|
Prof. Dr. Sinsi
|
İshak Kelimesindeki Hikmet-İ Hakkiyye
Rüya için bu iki yön (yani, tabir etmek ve etmemek) sözkonusu olduğundan, nübüvvet makamını verdiği İbrahim’e yaptığı ve söyledikleriyle bize edebi öğretti Ve bizler de (öğrendiğimiz bu edeb sayesinde) Hakk’ı aklî delilin kabul etmediği bir surete bürünmüş olarak gördüğümüzde, görülen sureti –ya gören kişinin hali ve Hakk’ın görüldüğü mekân açısından veya her ikisi açısından– şeriata uygun olan Hak (anlayışı) doğrultusunda tabir etmemiz gerektiğini bildik Ve eğer aklî delil, gördüğümüz şeyi reddetmezse, onu gördüğümüz suret ne ise, o şekilde alıkoyarız — tıpkı ahirette Hakk’ı gördüğümüzde, O’nu gördüğümüz suret üzre kabul etmemizde olduğu gibi
Her bir mevtında Rahman olan Bir’in suretleri vardır — gizli ve açık
Eğer “bu Hak’tır” dersen doğruyu söylemiş olursun
Yok eğer, “bu Hak’tan başka bir şeydir” dersen
Öbür yana(yani, yaratılışa) geçmiş olursun
O’nun hükmü bir mevtını içerip, diğerini dışlamak değildir
Ve O, kendi hakikatıyla yaratılışta seyrini sürdürür
Kendini gözler önüne serdiğinde, akıllar
Alışageldikleri aklî delillerle O’nu reddederler
Ama gerçek akıl sahipleri, akıl hazretinde
ve “hayal” denilen şeyde, O’nu kabul ederler
Ebu Yezid Bistamî bu makamda (yani, keşf-i tam ve şuhud-i âmm makamında) şöyle demiştir: “Eğer Arş ve onun içerisinde olan her şey, yüzbinlerce kez daha büyük olsaydı, arifin kalbinin bir köşeciğinde olurdu ve onun farkına bile varmazdı” — ve bu Ebu Yezid’in (kalbinin) cisimler alemindeki genişliğidir Ne var ki ben şöyle diyorum: Varlığı bitimli olmayan şeyin (yani, varoluşsal taayyünatın) bitimli olduğu varsayılarak, kendisini var eden ayn (ayn-ı vahid) ile birlikte arifin kalbinin bir köşeciğinde ortaya çıksaydı onun farkına bile varmazdı Çünkü kalbin, Hakk’ı kendisine sığdıracak genişlikte olduğu (kudsî hadisle) ortaya konmuş ama kanmaklıkla nitelenmemiştir Eğer dolacak olsaydı, kanardı Nitekim Ebu Yezid de böyle dedi (“Muhabbet şarabını kadeh kadeh içtim; ne şarap tükendi, ne de ben kandım ”) Biz de sözümüzle hiç kuşkusuz bu makama dikkat çektik
Ey eşyayı Kendi nefsinde yaratan
Yarattığın her şeyi Kendinde toplarsın
Varlığı bitimli olmayan şeyi, Kendi varlığında yaratırsın
Ve Sen hem genişsin, hem de darsın
Eğer Allah’ın yarattığı şey benim kalbimde olaydı
Bütün bu şeyler kalbimde sönük kalırdı
Eğer kalbim Hakk’ı sığdıracak kadar genişse,
Yaratılış onu nasıl daraltsın
Ey bana kulak veren, bu nasıl bir iştir?
