Prof. Dr. Sinsi
|
İsa Kelimesindeki Hikmet-İ Nebviyye
Ve, “ yalnızca bana emretmiş olduğun şeyi ” demekle de kendi nefsini emrolunan olmaklığı halinde olurladı [color="LightBlue"] ve bu, onun kul olmaklığından başka bir şey değildir Çünkü emir –yerine getirilsin veya getirilmesin– ancak emre uyabilirliği düşünülen kimseye verilir Ve (ilahi) emir, (emir verilenin, yani mezahir-i ilahiyenin bulunduğu) mertebenin hükmüne göre indiğinden, belli bir mertebede zahir olan herbir kimse, bulunduğu mertebenin hakikatının verdiği şeye boyanır Emrolunmaklık mertebesi için, her emrolunan kişide zahir olan bir hüküm (yani, emreden kişinin emrine uyma) olduğu gibi, emretmeklik mertebesi için de her emredende zahir olan bir hüküm (yani, emrolunan kişiye emir verme) vardır
Ve Hak, “Namaz kılın!” [Bakara Suresi, 2/43] dediğinde, Kendisi emreden, yükümlü kişi ise emrolunandır Ve kul, “Rabbim, beni bağışla!” [A’raf Suresi, 7/151] dediğinde ise, kulun kendisi emreden ve Hak da emrolunandır İmdi, Hakk’ın verdiği emirle kuldan istediği şey, kulun verdiği emirle Hak’tan istediği şeyin aynısıdır (yani, emre uyulmasıdır) Bundan dolayı, bütün dualara icabet edilmesi –sonraya kalsa bile– kaçınılmazdır Ki, aynı şekilde, namaz kılmakla yükümlü olanlardan kimileri, namaz kılmaya çağrıldıklarında, vakit içerisinde namaz kılmayıp çağrıya icabeti sonraya bırakırlar ve kendileri için uygun olan daha sonraki bir zamanda kılarlar Böylece, niyetlenme ile olsa bile emre uymak kaçınılmazdır
Sonra, “Ben onlar üzerine … idim” dedi ve, “Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz” dediğindeki gibi söylemeyip, “onların yanısıra, kendim üzerine … idim” demedi:“Ben onlar üzerine, onlar arasında bulundukça, şehiddim ” — çünkü, nebiler, ümmetleri üzerine, onların içinde bulundukları sürece şehiddirler Ve şöyle sürdürdü: “ Ve beni ölü kıldığında ” –yani, beni Kendine yükselttiğinde, onları benden örtülü kıldın ve beni de onlardan örtülü [color="LightBlue"] kıldın ve benim bedenimde değil ama onların bedenlerinde– “ onlar üzerine Rakîb oldun ” [Mâide Suresi, 5/117] — çünkü Sen, gözetmeyi [color="LightBlue"] gerektiren görmekliği oldun onların İmdi, insanın nefsini müşahedesi, Hakk’ın onun nefsini müşahedesidir Ve İsa onu (yani, Hakk’ın onların maddi varlıklarındaki müşahedesini) “Rakîb” ismine ilişkin kıldı, çünkü şuhudu (“onların üzerine şehid idim” sözüyle) kendisine ilişkin kılmıştı İmdi, kendisinin kul olması dolayısıyla İsa’nın İsa ve O’nun kendi Rabb’i olması dolayısıyla da Hakk’ın Hak olduğu bilinsin için, kendisiyle Rabb’i arasında bir ayrım koymayı dilediğinden, kendisinin “şehid,” Hakk’ın ise “Rakîb” olduğunu söyledi Böylece İsa, kendi nefsi sözkonusu olduğunda, kendi kavmini öne aldı ve Hakk’a yönelik edebden dolayı onları kendisine yeğleyerek, “onlar üzerine şehiddim” dedi Hak’tan söz ettiğinde ise, Rabb’in mertebe yönünden önceliği hakediyor olmasından dolayı, onları sona alarak, “ Sen onlar üzerine Rakîb oldun ” dedi Sonra