Prof. Dr. Sinsi
|
Ruhun Tarihi
Okültizm
İnsan varlığını üçlü bir yapıda ele alan Okültizm’de ruh ve fiziksel beden arasında astral beden denilen, esîrî maddelerden oluşan bir aracı beden bulunduğu kabul edilir Astral beden kavramı Teozofi’de de bulunmakla birlikte, insan varlığının Okültizm’deki gibi üçlü bir yapıda ele alınmadığı Teozofi’de astral beden insan varlığını oluşturan 7 unsurdan yalnızca biri olarak kabul edilir Papus gibi bazı okültistler ruh göçü kavramını kabul ettiklerini kitaplarında belirtmişlerdir Kimi okültist ve teozoflara göre cehennem, kişinin, astral ya da süptil âlemde, otomatik olarak (farkında olmadan) ürettiği kendi negatif “düşünce formları”nın etkisinde yaşamasıdır Bu düşünce formları çeşitli geleneklerde günahkarların ölüm sonrasında karşılaşacağı ifritler olarak belirtilir
Simya’da, maddenin Tanrı tarafından yaratılan ilk haline, her şeyin kaynağı, maddenin dört halinin ve tüm minerallerin türediği ilk cevhere “ilk madde” (materia prima) denir Kimi simyacılar ilk madde ile beşinci unsuru (quinta essentia) aynı şey kabul etmişlerdir (Beşinci unsur Aristo tarafından dört unsurun ötesindeki süptil maddeyi, yani esîri ifade etmek üzere ortaya atılan bir kavramdır )
Okültizm'in ezoterik temelleri ve ruhun tekamülüyle ilgili görüşleri özellikle “iç (ezoterik) simya”da bulunmaktadır Örneğin iç simyada “ilk madde”yi elde etmek, dış simyadaki gibi tüm madenlerin türediği madde cevherini elde etmek değil, ruhsal varlığının ilk halini, yani maddi tezahür dünyasına doğmadan önceki saflığını, saf şuur halini elde etmekti Ars Magna denilen “büyük sanat”taki amaç da, “dış simya”daki gibi maddeleri birbirine dönüştürmeye çalışmak, ölümsüzlüğü elde etmek ve genç kalmak değil, spiritüel aydınlanma denilen “şuur dönüşümü”nü sağlamaktı Aynı şekilde, iç simyada “felsefe taşı”nı elde etme “dış simya”daki gibi “ilk madde”yi elde etme anlamına değil, bu şuur dönüşümünün sağlanmasıyla, maddenin hükmettiği insan olmaktan çıkıp, maddeye hükmeden insan haline gelinmiş olması anlamına geliyordu Simya’da inisiyatik sırlara (misterler) vakıf olma “küçük eser” ve “büyük eser” diye adlandırılmıştır ki, bu aşamalardan “küçük eser” zambak veya beyaz taşa bağlı beyaz gülle, "büyük eser" ise kırmızı taşa bağlı kırmızı gülle simgelenirdi
Teozofi ve Antropozofi
Kaynağını önemli ölçüde Doğu geleneklerinden almış olmasına karşın, Helena Petrovna Blavatsky tarafından kurulan Batı Teozofisi Hint Teozofisi’ne kıyasla ruh konusunda daha sade ve daha anlaşılır bir sistem önerir Batı Teozoflarının reenkarnasyon, varlığını iradi hareketleri sonucunda beliren yaşam planı (karmik plan), ruhların evrendeki başka gelişim ortamlarında da bedenlenmesi gibi konulardaki görüşleri Deneysel Spiritüalistlerin görüşleriyle az çok ortak ilkelerden hareket ediyorsa da, ruhla ilgili bazı konularda, özellikle ruh ile beden arasında irtibat aracı ve Tanrı konusunda birbirlerinden farklı görüşlere sahiptirler
Teozofik görüş, Blavatsky’den sonra, ruh hakkında esas olarak iki farklı çizgide ilerlemiş bulunmaktadır:
Annie Besant’ın savunduğu görüş: Teozoflar içinde çoğunluğun savunduğu bu görüşe göre, insan varlığı ruhtan fiziksel bedene kadar, tabakalaşma gösterecek şekilde, yedi farklı düzeyde ya da yedi farklı âlemde bulunan yedi unsurdan oluşur Ölüm olayından sonra bu yedi plan (düzey, ortam, âlem) içinde yükselirken, ruh, her tabakada o tabakaya ait bedenini bir giysi gibi bırakarak, yükselir
C W Leadbeater’in savunduğu görüş: Leadbeater ise, ruh ve maddeden başka bir cevherin daha mevcut olduğunu ileri sürmüştür Elemantal cevher adını verdiği bu varlık, ruhun her plandaki bedenlerini canlandırır ve içgüdüyle hareket eder Kimi teozofların Leadbeater’dan daha farklı açıkladıkları bu varlıklara elemantallar[160]da denilir