İnsan, hayal gücünde, varlığı olmayan ve yalnız hayal gücünde varlık kazanan şeyi vehimle yaratır Ve arif, himmetiyle, himmet mahallinin dışında varlığı ortaya çıkan şeyi yaratır Ama arifin himmeti, onu korumaktan geri kalmaz Ve onun yarattığı şeyi koruması, himmete bir yük oluşturmaz Arif yarattığı şeyi korumaktan gaflete düşecek olduğunda, eğer bütün hazretleri zaptetmiş değilse, yarattığı bu şey yok olur Bütün hazretleri zaptettiği durumda, böylesi bir gaflet sözkonusu değildir, yarattığı şeyi hiç kuşkusuz (herhangi) bir hazretten müşahede eder İmdi, arif bütün hazretleri kuşatmış olarak, himmetiyle bir şey yaratacak olsa, o yaratılan şeyin sureti herbir hazrette zahir olur Bu durumda, (herbiri başka bir hazrette bulunan) suretleri (belli bir hazretteki) diğer suretlerle korur Arif, bir hazretten veya birkaç hazretten gaflete düşse ve fakat yarattığı sureti koruduğu hazretlerden birini müşahede etmeyi sürdürse, gaflete düşmediği hazretteki bu bir suretin korunmasıyla, bütün suretler korunmuş olur Çünkü gerçekte gaflet –ister bütün alemler için, isterse bazı alemler için olsun– hiçbir zaman genel değildir
Ve hiç kuşkusuz, burada öyle bir sır açıkladım ki, ehlullahtan olanlar böylesi bir sırrı açığa vurmaktan kaçınırlar Burada, kendilerinin Hak oldukları yolundaki davalarının reddi vardır Çünkü, Hakk’ın hiçbir zaman hiçbir şeyden gafil olması sözkonusu olmadığı halde, kulun bir şeyden gafil değilken, başka bir şeyden gafil olması kaçınılmazdır İmdi, yarattığı şeyi korumasından dolayı “ben Hakk’ım” demesi sözkonusudur Ne var ki, o şeyin suretini koruması, Hakk’ın koruması gibi değildir Ve işte biz bu farkı ortaya koyduk Ve herhangi bir suretten ve bu suretin bulunduğu hazretten gafleti dolayısıyla, kul hiç kuşkusuz Hak’tan ayrılır Ve suretlerin tümünü korumayı sürdürmesine sürdürür de, bunu, bu hazretlerin tümü içerisinde gafil olmadığı hazrette bu sureti koruyarak yapması nedeniyle, kulun Hak’tan ayrılması kaçınılmazdır Çünkü kulun yarattığı sureti gafil olduğu hazretlerde koruması zımnen sözkonusudur Ama Hakk’ın yarattığı şeyi koruması böyle değildir Çünkü O, yarattığı her sureti ale’t-tayin korur
Ve bu mesele bana bildirildi Bu meseleyi, bu kitaptan başka hiçbir yerde hiçbir kimse yazmamıştı; ne ben, ne de bir başkası Dolayısıyla bu mesele vaktin benzersiz incisidir İmdi, sakın ola ki bundan gafil olma! Çünkü, bir suret ile huzur üzre olduğun hazret, Hak Teala’nın “Ben Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadım” [En’am Suresi, 6/38] dediği, olmuş ve olmamış olan herşeyi kendinde toplayan Kitab’ın (yani, levh-i mahfuz’un) benzeridir
Bizim söylediklerimizi ancak nefsinde Kur’an olan kimse (yani, bütün hazretleri kendinde toplamış olan İnsan-ı Kâmil) bilir Çünkü, takva sahibi bir kimse için Allahu Teala bir furkan kılar [Enfal Suresi, 8/29](yani, Hak ve batılı, ve dolayısıyla da Hak ile halk’ı ayrımlama yeteneği kazandırır) Ve (İnsan-ı Kâmil’e ait olan) bu furkan da, kendisiyle kulun Rabbinden ayrışık oluşuna ilişkin olarak bu meselede sözünü ettiğimiz furkan gibidir Ve bu, en büyük ayrımdır [color="LightBlue"]
İmdi bir zaman olur ki kul, hiç kuşkusuz Rabb olur
Ve bir zaman olur ki kul, kesinkes kul olur
Ve kul olduğunda Hak’la geniştir
Ve Rabb olduğunda ise darlıktadır
Kul olarak nefsinin gerçekte ne olduğunu görür
Ve Hak’tan istedikleri çoğalır, genişler
Rabb olarak, mülk ve melekut hazretlerinde
Bütün yaratılışın kendisinden taleplerde bulunduklarını görür
Ama o, zatı itibarıyla, onların isteklerini karşılayamaz
Bundandır ki, bazı arifleri ağlar görürsün
İmdi sen Rabb’in kulu ol; O’nun kulunun Rabb’i olma
Yoksa ateşe ve erimeye düşersin
|