Yalnız Mesajı Göster

Gönül Uyandirma

Eski 07-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Gönül Uyandirma



Başlangıcında bulunduğumuz 21 yüzyılda insanlık, tarihinde hiç yaşamadığı bazı temel değişimlerden
geçiyor
Bir yandan iletişim alanında gerçekleşen yenilikler, maddi ve manevi " küreselleşme " yi
hızlandırırken, diğer yandan da enformatik alanında ki ilerlemeler, insan zihnini gittikçe artan bir
oranda, her türlü " bilgi " ile dolduruyor Tüketim toplumunun, " tüketilmek " için sundukları,
isteklerimizi arttırdığı için, ne istediğimizi bilemez hale geliyor ve bir yandan öfke ile dünyanın
sunduğu imkânları tüketirken bir yandan da kendi kendimizi " tüketiyoruz"

Dünyaya yönelik istek ve arzuların zihnimizdeki " gürültüsü ", bizlere asıl yaratılış gayesini, asli
duygularımızı unutturuyor Aslında bilgelik ve sevgi dolu olması gereken zihnimizi, yüzeyi ayna gibi
dümdüz sakin bir göle benzetirsek, sanki bu göl, dolu yağmuruna tutulmuş gibi, artık çevredeki
güzellikleri yansıtmaz hale geliyor Refah içerisinde olsak bile, " istek fazlası " zihnimizi aşırı
yorduğu için, mutsuzlaşıyor, hayatın ve varoluşumuzun anlamını yitiriyoruz Yitirdiğimiz anlam,
yerini, yok etmeye yani tüketmeye yönelik bir varoluş tarzına bırakıyor Kaybettiğimiz anlamı
aramanın başka yönleri ise, aşırı haz arayışı ( hedonizm ) veya zihin uyuşturması yani maddi veya
davranışsal bağımlılık Ama sonuçta tüm bu arayışlar, sanki çıkışı olmayan çıkmaz sokaklar

Bırakın maddiyatı, maneviyat arayışımız bile bir tür tüketime dönüşebiliyor, her türlü manevi
bilgilerle yüklenmiş zihnimiz, farkına varmadan kendi kendine tapar hale gelebiliyor ve gerçek
maneviyatın insanlığa hizmet olduğunu gözardı edebiliyoruz Evet sanki topluca, kollektiv bir rüya
yaşıyoruz

Eğer bu rüyadan uyanmak, varoluş acımızı azaltmak, yasımız ve kaygılarımızı aşmak istiyorsak,
hayatımızda " birşeyleri " değiştirmemiz gerekir İşte bu " değişim " öncesi hazırlık döneminde,
zihin temizliği önem kazanır Boşalmış, temizlenmiş zihinle hem dünya ilişkilerimizde hem insan
ilişkilerimizde, hem de kendimizle olan dialog'da daha saf, daha berrak hâle gelebiliriz

Sezgilerimiz, yaratıcı düşüncemiz harekete geçer, sisler arasından güneş çıkar Temizlenmiş zihnin
nihâi amaç olduğunu düşünmek ise içinde bahar temizliği yapılmış boş bir eve benzer Ev insanla,
muhabbetle, sevgiyle, hizmetle, hoşgörüyle canlanır, temizlik bir işe yarar Boşalmış zihne aşık
olmak, ileride göreceğimiz gibi bir " hâl aşkıdır " ( beeing in love with a psychological state )
Bir kanadı bağlanmış kuştur, tek kanatlı kuş uçamaz Ama insan hep daha yükseklere varmak için
yaratılmıştır
İnsan zamansal olarak düşüncelerini 3 yönde yoğunlaştırabilir, geçmiş, gelecek ve içinde yaşadığımız
bu an Ama insan hep daha yükseklere varmak için yaratılmıştır

Şu içinde bulunduğumuz ândan düşüncesel olarak ya geleceğe ya da geçmişe doğru bir yolculuğa
çıkabiliriz Bu zihinsel yolculukta geçmişe gidersek ya güzel hatıralar yada acı veren anılar ile
karşılaşırızGüzel hatıralar baştan çok güzel gelse de, onları tekrardan yaşama isteği mümkün
olmayınca ( çünkü geçmiş geçmiştir ), gönlümüzü onları yitirmiş olmanın sızısı sarar
Acı veren anılar, acı verirler, çünkü :



Tekrarlar kaygısı
Kötü kader inancı
Utanç
Yetersizlik duyguları
Öfke
Suçluluk duyguları
Öç alma isteği
Anlamsızlık / ümitsizlik
gibi duyguları beraberlerinde getirebilirler