Rudolf Steiner tarafından kurulan Antropozofi, birçok görüşte Deneysel Spiritüalizm’e ve Teozofi’ye yakınlık gösterir En önemli fark, Antropozoflar’ın insan varlığını fiziksel beden, esîrî (etherik beden) beden, astral beden ve ego’dan (zât) oluşur şekilde ele almalarıdır Gül-haçlılar örgütünün seçkin isimlerinden Robert Fludd (1574–1637) gibi, Antropozofi’nin kurucusu Rudolf Steiner de ruhu üç kısımlı bir yapıda ele almıştır: Ruhun hislerle ilgili kısmı, akıl ve kalp ile ilgili kısmı ve vicdan ya da şuur kısmı
Deneysel Spiritüalizm
Felsefi spiritüalizme göre, ruh, maddeye biçim veren, maddi mekanda yer işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan, soyut, etki gücü olan bir varlıktır; atıl olan madde, ruhun bir aracıdır Ruhun varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı da tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez
Deneysel Spiritüalizm’e göre, madde kainatını bile tam olarak tanımayan insanoğlunun zaten hakkında pek fazla bilgiye sahip bulunmadığı ruhu tam anlamıyla tanımlaması mümkün değildir Fakat Deneysel Spiritüalist görüşe göre, ruhların madde kainatındaki tezahürlerine bakılarak, eksik ve kusurlu olmakla birlikte, ruh hakkında şu tanımlar yapılabilir:
Ruhlar, tek olan Tanrı tarafından eşit olarak yaratılmış, tekamül amacıyla madde kainatına inen, reenkarnasyonlar yoluyla tekamül eden, şuurlu ve tesir etme gücüne sahip (müessir) varlıklardır (Deneysel Spiritüalizm’deki tanım)
Ruhlar, İlâhî İrade Yasaları’nın gerekleri kapsamında, görgü ve deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında bedenlenen, amaç ve etki (müessiriyet) sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır (Deneysel Neo-Spiritüalizm’deki tanım)
Deneysel Spiritüalist görüşe göre, Dünya gezegeni bir tür okuldur Bu okuldan diploma alan varlık, bir üst okulda okuma hakkını elde eder
Deneysel Spiritüalizm’e göre, ruh fiziksel bedeni perispri adı verilen yarı maddi bir unsur aracılığıyla sevk ve idare eder ve yalnızca Dünya'da değil, evrenin diğer yaşam ortamlarında da bedenlenir Ruhsal tekamül sürecinde Hinduizm'deki tenasüh inanışında sanıldığı gibi gerileme (yeniden hayvan bedeninde doğma) olmadığı gibi, ruhların dünyaya gelip gitmeleri de ceza ve ödül düalitesine dayanmaz
Dr Bedri Ruhselman tarafından kurulan Deneysel Neo-Spiritüalizm’e göre, ruh da, madde gibi, Mutlak (Yaradan) tarafından var edilmiş cevherlerden biridir Ruhların madde cevherine kıyasla ayırt edici iki özelliği tesir etme gücüne ve şuura sahip olmalarıdır Ruhlar madde-dışı varlıklar olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla maddeden soyutlanmış bir durumda bulunamaz Bu bakımdan ruh ve madde ayrılığından değil, ruh ve maddenin birliğinden söz edilmelidir Ruhsal tebliğlere göre, madde evreninde ruhun tesirine maruz kalmamış bir madde olduğu söylenemez
Neo-spiritüalist görüşe göre, mukadderat, varlığın kendi iradesiyle yaptıklarının İlahî İrade Yasaları’nın gereklerine göre beliren sonuçlarıyla karşılaşmasıdır (Bu, daha açık bir deyişle şöyle ifade edilebilir: İnsanın mukadderatı kendi elindedir, fakat ne ekerse onu biçecektir ) Dolayısıyla Neo-spiritüalizm’deki mukadderat kavramında, fatalizmdeki (sabitkadercilikteki) ‘’kader’’ kavramında olduğu gibi tümüyle ezelden çizilmiş ve planlanmış, insanın iradesiyle, iradi çabalarıyla değiştiremediği bir gelecek değil, insanın iradesiyle yapmış olduklarına göre belirlenmiş ve yapmakta olduklarına göre -her an- derece derece belirlenen bir gelecek sözkonusudur Bu belirlenme İlahî İrade Yasaları’nın gereklerine göre ve nedensellik (neden-sonuç zinciri) kuralıyla olur; bu belirlenmede insanın yaptıkları ‘’nedenler’’, karşılaşacağı olaylar ise bunların ‘’sonuçları’’dır Mukadderat’ın belirlenmesinde “insanın yaptıkları” denilirken, bu, yalnızca fiziksel eylemlerden ibaret değildir; buna başta niyetleri olmak üzere, imajinatif faaliyetleri, duygu, düşünceleri de dahildir
