Prof. Dr. Sinsi
|
Şit Kelimesindeki Hikmet-İ Nefesiyye
Nebi’nin (sav) verdiği örneğe gelince, nübüvvet, tuğladan örülmüş ve bir tuğlası eksik olan bir duvar gibidir Böylelikle Resul (sav), duvarı tamamlayan bu eksik tuğla oldu Ve Resul (sav), kendi söylediği gibi, bütün bir duvarda sadece tek bir tuğlanın eksik olduğunu gördü Ama Hatem-i Evliya için, Resul’ün gördüğünü görmesi ve duvarda iki tuğlanın eksik olduğunu görmesi kaçınılmazdır Tuğlalar altın ve gümüştendir ve Hatem-i Evliya duvarda iki tuğlanın eksik olduğunu ve biri altın ve biri de gümüş olmak üzere iki tuğlayla bu duvarın tamamlandığını görür Ve kendini bu iki tuğlanın boş yerini tastamam doldurduğu gördüğünden, bu iki eksik tuğla ve duvarı tamamlayan olur İki tuğla görmesinin sebebi, kendisinin zahirde Hatem-i Enbiya’nın şeriatına bağlı olmasıdır ve gümüş tuğlanın yeri bu bağlılığı simgeler ve (bu bağlılık) Hatem-i Evliya’nın zahiridir Ne var ki bu zahirî suret itibarıyla bağlı olsa bile, (bu zahirî olanın) sırrını doğrudan doğruya Allah’tan alır Çünkü işi, ne ise o olarak görür ve bu şekilde görmesi kaçınılmazdır Ve bu durum (yani, ilahi emri doğrudan doğruya Allah’tan alması) altın tuğlanın yerini simgeler — resule vahiy getiren meleğin aldığı aynı kaynaktan almıştır Eğer işaret ettiğim şeyi anlarsan, senin için faydalı olacak bir bilgi elde etmiş olursun
Âdem’den son Nebi’ye (sav) varıncaya dek bütün nebiler, ne almışlarsa, herhangi bir istisna olmaksızın Hatem-i Enbiya’nın kandilinin nurundan almışlardır; yaratılmış bedeni sonradan gelse bile, hakikatı ile her zaman mevcuttur Ve o şöyle demiştir: “Âdem suyla balçık arasındayken, ben nebiydim ” Diğer nebilere gelince, onlar ancak gönderildikleri zaman nebi oldular Aynı şekilde Hatem-i Evliya da, Âdem suyla balçık arasındayken veliydi ve geri kalan evliyalara gelince, ancak İlahi ahlâka ilişkin olan velayet şartlarını yerine getirip bu ahlâk ile vasıflandıklarında, Allahu Teala’nın onları “Veli” ve “Hamid” olarak adlandırmasıyla veli oldular
Hatem-i Rusül’ün, velayeti yönünden, Hatem-i Velayet’e nisbeti, nebi ve resullerin Hatem-i Velayet’e nisbeti gibidir Ve gerçekte Hatem-i Rusül hem veli, hem resul, hem de nebidir Ve Hatem-i Evliya kaynaktan alan ve mertebeleri müşahede eden vâristir Ve o, şefaat kapısı açıldığında Âdemoğlu’nun efendisi ve nebilerin önde geleni olan Muhammed’in (sav) güzelliklerinden bir güzelliktir Ve Resul (sav), efendi-olmaklığını (şefaat konusunda) özgülleştirdi ve bunu genellemedi Ve, sadece bu özgül halde, (Rahman İsmi’ne mazhar olmasından dolayı)İlahi İsimler üzerinde öne geçti Ve gerçekte, Rahman İsmi, Müntakim İsmi’nin mazharı olan bela ehli için, ancak (başka) şefaatçıların şefaatından sonra şefaat etti Ve Muhammed (sav) bu özgül makamda efendi olmaklığıyla bütün hepsinin önüne geçti Mertebe ve makamları anlayan kimseler için, burada söylenen sözleri kabul etmek zor değildir
İlahi İsimler’den gelen hediyelere gelince: bil ki, Allahu Teala’nın mahlukatına verdikleri, O’ndan bir rahmettir ve bunların hepsi İlahi İsimler’den gelirler Bunların kimisi saf rahmettir — tıpkı bu dünyada temiz ve lezzetli olan ve Kıyamet Günü’nde ayıpla lekelenmeyecek olan nimetler gibi; ve bunlar Rahman İsmi’nden gelirler Kimisi de, (acıyla) karışık rahmettir — tıpkı, içildikten sonra insanı rahatlatan acı bir ilacın içilmesinde olduğu gibi Ve bunlar da ilahi bağıştır Ve gerçekte, ilahi bağışın, İsimler’in yardımcılarından (yani, “Allah” ve “Rahman” İsimleri dışındaki bütün diğer İlahi İsimlerden) bir yardımcı eliyle olmaktan başka bir yolla verilmesi mümkün değildir
