Prof. Dr. Sinsi
|
Ünlülerden Anılar
CÜNEYT ARKIN
" Filmlerdeki tehlikeli sahneleri, özellikle tarihi filmlerdeki sahneleri, bir Kazak sirkinde çalışırken öğrendim Bu yüzden, filmlerimde düblor kullanmadım Fakat atlı sahnelerde ordan burdan bulduğumuz araba atlarıyla çekimlerde bir hayli kaza atlattığım için, artık yarıştırılmayan bir İngiliz yarış atı satın aldım
Polenez köy'de rahmetli Süreyya Duru ile Malkoçoğlu'nu çekiyoruz Atın bir huyu vardı, ne kadar eğitilse de boş kaldığı anda ahıra doğru koşuyordu
Süreyya Beye rica ettim ahırın aksi yönüne doğru koşturayım diye, ama görüntünün önemini kastederek ahır istikametine koşmamı istedi Çekim başladı benim at deliler gibi koşuyor Dizginlere asılmama rağmen fırtına gibi gidiyor Kamera açısından çıktığımız halde ben atı durduramıyorum 120 ile giden bir araba gibi gidiyoruz Çekim durdu ama, bizim durmamız mümkün değil Derken tam kavşağı dönüyorduk, baktım karşı istikametten bir araba hızla üzerimize geliyor Araba da çok süratli biz de Bir an şöför mahalinde oturan yaşlı adamın dehşetle açılmış gözlerini gördüm Vee biz o sıçrayışla arabanın üzerinden aştık Araba bizim altımızdan geçti Altımdaki yarış atı olduğu için kolaylıkla engel aşan bir at Tam anlamıyla filmlerdeki gibi bir sahne! At hızını kesemeden doğru ahıra gitti Ve telaşla aynı yere geri dönüyoruz Ben merak içindeyim acaba bir kaza oldu mu diye, ne oldu diye Olay yerine geldik, baktım araba durmuş içinden yaşlıca bir bey ve hanımı inmişler yol kenarında oturuyorlar Adam bembeyaz olmuş tirtir titriyor Ve söyleniyor :
- Bundan sonra bir daha içki içmiycem! Artık hayal görmeye başladım! "
SADRİ ALIŞIK
" Çok eski seneler, fazla çalışılan, peşpeşe film çevrilen günler  Birisi hayli zamandır beni arayıp, mutlaka bir randevu istiyormuş  Ne konuda görüşeceğini de söylemiyormuş Bayağı merak ettim Sonunda buluştuk  Orta yaşın üstünde efendiden bir adam Çay kahve içildi hemen konuya geçildi:
- Sadri Bey, dedi adam, beni sizi çok severim
- Sağ olun, teşekkür ederim
- Siz hayatı bilen olgun bir sanatçısınız
- Eksik olmayın efendim
- Sizin yardımsever bir insan olduğunuzu da duydum nolur bana yardım edin
- Nasıl bir yardım istiyorsunuz?
Adam şöyle derin bir soluk alıp anlatmaya başladı :
- Sadri Bey, benim bir oğlum var, 17-18 yaşlarında  Bu çocuğu ancak siz kurtarırsınız
Ben tabii afallayıp sordum:
- Nerden kurtarıcam nasıl kurtarıcam oğlunuzu ?
Adam yine bir soluk alıp devam etti:
- Sadri Bey, bu benim oğlan ilkokulu zar zor bitirdi Ortaokuldan belge aldı Ben de bunu meslek öğrensin diye kunduracının yanına verdim Bir ay sonra kavga edip ordan ayrıldı Sonra ben bunu elektrikçinin yanına verdim, orda da durmadı Kahvede çalıştı, derken içkiye sigaraya başladı Kahveciyi dövüp işten ayrıldı Kısacası bir baltaya sap olamadı Bari artist olsun diye size geldim Sadri Bey  "
MUSTAFA ALABORA
" Müjdat ( Gezen ) ve ben eşlerimizden ayrılmıştık Müjdat yalnız yaşıyordu Ben de bir müddet onun evinde kaldım İşte bu dönemde bir akşam ben mutfakta çoban salatası yaparken telefon çaldı Müjdat açtı, kısa bir konuşma yapıp kapattı ve yanıma geldi
- Mustafa, salataya sakın soğan koyma!
- Niye?
- Şimdi tanımadığım bir kadın telefon etti, yanında bir kadın daha varmış, bize oturmaya gelmek istiyorlarmış 
İkimiz de bekardık ve iki tane tanımadığımız kadın kendilerinden coşmuş, gelmek istiyorlardı  Eee, Müjdat haklıydı tabi, salataya soğan koymamak gerekirdi 
Neyse, kısa bir süre geçti Ben diğer yemeklerle ilgileniyorum Birden kapı çaldı Ben mutfakta olduğum için Müjdat kapıya gitti  Ve kapıyı açar açmaz, bana ordan seslendi:
- Mustafaa 
- Efendim?
- Salataya soğan koyabilirsin!
Haklıydı Müjdat, çünkü gelen kadınlar çok çirkindi!  "
HALİT AKÇATEPE
" Tiyatrocu arkadaşlarla Ankara Gençlik Parkındaki bir çay bahçesinde oturuyorduk Bir yere telefon etmem gerektiği için ikide bir kalkıp karşıdaki genel telefona gidiyor fakat, telefondan ses gelmediği için tekrar gelip yerime oturuyordum  Gide gele iyice yorulmuş ve sinirlenmiştim  Sonunda garsona seslendim:
- Kardeşim bir de sen baksana, şu telefondan bir ses geliyor mu ?
- Peki Halit Ağabey, gidip bakayım
Garson koştu telefonun yanına gitti, ahizeyi kaldırmadan, evet, hiç elini bile sürmeden telefona kulağını dayadı dinledi, dinledi, sonra oradan bana bağırdı:
- Yoo, hiç ses gelmiyor ! "
AYDEMİR AKBAŞ
" Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosunda Haldun Taner'in "Zilli Zarife" adlı oyununu oynuyorduk Ben rol gereği salonun arkasından gelip sahneye çıkıyordum 
Bir gece Bakırköy Akıl Hastanesi hastalarına oynarken yine arka kapıdan salona girdim İçerisi tıklım tıklım akıl hastalarıyla doluydu
Sıram gelince yine her zamanki gibi salondan sahneye çıkmak için yürüdüm Yürüdüm diyorum ama, yürüyemedim Yolun kenarındaki koltukta oturan bir hasta ceketime yapışmış bırakmıyordu
Asıldım, zorlandım, imkansız  Bir türlü kurtaramıyorum Sonunda eğildim:
- Bırak beni, bırak sahneye çıkıcam, dedim
Akıl hastası büsbütün belime sarılıp bağırdı:
- Olmaaaz  Buradan seyret! Hemşire Hanım tembih etti, sahneye çıkmak yook!
O beni deli sanmış bırakmıyor ben de deli gibi kendi kendime gülüyordum "
(Kandemir Konuk'un kitabından alınıp kendi ağzıyla anlattığı anılar!!)
|