Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Türkiye-Tarihi-Ekonomisi-Doğal Yapısı

Eski 02-03-2010   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Türkiye-Tarihi-Ekonomisi-Doğal Yapısı







Dış Ekonomik İlişkiler


1930'lar dışında, Türkiye sürekli olarak dışsatımın dışalımın gerisinde kalmasından kaynaklanan bir döviz darlığı sorunuyla karşı karşıya kalmıştır Dış ticaretteki bu açığın kapatılması için çoğunlukla dış borçlanma yoluna gidilmiş ve 1990 sonunda Türkiye'nin dış borçlan 44 milyar ABD Doları'na yükseldi Özellikle 1950'lerde ve 1970'lerde dış kaynaklann yetersizliği ekonomik gelişmeyi sınırlayan en önemli etken olarak ortaya çıkmakla birlikte, 1980'lerde bu durum değişmeye başladı Özellikle 1983 sonrasında izlenen dışsatımı özendirme politikasının sonucu olarak dışsatım 1990'da 13 milyar ABD Dola-n'na ulaştı Aynı dönemde sanayi ürünlerinin dışsatım içindeki payı da yüzde 20'lerden yüzde 80'lere tırmandı 1980'lerde izlenen göreli serbest ticaret politikasının sonucu olarak dışalım da çok hızlı büyüyerek 1990'da 22,3 milyar ABD Doları'na ulaştı Özellikle son yıllarda dışalım içinde tüketim mallarınınpayı hızla artıyordu Boyutları giderek büyüyen dış ticaret açığının (dışalım ile dışsatım arasındaki fark) bir bölümü turizm gelirleri ve yurtdışındaki işçilerin gönderdikleri dövizlerle, geriye kalan bölümü ise dış borçlanmayla kapatılmaktadır

Türkiye'nin dışsatım ve dışalımında Avrupa Toplulukları (AT) üyesi ülkeler en büyük paya sahiptir (sırasıyla yüzde 46,5 ve yüzde 38,4) AT ülkelerini, Türkiye'nin dışalımı içindeki payı yüzde 18,6, dışsatımı içindeki payı ise yüzde 24,7 olan İslam ülkeleri izlemektedir
Türkiye'nin dış ekonomik ilişkileri açısından önem taşıyan bir gelişme AT ile kurulan ilişkilerdir 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Antlaşması'yla Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) ortak üye olmuştu AET üyeliğine geçiş döneminin koşullarını belirleyen Katma Protokol ise 23 Kasım 1970'te imzalanarak 1 Ocak 1973'te yürürlüğe girdi Katma Protokol 22 yıllık bir süre içinde sanayi ürünlerinde gümrük birliğinin sağlanmasının, 1976-86 arasında ise AET ile Türkiye arasında işgücünün serbest dolaşımının sağlanmasını öngörüyordu Ama, 1970'lerin sonlarına doğru Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirememesi nedeniyle AET ile ilişkiler donduruldu 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra da bu durum sürdü Özellikle 1983 sonrasında ekonomik gelişmenin hızlanması sonucunda Türkiye 14 Nisan 1987'de tam üyelik için AT'ye başvurdu Bu başvuru reddedilmemekle birlikte, AT başvurunun 1993'ten önce ele alınamayacağını Türkiye'ye bildirdi
Turizm
Türkiye'de turizmin Önemi 1950'lerde kavranmaya başlandı Bu dönemde turistik yatırımda bulunacak kişileri desteklemek amacıyla yasalar çıkartılarak özendirici önlemler alındı Bu alandaki girişimcilere gümrük, yatırım ve vergi kolaylıkları getirildi Kredi olanakları sağlandı Planlı dönemde turizmi merkezi bir düzenlemeyle geliştirme yoluna gidildi Turizm ve Tanıtma Bakanlığı kurularak bu bakanlığa bağlı iç ve dış bürolar açıldı

Doğal güzellikler, tarihsel ve arkeolojik değerler açısından çok zengin bir ülke olan Türkiye dünyanın önemli turizm merkezlerinden biri olmaya adaydır Türkiye'ye gelen turist sayısında sürekli bir artış gözlenmektedir 1960'ta ülkeye gelen turist sayısı 124228 iken bu sayı 1965'te 361758'e, 1970'te 724784'e, 1975'te 1540904'e çıkmış, 1989'da 4,5 milyona yaklaşmıştır

Turizm sektörü yaz turizmi, kış turizmi, dağ turizmi, kaplıca turizmi, av turizmi, kongre
turizmi, gençlik turizmi gibi çeşitli etkinliklerden oluşur Türkiye'nin 8000 kilometreyi aşan kıyılarının önemli bir bölümünde günlük güneşlenme süresinin uzun olması, yaz mevsiminin uzun ve yağışsız geçmesi ve her tür deniz sporuna elverişli olması nedeniyle yaz turizmi etkinlikleri ağır basar Ama konaklama tesisleri nicelik ve nitelik açısından yetersizdir 1970'lerde tesis ve yatak sayısı önemli ölçüde artmışsa da henüz yeterli düzeye erişmemiştir

Ulaşım


Osmanlı İmparatorluğu'nda ulaşımı geliştirme girişimleri 1850'den sonra hız kazanmıştı Tanzimat Fermanı'yla batıya açılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu'ndaki hammaddelerin dış pazarlara akıtılabilmesinde geleneksel kervan yolları yetersiz kalmaktaydı Kırım Savaşı'yla hızlanan batıya açılma süreci 1860'larda karayolu, demiryolu ve denizyolu taşımacılığında yeni örgütlenmeleri zorluyordu 1856'da kurulan Nafıa Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı) ile birlikte araba yolu ve şose yapımı hız kazandı Ama o dönemin ulaşımında birincil yeri demiryolu almaktaydı Osmanlı İmparatorluğu'nda demiryollarının tümünü yabancı sermayedarlar yapmış, bunların işletilmesi de ayrıcalıklı yabancı girişimcilere verilmiştir Böylece limanlar ve ülkenin iç kesimlerini bu limanlara bağlayan demiryolu hatları yapılmıştır Bu yolla tarım alanları İstanbul, İzmir, Trabzon ve Mersin limanlarına bağlanarak tarımsal ürünler ve madenler limanlara oradan da denizyoluyla Batı Avrupa ülkelerine satılmıştır Batının gelişmiş ülkelerinin ürünleri de aynı yolla Türkiye pazarlarına girmiştir

Demiryolu Ulaşımı Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk demiryolu hattı 1856'da İn-gilizler'e verilen imtiyazla yapılan ve 1867'de işletmeye açılan Aydın-İzmir hattıdır Bunu yabancı sermayenin kurduğu ve işlettiği Şark, Anadolu ve Bağdat demiryolları izledi Türkiye Cumhuriyeti'ne Osmanlılar'dan kalan demiryolu hatlarının uzunluğu 4000 kilometreyi aşmaktaydı Cumhuriyetin ilk yıllarında ulaşım politikası demiryollarına dayandırılmıştır Ama Osmanlı döneminden farklı olarak demiryolu hatlarının yapımında ulusal bir yaklaşım izlenerek ülkenin iç pazar bütünlüğünün sağlanmasına çalışıldı Cumhuriyetin ilanını izleyen yıllarda bir yandan yeni demiryolu hatlan döşenirken, öte yandan yabancı şirketler kamulaştırıldı Demiryolu yapım ve işletme ayrıcalığı 1927'de kurulan Devlet Demiryolları ve Limanlan Umumi Müdürlüğü'ne verildi

Cumhuriyetin ilk 15 yılı içinde yapılan demiryollarının uzunluğu 3000 kilometreyi aşmaktaydı Demiryolu yapımında Anadolu' nun orta ve doğu bölgelerini Batı Anadolu'ya bağlayacak bir politika izleniyordu Türkiye haritasına Zonguldak'tan İçel'e uzanan bir çizgi çekecek olursak, çizginin batısında kalan demiryollarının Osmanlı İmparatorluğu döneminde, doğusundaki demiryollannın ise Cumhuriyet döneminde yapıldığını görürüz
Batı bölgelerindeki demiryolu hatlarının tümü cumhuriyetten sonra satın alındı Ayrıca Bandırma-İzmir, İstanbul-Alayunt (Kütahya), Afyon-Karakuyu, Baladız-Burdur, Boğazönü-Eğridir-Isparta hatları kuruldu Anadolu'nun orta ve doğu bölgelerini ise kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde ana demiryollarıyla birleştirme hedeflendi Zonguldak-Irmak-Kayseri -Ulukışla-Mersin hattı ile Zonguldak Mersin'le birleştirildi Bu arada Samsun da Kayseri'ye bağlanarak iki Karadeniz limanının güneye ulaşması sağlandı Osmanlı döneminde Ankara'ya gelmiş olan demiryolu Kayseri -Sivas- Erzurum-Çetinkaya-Malatya-Diyarbakır-Kurtalan'a uzatıldı Ayrıca Ada-
na-Malatya-Diyarbakır hattı yapılarak bunun iki yoldan, Kurtalan ve Muş üzerinden Van'a bağlanması sağlandı 1988'de Türkiye'de 7951 kilometresi elektriksiz, 479 kilometresi elektrikli olmak üzere toplam 8430 km demiryolu bulunuyordu

