Yalnız Mesajı Göster

Harun Kelimesindeki Hikmet-İ İmamiyye

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Harun Kelimesindeki Hikmet-İ İmamiyye




Ve kendisinde (Hakk’a) kulluk edilen en büyük tecelli mahalli hevadır Nitekim Hak Teala, “hevasını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü?” [Casiye Suresi, 45/23]

Heva hakkı için, heva hiç kuşkusuz hevanın sebebidir
Eğer kalpte heva olmasaydı, hevaya kulluk edilmezdi
Allah’ın eşyaya ilişkin ilminin ne kadar kâmil olduğunu ve hevasına kulluk eden ve onu ilah edinen kimsenin ilmini nasıl eksiksiz kıldığını görmüyor musun? “Allah onu ilim üzere dalalete düşürdü” [Casiye Suresi, 45/23] buyurdu Ve dalalet, hayrettir Ve (ilmi) eksiksiz ve kâmil kılan bu hayrettir
Hak Teala gördü ki: Kul ancak kendi hevasına ve hevasının taatına boyun eğmesi nedeniyle kulluk eder Ve kul, kendi hevasının –kendi hevalarına kulluk eden kişilerde olduğu gibi– kulluk etmesini emrettiğini ve Allah’a kulluğunun bile hevadan olduğunu görür; çünkü, o kulda mukaddes olana yönelik heva olmasaydı –ki bu heva sevme iradesidir– Allah’a kulluk etmez ve O’nu başkasına tercih etmezdi Ve yine, alemdeki suretlerden bir surete kulluk edip onu ilah edinen kimse, bu sureti ancak heva ile ilah edinmiştir Kulluk eden kimse, hiçbir zaman kendi hevasının egemenliğinden kendini kurtaramaz
Sonra, Hak Teala gördü ki: O kulluk edilenler, kulluk edenlerle değişir Bir şeye kulluk eden, bir başkasına tapan kimseyi kafirlikle suçlar Ve az biraz kavrayış sahibi bir kulluk edici [abid], hevanın birliğinden ve tek-olmaklığından [ahadiyet] dolayı hayrete düşer — çünkü, bu heva bütün kulluk edenlerde bir-olan-ayn’dır [ayn-ı vahid] Böylelikle Allahu Teala, (tafsilî varlıkta bu hallerin böyle olduğunu gördüğü ve sınama -ihtibar- ilmi ile bildiği için)(yani, şaşkınlığa) düşürür Yani, her kulluk edenin ancak kendi hevasına kulluk ettiğini ve –meşru olan bir şeye uysun veya uymasın– o kulu kullukta kullananın kendi hevası olduğunu bilmesi, bu kimseyi hayrete düşürür

Kâmil olmuş bir arif, kendisine kulluk edilen herbir mabudun, Hakk’ın bir tecelli mahalli olduğunu gören kimsedir Böyle olduğu içindir ki, onların hepsi, (kulluk ettikleri şeyleri) kendilerine özgü olan isimleriyle “taş,” “ağaç,” “hayvan,” “insan,” “yıldız,” “sultan” olarak adlandırmanın yanısıra, “ilah” olarak da adlandırırlar Ve uluhiyet bir mertebedir ki, kulluk edici olan, bu uluhiyetin kendi mabudunun mertebesi olduğunu tahayyül eder; halbuki bu mabud, bu özgül tecelli mahallinde bu mabuda kulluk edici olanın görüşüne göre gerçekten de Hakk’ın tecelli mahallidir Bundan dolayıdır ki, bazı arifler, cehaletlerini gösteren şu sözü söylediler: “Biz onlara ancak bizi Hakk’a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz” [Zümer Suresi, 39/3] dediler ve tapındıkları şeyleri “ilahlar” olarak adlandırdılar Hatta şöyle dediler: “Muhammed bu ilahları tek bir ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şeydir” [Sâd Suresi, 38/5] Gerçi onlar, (tek ilah olan) Hakk’ı inkar etmediler, ama suretlerin çokluğu ve uluhiyetin bu suretlere nisbet edilmesi ile sınırlı bir anlayışa sahip olduklarından, (Resul’ün daveti karşısında) şaşkınlığa düştüler Ve Resul (sav) geldiğinde onları –bu suretlerin taşlardan yapılmış olduklarını bilmelerinden dolayı– “Biz onlara ancak bizi Hakk’a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz” [Zümer Suresi, 39/3] sözleriyle itikat ettikleri ve kendilerince isbat ettikleri ve şehadet ettikleri ve görünmeyen tek İlah’a davet etti Ve putlara tapanlar bu suretleri gerçekten bu suretlere özgü olduklarını bildikleri isimlerle (yani, “taş,” “ağaç” ve saire olarak)[Ra’d Suresi, 13/33]
Ama işi ne ise o olarak bilenlere gelince, onlar, putlara tapanların, bu suretlerin aynlarına kulluk etmeyip, yalnızca bu suretlerde farkına vardıkları tecelli sultanının hükmüyle bu suretlerde Allah’a kulluk ettiklerini bilmekle birlikte, kendilerine kulluk edilen bu suretleri zahirde inkar ederler Çünkü onların ilim mertebeleri, iman ettikleri resulün hükmü doğrultusunda, vaktin hükmüne uymalarını gerekli kılar ki, onlar bu nedenle “müminler” olarak adlandırılmışlardır Ve onlar, vaktin kullarıdır Ve (şeylerde) tecelli eden Hakk’ı bilmeyen inkarcı, bunu (yani, Hakk’ın şeylerde tecelli ettiğini) bilmez; ve resullerden, nebilerden ve vârislerden olan kâmil bir arif böylesi (cahil) bir kimseye karşı bunu (yani, Hakk’ın şeylerde tecelli ettiği gerçeğini) örter Böyle olunca, (bu arif kişi) vaktin resulünün bu suretlerden uzak durmasından dolayı, vaktin resulüne uyarak ve Allah’ın “Ey resulüm! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin” [Âl-i İmran Suresi, 3/31] sözü gereğince Allah’ın kendisini sevmesini istediğinden dolayı onlara (bu cahil kimselere) o suretlerden uzak durmayı emreder
Ve Resul, kendisine muhtaç olunan, icmal yönünden bilinen ve müşahede olunmayan İlah’a davet etti Ve, “Gözler O’nu algılayamaz” –ama şeylerin aynlarındaki latifliğinden ve yayınımından dolayı– “O gözleri görür” [En’am Suresi, 6/103] Gözler O’nu göremez, tıpkı kendi şekillerini ve zahirî suretlerini yöneten ruhlarını göremedikleri gibi Dolayısıyla O Latif’tir Batınlar ve zahirlerden Haberdar’dır [Habîr] Ve haberdar olma [hibret] deneyimlemedir [zevk] ve deneyimleme ise tecellidir ve tecelli suretlerdedir Böyle olunca (Hakk’ın tecellisi için) suretler kaçınılmazdır Ve (suretlerde tecelli etmek için) Hak kaçınılmazdır Ve Hakk’ı gören kimsenin kendi hevasıyla O’na kulluk etmesi kaçınılmazdır — eğer anladıysan Ve yol Allah’a varır

Ahmet Baydar


Alıntı Yaparak Cevapla