Yalnız Mesajı Göster

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)

Eski 06-27-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihi Kavramları(Alfabetik)




Ş
Şehzade
Şer'iye Sicilleri

Şehzade


Osmanlı pâdişâh sülâlesinin erkek evlâtları Aslı “şah oğlu, pâdişâh oğlu” demek olan şehzâdedir Pâdişah çocuklarına Sultan Çelebi Mehmed zamânına kadar çelebi denilmiş sonra şehzâde tâbiri kullanılmaya başlanmıştır Pâdişah kızlarına isminden sonra kullanılmak üzere sultan ünvânı verilirdi Şehzâde veya sultan doğduğunda sarayda özel merâsimler yapılırdı Durum, toplar atılmak sûretiyle İstanbul halkına ilân edilirdi Aynı zamanda memleketin her tarafına fermanlar gönderilerek oralarda da toplar atılır, şenlikler yapılırdı Şehzâde ve sultan doğumları ferman geldikten sonra her mahallin şer’î mahkeme sicillerine kaydolunurdu Pâdişâhların ilk oğulları olduğunda yapılan donanma günü fazla olurdu Sultan Birinci Abdülhamîd Han (1774-1789) ikinci oğlunun doğumunda şenlik yapılmasına müsâde etmemiş ve “dervişân tekkelerine nezirler ve sadakalar verilip, mektep hocalarına paşa kapısına gelince hil’at giydirilip, kafalarına sarık parası ve mâsumlara çil para ve pilâv, zerde” verilmesini istemiştir
Osmanlı şehzâdesi beş, altı yaşına gelince kendisine bir hoca tâyin edilerek merasimle okumaya başlardı Bu derse başlamaya Bed-i besmele denirdi Şehzâde ilk olarak Elif-bayı şeyhülislâmdan okurdu Merâsim sonunda şeyhülislâm duâ ederdi
Şehzâde sünnetleri büyük şenliklerle yapılır, fakir fukarâ günlerce karınlarını doyurur, dağıtılan bahşişleri alırlardı Sünnet olan ve on üç, on dört yaşına giren şehzâdelere ayrı bir dâire verilirdi Annesi, kızkardeşlerinin hâricinde başka bir kadınla görüşmesine müsâde edilmezdi
Şehzâdeler, babalarının sağlığında eğitimlerinin yanında ata binmek, ok atmak, avlanmak, gürz kullanmak gibi spor hareketlerinde ve silâh kullanmakta egzersiz yaparlardı Babalarının ölümünden sonra sarayda kendilerine tahsis edilen yerde otururlar ve ilimle meşgul olurlardı Sırası gelen saltanata geçerdi
Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde şehzâde sancakları vardı Şehzâdeler delikanlılık çağına geldiklerinde yanlarında onlara devlet idâresini öğretecek eyâlet vâliliği yapmış lala tâyin edilmek sûretiyle bu sancaklara gönderilirdi
Sultan İkinci Selim Handan îtibâren yetişkin şehzâdelerin sancaklara çıkarılma usûlleri terk edilerek bunlardan yalnız büyük ve pâdişâhlığa aday şehzâdeye sancak verilmesi kararlaştırılmış ve Manisa sancağı veliahd şehzâde sancağı olmuştur
Sultan Üçüncü Mehmed Han (1595-1603) zamânından îtibâren büyük şehzâdelerin de sancağa çıkmaları kânunu tamâmen kaldırılmış, fakat veliahd şehzâdelere Anadolu’da ismen sancak verilmiş, bunun bir vekille idâre edilmesi gibi bir usûl konmuştu Daha sonra bu usûl de tamâmen kaldırılmıştır
Yetişkin şehzâdelerin sancağa çıkarılmayıp, yalnız büyük şehzâdenin sancak beyi olmasının kabûlüne, şehzâde Bâyezîd ile Selim arasındaki mücâdele; büyük şehzâdenin sancağa çıkarılmak usûlünün kaldırılmasına da Üçüncü Mehmed’in oğlu olan ve babası tarafından öldürülen şehzâde Mahmûd hâdisesi sebep olmuştur