II Dünya Savaşı sonrasında demiryolu yapımında bir yavaşlama başladı 1956'dan sonra İstanbul, Ankara gibi büyük yerleşim birimlerinde kent içi ulaşıma yardımcı olmak amacıyla Sirkeci-Halkalı, Haydarpaşa-Pendik-Gebze, Ankara-Sincan, Ankara-Kayaş banliyö hatları geliştirilerek elektrikli hat durumuna getirildi
Karayolu Çok eskiçağlardan bu yana Asya ve Avrupa kıtalannı bağlayan Anadolu birçok karayolunun geçtiği bir köprü olma özelliğini korumuştur Türkiye Cumhuriyeti Osmanlılar'dan, birbirini izleyen savaşlar nedeniyle bakımsız kalmış 18000 kilometreyi aşkın bir yol ağı devralmıştı Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan ulaşım politikasının demiryolu yapımına yönelmesi karayollarına, bakım ve onarım dışında hiçbir ilginin gösterilmemesine neden oldu En uzak üretim bölgelerine kadar uzanan bir karayolu ağı ile bü-tünleştirilmeden demiryollarından istenen verimin alınamayacağı gerçeği bu dönemde göz ardı edilmişti Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum da demiryollarının yanı sıra karayolu yapımına gidilmesine uygun değildi Bu nedenle II Dünya Savaşı sonrasına kadar süren dönemde yol yapımı büyük ölçüde halkın parayla ya da çalışarak ödeyeceği yol yükümlülüğüne bağlı kaldı Yol yapımı merkezi hükümetin değil, il özel idarelerinin görevi olarak ele alındı Ayrıca, bu dönemde motorlu taşıtların sayısı az olduğundan karayollarının yetersizliği önemli bir sorun olarak görülmüyordu
Savaş yıllarında özellikle askeri açıdan karayollarının önemi açıklık kazanınca karayolu ulaşımına ağırlık verilmeye başlandı İlk adımda önemli demiryolu bağlantıları kurulmaya başlandı Trakya ile İstanbul çevresindeki yolların ve Güney Anadolu Bölgesindeki bazı önemli yol ağlarının yapımı zorunlu oldu Savaş sonrasında Türkiye'ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan ABD Türkiye' nin karayolu ulaşımındaki gelişme çizgisini de belirledi ABD tarafından hazırlanan bir rapor çerçevesinde dokuz yıllık bir program hazırlanarak 23000 kilometrelik bir karayolu ağının yapımına geçildi Bu programın uygulanması 1950'de kurulan Karayolları Genel Müdürlüğü'ne bırakıldı
Karayolları Anadolu'nun doğal yapısına uygun olarak doğu-batı doğrultusunda bir gelişme göstermiştir Edirne ilinden girip Hatay ilinde Suriye sınırına ulaşan E-5 Karayolu' nun uzunluğu 1404 kilometredir E-23, E-24, E-25 ve E-26 karayolları E-5 ile bağlantılı öbür Önemli karayollarıdır 1988'de Türkiye' deki devlet yollan 31089 kilometreye, il yolları 27894 kilometreye, otoyollar ise 125 kilometreye ulaşmıştı Son yıllarda otoyol yapımının hızlanması nedeniyle 1990 sonunda trafiğe açık otoyolların uzunluğu 289 kilometreye çıkmıştı
Denizyolu Ulaşımı Türkiye Cumhuriyeti Osmanlılar'dan 35000 tonluk bir filo devralmıştı Cumhuriyetin ilk yıllarında deniz ulaşımında uygulanan korumacı politika yaklaşık 10 yıl içinde filonun tonajının 99500 tona çıkarılmasında etkili oldu Ama filo çok yaşlı gemilerden oluşmaktaydı ve yabancı ülke limanlarına girişte önemli sorunlarla karşılaşıyordu 1933'te Devlet Denizyolları kurularak deniz ticaret filosunun gençleştirilmesi yoluna gidildi Deniz ticaret filosu 1939'da 260170 tona, 1945'te ise 318907 tona ulaştı Savaş sonrası dönemde karayolu ulaşımının kazandığı ağırlık, Türkiye'nin üç yanının denizlerle çevrilmiş olmasına karşın, denizyolu ulaşımının önemini yitirmesine yol açtı Daha önce Karadeniz'de Hopa'ya, Akdeniz'de Mersin-İskenderun'a kadar uzanan yolcu taşımacılığı bugün Trabzon ve İzmir'e kadar turistik amaçlı seferler olarak gerçekleştirilmektedir

Havayolu Ulaşımı II Dünya Savaşı'ndan sonra karayolu ulaşımının ardından en büyük gelişme hava ulaşımında görüldü Türkiye'de büyük uçakların iniş kalkışma elverişli 20 havaalanı vardır Türk Hava Yollan Türkiye'nin başlıca merkezleri arasında düzenli uçak seferlerinin yanı sıra ülke dışındaki birçok merkeze de uçak seferleri düzenlemektedir
Çalışma Yaşamı ve İşgücü
Bir toplumda ücret, çalışma süreleri, iş güvenliği gibi öğeleri içeren çalışma koşullarıyla, örgütlenme, toplu pazarlık sistemi, yönetime katılma gibi süreçleri kapsayan çalışma ilişkileri bir bütün olarak çalışma yaşamını oluşturur

1936'da İş Kanunu yürürlüğe girinceye kadar geçen dönemde işçi ücretleri son derece düşük, çalışma koşulları elverişsizdi Yabancı işçilerle Türk işçiler arasında önemli ücret farklılığı vardı Aynı durum kadın ile erkek işçiler için de söz konusuydu Örneğin erkek dokumacıların günlüğü 150 kuruşken, kadın işçilerinki 75, çocuklarınkiyse 20 kuruştu Ayrıca işçi ücretleriyle memur maaşları arasında da büyük fark vardı Bu dönemde çalışma süreleri açısından da son derece olumsuz bir durum söz konusuydu İzmir İktisat Kongresi'nde sekiz saatlik işgününün kabul edilmesine ve bu doğrultuda yasal düzenlemeler yapılmasına karşın, bazı işkollarında işgününün 17 saate vardığı oluyordu Aynı elverişsiz koşullar iş güvenliği açısından da geçerliydi

Çalışma yaşamının düzenlenmesine yönelik en önemli adımlardan biri 1936'da çıkartılan İş Kanunu'dur Devletçiliğin uygulandığı bir dönemde yürürlüğe giren bu yasada, devletin buyurgan ve belirleyici rolü ağır basıyordu Yasa iş uyuşmazlıklarının çözümünde devletin denetimini öngörüyordu Bunun yanında işçilerin ücret ve çalışma saatleri yönünden durumlarını iyileştiren, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından önlemler alınmasını düzenleyen, kadın ve çocuk işçileri koruyan hükümler de içermekteydi Ama bu yasanın birçok hükmü II Dünya Savaşı koşullarında uygulanmadı Bu dönemde çıkartılan Milli Korunma Kanunu ile işçilerin durumu daha da kötüleşti Bu yasa ücretli çalışma yükümlülüğü; çalışma süresini üç saat kadar uzatma; çocuk ve kadınların gece çalıştırılabilmeleri gibi işçiler aleyhine birçok hüküm içermekteydi

1946'da çok partili yaşama geçişle birlikte işçilerin örgütlenmesini engelleyen yasa kaldırılarak sendikaların kurulmasına olanak sağlandı (bak SENDİKA) 1945'te Çalışma Bakanlığı, İşçi Sigortalan Kurumu, 1946'da İş ve İşçi Bulma Kurumu kuruldu Ne var ki, daha sonraki dönemlerde, özellikle 1950-63 arasında sendikal mücadeleye getirilen sınırlamalar işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini engelledi Bu dönemde kadın ve çocuk işçilerin sayısında bir azalma görülmekle birlikte, gene de sayılan azımsanmayacak bir düzeydeydi Toplam işçiler içinde 1950'de yüzde 17,4 kadın, yüzde 7,1 çocuk işçi bulunmakta ve bunların ücretleri erkeklerinkinden yüzde 60-70 oranında düşük tutulmaktaydı Tarım işçilerinin yaşam koşulları ise hemen hemen 1930'lardaki gibiydi Pamuk işçilerinin günlük çalışma süreleri 13-14 saati, tütün işçilerininse 20 saati bulabilmekteydi Türkiye 1946-60 döneminde, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) çalışma koşulları ve yaşamına ilişkin olarak kabul ettiği 115 çalışma sözleşmesinin ancak 10'unu onaylamıştı

1961 Anayasası'nın getirdiği göreli demokratik ortamda hazırlanan toplusözleşmeli, grevli sendikal mücadeleyi Öngören 274 ve 275 sayılı yasalar işçilerin çalışma koşullarının ve ücretlerinin iyileştirilmesine yol açtı 1963 sonrasında sendika ve sendikalı işçi sayılarında hızlı bir gelişme görüldü 1988'de sendikalı işçi sayısı 2,2 milyon dolayındaydı 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar geçen süre içinde sendikalar ekonomik bunalımın ve enflasyonun ücretlerini eritmesine izin vermeyen bir tutum içinde oldular Bu arada sosyal yardımlar, ikramiye, kıdem tazminatı gibi bazı ek haklar da elde ettiler 24 Ocak Kararları' nın ardından gelen 12 Eylül askeri yönetimi çalışma yaşamıyla ilgili yeni düzenlemeler gerçekleştirerek sendikal hak ve özgürlükleri kısıtlamak yoluna gitti, bu düzenlemelerin önemli bölümü günümüzde de sürmektedir
Sosyal Güvenlik Sosyal güvenlik mesleksel, bedensel, toplumsal ve ekonomik nedenlerden ötürü geliri ya da kazancı sürekli ya da geçici olarak kesilen çalışanların ve ailelerinin yaşama ve geçinme gereksinimlerini karşılayan bir sistemdir Amacı, toplumsal yapının eşitsizlik, yoksulluk, hastalık ve yaşlılığın doğurduğu gereksinimlerin baskısından kurtarılarak sistemli bir işleyişe kavuşturulmasıdır

19 yüzyıl içinde Osmanlı Devleti'nde çeşitli emekli ve yardım sandıkları kurulmuştu Cumhuriyet döneminde de sandıklar kurulmaya devam etmiştir 1930'da çıkartılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'yla işçi sağlığını, özellikle çocukları ve hamile kadınları korumak amacıyla, çalışma yaşamını düzenleyici bazı hükümler getirildi Bu yasanın sosyal güvenlik açısından önemi belirli sayıda işçi çalıştıran işverenlere, hastalık, kaza ve analık durumlarında işçilere sağlık yardımı yapılması konusunda birtakım yükümlülükler getirmesidir Ama yasa işgörmezlik durumuna düşen işçilerin uğrayacakları gelir kaybının nasıl karşılanacağına ilişkin bir hüküm içermemekteydi Daha sonra 1936'da çıkartılan İş Kanunu, sosyal güvenlik konusunda Cumhuriyet döneminde atılan önemli adımlardan ilkidir Bu yasa ilk kez sosyal sigortaların kurulmasını öngörmüş, sosyal sigortaların uygulanmasına ve kapsamına ilişkin genel ilkeleri belirlemiştir Gene bu yasa kadın işçilerin doğumdan
önce ve sonra ücretli izne çıkmalarını öngörmüştür Ne var ki, yasanın uygulanmasına ilişkin tüzük çıkartılamadığı için öngördüğü sosyal güvenlik önlemleri yaşama geçememiştir

II Dünya Savaşı sonrasında ülkede esen demokratikleşme rüzgârları toplumsal konulara ilginin yoğunlaşmasına yol açmıştı 1945'te çıkartılan İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortalan Kanunu ile İşçi Sigortaları Kanunu sosyal güvenliğe ilişkin önemli adımlar oldu Bu ikinci yasayla sosyal sigortaların yönetimiyle sorumlu bir kurumun oluşturulması öngörülmüştür 1949'da çıkartılan İhtiyarlık Sigortası Kanunu'nu 1957'de Maluliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortalan Kanunu izledi