Allahu Teala kimi zaman kuluna Rahman’ın iki eliyle bağışta bulunur Böyle olduğunda, bağış, o anda hoş gelmeyen veya istenen şeye uymayan veya buna benzer her türlü karışımdan arınıktır Ve kimi zamanlar Allahu Teala, bağışı, Vasi’nin iki eliyle verir ve böyle olduğunda verilen bağış genel bir nitelik taşır Veya Hakîm’in iki eliyle verir ve böyle olduğunda O, en uygun düşeni verir Veya Vahib İsmi’nin iki eliyle vererek nimet verir ve bağışı alanın, bu verilen için şükretme veya amelde bulunma yükümlülüğü yoktur Veya Cebbar İsmi’nin iki eliyle verir ve böyle olduğunda da kulun bulunduğu yere ve hale bakarak verir Eğer içerisinde bulunduğu hal cezayı gerektiriyorsa, onun bu halini örter veya eğer cezayı gerektirmiyorsa, onu, cezayı gerektirecek halden korur — (ve cezayı gerektirecek halden korunmuş) böylesi bir kimseye “masum,” “inayet olunmuş” ve “korunmuş” ve benzeri isimler verilir Veren, Kendindeki hazinelerin sahibi olmasından dolayı, Allah’tır Ve O, bağışı özgül İsminin [ism-i has] iki eliyle, bilinen kader [kader-i malum] üzre dağıtır Adil İsmiyle ve benzeri İsimlerle, her şeye halkını verir
Allah’ın İsimleri –her ne kadar İsimlerin Anaları veya İsimlerin Hazretleri olan sonlu asıllara dönücü olsalar da– sonsuz sayıdadır Çünkü bu İsimler kendilerinden ortaya çıkan şeyle (yani, etkileriyle) bilinirler ve kendilerinden ortaya çıkan şeyler sonsuzdur Ve gerçekte varlıkta, İlahi İsimler olarak işaret edilen bütün bu nisbetleri ve vasıflandırmaları kabul eden bir-olan-hakikatten [hakikat-ı vahid] başkası yoktur Ne var ki hakikat, bitimsiz bir şekilde (etkileriyle) zahir olan bir İsmin –diğer bir İsim’den ayrışık olabilmesi için– belirli bir hakikati olmasını getirir ve bir İsmi diğerlerinden ayrışık kılan bu hakikat, o İsmin ayn’ı olup, (bütün İsimler için) kendisinde ortaklaşalık sözkonusu olan şeyin (yani, bir-olan-hakikatin) ayn’ı değildir Ve aynı şekilde, bir-olan-ayn’dan [ayn-ı vahid] olmalarına karşın, herbir (ilahi) bağış kendi özgül niteliğiyle bütün diğerlerinden ayrışır Bir bağışın diğeriyle aynı olmadığı bilinen bir şeydir ve bunun nedeni İsimler’in birbirinden farklı olmasıdır Genişliğinden dolayı, İlahi Hazret’te hiçbir tekrar yoktur Bu, kuşku götürmez bir hakikattir
Bu, Şit aleyhisselam’ın sahip olduğu ilimdir ve onun ruhu, bu konuda söz söyleyen bütün (kâmil) ruhlara yardım eder Sadece Hatem-i Evliya’nın ruhu bunun dışındadır, çünkü Hatem-i Evliya’ya gelen yardım diğer ruhlardan değil, doğrudan Allah’tandır ve tersine, bütün ruhlara yardım onun kendisinden gelir Ve Hatem-i Evliya bunun böyle olduğunu (yani, bütün ruhların maddesi olduğunu ve herhangi bir aracı olmaksızın Allah’tan yardım ettiğini) unsurlardan oluşan bedeninin terkib olunması sırasında kendi nefsinden akletmiş değildir Kendi hakikati ve mertebesi dolayısıyla bütün bunları kesinkes bilir, öte yandan unsursal terkibi yönünden bunları bilmez Aynı anda hem bilir, hem bilmez ve zıt niteliklerle nitelenmeyi kabul eder, tıpkı aslın (yani, Huviyet’in) aynı şekilde, Celâl ve Cemâl, Zahir ve Batın, Evvel ve Ahir olarak nitelenmeyi kabul ettiği gibi — ve O (bütün bu zıt nitelikleri kabul etmekliğinde) Kendi varlığının ta kendisidir ve Kendisinden başkası değildir İmdi, Hatem-i Evliya (zatının hakikati ve unsursal terkibi dolayısıyla) bilir ve bilmez, ariftir ve arif değildir, müşahede edicidir ve müşahede edici değildir
Sahip olduğu bu ilimden dolayıdır ki Şit aleyhisselam’a bu isim verilmiştir ve “Şit” (İbranice’de) “Allah’ın armağanı” anlamına gelir Dolayısıyla, türleri ve nisbetleri birbirinden farklı olan (ilahi) bağışların anahtarı onun elindedir Ve gerçekte Allahu Teala onu Âdem’e bir bağış olarak vermiştir ve bağışladığı ilk şey odur ve bu bağış Âdem’in kendisindendir; çünkü oğul, babanın sırrıdır, ondan çıkar ve ona döner Ve anlayışını Allah’tan alan kimse için, bu ilahi hediye’de kendisine yabancı olan hiçbir şey yoktur Ve varoluştaki bütün bağışlar bu mecra üzeredir
Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur Ve herbir kimsede, suretler ne kadar çeşitli olursa olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey yoktur Bunu herkes bilmez ve gerçekte iş böyledir Bunu ancak ehlullah’tan olan Bireyler [color="LightBlue"] bilir Ve bunu bilen birini görürsen, ona bu konuda güven; böylesi bir kişi, ehlullahtan olanların seçkinlerinin en seçkinlerinin özüdür Herhangi bir keşf sahibi, sahip olmadığı bir bilgiyi veren bir suret ve bu bilgiyle daha önceden elinde olmayan bir şeyi keşfederse, (üzerine tefekkür ettiği) bu suret kişinin kendisinden başkası değildir Ve kendi nefsinin ağacından kendi bilgisinin meyvelerini devşirir
Aynı şekilde, kişinin, cilalanmış bir yüzeyde gördüğü sureti, kendisinden başkası değildir Her ne kadar kendi suretini gördüğü mahal veya düzlem [color="LightBlue"], bu düzlemin hakikati doğrultusunda, suretin belli bir şekilde değişmesine neden olsa da durum böyledir Tıpkı büyük olan bir şeyin küçük bir aynada küçük, uzun olan bir aynada uzun, hareket eden bir aynada hareketli görünmesi gibi ve bazen özel bir düzlemden (alttaki bir yüzeye yukarıdan bakıldığında) suretin tersini, bazen de kendisinden beliren şeyin aynısını verir Ve bazen de suretin sağı, aynaya bakanın sağına düşer Ve bazen de suretin sağı, bakanın sol tarafına düşer; ki bu, daha sık karşılaşılan bir durumdur Bazen de alışıldığının tersine sağ sol tarafa düşer ve bu durumda hayal ters görünür Ve bunun hepsi, suretin belirdiği düzlemin hakikatinin ihsanlarındandır ki, biz bu hakikatı ayna menzilesine indirerek, bu şekilde bir misal olarak verdik Her kim kendi istidadının bilgisine sahipse, alacağı şeyin ne olduğunu da bilir, ama alacağı şeyin bilgisine sahip olan herkes, her ne kadar alacağı şeyi genel olarak bilse bile, istidadının ne olduğunu ancak alacağını aldıktan sonra bilebilir
Kurgusal düşünce [color="LightBlue"] ehli olan bazı zayıf akıllılar, Allah’ın “dilediğini yapar” olduğunu gördüklerinde, Allah’a ilişkin olarak, hikmete aykırı olan şeyi (yani, var olanın yokedilmesi ve yok olanın varedilmesini) olabilir gördüler, halbuki iş böyle değildir Ve işte bunun için, bazı düşünürler, imkanın değillenmesine ve kendinden ve bir dolayımla zorunlu olan varlığın kesinlenmesine saptılar
Ve bizden tahkik ehli olanlar, gerçekte (katıksız varlık ile katıksız yokluk arasında olan) imkanı kesinlerler ve onun düzlemini [color="LightBlue"] bilirler; mümkünün ne olduğunu, bir şeyin mümkün olmaklığının nereden olduğunu, ve mümkünün kendisinin ancak başkası yoluyla zorunlu olduğunu ve kendisini zorunlu kılana “başkası” isminin verilmesinin hangi bakımdan doğru olduğunu bilirler Bunu ayrıntılanımlı olarak ancak Allah’a ilişkin ilme sahip olanlar bilir
İnsan türünden doğan son insan, Şit’in izinde olacak ve onun sırlarını taşıyacaktır Ve artık ondan sonra herhangi bir çocuk dünyaya gelmeyecektir Ve gerçekte o çocukların sonuncusudur Onunla birlikte dünyaya gelen kızkardeşi, ondan hemen önce doğar O da başı, kızkardeşinin ayaklarına değiyor olarak, kızkardeşinin hemen ardından doğar Bu çocuk Çin’de doğacak ve bu ülkenin dilini konuşacaktır Ve erkeklerde ve kadınlarda kısırlık yaygınlaşacak, çocuksuz evlilikler çoğalacaktır Onları Allah’a çağırır ama kendisine uyan olmaz Ve Allahu Teala onun ve onun zamanındaki iman sahiplerinin canlarını aldığında, geri kalanlar hayvanlar gibi olacaktır Bunlar helali helal ve haramı da haram olarak bilmezler Akıldan ve şeriattan tümüyle yoksun olarak tabiatın hükümlerine göre şehvetin güdümünde hareket ederler Ve Kıyamet onların üzerine kopar
Ahmet Baydar
|