Geleceğe yönelik bir düşünsel yolculuğa çıkarsak ( tasarımlar ), belirsizliğin hüküm sürdüğü bir
boyuta dalarız
Hiçbir şey tam tamına " olabilir " değildir, yüzde yüz öngörülemez ve bu belirsizlik içimizde kaygı
yaratır Eğer düşünce dengemizde gelecek ağır basıyorsa, ânı yaşayamamanın bedelini kaygı ile
öderiz Aslında somut bir dayanağı olmayan bu kaygı ( gelecek güzel de olabilir! ) içinde
bulunduğumuz bu âna bulaşır ve aşırı temkinli olup, ânın sorumluluğunu taşımaktan kaçınırız Ama
insan hep daha yükseklere varmak için yaratılmıştır

Her yeni ân, nefes alıp verişimiz gibi, bize hayat, coşku, güç veren kusursuz bir oluştur, kusurlu
olmasını görmemiz sadece geçmişle yaptığımız kıyaslamadan ve öğrenme sürecinden kaynaklanır
Geleceğin kaygısı bulaşırsa bu ân, karamsarlık, ümitsizlik, güvensizlik, yetersizlik, acı, isyan,
öfke, nefret, doğurabilir Halbuki tüm bu duygular bu âna ait değillerdir, geçmiş ve geleceğin
parazitleridir
İşte tefekkür - meditasyon gelecek ve geçmiş zamanın esiri olan insan düşüncesini bu içinde
yaşadığımız âna yoğunlaştıran metodlardır Ama insan hep daha yükseklere varmak için yaratılmıştır


Bu sorunun yanıtı maalesef evet Gittikçe ân bilincinden koparak varoluşumuzun ağırlık noktası
geleceğe kayıyor Nedeni ise maddeci değerler üzerine kurulmuş modern toplumların insana sunduğu arz
fazlası Tarihin hiçbir döneminde insan, bu denli bir madde ârzı ile karşılaşmadı Çağımızın en
değerli Kur'an araştırmacılarından birisi olan MEsed'in bu konuda yaşadığı bir olayı ve görüşlerini
kısaca aktarıyorum

Bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir
acıyla kasılı olduğunu müşahade etti Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki Elsa'ya açtı Elsa
şaşkınlıkla " Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki … Acaba kendileri bunun farkındalar mı ? "
cevabıyla onu tasdik etti Esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve
fasılasızca refah içinde olmalarına bağlar Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf'ı gördü
Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür sûresine ilişti Ama insan hep daha yükseklere
varmak için yaratılmıştır

Bir aç-gözlülük saplantısı içindesiniz,
Mezarlarınıza girinceye dek (süren)
Ama zamanı geldiğinde anlayacaksınız!
Evet, evet! Zamanı geldiğinde anlayacaksınınz!
Hayır, (onu) tartışılmaz bir kesinlikle anlasaydınız,
(Cehennemin) yakıcı ateşini mutlaka görürdünüz!
Sonunda onu keskin bir gözle mutlaka göreceksiniz :
ve o Gün hayatın nimetleri (ne karşı yaptıklarınız) için
mutlaka sorguya çekileceksiniz!

Tüketim toplumu baş döndürücü bir hızla, varlığı hayatımız için zaruri olmayan nesneleri, hayat
tarzlarını, sözde haz ve güvenceleri bizlere neredeyse zorla sunuyor Zihnimiz sözde " istenmesi
gereken " şeylerle dolduruluyor Bırakın bilinci, TV reklamlarında bilinçaltımızı bile etkileyecek
metodlar geliştiriliyor ( mesela, gözle hemen farkedilemeyen film karecikleri…) Ama insan hep daha
yükseklere varmak için yaratılmıştır

Dünyaya yönelik istek ve arzuların zihnimizdeki " gürültüsü " bizlere asıl yaratılış gayesini,
sonsuz olan aslî duygularımızı unutturuyor Tüm bu istek fırtınası içinde kaygı artıyor, doyumsuzluk
refahın artışı ile azalmıyor, çoğalıyor Burada sizlere " istemenin " 2 değişik yönünü basit bir
şema ile anlatmak istiyorum


Şemada bir yukarıya yönelik dikey istek yönü hayal edin, o ân ne getiriyorsa eyvallah ( yanlış
anlaşılma olmasın, oturduğu yerden hiçbir çaba göstermeden miskin bir hayat tarzı ile " istememeyi "
amaçlayın demiyorum, fazla isteğin karşıtı olarak kanâat varoluş konumundan söz ediyorum ) Birde "
aşağı " doğru yönelen istekler dizisi ( dünyevi istekler, hırs, tamah ) gözlemliyoruz, bu istekler
dizisi " kaygı çukuruna " dalıyor, yani istedikçe daha derine batıyoruz