Genel eğilimi sosyal devlet anlayışı olan 1961 Anayasası, sosyal sigortalara ilişkin konularda yeni adımların atılmasına olanak sağlamıştır 1965'te yürürlüğe giren yeni Sosyal Sigortalar Kanunu ile daha önce her sigorta dalını ayrı ayrı düzenleyen yasalar tek bir metinde birleştirildi Ayrıca sosyal sigorta kapsamı genişletildi
1950'de, daha önce kurulmuş olan asker ve memurlara ilişkin emekli ve yardım sandıklan Emekli Sandığı çatısı altında birleştirildi Emekli Sandığı devlet daireleri ve devlet katkısı ile kurulmuş kurumlarda çalışan memurlarla hizmetlilerin yaşlılık, işgörmezlik ve ölüm sigortalarıyla ilgili işlevleri yerine getirir Emekli Sandığı kapsamındaki çalışanlar erkek ise 25, kadın ise 20 yıllık hizmetten sonra emeklilik hakkını kazanırlar Emekli Sandığı emekli aylığı dışında, işgörmezlik, ölüm, dul ve yetim aylıkları bağlar 1972'de çıkartılan yasayla Emekli Sandığı'ndan maaşa bağlanmış olanlarla bunların bakmak zorunda olduğu kişilere de sağlık hizmeti götürülmesi öngörülmüştür

1972'de yürürlüğe giren bir yasayla Bağ-Kur (Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu) kurulmuştur Bağ-Kur üyelerine emeklilik, işgörmezlik ve ölüm sigortası olanakları sağlar
1988 sonunda sosyal güvenlik kurumlarının aktif üye sayısı 6587000 dolayındaydı Bunun 3140000'i Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), 1460000'i Emekli Sandığı,
1904997'si Bağ-Kur, 82000'i ise özel sandıklara bağlıydı Aynca tarımda 41300 SSK'lı, 624528 Bağ-Kur'lu bulunuyordu Sosyal güvenlik programlarından yararlananların toplamı ise 31824000 kişiydi

Yönetsel Yapı

Bir devlet, toplumsal düzeni ve işleyişi sağlamak için yasama, yürütme ve yargı görevlerini yerine getirir Kuvvetler ayrılığı ilkesini benimseyen 1982 Anayasası bu görevlerin hangi organ tarafından nasıl yerine getirileceğini tanımlamış ve her organa üstüne düşen görevi gerçekleştirebilmesi için yetki vermiştir Buna göre yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM), yürütme yetkisi cumhurbaşkanı ile bakanlar kurulunun, yargı yetkisi de bağımsız mahkemelerin sorumluluğundadır Siyasal iktidarı oluşturan yasama ve yürütme organları devlet yönetimine doğrudan katılırlar 1982 Anayasası bu iki organ arasında denge sağlamaya çalışmış, birini öbüründen üstün kırmamıştır Yasama organının yürütmeyi denetleme ve düşürebilme yetkisi vardır Buna karşılık belirli koşullann gerçekleşmesi durumunda yürütme de yasama organı olan TBMM'yi feshedebilir Siyasal iktidar kavramının dışında ve ondan bağımsız olan yargı organıysa hukuksal denetim işlevini yerine getirir ve kişiler arasındaki hukuksal anlaşmazlıkları çözer
Yasama 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yasama görevi TBMM'ye verilmiştir İlk kurulduğu 23 Nisan 1920'den bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin sürekli bir organı olan TBMM aynı zamanda milletin egemenliğinin de simgesidir Kurtuluş Savaşı sırasında hazırlanan 1921 Anayasası ve zaferden sonra yeni devletin örgütlenmesi için hazırlanan 1924 Anayasası yasama yetkisinin yanı sıra yürütme yetkisini de TBMM'ye vermişti 1961 ve 1982 anayasaları ise TBMM'yi yalnızca yasama yetkisini kullanan bir organ olarak düzenledi

TBMM 20 yaşını doldurmuş seçmenlerce tek dereceli seçimle beş yıl için seçilen 450 milletvekilinden oluşur 30 yaşını dolduran ve seçilmeye engel durumu olmayan her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı milletvekili seçilebilir
TBMM'nin anayasa tarafından belirlenmiş görevleri, yasa koymak, değiştirmek ve kaldırmak, bakanlar kurulu ile bakanları denetlemek, bakanlar kuruluna belli konularda yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi vermek, bütçe ve kesin hesap tasarılarını görüşüp onaylamak, para basımına, savaş ilanına karar vermek, uluslararası antlaşmaları onaylamak, genel ve özel af çıkarmak, kesinleşen ölüm cezalarının gerçekleştirilmesine karar vermek, cumhurbaşkanını seçmek, bakanlar kurulunca ilan edilen olağanüstü hallerin uygun olup olmadığını, seferberlik, sıkıyönetim, savaş durumunun uzatılıp uzatılmayacağını kararlaştırmak ve TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermektir

Anayasa TBBM seçimlerinin beş yılda bir yapılmasını öngörmüştür Ama milletvekili çoğunluğunun seçimlerin yenilenmesine karar vermesi ya da anayasada öngörülen şartların gerçekleşmesi durumunda seçimler süresinden önce yapılabilir (Ayrıca bak ANAYASA; TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ)

Yürütme Devletin yürütme görevi, toplumun gereksinimlerini karşılamak için etkinliklerde bulunarak belirli hizmetleri yerine getirmesidir Yürütme, devletin amacına uygun hizmetleri gerçekleştirmesi olarak da tanımlanabilir Bunların plan ve programını yasal düzenlemeler için gerekli yasa tasarılarını hazırlama, yasama organının çıkarttığı yasaları uygulama, mali kaynaklan sağlama, harcama yapma yetki ve görevi devletin yürütme organına aittir 1982 Anayasası yürütme yetki ve görevini cumhurbaşkanı ve bakanlar kuruluna vermiştir Cumhurbaşkanı TBMM tarafından, anayasada belirtilen koşullara uygun kişiler arasından seçilir Görev süresi yedi yıldır ve bir kimse ancak bir kez cumhurbaşkanı olabilir

1982 Anayasası kendisinden önceki anayasaların tersine devletin başı olan cumhurbaşkanını etkin bir yürütme gücüyle donatmıştır Ama, doğrudan kullandığı geniş kapsamlı yetkilerine karşın cumhurbaşkanı siyasal ve yargısal denetimin dışında tutulmuştur Bu nedenle anayasa, cumhurbaşkanının görevini eksiksiz yapabilmesi için tarafsız olmasını istemektedir Tarafsızlığını koruyabilmesi için partisi ile ilişkisini keserek TBMM üyeliğinden ayrılması zorunluluğunu getirmiştir
Cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı alanlarında geniş yetkiler veren 1982 Anayasası bu yetkilerin kullanılmasında ona yardımcı olacak bazı örgütlerin kurulmasını öngörmüştür

Bu örgütlerden Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, cumhurbaşkanının bakanlar kurulu, öbür kuruluşlar ve yabancı elçiliklerle olan ilişkilerini ve yazışmalarını yürütme görevini yerine getirir Cumhurbaşkanına bağlı bir başka organ da yönetimin hukuka uygunluğunu, düzenli ve verimli işleyişini denetlemek ve sağlamakla görevli Devlet Denetleme Kurulu'dur Bu kurul silahlı kuvvetler ve yargı organları dışında tüm kurum, kuruluş ve örgütlerde cumhurbaşkanının isteği üzerine her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeyi yürütür (Ayrıca bak CUMHURBAŞKANI)
1982 Anayasası'nca devletin yürütme yetkisinin verildiği öbür organ olan bakanlar kurulu TBMM'nin güvenine dayalı, ortak siyasal sorumluluk taşıyan bakanlar ile başbakandan oluşur Cumhurbaşkanının tersine bakanlar kurulu siyasal sorumluluk taşır Bakanlar kurulunda yer alan her bakan il, ilçe ve bucaklara kadar uzanan bir yönetim örgütünün başındadır Ayrıca bakanlar, bakanlıklarına ilişkin işlerden ötürü başbakana karşı sorumludurlar Bakanlığının işlerinden ötürü tek tek ve bakanlar kurulu kararlarından ötürü ortak sorumluluk taşıyan bakanlar TBMM tarafından denetlenir (Ayrıca bak BAKANLAR Kurulu)

Bakanlar kurulunun başkanı olan başbakan, bakanların görevlerini anayasaya, yasalara uygun olarak yerine getirmelerini gözetir; başbakan, bakanlar gibi başkent dışına uzanan bir hizmet örgütüne sahip değildir Hükümet başkanı olarak görev ve yetkilerini başbakanlık örgütüyle yürütür

Başbakanlık örgütü başbakana yardımcı olmak üzere oluşturulmuş Başbakanlık Dairesi ile tek bir bakanlığa bağlanmayacak kapsamdaki kuruluşları çatısı altında toplar Başbakanlığa bağlı bu kuruluşların başlıcaları şunlardır: Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Türk Standartlar Enstitüsü Kurumu, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (Ayrıca bak Başbakan)

Devlet Yardımcı Kuruluşları Devletin yürütme yetki ve görevini üstlenmiş olan cumhurbaşkanı ve bakanlar kuruluna, belirli konularda görüş bildirmek, öneri ve tavsiyelerde bulunmak yoluyla yardımcı olmak üzere devletin başkentteki örgütünde bazı kuruluşlar bulunur Bunlar Milli Güvenlik Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, Devl et Denetleme Kurulu, Danıştay ve Sayıştay'dır Kurulmalarının amacı devlet yönetiminde tutarlı ve uyumlu bir çalışmanın ve yönetim bütünlüğünün sağlanmasıdır
Milli Birlik Komitesi'nce 1960'ta kurulan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) 1961 Anayasasında bir anayasal kurum olarak öngörülmüştü 1982 Anayasası ise kalkınma planı yapacak bir örgütün kurulmasını devletin görevleri arasında saymış, ama DPT'den söz etmemiştir