İsa, “onlar üzerine şehiddim” dediğinde, kendisi için kullandığı “şehid” isminin, gerçekte Rakîb olan Hakk’ın ismi olduğunu belirterek, “ Sen her şey üzerine Şehid’sin ” [Mâide Suresi, 5/117] dedi Ve burada, genelliğe işaret eden “her” sözcüğünü, bilinmezlerin en bilinmezine işaret eden “şey” sözcüğünü ve Şehid ismini getirdi — çünkü O, her bir müşahede olunan [meşhud] üzerine, bu müşahede olunanın [meşhud] hakikatinin gerektirdiği şey ölçüsünce Şehid’dir İmdi İsa, “Ben onlar arasında oldukça onların üzerine şehiddim” dediğinde, kendi kavmi üzerine Şehid olanın Hak Teala olduğuna dikkat çekti Ve bu, Hakk’ın, İsa’nın cismindeki şehadetidir Bununla, Hakk’ın, İsa’nın konuştuğu dili, işitmesi ve görmesi olduğu kesinlenmiş oldu
Sonra İsa, hem İsevî, hem de Muhammedî olan sözü söyledi Bunun İsevî olması, Allahu Teala’nın Kitabında bunun, İsa’nın sözleri olduğunu bildirmesinden dolayıdır Ve Muhammedî olması ise, bu sözün belli bir mekânda Muhammed’den (sav) ortaya çıkmasından dolayıdır — ve o, bu sözün, kendisinden ortaya çıktığı yerde, bütün bir geceyi gün ağarıncaya kadar başka bir şey yapmayıp, bu sözü tekrarlayarak geçirdi: “ Eğer Sen onları cezalandırırsan, onlar Senin kullarındır; ve eğer onları bağışlarsan, Aziz ve Hakîm olan muhakkak Sen’sin, Sen” [Mâide Suresi, 5/118]
Burada, “onlar” zamiri, tıpkı “o” zamiri gibi, gayb-olmaklık zamiridir [zamir-i gaib] Nitekim O, gayb-olmaklık zamirini kullanarak şöyle dedi: “Onlar kafirlerdir” [Fetih Suresi, 48/25] — ve bu gayb, onların, “hâzır olan meşhud” sözüyle kastedilenden (yani, Hak’tan) örtülü olmalarıdır Ve (İsa), onları Hak’tan perdeleyen örtüden başka bir şey olmayan bu gayb-olmaklık zamirini kullanarak, “Eğer onları bağışlayacak olursan” dedi Ve Allah, onları (İsa’nın diliyle) Allah’ın huzurunda bulunmaklıklarından önce andı — (kıyamet günü) huzurda olmaklıklarına kadar (onların hakikatleri ve zatî istidatları mesabesinde olan) maya, (vehmettikleri varlıkları mesabesinde olan) hamurda tahakküm edebilsin ve hamur mayaya dönüşebilsin diye
“Çünkü onlar Senin kullarındır ” Ve burada, üzerinde bulundukları tevhidden dolayı, seslenişi tek olana yöneltti [color="LightBlue"] Ve nefslerinde tasarruf olmadığından dolayı, onlardaki zilletten daha büyük bir zillet yoktur Dolayısıyla onlar, efendilerinin kendilerinden dilediği şeyin hükmü altındadırlar ve bu konuda O’nunla herhangi bir ortaklıkları yoktur Bundandır ki İsa, “Senin kulların” diyerek O’nu tek kıldı [color="LightBlue"] Ve “azap”la kastedilen, onların zelil olmaklığıdır ve kul olmaklıklarından dolayı onlardan daha zelil olan yoktur ve onların zatları zelil olmalarını gerektirir Dolayısıyla (bu, şu demeye gelir “Sen onları kul olmaklıklarından dolayı içerisinde bulunuyor oldukları zilletten daha büyük bir zillete düşürmezsin ”
