Prof. Dr. Sinsi
|
Nefsini Avlayan Hükümdar..
Nur yüzlü bir ihtiyar, bastonuna dayanarak durdu Uzun yoldan geliyordu Yorulmuştu
Önünde durduğu ihti*şamlı yapı, Belh ülkesinin şanlı hükümdarı İbrahim bin Ethem'in
saraydı Sarayı süzerken kapı nöbetçileri, ne arıyorsun ihtiyar?" diye sordular
Ben yolcuyum, bu gece konaklayacak bir kervansaray arıyorum Herhalde burası
uygundur dedi
Nöbetçiler, Sen yanlış gelmişsin baba, burası kervan*saray değil, hükümdarımızın
sarayıdır dediler
Nur yüzlü adam biraz durdu O arada ne düşündüyse, Hayır, ben kendimden eminim,
burası kervansaraydır, burada gecelemek istiyorum Tanrı misafiriyim! diye diretti
Nöbetçiler ne söyledilerse ihtiyarı ikna edemediler ve qidip hükümdara durumu bildirdiler
İbrahim bin Ethem, Bırakın gelsin bakalım, biz de tanıyalım şu ihtiyarı" diye emretti
Nuranî çehresiyle saraya girdiğinde adeta sarayı-ay*dınlattı adam ve Selâmün aleyküm
diyerek hükümdarı selâmladı "Aleyküm selâm" diye selâmı alan hükümdar, ihtiyarın
yüzünde güven verici, farklı bir mânâ hissetti ve ona yer gösterdi Ve aralarında şöyle
bir konuşma geçti:
Hükümdar: Bak baba, ben bu ülkenin hükümdarıyım Burası da benim sarayım Sen nasıl
hükümdar sarayını kervansaray diyerek küçümseyebilirsin? İyi niyetli birisi ol*duğunu
zannetmeseydim, bunun cezası büyük olurdu Ama sen iyi birine benziyorsun İleride
yolcuların kaldığı bir kervansaray var, seni orada misafir ettireyim
İhtiyar: Nöbetçilerin de anlamadılar, sen de anlamı*yorsun Burası kervansaraydır
İstersen sana ispatlaya*yım
Hükümdar: Peki ispatlarsan seni burada misafir ede*rim Yoksa cezanı çekmeye hazır ol
ihtiyar: Peki şimdi sorularıma cevap ver Sen ne ka*dar zamandır burada oturmaktasın?
Hükümdar: Üç yıldır
ihtiyar: Senden önce kim oturuyordu burada?
Hükümdar: Baban, on yıl oturduktan sonra vefat et*ti
ihtiyar: Peki ondan önce kim, ne kadar oturdu?
Hükümdar: Dedem O da on iki yıl hükümdarlık yaptıktan sonra öldü
İhtiyar: Senden sonra kim oturacak?
Hükümdar: Herhalde oğlum oturur
Bu cevaplardan sonra ihtiyar güldü ve şöyle devam etti: Sana dememiş miydim, burası
kervansaray diye Bak sen söyledin: Deden geldi, kondu göçtü Baban geldi, bir müd*det
kaldı gitti Sen geldin, sen de gideceksin, yerine oğlun gelecek ve bu gelip gitmeler
devam edip gidecek Kervansaraylar da yolcuların gelip gittikleri yerler değil mi?
İhtiyarın bu sözleri İbrahim bin Ethem'in zihninde şimşekler çaktırdı ve onu epey
düşündürdü
Sonuçta, Peki ihtiyar dedi "Sen kazandın, bu gece benim misafirimsin
Evet, kimse dünyada ebedî kalmayacağına göre ve herkes ebedî hayat yolunun yolcusu
olduğuna göre dünya her*kes için kervansaray  
Bu konuda Bediüzzaman şöyle di*yor:
Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil de*ğildir Ancak Cenab-ı Hakkın ebedî ve
sermedi olan Darüsselâm' menziline davetlisi olan mahlûkâtın toplanmala*rı için bir han ve
bir bekleme salonudur
Dünya bir misafirhanedir İnsan ise onda az duracak*tır ve vazifesi çok bir misafirdir ve
kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir
Hükümdar İbrahim bin Ethem'in sarayında misafir olan nur yüzlü ihtiyar, o gece
hükümdara bir ders daha vermek istedi
Bunun için herkesin uyuduğu bir vakitte kalkıp sarayın tavanına çıktı ve hükümdarın
odasının üzerinde ayaklarını vurarak sağa sola koşmaya başladı
Gündüz, sarayına kervansaray diyen ihtiyarın söyledikleri kulağında çınlayan ve zaten bu
yüzden gözüne uyku girmeyip yatağında düşünen hükümdar, tavandan gelen koşma
seslerine şaşırdı ve yatağından fırlayarak seslendi:
Kim var orada, ne arıyorsun?