DPT bakanlar kuruluna ekonomik, toplumsal ve kültürel konularda görüş, seçenek ve öneriler sunar Bu amaçla inceleme, araştırma ve hazırlık çalışmaları yapar Görevleri arasında kalkınma ilkelerini saptamak ve uzun dönemli plânlarla yıllık planların uygulanmasını izlemek de vardır DPT başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık ve Yüksek Planlama Kurulu biçiminde örgütlenmiştir Yüksek Planlama Kurulu başbakanın başkanlığında, belirli bakanlar ile DPT müsteşarı ve daire başkanlarından oluşur
Danıştay anayasayla görevlendirilmiş bir yüksek idare mahkemesi, bir danışma ve inceleme yeridir Burada Damştay'ın yönetsel yanını ele alacağız Yargısal yanı YARGI maddesinde incelenecektir Damştay yönetsel görevlerin, danışma kararlan, inceleme kararları ve yönetsel kararlarla yerine getirir Danıştay'ın yönetsel işlerle uğraşan birimleri idari daireler ve İdari İşler Kurulu'dur Yönetsel görevleri Birinci ve İkinci daireler üstlenmiştir Danıştay danışma kararlarını hukuk ve yönetsel konularda karşılaşılan güçlüklerin aşılması için alır Danıştay Birinci Dairesi devlet başkanlığı ve başbakanlıktan gönderilen işleri inceler ve düşüncesini bildirir Danıştay'ın inceleme kararlarını ise Danıştay İdari İşler Kurulu'nun başbakanlık ve bakanlar kurulunca gönderilen yasa tasarısı ya da önerileriyle bakanlıklardan gönderilen tüzük tasarılarını inceleyerek bu konuda görüş bildirmesi oluşturur Danıştay'ın yönetsel kararları, yasalarla öngörülmüş etkin yönetim makamlarının bazı işlemlerinin oluşumunu sağlayan kararlardır Yönetim bunları olduğu gibi benimseyerek işleme koyar Danıştay'ın bu tür kararları, merkezi yönetimin yerel yönetim üzerindeki denetim görevinin güvenceli bir biçimde sürdürülmesini sağlar

Anayasayla görevlendirilmiş bir başka danışma ve inceleme yeri Sayıştay'dır Sayıştay genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına denetler Sorumluların hesap işlemlerini kesin hükme bağlayarak, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yerine getirir Sayıştay'ın yönetsel görevlerini vize, tescil, uygunluk bildirimi, yönetmelik yapma, inceleme ve görüş bildirme olarak sıralayabiliriz Sayıştay'da her biri bir başkan ve altı üyeden oluşan dört daire Temyiz Kurulu, Daireler Kurulu, Genel Kurul ve Hazine'yi temsil eden bir savcı vardır
Milli Savunma Örgütü 1982 Anayasası Milli Savunma Örgütü'nü "Bakanlar Kurulu" başlığını taşıyan bölüm içinde düzenlemiştir Bu örgütün Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Güvenlik Kurulu olmak üzere iki temel öğesi vardır Daha önceki anayasalar gibi 1982 Anayasası'nda da, Kurtuluş Savaşı'ndan bu yana benimsenen geleneğe bağlı kalınarak, Başkomutanlık TBMM'nin manevi varlığından ayrılmaz kabul etmiş ve cumhurbaşkanınca temsil edilmesini öngörmüştür Milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin savaşa hazırlanmasından TBMM'ye karşı bakanlar kurulu sorumlu kılınmıştır Genelkurmay başkanı silahlı kuvvetlerin komutanıdır ve savaş sırasında başkomutanlık görevini cumhurbaşkanı adına yürütür Genelkurmay başkanı bakanlar kurulunun teklifi üzerine cumhurbaşkanınca atanır Görev ve yetkilerinden ötürü başbakana sorumludur

Milli Savunma Örgütü'nün öbür öğesi olan Milli Güvenlik Kurulu bir anayasa kurumudur Milli Güvenlik Kurulu cumhurbaşkanının başkanlığında, başbakan, genelkurmay başkanı, milli savunma, içişleri, dışişleri bakanları, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanından oluşur Milli Güvenlik Kurulu devletin milli güvenlik siyasetinin belirlenmesi, saptanması ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli eşgüdümün sağlanması konusundaki görüşlerini bakanlar kuruluna bildirir Milli Güvenlik Kurulu'na cumhurbaşkanının katılmadığı zamanlarda başbakan başkanlık eder
Milli Savunma Örgütü içinde aynca anayasaca öngörülmeyip ilgili yasayla kurulmuş olan Yüksek Askeri Şûra da yer alır Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olan Yüksek Askeri Şûra silahlı kuvvetlere ilişkin her türlü önemli kararı inceler, bunlara ilişkin ilk kararlan alır, silahlı kuvvetlerin üst düzey yöneticilerinin atama, yer değiştirme ve yükselme gibi işlerini karara bağlar

Yönetim Devletin yönetim organ ve işlevi, yürütme organ ve işlevinin içerisinde, onun bir parçası olarak yer alır Yürütmenin, hükümetin oluşturduğu siyasal yüzü yanında bir de günlük ve teknik işlerle uğraşan yönetsel yüzü vardır Bunlardan birincisi değişken ve geçici, öbürü ise kalıcıdır Yönetim bu günlük ve teknik işleri düzenli ve kesintisiz olarak gerçekleştirmek zorundadır ve bu amaçla yönetim örgütü ülke düzeyine yayılmıştır 1982 Anayasası yönetimin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğunu ve yasayla düzenlendiğini, kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim temellerine dayandığını hükme bağlamıştır

Merkezden yönetim, kamu hizmetlerinin tek bir merkezden yürütülmesini içeren bir örgütlenme yöntemidir Bu sistemde kamu hizmetleri bir merkezde toplanmıştır Bu hizmetlerle ilgili karar alma ve uygulama yetkisi ile kamu hizmetlerinin finansmanı, gelir ve giderlerinin düzenlenmesi merkezde ve merkez hiyerarşisi içindeki organ ve makamlardadır Bu görünümüyle devlet merkezi nitelikte büyük bir kamu yönetim örgütüdür Bu yönetsel örgüt biri başkent, öbürü taşra örgütü olmak üzere iki bölüm halinde ele alınır Başkent örgütü ile taşra örgütü arasında sıkı bir hiyerarşik bağ vardır ve devlet yönetiminin bu iki bölümü bir bütün oluşturur
Başkent örgütünde cumhurbaşkanı, bakanlar kurulu, bakanlar ve yardımcı kuruluşlar yer alır Bu örgütün en üst kademesi, aşağıdan yukarıya uzanan hiyerarşi zincirinin son halkası olan bakandır Bakanların her biri il yönetiminin başındaki valinin üstü durumundadır

Taşra örgütü, devletin kamu hizmetlerini ülkenin her köşesine götürebilmek amacıyla başkent dışında, yani taşrada oluşturduğu örgütlenmedir 1982 Anayasası Türkiye'yi, merkezi yönetim açısından, coğrafi konumuna, ekonomik koşullarına ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere, illeri de öteki kademeli bölümlere ayırmıştır
İl, merkezi yönetimin taşra örgütlerinin en büyüğüdür İlgili yasa uyarınca yeni illerin kurulması, kaldırılması, sınırlarının ve adlarının değiştirilmesi yasa ile gerçekleştirilir İl örgütünün başında vali bulunur Yarı yönetsel, yarı siyasal nitelikte bir devlet memuru olan vali özel yetkilerle donatılmıştır Vali devletin, hükümetin ve tek tek her bakanlığın ildeki temsilcisi ve bunların yönetsel ve siyasal yürütme organıdır Valiler içişleri bakanının önerisi, bakanlar kurulunun kararı ve cumhurbaşkanının onayıyla atanır Vali her bakanlığın aldığı yönetsel kararlan il sınırları içinde yaşama geçirir Yasaları, tüzükleri ve yönetmelikleri uygulamak amacıyla yönetsel kararlar alarak bunları yürütür İlde ayrıca bakanlıkların illerdeki hizmet şubesi olan daireler ve bunların her birinin başında il idare şube başkanı adı verilen memurlar vardır Dışişleri bakanlığı dışında kalan bütün bakanlıkların illerde böyle hizmet şubeleri bulunur Bu şube başkanları valinin yönetimi altındadırlar Bunlar vali tarafından kendi hizmet alanlarında alınacak kararları hazırlar, valinin onayından sonra da uygularlar

İlde ayrıca nüfus ve emniyet müdürleri dışında tüm idare şube başkanlarıyla valinin oluşturduğu, İl İdare Kurulu adı verilen bir yardımcı kurul vardır Bu kurul yasaların öngördüğü yönetsel kararları alır Özellikle ilçe kurulması ve kaldırılması konularında danışma görevi yapan kurul valice istenen konularda görüşlerini bildirir 1982 Anayasası kamu hizmetlerinin görülebilmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla bölge valiliği sistemini de öngörmüştür 1991 başında Türkiye' de 73 il bulunmaktaydı
Merkezi yönetimin ilden sonraki taşra birimi ilçedir İlçelerin kurulması, kaldırılması, bir ilden başka bir ile bağlanması ve adının değiştirilmesi yasayla gerçekleştirilir İlçenin başında kaymakam bulunur Kaymakam ilçede hükümeti temsil eder Vali gibi siyasal bir niteliği yoktur Yetkilerini valinin temsilcisi olarak kullanan kaymakam, valinin denetim ve gözetimi altında ilçe sınırlan içinde güvenlikle birlikte yasa, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararlarının uygulanmasını sağlar İlçe yönetiminin kaymakamın dışındaki öbür öğeleri ilçe idare şube başkanları ile ilçe idare kuruludur İlçe idare şube başkanları ilgili bakanlık ya da genel müdürlükçe atanır ve kaymakama karşı sorumludurlar İlçe idare kurulu ise kaymakamın başkanlığında, yazı işleri müdürü, mal müdürü, hükümet doktoru, milli eğitim müdürü, ziraat memuru ve veterinerden oluşur Yönetsel ve danışma görevleri olan bu kurul bazı yargı kararlan da alır Türkiye'de 1991 başında 829 ilçe bulunuyordu