“Eğer onları bağışlayacak olursan ” –yani, karşı gelmeleri dolayısıyla hakettikleri azaba düşmekten onları örtersen; yani onlar için, kendilerini azaptan örtecek ve azaptan koruyacak bir örtü kılarsan– “ Sen muhakkak Aziz’sin ” – yani, koruyucu ve kollayıcısın Ve Hak Teala, bu İsmi kullarından birine verdiğinde, Kendisi “Aziz-kılıcı” [color="LightBlue"] ve kul da “Aziz” olarak adlandırılır — ve bu durumda, bu kulunu İntikam-alıcı’nın [Müntakim] intikamından ve Azab-edici’nin [color="LightBlue"] azabından korur Ve İsa, daha önce söylediği, “Gaybları bilen muhakkak ki Sensin, Sen” [Mâide Suresi, 5/118] ve “Her şey üzerine Rakîb Sen oldun, Sen” [Mâide Suresi, 5/117] sözlerinin ifade biçimine uygun bir şekilde, sözü güçlendirmek için yineleme ile, “Aziz ve Hakîm olan muhakkak Sensin, Sen” dedi
(“Eğer onlara azab edecek olursan ” ve “Eğer onları bağışlayacak olursan ” biçimindeki) bu sözler Resul’ün bir cevap almak için gündoğumuna kadar ısrarla tekrarladığı bir dileyiş [color="LightBlue"] oldu; eğer dileyişi hemen kabul olunmuş olsaydı, dileyişini ardarda tekrarlamazdı Hak ona, cezalandırılma gerekçelerini, ayrıntılı olarak [color="LightBlue"] sundu Ve o da, O’na her sunumda ve herbir ayn için, “Eğer onlara azap edecek olursan muhakkak ki onlar Senin kullarındır; ve eğer onları bağışlayacak olursan Aziz ve Hakîm olan muhakkak ki Sensin, Sen” [Mâide Suresi, 5/118] dedi Eğer bu sunumda, Hakk’ın öne aldığı ve Hakk’ın tercih ettiği şeyin neyi gerektirdiğini görmüş olsaydı, (Hakk’ın dileğini öne alır ve Hakk’ın tarafını tercih ederek) onlar için (yani, onların lehine) değil, onlar üzerine (yani, onların aleyhine) dua ederdi Bundan dolayı, Hak Teala, bu ayette ortaya konan Allah’a teslimiyeti ve (günahları) O’nun bağışlayıcılığına havale etmeyi vurgulayarak, onların hakettikleri şeyin bu olduğunu ona gösterdi
Ve (hadis-i şerifle) varid oldu ki, Hak Teala dua eden kulunun seslenişini sevdiğinde –geri çevirme sözkonusu olmaksızın, ona sevgisinden dolayı– duasını tekrarlasın diye, duaya karşılık vermeyi geciktirir Bundandır ki, “Hakîm” dedi — ve Hakîm, her şeyi yerli yerine koyan; (kullarının) hakikatlerinin ve sıfatlarının istediği ve gerektirdiği şeyi değiştirmeyen demektir Hakîm, düzeni bilendir Ve Resulallah (sav), bu ayeti tekrar ederken, Allahu Teala’dan aldığı büyük bir ilim üzere idi Dolayısıyla, herkim bu ayeti ve diğerlerini okuyacak olursa, bu şekilde okusun; yoksa, sessiz kalması daha yerindedir
Allahu Teala, bir kulun herhangi bir konu hakkında söz söylemesini yerinde bulduğunda; bu konuşmasını, ancak buna icabet etmeyi ve gereksinimi gidermeyi dilediği durumda yerinde bulur Dolayısıyla, hiç kimse, kendisi için yerinde bulunanın (yani, duanın) içerdiği şeyin (yani, duaya icabetin) geciktiğini düşünmesin Tersine, Resulallah (sav), bu ayet üzerinde nasıl durmaksızın uğraştıysa, kendisi de bütün hallerinde aynı şekilde durmaksızın uğraşsın; ta ki, Allah’ın icabetini, zahirde veya batında veya Allah’ın dilediği herhangi bir şekilde işitinceye kadar Eğer O, dil ile ifade edilmiş bir karşılık verirse, kulağınla işittirir ve eğer mana ile karşılık verirse içsel olarak işittirir
Ahmet Baydar
|