüm ve ötesi; kabir, haşir, hesap, mükâfat ve ceza Bunlar hakkında tahminler yürütmek de aklı aşar Bütün bu ve benzeri konularda, aklın gereği, İlâhî fermana aynen uymaktır
“Fikrin sönük ise Kur’an’ın güneşi altına gir İmanın nuriyle bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine, her bir âyet-i Kur’an, birer yıldız misüllü sana ışık verir ” (Sözler)
Kur’an güneşinin altına girenler, aydınlığa kavuşur, yeni doğmuş gibi olurlar Dar fikirleri birden bire genişlenir Görmeyen gözleri açılır Daha önce bir adım olsun atamadıkları sahalarda yol almaya, yüzmeye, uçmaya başlarlar Ama elbette, belli bir sınıra kadar Çünkü kuldurlar, mahlûkturlar
Gerçekte, akıl için yol birdir O da ne şunun, ne bir başkasının sözüne değil, vahyin ta kendisine uymaktır
“Allah birdir Onun yolu da birdir Görmez misin ki, iki şeyin arasında var olduğu kabul edilen doğru tektir Ama, cehalet ve sapıklık yolları çoktur Nitekim, iki şeyin arasında düşünülen eğri çizgiler sonsuzdur ” (Kınalızade)
Felsefe tarihi, akıl üzerinde yapılan münakaşalarla doludur Bu tartışmalarda aklın ne olduğu üzerinde uzun uzun durulmuş, ama onun nasıl kullanılması gerektiği çoğu zaman dikkate alınmamıştır Halbuki bu ikincisi, birinciden çok daha önemlidir
Malûmdur ki, insan bir âleti kullanmayı bildiği takdirde, ondan rahatlıkla faydalanabiliyor Onun inceliklerini bilmesi, çoğu zaman, gerekmiyor
Şu âyet-i kerime mealini dikkatle okuyalım:
“Bir de sana ruhtan soruyorlar: De ki ruh Rabbimin emrindedir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir ”(İsra Suresi, 85)
Bu İlâhî haber, akıl için de aynen geçerli Zaten “ruh”, “kalp”, “akıl” kelimeleri çoğu zaman aynı mânâda kullanılıyor Bazı zâtlar, aklı ruhun bir sıfatı olarak kabul ederken, diğer bir kısmı da, akıl, kalp ve ruh kelimelerini, aynı mahiyetin değişik isimleri olarak değerlendiriyorlar
Evet, gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerek Hadis-i Şeriflerde aklın mahiyetinden çok, nasıl kullanılması gerektiği üzerinde durulur Sema ve arzın yaratılışı, insanın yaratılış safhaları, dağların nehirlerin faydaları, arının ilhama mazhariyeti, baharın haşire benzerliği gibi nice ibretli tablolar insan aklına takdim edilir Ve ondan düşünmesi, anlaması ve şükretmesi istenir
Alaaddin Başar (Prof Dr
|