İhtiyar, sesini değiştirerek cevap verdi: Ben çobanım develerimi kaybettim Onları
arıyorum
Hükümdar: Sarayda çobanın işi ne, tavanda deve aranır mı?
İhtiyar: Sen de bu milletin çobanı değil misin? Ve zevk safa içinde, kuş tüyü yataklarda
Cennet aramıyor mu*sun? Böyle Cennet bulunursa, tavanda da deve bulunur
Sonra sesler kesildi İhtiyar usulca odasına geçti ve yattı Nöbetçiler baktıklarında onu
yatağında uyuyor bul*dular
İbrahim bin Ethem ise duyduklarıyla ikinci defa şok olmuş ve sarsılmıştı Beyni allak bullak
olmuş bir halde sabaha kadar düşündü Güya Müslümandı, ama ibadetle*rini yapmıyordu
Dünyada ebedî kalacakmışçasına zevk ve eğlencelerle ömür geçiriyordu
Üstelik millete karşı sorumluluklarına da fazla aldırış etmiyordu İyi ama, bu saltanat ne
kadar sürecekti Böyle bir hayat, gerçekten de sonunda onu pişman etmez miydi?
Cennette ebedî mutluluk vardı ve ona ulaşmayı da çok isti*yordu
Fakat hayatını değiştirmedikçe bunun mümkünatı yok*tu Hayatını değiştirmek de saray
şartlarında kolay değildi-İçine kurt düşmüştü fakat kararsız kaldı Sadece Al*lah'ım bana
yardım et, Sana dönmemi nasip et! diye dua etti
0 sabah ihtiyarı uğurladıktan sonra ava çıktı İbrahim bin Ethem, avlanmayı sever ve
haftada en az bir gününü buna ayırırdı İhtiyar, saray görevlilerinden onun bu özel*liğini
ve avlanmaya gittiği yerleri öğrenmişti Ona son bir ders daha vermek istiyordu
İbrahim bin Ethem orman içinde dolaşırken şöyle bir ses kulaklarında yankılandı: Ey
İbrahim! Sen dünyaya avlanmak için gelmedin Yaratıldığın şeye dön Sorguçlar*la,
tahtlarla oynamayı bırak Büyük sultanlığa talip ol!"
İhtiyar, ellerini boru gibi yaparak, gizlendiği yerden böyle bağırmıştı Sesin nereden ve
kimden geldiğini bile*meyen hükümdar, o gün çok garip bir olaya daha şahit ol*muştu
Veziri ve muhafızlarıyla birlikte yemek yedikleri bir sı*rada süzülerek gelen bir keklik, bir
parça ekmek kopara*rak havalanmış ve biraz ötedeki çalılıkların arkasına in*mişti
Bu işte bir gariplik olduğunu düşünerek gidip baktıklarında kekliğin, ekmeği, bataklığa
saplanan bir adamın ağzına koyduğunu hayretle gördüler
Yardım edip adamı çıkarttılar Adam, avladığı kuşun raya düşmesi üzerine bataklığa
girdiğini ve çıkamadığını, kaç gündür o kekliğin kendisine ekmek taşıdığını anlattı
Dehşete düşen İbrahim bin Ethem, kendi nefsiyle yüzleşerek Şöyle dedi nefsine:
Sen onları avlarken o keklik, çaresiz kalmış bir adamı besliyor Seninse halkından haberin
yok!
Bu düşüncelerle saraya dönen hükümdar, o gün her za*manki avladıklarından bir şey
avlayamamıştı ama çok da*ha önemli bir şey avlamıştı: Nefsini 0 zamana kadar, ona av
olduğu nefsini
Yazar: Seyfeddin Bulut
|