Şehzâde sancaklarının çoğu Anadolu Beyliklerinden zaptedilen sancaklardı Anadolu’daki şehzâde sancakları Balıkesir, Kütahya, Manisa, Isparta, Antalya, Konya, Aydın, Amasya, Sivas, Kastamonu, Trabzon ve Kırım’da Kefe şehirleridir Daha sonradan sâdece Amasya, Manisa, Kütahya ve Konya diğer şehirlere tercih edilmiş ve en son olarak yalnız Manisa şehzâde sancağı olarak kalmıştır
Osmanlı şehzâdelerinin muayyen hasları vardı İkinci Bâyezîd’in şehzâdelerinden her birinin senelik 1200000 akçelik hasları vardı ki, bu miktar Fâtih Kânunnâmesi’ndeki vezir-i âzamın hassı kadardı
Şehzâdelerin maiyetlerinde dîvân-ı hümâyundaki vazife sâhipleri gibi dîvân hey’eti ve pâdişâh maiyeti gibi lalaları, kapı halkı, sulak, peyk ve sâirleri vardı
Sancak beyliğinde bulunan şehzâdeler eskiden beri Anadolu’daki bu şehirleri kültür ve ilim muhiti hâline getirmişlerdir Osmanlı şehzâdeleri nâmına bir hayli eser yapılmış ve kaleme alınmıştır
Devlet işlerine ve devlet idâresine tecrübe sâhibi olmak için sancaklara gönderilen şehzâdelerin sancaklarda iyi bir şekilde yetiştirilmeleri kendilerinin hükümdarlıkları zamânındaki başarılarında önemli rolleri olmuştur
Şehzâdelerin fırsat buldukça saltanat iddiası ile meydana çıktıkları ve başarılı olamayıp yakalananların öldürüldükleri ve bir kısmının da memleket dışına kaçtıkları görülmektedir Saltanat hırsı, dışardan ve içerden tahrik, can kaygısı bu mücâdelelerin başlıca sebeplerindendir Bilhassa saltanata geçen hükümdarın devlet nizâmının sarsılmaması ve devletin bölünüp, parçalanıp yok olma tehlikesiyle karşılaşmaması için kardeşlerini öldürmelerinin câiz olacağı Fâtih Kânunnâmesi’nde belirtilmiştir Şehzâdelerin öldürülmesi meselesi, devlet nizâmını ve devletin geleceğini ilgilendirdiği için üzerinde önemle durulmuştur Devletin bütünlüğünü sarsacak herhangi bir olay karşısında herkese yapılabilecek katıl hâdisesi şehzâdelere de çekinmeden yapılırdı Şehzâdelerin bilhassa saltanatı ele geçirmek için yaptıkları isyanlardan Osmanlılarla sınır komşusu olan devletler istifâde etmişler ve muhâlefete geçen şehzâdelere maddî ve manevî yardımlarda bulunmak sûretiyle devleti çökertmek istemişlerdir
Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Pâdişâhları da Türk ordusunun bizzat başkumandanı olup, oğulları da gerektiğinde bu ordunun sağ veya sol kolundaki kuvvetleri idâre ederlerdi Bu sûretle sancaklarda idârî işlerle uğraşan şehzâdeler askerî sahada da yetişerek hükümdar oldukları zaman tecrübeli bir kumandan sıfatıyla devlet reisliğine geçerlerdi
Kânûnî, sefere gittiğinde şehzâdelerini bâzan yanında götürür ve bâzan da Rumeli’nin muhâfazası için Edirne’de oturturdu Kânûnî’nin vefâtından sonra Osmanlı şehzâdelerinin kumandanlık hizmetleri de sona ermiş ve şehzâdeler 1595 târihine kadar Manisa sancağında vazife yapmışlardır Osmanlı Devleti ve hânedanlığa son verilince, şehzâdelik de kalkmış oldu