İlçeler merkezi yönetimin taşra örgütlenmesinde en küçük birimi oluşturan bucaklara ayrılır İlçe ile köy arasında yer alan bucaklar coğrafya, ekonomi, güvenlik ve yerel hizmetler yönünden aralarında ilişki bulunan kasaba ve köylerden oluşur Bucağın başında kaymakam gibi bir meslek memuru olan bucak müdürü bulunur Bucak örgütünü ise bucak meclisi ve bucak komisyonu oluşturur Bucak müdürü bucakta bulunan en yüksek hükümet memuru ve temsilcisidir ve doğrudan kaymakama bağlıdır Bucak örgütü içinde yer alan adli ve askeri kuruluşların dışındaki tüm daire ve kurumlarla belediye ve köy yönetimleri onun gözetim ve denetimi altındadır Emrindeki kolluk kuvvetleriyle bucağın güvenliğini ve düzenini korur Yasama ve yürütme kararlarının yerine getirilmesini sağlar Bucak meclisi ve bucak komisyonu ise köy ve belediyelerin yerel nitelikteki ortak gereksinimlerini karşılama görevini üstlenmiştir Bu kurullar bucak müdürünün başkanlığında, bucaktaki merkez memurlarıyla köy derneği ve belediye meclislerinin seçtiği üyelerden oluşur 1991 başında 683 bucak bulunmaktaydı
1982 Anayasası yönetimin ve onun üstlendiği kamu hizmetlerinin örgütlenmesinde merkezi yönetimin yanı sıra yerinden yönetimi de öngörmüştür Yerinden yönetim örgütleri yerel yönetim ve hizmet yerinden yönetim örgütleri olarak ikiye ayrılır
Yerel yönetimler, belirli bir bölge içinde bir arada yaşayan insanların ortak gereksinimlerini karşılamak ya da ilgili olduklarıyerlerin sosyal, ekonomik ve teknik gereklerine göre kamu hizmetlerinin yerine getirilmesini sağlamak üzere o yörede yaşayan halk tarafından seçilen yönetim birimleridir Demokratik geleneklerin yerleşip gelişmesine yardımcı olan yerel yönetim örgütleri il özel idaresi, belediye ve köyler olmak üzere üçe ayrılır Yerel yönetim kuruluşlarının devlet yönetimi dışında özerk bir tüzel kişiliği vardır ve genel karar organlarını halk seçer

İl özel idaresi il sınırlan içinde yaşayan halkın yerel nitelikteki kamu hizmeti taleplerini yerine getirmekle görevli kuruluştur Taşınır ve taşınmaz malları, gelir kaynakları ve kendi özel bütçesi vardır İl özel idaresinin vah il genel meclisi ve il daimi encümeni olmak üzere üç tane yasal organı vardır V ali il Özel idaresinin temsilcisi ve yürütme organıdır İl genel meclisine başkanlık eden vali merkez yo netimi tarafından atanır Meclis ve ertcümt-n ise karar ve denetim organlarıdır İl genel meclisi üyeleri her ilçe bir seçim bölgesi olmak üzere beş yılda bir milletvekili seçim sistemine göre yapılan yerel seçimlerle seçilir Meclisin 40 gün süren olağan toplantı dönemi aralık ayı içinde başlar Yetki ve görevleri il bütçesini kabul etmek, ile ilişkin kamu hizmetleri konusunda kararlar almak ve il özel idaresinin malvarlığını yönetmektir Meclisin aldığı kararlar valinin onayıyla kesinlik kazanır İl özel idaresinin sonuncu organı olan il daimi encümeni, il genel meclisinin yıllık toplantısında kendi arasından seçtiği dört kişiden oluşur İl daimi encümeninin başlıca görevleri yıllık bütçeye ilişkin düşüncelerini bildirmek, aylık giderleri onaylamak, meclisin toplanmadığı zamanlarda onun adına kararlar almaktır

Belediyeler, belirli bir bölge içinde bir arada yaşayan insanların ortak gereksinimlerini karşılamak amacıyla kurulmuş örgütlerdir Görevi beldenin sorunlarını çözmek ve bazı hizmetleri yerine getirmektir Ülkemizde yasa gereği, nüfusu ne kadar olursa olsun tüm il ve ilçeler ile nüfusu 2000'i aşan yerleşim merkezlerinde belediye kurulması zorunludur Belediye örgütünün üç tane yasal organı vardır Bunlar belediye başkanı, belediye meclisi ve belediye encümenidir (Ayrıca bak BELEDİYE)
Tüzel kişiliğe sahip en küçük yerel yönetim birimi olan köy, okul, cami, yaylak, otlak gibi ortak malları olan yerleşim birimidir Köyün, köy derneği, köy ihtiyar meclisi ve köy muhtarı olmak üzere üç tane organı vardır Türkiye'de 35390 dolayında köy bulunmaktadır (Ayrıca bak KÖY)

Hizmet yerinden yönetim örgütleri bir kamu hizmetine tüzel kişilik verilmesiyle ortaya çıkan kuruluşlardır Yerel yönetimler gibi, merkezi yönetime yönetsel bağlılık içinde olan bu kuruluşların kendilerine özgü gelir kaynakları, malvarlıkları ve bütçeleri vardır Hizmet yerinden yönetim kuruluşlarını, kamu kurumları ve kamu iktisadi teşebbüsleri olarak iki başlıkta toplayabiliriz

Kamu kurumlan bir kamu hizmetine tüzel kişilik verilmesiyle doğan kuruluşlardır Bunla ı oğunda merkezin atadığı organ ve görevliler vardır Bunlar yönetsel, bilimsel ve kııltürel, sosyal, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve kamu iktisadi kuruluşları olarak beşe ayrılır Yönetsel kamu kurumlan, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Hava Meydanları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi, devletin ve yerel yönetim kuruluşlarının yapmakla yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin ayrı birer tüzel kişilik halinde örgütlenmesi sonucu ortaya çıkmışlardır Bilimsel ve kültürel kamu kuruluşlarını Yüksek Öğretim Kurumu, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu oluşturur Bunlardan ilk üçü 1982 Anayasası'nda yer alır Öbürleri ilgili yasalarla kurulmuştur Toplumsal kamu kurumları devletin çalışma, sağlık, konut, dinlenme, işsizlik ve emeklilik gibi toplumsal gereksinimleri karşılamakla ilgili görevlerini gerçekleştirmek amacıyla oluşturulmuş özerk kamusal kuruluşlardır

Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, İş ve İşçi Bulma Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu, İşçi Yardımlaşma Kurumu ve Bağ-Kur Türkiye'deki toplumsal kamu kurumlandır Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları belirli meslekten olanların ortak gereksinimlerini karşılamak, mesleksel etkinliklerini kolaylaştırmak, mesleğin genel çıkarlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek disiplin ve ahlakını korumak için oluşturulan kuruluşlardır Tüzel kişiliği olan bu kuruluşlar meslek, sanat ve zanaat mensuplarınca oluşturulur ve bazı kamu hizmetlerini yerine getirir; üyeleri üzerinde birtakım yetkilere sahiptir Ticaret ve sanayi odaları, barolar, Barolar Birliği, tabip odaları, mimar ve mühendis odaları bu tür kuruluşlardır Kamu iktisadi kuruluşları tekel niteliğindeki mallarla temel" mal ve hizmetleri üretmek ve pazarlamak üzere, ekonomik alanda ticari ilkelere göre etkinlik göstermek amacıyla, yasayla kurulmuş kurumlardır Bu kuruluşların sermayesinin tümü devlete aittir ve öncelikle kamu hizmetine yönelik etkinliklerde bulunurlar Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları İşletmesi, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı bu tür kuruluşların bir bölümüdür

Yerinden yönetim kuruluşlarının ikinci grubunu oluşturan kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) tümü ya da bir bölümü devlete ait olan ve yetkili bir kamu kuruluşunun denetiminde çalışan ekonomik işletmelerdir Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları, Ziraat Bankası, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Et ve Balık Kurumu, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi, Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu bu tür kuruluşların başlıcalarıdır

Yargı

Devletin toplumsal düzeni ve işleyişi sağlamak için yerine getirmek zorunda olduğu temel görevlerden biri de yargıdır Bu, bireylerin birbirleri ile ve devletle olan ilişkilerinde ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünü içerir Devlet bu görevini kurduğu bağımsız mahkemeler aracılığıyla yerine getirir Buna devletin yargı yetkisi denir 1982 Anayasası yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemelere ait olduğunu hükme bağlamıştır Bu yetkinin bir başka organ ya da kişice kullanılması olanaksızdır Mahkemeler yetkilerini kullanabilmek için devletçe korunurlar Buna göre yargıçlar görevlerinde bağımsızdır Karar verirken anayasaya, yasalara ve hukuka uygun olarak davranırlar Yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelerin bağımsızlıklarını korumaları için anayasa yargıç güvencesini getirmiştir (bak YARGIÇ)

Mahkemelerin verdiği kararların anayasaya ve yasalara uygun olması gerekir Bu, mahkeme kararlarının denetlenmesi ile gerçekleştirilebilir Bu nedenle mahkemeler normal mahkemeler ve yüksek mahkemeler olarak ikiye ayrılır Normal mahkemeler uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin karar verir Bu karar ilgili taraflarca yasaya aykırı görülürse yüksek mahkemeye itiraz edilir Yüksek mahkemeler normal mahkemelerce verilen kararları yasalara uygunluk yönünden inceler Böylece uyuşmazlıkların daha adil çözülebilmesi için bir denetim sağlanmış olur Anayasa altı tane yüksek mahkeme kurmuştur Bunlar Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi'dir (Ayrıca bak Mahkeme)
Anayasa Mahkemesi yasaların, yasama organı içtüzüğünün ve yasa gücündeki kararnamelerin anayasaya uygunluğunu denetleyen yüksek ve özel bir mahkemedir, (bak Anayasa Mahkemesi) Yargıtay adliye mahkemelerinin verdiği karar ve hükümlerin son inceleme mahkemesidir Normal bir adli mahkemece alınan karara itiraz için bir başka mahkemenin kalmaması durumunda Yargıtay'a itiraz edilebilir İdari yargı alanındaki en yüksek mahkeme Danıştay'dır İdari yargı toplumu oluşturan bireyler ile devlet arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü için başvurulan yargı yolunu ve mahkemeleri kapsar

Askeri Yargıtay askeri mahkemelerce verilen karar ve hükümlerin son inceleme yeridir Aynca asker kişilerin yasayla gösterilen belli davalarına ilk ve son merci olarak bakar Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ise asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini gerçekleştiren ilk ve son derece mahkemesidir Son olarak, Uyuşmazlık Mahkemesi adli, yönetsel ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözümler (Ayrıca bakYARGI)

