|
Prof. Dr. Sinsi
|
Nefsin Surlarindan Bizans Surlarina
Önce manevi fetih
Şehzade Mehmed’in, Fatih gibi bir cihangire dönüşmesinde en büyük pay, hiç şüphesiz kâmil ve mükemmil bir mürşid olan Akşemseddin Hazretleri’ne aitti
Araştırmacı ve yazar Samiha Ayverdi, bu gerçeğin altını çizerek büyük fethin sırrına şöyle parmak basar:
“Mürşid, genç müridini her şeyden evvel nefsin zindanından kurtararak hürriyetine kavuşturdu Zira insanoğlunun, aşkı ve imanı nisbetinde istiklâle kavuşacağı; izafi hürriyetten mutlak hürriyete erişeceği bir hakikatti
Kitleler, çok zaman küçük insanların elinde kalmak bedbahtlığına uğrar Dünyanın bozuk düzenle hasta, mecalsiz düştüğü devirler, işte bu yetersiz idarecilerin elinde karanlıklara gömülüp, önlerini ardlarını göremedikleri zamanlardır Dünya tarihine bir göz atarsak, beşeriyet ne bulmuşsa, tasavvuf şuuruna doğru yol aldığı zamanlarda bulmuştur Ne kaybetmişse de ondan baş çektiği ve maddecilik taassubu ile elele verdiği zamanlarda kaybetmiştir ”
Eğer Fatih, fikirde ve fiilde tasavvuf şuuru ile hemdem olmasaydı, yine de dünyanın sayılı cihangirleriyle boy ölçüşebilir, fakat bu fatih olamazdı Bu fatih ki, tasavvuf mayasıyla yoğurduğu zihni ve ruhundaki ahenkle, yeryüzünde örnek insan tipinin bir misali oldu ve örnek çağı getirdi
Akşemseddin, Fatih’deki gizli kudreti harekete geçiren hakiki bir mürşid Sultan Mehmed ise mürşidinden aldığı feyzi omuzlayacak güçte bir müriddi
Şirkin doğudaki son karakolu Bizans’ın karşısında tevhidin zaferi, ancak böyle dünya ve ukba dengesini kurabilmiş, iki deha tarafından taçlandırılabilirdi
Bir tarafta, maddecilik ve dalâlet bataklığına gömülmüş; meleklerin erkek mi dişi mi olduğunu tartışan, hiçbir sahih delile dayanmadan gayb hakkında hükümler veren, hurafe gösterisi ayinlerle “kâfir türkler(!)”in saldırısını bertaraf etmeye çalışan kilise  Taht için birbirinin altını oyan siyasiler, savaş yeteneğini yitirmiş ordusu ile köhne Bizans  
Diğer tarafta, seferde bile alimleri yanından ayırmayan, onlarla devamlı istişare eden, gerilik ve cehaletle mücadele etmeyi prensip edinmiş, taassubun en şuurlu muhalifi olan tasavvuf ikliminde yetişmiş, devrinin bütün bilgileriyle mücehhez, başında danişmend sarığı bulunan mütefekkir bir müslüman hükümdar bulunuyordu
Savaş, Hak’la batılın, Tevhid ile şirkin mücadelesi olarak tezahür ediyordu
Fatih şanslı bir hükümdardı Devirler kapatıp devirler açan bir mevkide olmasına rağmen, elini öpeceği bir üstadı, karşısında nazlanıp sesini yükseltse de, “hizaya gel!” diye uyaran bir efendisi vardı
Elliüç günlük çetin ve kanlı muhasara esnasında arkasında, “korkma alacaksın!” diyen bir ses yankılanıyordu
Ve “Feth-i Mübin” gerçekleştiğinde, 23 yaşındaki büyük serdar şehre girerken, sağ ve solunda Molla Gürani, Molla Hüsrev, Ak Şemseddin ve Akbıyık Sultanlar da vardı Padişaha çiçek sunmak için yollara düşen Bizans kızları, hükümdarın bir delikanlı olduğunu bilmeden ellerindeki çiçekleri ak sakallı ihtiyara uzattaklarında o, “padişah ben değilim!” diye yanındaki genç serdarı gösteriyordu Lakin Fatih fevkalâde ince bir üslupla: “Verin, verin! Padişah benim ama o benim hocamdır ” diyerek tebessüm ediyordu
İşte fetihteki sır  Bugün bu sırra ne kadar muhtacız  Fethin askeri, siyasi, stratejik tahlilini yaparken, manevi boyutunu nasıl ihmal edebiliriz?
|