İstemenin " anatomi " si ni açıklayalım :
Peki ne zaman istenir? Özne kendisinde birşeyin eksik olduğuna inandığında seçici dikkatini devreye
sokarak eksikliği giderecek nesneyi arar

Ama çelişki - paradoks burada başlar, özne nesneye vardığında bir süre sonra sıkılmaya başlar, bıkar
ve bir başka sözde eksikliğinin farkına varır Bu " bıkkınlığın " nedeni ne olabilir, niçin insan
değişik oranlarda " doyumsuz " dur? Bıkkınlık vardığı eşyanın hakikatini ( aslını, nûrunu, özünü,
mükemmelliğini vs…) görememekten kaynaklanır Özne aslında o hakikati aramaktadır

İslâm'da bu kabuğu değil, " aslı " görmeye " hikmet " denir Bu aslı, hakikati göremezse insan,
arayışına devam eder ve başka bir " eksikliği " tamamlamak için yeni bir nesne ararVe " nesnesini "
bulduğunda yeni bir nesneye yönelir ve bu süreç ömür boyu sürer gider

Gönül Uyandirma Yani meditasyon nedir ?


Düşüncenin zaman içerisindeki akış yönünü değiştirerek " anlık görüş " bilincine girmek için yapılan
bir uygulamadır Dikkat, alıp verilen nefes üzerine odaklaşır, yoğunlaşır ve geçmişin anılarından,
geleceğin kaygılarından etkilenmeyen " anlık görüş " meydana çıkar Sufiler bu görüşe basiyret
açılması, gönül gözü ile görme derler Bize göre " gönül uyandırma " dinsel bir uygulama, ibâdet
değil, sadece bir zihin temizleme / psikohijyen metodudur Temizlenmiş zihinle herşey daha güzel
yapılır
--------------------
Gönül Uyandirma Yani gönül gözlerinin acilmasi Metitasyon ile ayni sey midir ?
Bir açıdan evet, " meditare " kelime anlamı olarak " ortayı bulmak " demektir Geçmiş ve gelecek
zamanın ortasında bulunan ân noktasını bulmak Bir açıdan ise hayır, çünkü boşalmış zihni, bahar
temizliğinden geçirilmiş bir eve benzetirsek, temizlik sonrası eve " misafir " ( ilâhi tecelliler )
beklenir, gelirse gelir gelmezse sabır edilir Misafiri ağırlama kuralları vardır, muhabbet
kuralları vardır, muhabbet kanıt, fedakârlık gerektirir Yoksa evi temizle, derle topla, pencerenin
başına geç ve " oluşu " izle değildir

" Oluş " un sahibi olduğu ve bizimde bu oluşta " sorumlu " olduğumuz bilincidir " Misafir "
gelmeyen, davet edilmeyen eve mâzallah çeşitli kılıklara bürünmüş nefs girer ( alt kişiliklerimiz,
ermiş, aydınlanmış rollerine pek rahatça girebilirler ) Biz bu rolleri, " misafir " sanıp bilmeden
kendi kendimizi sever hâle gelebiliriz, bunun adı İslâm'da gizli şirk'tir " Gönül uyandırma " nın
tehlikelerinde bu konuyu daha derinliğine sunacağım Bilmemiz gereken şey " Gönül uyandırma " nın
biz müslümanlar, inananlar için amaç değil tefekkür, namaz, zikir, dua için bir ön hazırlık
aracı,bizi gecmisimizden gelecegimizden kurtaran o ani yasatan en muhtesem uygulama namazdaki SECDE
anidir

Dikkat edin, başınızı secdeye koyduğunuzda kısa bir süre için olsa bile bu zaman aşılır, sonsuzlukla
temas edilir İkinci sırada Kâmil Mürşid'in nazarı ve sohbeti gelir Yaşayanlar bilirler böyle bir
ortamda saatler, dakikalar gibi geçer Kelime-i Tevhid, İsm-i Celâl ve diğer esma zikirleri de,
gönülle yapıldıkları takdirde, bizleri yine anlık görüş bilincine getirirler Kur'an kıraati de eğer
gönülle yapılırsa bizi o nûrani âleme sokar Gönülle yapılırsa diyorum çünkü otomatikleşmiş
uygulamalarda tehlike, dil söylerken, aklın başka yönlere kayabileceğidir İnsan zihni şaşırtıcı
yeteneklere sahiptir