Eğitim ve Sağlık Hizmetleri

Türkiye'de eğitim ve sağlık hizmetleri devletin denetim ve gözetiminde yürütülür Bu hizmetlerin geliştirilmesi ve tüm topluma yaygınlaştırılması devletin başlıca görevleri arasındadır
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1924'te çıkarılan Tehvid-i Tedrisat Kanunu'yla (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış ve eğitim sistemi merkezi olarak örgütlenmiştir İlki 1933'te toplanan Milli Eğitim şûraları eğitimin çağdaşlaştırılmasına ve milli eğitim politikalarının saptanmasına önemli katkılarda bulunmuştur
Bugün Türkiye'de ilköğretim zorunlu ve parasızdır 6-14 yaşlan arasında uygulanması öngörülen ve ilkokul ile ortaokulu birleştiren temel eğitim yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır 1989'da ilkokulda okuyan öğrenci sayısı 7050108'e, öğretmen sayısı ise 219351'e ulaşmıştır Aynı yıl verilerine göre, ortaöğretimde toplam 3471564 öğrenci ile 143782 öğretmen bulunmaktaydı Lise düzeyindeki öğrencilerin yaklaşık yüzde 60'ı klasik liselerde eğitim görmektedir
Gene 1989 verilerine göre, üniversitelerde 481600 öğrenci okumakta ve 24382 öğretim görevlisi çalışmaktadır Alınacak öğrenci sayısının sürekli artırılmasına karşın, ortaöğretim düzeyinde mesleki ve teknik eğitim yeterince ağırlık kazanamadığı için, üniversite önündeki yığılma giderek büyümekte, üniversiteye girebilmek için her yıl daha fazla öğrenci başvurmaktadır Türkiye'de eğitim kurumlarının gelişimi ve eğitim sistemine ilişkin ayrıntılı bilgileri EĞİTİM maddesinde bulabilirsiniz

Türkiye'de eğitimin yanı sıra sağlık hizmetlerinin de geniş halk kesimlerine ulaştırılması devletin sorumluluğundadır Bu görev Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nca yürütülür (bak SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ)
Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcında, sağlık hizmetleri Selçuklular'da olduğu gibi genellikle vakıflar eliyle yürütülürken, Fatih Sultan Mehmed döneminde ülkedeki tüm sağlık işlerinin sorumluluğu saraydaki hekim-başılara bırakıldı 1871'de sağlık hizmetlerinin devlet eliyle parasız olarak yürütülmesi için ilçelerde memleket tabiplikleri kuruldu

Cumhuriyetin kurulduğu 1923'te ülkede 23 bin kişiye bir doktor düşüyordu Bu tarihten sonra başlatılan çalışmalarla sağlık hizmetlerinde hızlı bir gelişme görüldü 1960'a gelindiğinde bir doktora düşen hasta sayısı 2680'e inmişti
1920'lerin sonunda başlatılan sıtma ve verem gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele başarılı sonuçlar verdi Bu hastalıkların kökü 1960'ların sonunda hemen tümüyle kazınmıştı Ama 1980'lerde, özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan ve gerekli biçimde beslenemeyen yoksul kesimlerde bu tür hastalıklar yeniden baş göstermiştir
II Dünya Savaşı'ndan sonra devlet hastaneleri ve sağlık ocaklarının sayısında önemli artışlar oldu 1965'te Sosyal Sigortalar Kurumu'nun kurulması ve sigortalılara kendi hastanelerinde hizmet vermeye başlamasıyla sağlık hizmetleri daha da yaygınlaştı Özellikle ileri bakım gerektiren hastaları tedavi etmek amacıyla kurulan tıp fakültelerine bağlı hastaneler de sağlık hizmetlerinin gelişimine önemli katkıda bulundu 1970'lerin sonlarından başlayarak özel hastanelerin sayısında da artış görüldü Ama bu hizmetlerin yerine getirilmesinde, devlet belirleyiciliğini sürdürmektedir

1988 verilerine göre, Türkiye'de her 1275 kişiye bir doktor düşmektedir Toplam hastane sayısı 777'dir ve bu hastanelerin yüzde 85,2'si devlete, yüzde 14,8'i özel sektöre aittir 10 bin kişiye 21 yatak düşer Türkiye'nin hızla artan nüfusu için bu hastane, doktor ve yatak sayılan yeterli değildir Bu yetersizlik verilen hizmetin niteliğini de olumsuz yönde etkilemektedir

Tarih: Cumhuriyetin İlanı

Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran, saltanatı kaldıran, Lozan Barış Antlaşması'yla da varlığını bütün dünyaya kabul ettiren TBMM için sıra devletin niteliğini belirlemeye gelmişti Aslında 23 Nisan 1920'den beri var olan, ulusal egemenliğe dayalı devlet biçimi adı konmamış bir cumhuriyetti TBMM 29 Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ederek devletin niteliğini de açıklığa kavuşturdu (daha önceki gelişmeler için bak Kurtuluş Savaşi; Lozan BaRIŞ ANTLAŞMASI; SEVR ANTLAŞMASI)

Cumhuriyetin ilanından önce başbakan ve bakanlar TBMM tarafından seçiliyordu Cumhuriyetin ilanıyla aynı sırada yapılan anayasa değişiklikleriyle cumhurbaşkanının başbakanı ataması, başbakanın da bakanları seçerek cumhurbaşkanının onayına sunması kabul edildi İlk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, 30 Ekim günü Cumhuriyet döneminin ilk başbakanı olarak İsmet Paşa'yı (İnönü) görevlendirdi

Bu arada, saltanatın kaldırılmış olması ve ardından cumhuriyetin ilan edilmesi tutucu kesimleri halifelik çevresinde toplanmaya itmişti Bunun üzerine 3 Mart 1924'te TBMM'de üç önemli yasa kabul edildi Bunların ilkiyle Seriye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti (Genelkurmay Bakanlığı) kaldırılıyor ve yerlerine başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Başkanlığı) ile cumhurbaşkanlığına bağlı Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı) kuruluyordu İkinci yasa olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün okullar Maarif Vekâleti'ne (Eğitim Bakanlığı) bağlanıyordu Üçüncü yasa ise halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı üyelerinin sınırdışı edilmesine ilişkindi Bütün hanedan üyelerinin yurttan ayrılmasıyla halifelik tarihe karıştı
Halifeliğin kaldırılmasından sonra sıra, siyasal açıdan gelişmiş ve güçlenmiş olan yeni devlet için yeni bir anayasanın hazırlanmasına gelmişti Çalışmalar başlatıldı ve Nisan 1924'te TBMM'de kabul edilen yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) bir ay sonra yürürlüğe girdi Aynı yılın sonlarına doğru ise Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) olarak değiştirildi

Kasım 1924'te siyasal yaşamda önemli bir yenilik gerçekleşti CHF'den ayrılan 30 kadar milletvekili cumhuriyetin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı (TCF) kurdu Tüzüğünde "düşünceye ve dinsel inançlara saygılı" olduğunu belirten bu parti kısa sürede halifelik yanlısı çevrelerin ve cumhuriyet karşıtı İstanbul basınının desteğini topladı Bu sırada İsmet Paşa'nın başbakanlıktan istifa etmesi üzerine yeni hükümeti kurma görevi Fethi (Okyar) Bey'e verildi Bu hükümeti, Kâzım (Karabekir) Paşa başkanlığındaki TCF de destekledi Ama, Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said Ayaklanması'yla ilişkisi olduğu suçlamaları partinin durumunu sarstı

Ayaklanmayı bastırmak için hazırlanan askeri planı siyasal açıdan destekleyecek önlemlerin alınması için güçlü bir hükümete gerek duyuluyordu Fethi Bey 2 Mart günü istifa etti ve başbakanlığa yeniden İsmet Paşa getirildi Hükümetin güvenoyu aldığı 4 Mart günü Takrir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Düzenlik Sağlama Yasası) da meclisten geçti Bu yasa hükümete, düzeni korumak amacıyla, gazete kapatmaktan partileri dağıtmaya kadar her türlü yetkiyi veriyordu Aynı gün, Ankara'da ve ayaklanma bölgesindeki Diyarbakır'da birer İstiklal Mahkemesi kurulması da karara bağlandı Takrir-i Sükûn Kanunu uyarınca kovuşturmaya uğrayan kuruluşlar arasında TCF de vardı Partinin bazı yöneticileri İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılandılar Şeyh Said Ayaklanması aynı yılın nisanında bastırıldı; yargılanan elebaşıların pek çoğu ölüm cezasına çarptırıldı (bak Şeyh Saîd Ayaklanması) TCF de haziran ayında kapatıldı (Bu partinin bazı yöneticileri, 1926'da Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan İzmir Suikastı'yla ilgili oldukları gerekçesiyle yargılandılar; bazıları idam edildi Suçsuz bulunanlar arasında Kâzım [Karabekir] Paşa da bulunuyordu)

Devrim karşıtı hareketlerin bastırılmasıyla çağdaşlaşma yolundaki önemli engeller aşılmış oluyordu Böylece, art arda atılan adımlarla bir dizi önemli dönüşüm gerçekleştirildi 1925'te çıkarılan bir yasayla tekke ve zaviyeler kapatıldı Aynı yıl uluslararası takvim ve saat kabul edildi; hafta tatili cumadan pazara alındı; Şapka Kanunu çıkarıldı

1926'da Türk Medeni Kanunu kabul edilerek kadın erkek eşitliğinin sağlanması yolunda büyük bir adım atıldı Bu yasanın getirdiği en önemli yenilik, aile birliği için "imam nikâhı" yerine "medeni nikâh" ilkesinin kabulü idi Aynı yıl ülkede batı hukuk sistemini yerleştiren Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu gibi yasalar da çıkarıldı
1927'de toplanan CHF II Kurultayı'nda partinin yeni tüzüğü kabul edildi Bu tüzükle Mustafa Kemal partinin değişmez genel başkanı oluyordu Tüzüğe göre CHF'nin temel ilkeleri cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık ve laiklikti Laiklik, yani din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması anayasa değişikliğini de gerektiyordu 10 Nisan 1928'de devletin dininin İslam dini olduğunu belirten cümle anayasadan çıkarıldı Mayısta uluslararası rakamlar kabul edildi Aynı yılın kasım ayında çıkarılan bir yasayla da Arap alfabesi yerine Latin harflerine dayanan yeni Türk alfabesi kullanılmaya başlandı Ardından "millet mektepleri" açılarak okuma yazma seferberliğine girişildi

Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen ekonomi politikası sanayileşmede özel sektöre öncelik tanıyordu Bu politika ekonomide beklenen gelişmeyi sağlayamadı 1929-30 Büyük Dünya Bunalımı da Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkileyince bu durumu aşmak için ekonomide devletçilik ağırlık kazanmaya başladı

Bir yandan da yeni bir muhalefet partisi kurulması için girişimlerde bulunuluyordu Mustafa Kemal, TBMM'de yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalışmalarını eleştirerek onu olumlu yönde etkileyeceği kanısındaydı Ayrıca bir muhalefet partisi değişik görüşlerin mecliste dile getirilmesine de olanak verecekti Mustafa Kemal, ekonomide liberalizm yanlısı görüşleriyle tanınan yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey'i böyle bir partiyi kurmakla görevlendirdi Fethi Bey Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı (SCF) kurdu SCF programında partinin cumhuriyet ilkelerinin yaygınlaşması için çalışacağı belirtiliyordu Programda yabancı sermaye yatırımlarının gerçekleştirilmesi, ekonomide özel sektörün rolünün artırılması, tek dereceli seçimler ve kadınlara seçme, seçilme hakkı gibi yeni haklar da öngörülüyordu