Şer'iye Sicilleri

Osmanlı Devletinde mahkemelerde görülen dâvâlarla ilgili muâmelelere yer veren defterler Mahkeme-i şer’iye sicilleri, sicillât-ı şer’iye veya kısaca sicillât da denilmektedir Selçuklulardan sonra Anadolu’da güçlü bir siyâsî teşekkül olarak ortaya çıkan ve kısa zamanda büyük bir devlet hâline gelen Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Gâzi, idâreyi ele alır almaz adâlet işlerine büyük bir titizlikle eğilerek fethettiği şehirlere kâdılar tâyin etti Böylece Osmanlı adliye teşkilâtı diğer müesseseleriyle birlikte, devletin kuruluşundan îtibâren büyük bir gelişme göstererek 16 yüzyılda en mükemmel şeklini aldı
Osmanlı şer’î mahkemelerinde, kuruluşundan kapatıldığı 1924 târihine kadar bütün mahkeme kararları mahkemenin yetkisine giren her türlü muâmeleyle resmî vesika sûretleri, kâdılar veya nâipleri tarafından mahkeme defterlerine kaydedildi Osmanlı Devletinde kâdıların fertler arasındaki ihtilafları halleden bir hâkim, bir adliye memuru olmaktan başka, bütün mülkî işlerde merkezî idârenin görevlerini üstlenmeleri onlara idârî, mâlî, millî, askerî, hattâ beledî bâzı vazifeler de yüklüyordu Buna bağlı olarak da şer’iye sicillerinde her türlü dâvâ zabıtlarıyla mukâvele, senet, satış, vakfiye, vekâlet, kefâlet, verâset, borçlanma, nikâh, boşanma ve taksim gibi şer’î muâmelelere dâir resmî kayıtlar esnaf teftişine âit notlar, başta hükümdar olmak üzere her derecedeki büyük ve küçük makamlardan yazılan ferman, berat, divan tezkeresi gibi resmî mâhiyetteki emir ve yazı sûretleri hattâ yangın, sel, fırtına, deprem, salgın hastalık gibi olayların kayıtları günlük olarak işlenirdi
Siciller 16 yüzyılın sonlarına kadar Arapça ve Türçke olarak iki dilde yazılırken bu târihten îtibâren yalnız Türkçe kullanılmaya başlandı Bir mahkemeye tâyin olan kâdı, kendi adına yeni bir sicil başlatır, onun ayrılmasından sonra o güne kadar tutulan yapraklar bir araya getirilerek defter meydana getirilirdi Bâzı kâdılar ise kendilerinden önceki kâdının bıraktığı yere adını ve tâyiniyle ilgili beratın örneğini yazdıktan sonra defteri devam ettirirdi
Şer’iye mahkemelerinin 1924’te kaldırılmasından sonra yüzyıllar boyu arşivlerde birikmiş şer’iye sicillerinin değerlendirilmesi için bir araya toplanması ve Millî Eğitim Bakanlığına verilmesi kararlaştırıldı Yangınlar, su baskınları ve ilgisizlik yüzünde büyük bölümü harap olan sicillerden yine de günümüze ulaşan yüzlerce cildi korumaya alındı Ancak bunlar İstanbul, Ankara, Adana, Diyarbakır, Konya, Sinop ve Tokat gibi illerin müze veya kütüphânelerinde dağınık olarak bulunmaktadır
Bir misal verilecek olursa; Konya Mevlâna Müzesi Arşivinde varak (yaprak) sayıları birbirinden farklı, toplam 348 adet şer’iye sicil defteri bulunmaktadır Bu şer’iye defterlerinde Konya’ya, Konya’ya bağlı kazâlara ve bugün idârî taksimat olarak Konya ili dışında kalan Isparta, Burdur illerine ve Yalvaç ile Uluborlu kazâlarına âit siciller tutulmuştur
Bugün mevcut bulunan şer’iye sicilleri; 15 yüzyılın ikinci yarısından 20 yüzyılın ilk çeyreğine kadar gelen dilimin olaylarını ihtivâ etmekte olup, Türk târihinin, Türk kültürünün, Türk hukûkunun ve Türk siyâsî, sosyal ve hukûkî heyetinin birinci elden kaynakları durumundadır


Alıntı Yaparak Cevapla