Neo-spiritüalist görüşe göre, tek olan Allah Mutlak’tır; yaratılanlar ise görece (izafi) ve görelidir (nispî) Dolayısıyla, görece ve göreli hiçbir varlık Mutlak'la kıyaslanamaz, oranlanamaz (nispet edilemez) ve yine dolayısıyla, Mutlak hiçbir şeyle, hiçbir tarzda, hiçbir yolda ilinti ve kıyas kabul etmez; O’na hiçbir değer takdir edilemez O Mutlak olduğundan, görece ve göreli olan varlıkların sıfatlarıyla ifade edilemez; dolayısıyla, O'na kıyasa ve oranlamaya dayalı anlayış ve kabullerimize göre yakıştırılacak bir sıfat ne kadar yüksek düzeyli kabul edilirse edilsin ve ne kadar ideal olursa olsun, O'nu ifade edemez Yaratılanların düzeninin görece ve göreli olması, bu düzeni sağlayan İlahî İrade Yasaları’nın yine göreli bir değeri olan zekalar (ruhlar,Yüksek İdare Mekanizması) tarafından uygulanmasını gerektirmiştir
Neo-spiritüalist görüş ruhun Tanrı’yla bir olmasını veya bir gün birleşeceği inanışını kabul etmez ve Teozofi’deki ruh ile fiziksel beden arasındaki irtibat aracının birbirinden kesin sınırlarla ayrılan tabakalar biçiminde (astral, mantal beden vs ) düşünülmesine ve bu bedenlerin ruhun yükselmesine paralel olarak terk edilmesi fikrine karşı çıkar Kimilerine göre vahdet-i vücut anlayışı ruhların ileri tekamül düzeylerinde bir araya gelmesi bilgisinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıştır
Deneysel Spiritüalizm'de öte-âlem anlayışı
Deneysel Spiritüalizm’de geleneklerdeki öte-âlem kavramını karşılayan terim spatyumdur Deneysel Spiritüalist anlayışa ya da kısaca ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar Bu bakımdan spiritüalistler spatyumu ruhlar alemi olarak değil, ölüm-ötesi âlem olarak nitelendirirler Ruhçuluğa göre, spatyumun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı ,sıvı ve gaz) daha farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir Eski Yunan geleneğinde bu maddeler için aether terimi kullanılmıştır Bu süptil maddelerin düşünceyle, tahayyül (imajinasyon) yeteneğiyle şekil alabileceği kabul edilir
Ruhçuluğa göre ölen her insan ruhu önce, ölmüş olduğunu, daha doğrusu fiziksel bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaz, bir bocalama, kargaşa dönemi geçirir Bu aşamaya spiritler “kendiliğinden imajinasyon” aşaması adını vermişlerdir İşte ruhçulara göre, cennet ve cehennem sembolleriyle simgelenenler, aslında, bu aşamadaki varlığın kendi imajinasyon yeteneğiyle, bilmeden kendisinin oluşturduğu huzur verici ya da huzursuz edici sahnelerden ibarettir Ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk etmiş her insan ruhunu spatyumda vicdani bir hesaplaşma bekler Fakat burada kendi kendisiyle bir hesaplaşma sözkonusudur, herhangi bir cezalandırma sözkonusu değildir
Varlığın tekamül düzeyi elverdiği takdirde ulaşabileceği diğer aşamalar sırasıyla, "geçiş aşaması", "şuurlu ve idrakli imajinasyon aşaması" ve nihayet tekamül düzeyi çok yüksek ruhlara özgü olan "kozalite aşaması" olarak bilinir Bu son aşamanın sözkonusu olduğu kozalite planına (ortamına) yükselebilmiş bir varlık üç boyutlu alemdeki olayların neden-sonuç zincirini çözebilecek, daha doğrusu, bu olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini açıkça görebilecek durumdadır Fakat klasik spiritüalizmdeki öte-alem anlayışı, öte-alem tasarımı kozalite planında son bulur, yani daha ötedeki bir ortam kavramı klasik spiritüalizmde mevcut değildir Neo-spiritüalist görüşün getirdiği yeni bir kavram, bu kozalite planının da ötesinde bulunduğu varsayılan dört boyutlu alem kavramıdır
|