Beklenmedik bir hızla gelişen SCF'nin hükümete ve CHF'ye yönelttiği sert eleştiriler ülkedeki siyasal ortamı gerginleştirdi CHF' nin de muhalefete karşı baskıya girişmesi üzerine Fethi Bey ve arkadaşları Kasım 1930'da partiyi kapattılar Öte yandan cumhuriyet karşıtı çalışmalar durmuyordu Aralık 1930' da Menemen'de ayaklanan bir grup gerici Kubilay adlı bir yedeksubayı öldürdü Bölgede sıkıyönetim ilan edilerek ayaklanma sert bir biçimde bastırıldı ve suçlular askeri mahkemede yargılanarak cezalandırıldılar

Tek Parti Yönetiminin Yerleşmesi


Mayıs 1931'de toplanan CHF III Kurultayı'nda yeni bir parti programı benimsendi Program, 1927'deki kurultayda kabul edilen dört ilkeye devletçilik ve devrimcilik ilkelerini de ekliyordu ("Altı Ok" biçiminde CHF'nin simgesi olan bu altı ilke, 1937'de anayasaya geçirilerek cumhuriyetin temel ilkeleri sayıldı) Devletçilik ilkesiyle, bir süre önce gündeme gelen devletçi ekonomi politikası kesinleşiyordu Bu dönemde ekonomik alandaki en önemli devletçi atılımlar, ilki 1933'te hazırlanan "beş yıllık sanayi planları" oldu Sümer-bank ve Etibank gibi öncü kuruluşlar bu dönemde oluşturuldu (Ayrıca bak DEVLETÇİLİK)

Bir yandan da toplumsal alandaki atılımlar sürdürülüyordu Mart 1931'de uluslararası ölçüler kabul edildi Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Tarih Kurumu) kuruldu Ocak 1932'de camilerde ezanın Türkçe okunmasına başlandı Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Dil Kurumu) kuruldu 1913'ten beri Türkçülük doğrultusunda çalışmalar yapan Türk Ocağı kapatıldı ve yerine cumhuriyet ilkelerini halka benimsetmek amacıyla "halkevleri" kurulmaya başlandı
Mayıs 1933'te eğitim alanında önemli bir reform gerçekleştirildi; Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu Haziran 1934'te Soyadı Kanunu çıkarıldı; TBMM'de Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi Kasım 1934'te çıkarılan bir yasayla da bütün lakap ve unvanlar kaldırıldı Bir ay sonra çok önemli bir anayasa değişikliği gerçekleştirildi Bu değişiklik kadınlara seçme ve seçilme hakkı vererek onları bu alanda erkeklerle eşit duruma getiriyordu

Atatürk Döneminde Dış Politika

Cumhuriyetin ilanından Atatürk'ün ölümüne kadar izlenen dış politikada temel ilke, Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" özdeyişinde ifadesini bulan barışçı yaklaşım olmuştur

Musul'un Türkiye'ye mi yoksa Irak'a mı bağlı sayılacağı konusu Lozan Barış Antlaşmasında çözüme bağlanamamıştı Milletler Cemiyeti İngiltere'nin baskısıyla 1925'te Musul'un Irak'a verilmesini kararlaştırdı Türkiye bölgede yeni karışıklıklar çıkmasını istemediğinden 1926'da Musul üzerindeki haklarından" vazgeçti ve karşılığında önemli bir şey elde edemedi Milletler Cemiyeti'nin İngiltere'ye uyarak Türkiye'yi yalnız bırakması, bir yandan da Batı Avrupa devletlerinin Rusya'ya karşı bir yalıtım siyaseti izlemeleri, Türkiye ile Rusya arasında Kurtuluş Savaşı'nda başlayan dostluk ilişkilerinin gelişmesine yol açtı Milletler Cemiyeti'nin Musul konusundaki kararından hemen sonra bir Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı imzalandı
1930'da Ankara'da Yunanistan'la imzalanan antlaşma da iki ülke arasında 100 yıldır süren gerginlik ve çatışma dönemini sona erdiriyordu 1926 ve 1933'te de Fransa'yla Osmanlı borçlarının ödenmesine ilişkin antlaşmalar yapıldı
Bu dönemde Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde görülen önemli gelişmelerden biri de Milletler Cemiyeti'ne üye olmasıdır Türkiye, I Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan ülkelerden biri olduğu gerekçesiyle uzun süre bu örgüte alınmamıştı 1932'de ise İspanya ile Yunanistan'ın önerisiyle üyeliğe çağrıldı ve başvurusu kabul edilerek Milletler Cemiyeti üyeleri arasında yerini aldı
1930'da Türkiye ve Yunanistan'ın öncülüğüyle Balkan ülkeleri arasında bir antant kurulması söz konusu olmuştu Yugoslavya ve Romanya'nın da katıldığı, Bulgaristan'ın ise I Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durumu kendi lehine değiştirmek için katılmadığı Balkan Antantı 1934'te kuruldu Antant II Dünya Savaşı sürerken 1941'de dağıldı

1936'da İsviçre'de Türkiye, Avusturya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Romanya, SSCB, Yugoslavya ve Yunanistan'ın katıldığı Montrö (Montreux) Sözleşmesi imzalandı 1935'te Habeşistan'ı (bugünkü Etiyopya) işgal eden İtalya'nın imzalamaktan kaçındığı bu sözleşme, Lozan Boğazlar Sözleş-mesi'ni değiştirerek Türkiye'ye İstanbul ve Çanakkale boğazlarında asker bulundurmak hakkım veriyordu (bak BoGazlar Sorunu)

Almanya ve İtalya'nın 1930'larda izlemeye başladığı yayılmacı siyaset İngiltere'yi Türkiye ile yakınlaşmaya yöneltmişti Türkiye bu durumu değerlendirerek İngiltere'yle ilişkilerini geliştirdi Türkiye bir yandan da Almanya ile ekonomik ilişkilerini sürdürüyordu Bu arada Ortadoğu'daki ilişkilerini de sağlamlaştırmaya yöneldi Bu amaçla 1937'de Tahran'da İran, Irak ve Afganistan'la Sadâbad Paktı imzalandı
Atatürk'ün barışçı dış politikasının en büyük basanlarından biri de Hatay sorununun çözüm yoluna girmesidir Atatürk, bir süredir devam eden rahatsızlığına karşın Hatay sorununun çözümü için özel olarak uğraşmıştı Sonunda Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti kuruldu ve çözüme giden yol açılmış oldu (Hatay sorununun aşamaları için bak Hatay)
Bu, Atatürk'ün son büyük başarısıydı Hatay sorunu nedeniyle çıktığı uzun Güney Anadolu gezisinden dönüşünde hastalığı ağırlaştı ve 10 Kasım 1938 günü yaşamını yitirdi Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk dönemi kapanmış oluyordu (Ayrıca bak Atatürk)

İsmet İnönü Dönemi


11 Kasım 1938'de İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildi Ertesi ay toplanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) I Olağanüstü Kurulta-yı'nda yapılan tüzük değişikliğiyle Atatürk partinin "ebedi genel başkanı", İnönü de "değişmez genel başkan" ve "milli şef" ilan edildi
Haziran 1939'da Hatay Millet Meclisi oybirliğiyle Türkiye'ye katılma kararı aldı Ardından yeni Türkiye-Suriye sınırı çizildi; Temmuz 1939'da da Hatay il oldu
Almanya'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal etmesiyle II Dünya Savaşı başladı Türkiye büyük bir özenle koruduğu barışçı dış politikasının yardımıyla savaştan uzak kalmayı başardı Türkiye, II Dünya Savaşı'na katılmamakla birlikte savaşın yol açtığı sıkıntılardan uzak kalamadı Bu yüzden, Atatürk döneminde başlatılan planlı kalkınma çabaları bir süre ertelendi Öncelikle, büyük bir orduyu her an gerçekleşebilecek bir saldırıya karşı hazır bulundurmak gerekiyordu Erkeklerin büyük bölümünün askere alınması çalışan nüfusu azalttığı için özellikle tarımsal üretim büyük ölçüde düştü Bu düşüş askeri gereksinimlerin artmasıyla birleşince fiyatlar hızla yükseldi, büyük kentlerde temel tüketim maddelerinin satışı sınırlandırılarak vesikaya bağlandı ve tarım ürünlerine vergi kondu

Karaborsanın yaygınlaşması üzerine Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu çıkarıldı Olağanüstü artan devlet giderlerini karşılamak amacıyla Varlık Vergisi adıyla yeni bir vergi uygulamaya kondu Varlık Vergisi uygulaması CHP yönetimine karşı gelişmeye başlayan muhalefeti yaygınlaştırdı
II Dünya Savaşı sırasında, bütün olumsuz koşullara karşın toplumsal atılımlar sürdürüldü Eğitim konusundaki en önemli atılım, 1940'ta köy kalkınmasına önderlik edecek insanları yetiştirmek amacıyla köy enstitülerinin kurulmasıydı {bak KÖY ENSTİTÜLERİ)
Eğitim alanındaki bir başka büyük adım da mesleki ve tekniköğretimin ilk kez sistemli bir biçimde düzenlenmesi oldu Ayrıca Devlet Konservatuvarı geliştirildi, Devlet Tiyatrosu kuruldu, bir senfoni orkestrası oluşturuldu Tercüme Bürosu kurularak batı ve doğu düşünce dünyasından pek çok klasik yapıt Türkçe'ye kazandırıldı

Bir yandan da topraksız köylülerin toprağa kavuşturulması doğrultusunda çalışmalar yürütüldü Atatürk'ün gerçekleşebilmesi için çok uğraştığı toprak reformu konusunda 1942'den başlayarak geniş araştırmalar yapıldı ve toprak reformu, büyük toprak sahibi milletvekillerinin muhalefetine karşın, 2 Mayıs 1945'te yasalaştı Ne var ki, 1950'de çok partili düzene geçişin yarattığı siyasal sorunlar yasanın tam anlamıyla uygulanmasını önledi

II Dünya Savaşı'nın bitimine doğru bütün dünyada demokrasi yönünde gelişmeler görülüyordu Türkiye'nin ve yıllardır ülkeyi yönetmekte olan CHP'nin bu gelişmelerden etkilenmesi kaçınılmazdı İnönü 19 Mayıs 1945'te yaptığı konuşmada yeni partiler kurulması gerektiğinden söz etti İlk olarak Temmuz 1945'te işadamı Nuri Demirağ başkanlığındaki Milli Kalkınma Partisi kuruldu Bu arada haziran ayında CHP içindeki muhalif milletvekillerinden Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü partinin daha demokratik bir yapıya kavuşturulmasını istiyorlardı İsteklerinin reddedilmesi üzerine görüşlerini basına duyurdular ve partiden koparak Ocak 1946'da Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir parti kurdular