Yoğun bir dönemden sonra tercüme yaparken uyuduğumu hatırlarım, uyuduğunu nasıl bildin derseniz,
rüya görüyordum ! Son olarak hasta, yaşlı, yetim, muhtaçlara hizmet çok şaşırtıcı bir hızla bizi
zaman tuzağından kurtarır ve içinde bulunduğumuz ânı olağanüstü yoğunlukta yaşatır Ama dinsel
uygulamaların dışında tüm insanlık oldum olası hep bu " ân hasretini " yaşamış ve yüklenmiş
zihinleri boşaltmak istemiştir En basit örneği gözlerin dalmasıdır, " nereye gittin " deriz, hiç
buradaydım yanıtını alırız

Yorgun bir çalışma gününün ardından köy meydanında yakılan bir ateş, etrafında yapılan sohbetler,
söylenen şarkılar … Dağda odun toplarken kuşların cıvıltısı ve rüzgârın ağaçlardaki hışırtısı ile
ferahlayan gönüller Pazar yerinde bakırcının çekicinin ritmik vuruşları ile dalan gözler …

Deniz kenarında günbatımını seyr eylerken yaşanan coşku ve huzur Tüm yönleri ile musîki, san'at,
şiir hep aynı amacı gütmüş, bizlere şifresini çözemediğimiz, görünen dünyanın ardındaki ahengi,
saflığı, duruluğu, güzelliği yaşatmıştır Düşünceler dünyanın ard arda gelen ses, renk, şekil
fırtınasından kurtulunca, gönüllerdeki zaten var olan huzur, sükûnet yüzeye çıkınca, insanlar bu kez
dünyanın lâtif derinliklerine dalarak - tefekkür ederek - görünenin ardındaki sırrı çözmeye
çalışmışlar
Tefekkür derinliğine düşünme demektir Zaman ok istikametinde akar ama düşüncelerimiz ile zamanın bu
kuralını bozarak her iki istikamette hayal kurabiliriz Geçmişten gelen anılar ( ve geleceğe yönelik
isteklerin oluşturduğu dalgacıklar ân bilinci gölünün dümdüz yüzeyini dalgalandırır, dipteki tortu
(bilinçdışında depolanmış veriler) yukarı çıkar, su bulanır Ân bilincinin böyle bulanıklaşmasıyla,
duyu organlarımızda bir kusur olmamasına rağmen, görürüz ama göremeyiz, duyarız ama duyamayız
Diyelim bir " mucize " oldu, geçmişten ve gelecek hayallerinden gelen uyaranlar azaldı, kesildi ve o
gölün yüzeyi sakinleşti, dümdüz oldu İşte zihnimizin bu hâle gelmesi, tefekkürün başlangıcıdır "
Gönül uyandırma " ise suyun yüzeyini sakinleştirme, tortuların dibe çökmesine yol açan hazırlık
safhası

Peki bu duruma geldiğimizde düşünce var mı derseniz, evet var, yoksa tefekkür mümkün olmazdı Ama bu
tür düşünce artık gittikçe artan oranlarda bildiğimiz tarzda bir düşünce değil Eğer yeterince bu
âna yoğunlaşıp, geçmişten gelen parazitleri ve geleceğe yönelik istekleri azaltabilmişsek, dünyayı
ve çevremizdeki eşyayı sanki ilk kez görüyormuş gibi yaşayabiliriz Mesela hayatının ilk kırmızı
elmasını gören bir bebek gibi … ( bildiğiniz gibi tanımlama, algıladığımız bir nesneyi daha önce
gördüğümüz bir nesne ile karşılaştırmadır ) Bu tür düşünce, hadi gelin - gönül düşüncesi - diyelim,
geleceğe yansıması olmadığı için ( çünkü istek yok ), kaygı taşımayan bir düşüncedir Bu nokta
özellikle müzmin kaygı duyguları taşıyan insanlar için önemli, çünkü bu insanlarda her nesne, her
olay kaygı dolu çağrışımlara neden olur

Demek ki düşüncelerimizin zaman içerisindeki akışını ( geçmiş ve geleceğe ) denetleyebilirsek,
duygularımız daha berraklaşır, sanki " varoluşumuzun ince ayarı " gerçekleşmiş olur Şimdi yeniden
ayarlanmış duyularımız ile bu yeni tür düşünce tarzının, gönül düşüncesinin, içinde yaşadığımız
karanlık dünyada, ışık tutabileceği yönlere bakalım Gönül düşüncesinin aydınlatabileceği 2 temel
yön olabilir, iç ve dış dünyalarımız ( kendi iç âlemimiz ve çevremizdeki insanlar, nesneler,
kavramlar vs… )

Önce derin tefekkür halinde dış dünya nasıl görülebilir, âriflerden duyduklarımıza ve okuduklarımıza
dayanarak birkaç örnek verelim Diyorlar ki :

Yukarıda sözünü ettiğimiz " göl " ün yani gönlün yüzeyi ayna gibi olunca, gönül hem görür hem de
ayna gibi yansıtır

" Ben tamamiyle göz olan bir aynayım " ( Mevlana )


Karşımızda duran bir gülü hem görürüz, hemde o gül oluruz ! Ân bilincinde, gönül gözü açıldığında,
eğer daha " gül " diyebileceğimiz bir tanımlama varsa, bu tanımlama artık ayrıntısal değil, tümcel
olur Gül tüm güllüğü ile evrende başka bir şey yokmuş gibi, sanki olabileceklerin tümü o gülmüş
gibi yaşanır Tüm evren o gül ve tabii bizde o " gül " oluruz ( ayna bilinç )

Ne geçmişin anılarını ne de geleceğin beklenti ve kaygılarını o çiçeğe yansıttığımız için, gülün
bizim önümüzde, tüm gizilgücü ile varolmasına izin vermiş oluruz Ama " Aaa! gül oldum "
dediğimiz anda, yani rasyonel akıl devreye girdiği anda, bu görüş hemen bozulur Bakın tefekkür
yoluyla bir gül bizi nerelere götürdü Bir başka örnek verelim, Bu kez yine Kur'an dan bir bölüm
alacağız Bilindiği gibi 89 Sûre indikten sonra Allah Resulü ( sav ) belirli bir süre hiçbir vahiy
almadı Ve bu suskunluk döneminin sonunda Duha Sûresi nazil oldu İlk 3 âyeti alıyorum

Aydınlık sabahı düşün ve durgun karanlık geceyi
Rabbin seni ne unuttu, ne de darıldı
Öteki dünya senin için ( hayatının ) bu ilk bölümünden daha iyi olacak !
Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana ( kalbinden geçeni ) bağışlayacak ve seni hoşnut
kılacak
O seni yetim bulup bir sığınak vermedi mi ?
( MEsed 93 / 1-2-3 )

Şimdi derin tefekkür halinde, önce karanlık geceyi tasavvur edelim ve yukarıda verdiğim o gül
örneğinde olduğu gibi, o karanlık gece olalım İçimizde gecenin tüm sesleri, tüm ürkütücülüğü, tüm
gizemi, tüm bilinmezliği, tüm doğurganlığı gerçekleşsin Bir süre belki 10 - 15 dakika gecenin
derinliğini tekrar tekrar yaşayalım Sadece gece ve içindeki sesler, yankılar … ve duygular …

Ve yavaş yavaş o karanlık gece aydınlansın, karşıki dağların arasından güneş doğsun

Ve şimdi tüm parıltısı, doğurganlığı, coşkusu, sesleri, kokuları ile sabah olalım Tüm varlığımızda
sabahtan başka hiçbir şey kalmasın ( ayna bilinç ) Ve o sabahın duyguları içimizde uyansın Kuşku,
kaygı, bilinmezlik, hepsi gitti, ümit, coşku, sevgi doğdu

Şimdi tekrardan bir gece, bir de sabah olalım Ta ki mesajı anlayıncaya kadar, ama yine rasyonel
akılla değil, hâl ile, gecenin geceliğini, sabahın sabahlığını yaşayarak Depresyonun en derin
ümitsizliği içinde yaşayan insana, bundan büyük mesaj ve yardım olabilir mi? Şimdi bir adım daha
gidelim ve yine âriflerden duyduğumuz " her ân yeniden yaratılış " kavramına bakalım " O her an
yeni bir yaratmadadır " ( kulle yevmin huve fi ş'en, Kur'an 55 / 29 ) Eğer gülün güllüğünü bu
şekilde görebildiysek, Rabbimiz bir adım daha atmamıza izin verdiyse belki de o gülün her ân yeniden
daha güzel yaratıldığını fark edebiliriz Siz ancak Allah (cc) dilerse dileyebilirsiniz ( Kur'an,
İnsan Sûresi 30ayet ) Âriflerin, hayret görüşü, hayret bilinci, tüm olabilecek güzellik
sınırlarının aşıldığı bilinç üstü bilinç… Her ân havai fişek patlamaları ile dolu rengârenk, pırıl
pırıl bir âlem Bu örnekleri tefekkürün derinliğini anlatabilmek için verdim Tefekkürle
karşılaştırıldığında " gönül uyandırma" sanki sonsuz bir bestenin taksim bölümü gibi geliyor


( Devam edecegim )

Alıntı Yaparak Cevapla