Genel başkanlığına Celal Bayar'ın getirildiği DP'nin programında özel girişimciliğin desteklenmesi, üniversitelerin özerkleştirilmesi ve işçilere grev hakkı gibi ilkeler yer alıyordu Parti kısa sürede geniş bir kitlenin desteğini kazandı ve gelişti CHP hükümeti yeni parti yurt düzeyinde örgütlenmesini tamamlayama-dan erken seçim kararı aldı Temmuz 1946'da yapılan seçimlere bazı illerde katılabilen ve 62 milletvekili çıkarmayı başarabilen DP, CHP yönetiminin seçimlerde hile yaptığını ve halka baskı uyguladığını ileri sürdü

Seçim sonrası kurulan yeni CHP hükümetinin pogramında özel girişime büyük bir yer veriliyor, devletin özel girişime yardımcı olması öngörülüyordu Ülkenin ekonomisini savaş sonrası koşullarına uydurmak gerekçesiyle Türk Lirası'nın değerinin yüzde 50 oranında düşürülmesi yeni hükümetin yaptığı ilk işlerden biriydi Bu karar dışarıdan gelen malların pahalanmasına ve savaş sırasında biriken altın ve döviz stoklarının azalmasına yol açtı Bu da CHP yönetimine karşı bir süre önce başlamış bulunan eleştirileri yaygınlaştırdı Hükümet DP dışındaki siyasal partilere karşı da sert bir politika izliyordu Büyük bölümü sol eğilimli olan bu partiler birbiri ardı sıra kapatıldı; antidemokratik uygulamaları eleştiren aydınlar, bilim adamları ve düşünürler baskı altına alındı
1947'de yapılan DP kongresinde hükümetin demokratikleşme yönünde önlemler alması isteniyordu Bu durum CHP içinde tartışmalara ve hükümetin değişmesine yol açtı Yeni hükümet demokratikleşme yönünde bazı adımlar attı
1948'de DP içindeki bir bölünme sonucu Millet Partisi (MP) kuruldu Bu sırada kurulan yeni CHP hükümeti "din düşmanı" olduğu yolundaki eleştirilere karşı, laikliğin önemli bir ilkesi olan eğitim birliğinden geri adım atarak imam-hatip okulları ve Ankara'da bir ilahiyat fakültesi açma kararı aldı (1949)
Genel seçimler 14 Mayıs 1950'de, bu gelişmelerin yumuşattığı bir siyasal ortamda yapıldı Yeni seçim yasası uyarınca gizli oy, açık sayım ilkesiyle yapılan seçimlerde kesin bir zafer kazanan DP 408 milletvekili çıkardı CHP ise ancak 69 milletvekilliği kazanabildi

1938-50 Döneminde Dış Politika


İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduğu sırada, Türkiye kendisini dünyaya kabul ettirmiş, bütün ülkelerle banşçı ilişkiler içinde olan bir ülkeydi 1938-50 döneminin büyük bir bölümünün savaş koşullarında geçmesine karşın, Atatürk'ün temellerini attığı barışçı dış politika bu dönemde de titizlikle sürdürüldü II Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başaran Türkiye Şubat 1945'te Almanya'ya savaş ilan edişinin ardından Birleşmiş Milletler'in (BM) kurucu üyeleri arasına alındı (II Dünya Savaşı'nın aşamaları ve Türkiye'nin savaş sırasındaki dış politikası konusunda ayrıntılı bilgiyi İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI maddesinde bulabilirsiniz)

II Dünya Savaşı sonrasında SSCB Türkiye'ye karşı tavrını değiştirdi 1925'ten beri yürürlükte olan Türk-Sovyet Dostluk Saldırmazlık Paktı savaş sürerken SSCB tarafından tek yanlı olarak ortadan kaldırılmıştı SSCB Ağustos 1946'da Türkiye'ye bir nota vererek İstanbul ve Çanakkale boğazlarının hukuksal durumunun yeniden düzenlenmesini ve buraların iki devlet tarafından ortak olarak savunulmasını istedi Eylül 1946'da verilen ikinci SSCB notasından sonra İngiltere ve ABD Türkiye'yi desteklediklerini bildirdiler
Türkiye 1945 sonunda ABD'den ekonomik yardım istemişti 1947'de ABD Başkanı Harry S Truman'ın ortaya koyduğu "Truman Doktrini" çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan'a ekonomik ve askeri yardım yapılması kabul edildi Türkiye'nin bu yardımla aldığı silahları ABD'nin onayı olmaksızın kullanamayacağını hükme bağlayan bir ikili antlaşma imzalandı ABD Kongresi'nin 1948'de kabul ettiği bir ekonomik işbirliği yasası ile de "Marshall Planı" uygulamaya kondu
II Dünya Savaşı sonunda Doğu Avrupa'da art arda sosyalist devletlerin kurulması bazı Batı Avrupa devletlerinin 1948'de bir güvenlik antlaşması imzalamalarına yol açtı Bu devletler 1949'da ABD'nin öncülüğünde NATO'yu (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdular Aynı yıl Batı Avrupa ülkeleri arasında siyasal dayanışmayı güçlendirmek amacıyla Avrupa Konseyi oluşturuldu Henüz NATO üyeliğine alınmamış olan Türkiye birkaç ay sonra Yunanistan ve İzlanda ile birlikte Avrupa Konseyi üyeliğine kabul edildi

Demokrat Parti Dönemi

14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen DP'nin Genel Başkanı Celal Bayar TBMM tarafından Türkiye'nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi Bayar parti genel başkanlığına getirilen Adnan Menderes'i başbakanlığa atadı Menderes hükümetinin programında DP'nin görüşlerine uygun olarak özel girişimciliğe ve yabancı sermayeye dayalı yatırımlara ağırlık verilmesi öngörülüyordu Gerçekten, dış yardım ve kredilerin de katkısıyla yatırımlar hızlandı, tarımın makineleşmeye başlamasıyla tarımsal üretim arttı
Ama, bu dönemde Atatürk devrimleri konusunda olumsuz gelişmeler görüldü Hükümetin ilk işlerinden biri, kuruluşundan bir ay sonra ezanın Arapça okunmasının serbest bırakılmasıydı Ardından radyoda dinsel yayı lar başlatıldı İlkokullarda zorunlu din dersle ri kondu DP iktidarı bu gelişmelere karşı lık Temmuz 1951'de Atatürk Aleyhine İşle nen Suçlar Hakkında Kanun'u çıkartarak Atatürk'ün yasal koruma altına alındığını göstermeye çalıştı

Bir yandan da hükümete karşıt görüşleri sa vunan kişilere ve örgütlere çeşitli baskılar uy gulanıyordu 1953'te çıkarılan bir yasayla CHP'nin malları hazineye devredildi Ertesi yıl, 1948'de DP'den ayrılanların kurduğu Millet Partisi laikliğe aykırı davrandığı savıyla kapatıldı Aynı yıl, 1947'den beri yapılan değişikliklerle kuruluş amacından iyice uzaklaştırılmış olan köy enstitüleri de ilköğretmen okullarıyla birleştirilerek kapatıldı
1954'teki genel seçimler kalkınma atılımının ülkenin refah düzeyini yükselttiği bir dö nemde yapıldı Muhalefetin gücünün kırılmış olmasının da etkisiyle DP bu seçimlerden tam bir zaferle çıktı Kapatılan Millet Partisi'nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) de seçimlere katılmış, ama henüz yeterince örgütlenemediği için başarılı olamamıştı Muhalefet üzerindeki baskılar seçimden sonra da sürdürüldü
1954'ten başlayarak ülke ekonomisinde bir duraklama yaşandı Başlıca dış ticaret malları olan tarım ürünlerinin dış pazarlarda değeı kaybetmeye başlaması ve aşırı tüketim sonu cu yatırım gücünün azalması dışarıdan büyük ölçüde borç alınmasına yol açtı Ama borçla nn yerinde kullanılmaması ve bütçe olanaklarının çoğu verimsiz olan yatırımlarla azaltılması enflasyonu artırdı Fiyatlar yükseldi, bazı mallarda yokluk ve karaborsa başladı

Bu arada DP yönetimine karşı parti içinde de muhalefet başlamıştı Sonunda DP'den ayrılan bir grup partili Aralık 1955'te Hürriyet Partisi'ni (HP) kurdu DP yönetimi kendisine karşıt hareketleri baskı altına almak için değişik yöntemlere başvurdu Her şeye karşın muhalefetin güçlendiği görülüyordu DP ise halkın desteğini yitirmediğini göstermek amacıyla seçimleri bir yıl öne aldı ve seçim yasasında yapılan değişiklikle muhalefetin güçlerini birleştirmesini engelledi

Ekim 1957'de bu koşullarda yapılan seçimlerde DP oyların yüzde 48'ini alarak iktidarda kalmayı başardı Ama muhalefet de güçlenmişti Muhalefete karşı sert tavrını seçimlerden sonra da sürdüren DP, TBMM'yi denetimi altına almak için meclis iç tüzüğünü değiştirdi Ekim 1958'de yurt çapında, "Vatan Cephesi" adıyla, muhalefetin etkisini kırmaya yönelik bir propaganda çalışması başlatıldı Bu durum karşısında muhalefet partileri de güçbirliğine gitme yolunu seçtiler 1958 sonlarında Türkiye Köylü Partisi ile Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşti ve yeni parti Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı Ardından Hürriyet Partisi de CHP'ye katıldı
DP hükümeti 1960'ta TBMM'de geniş yetkilerin verildiği bir araştırma komisyonu kurarak muhalefetin meclisteki çalışmalarını iyice denetim altına aldı Bu tutum 27 ve 28 Nisan günleri İstanbul ve Ankara'da üniversite öğrencilerinin gösterilerine yol açtı Bu iki ilde sıkıyönetim ilan edilmesi, silahlı kuvvetleri de tavır almaya zorladı Başbakan Menderes radyoda yaptığı bir dizi konuşmada muhalefeti ve üniversite öğretim üyelerini suçladı Ardından bir yurt gezisine çıktı 27 Mayıs günü ise ülkenin içine sürüklendiği duruma son vermek isteyen bir grup subayın oluşturduğu Milli Birlik Komitesi (MBK) yönetime el koydu

1950-60 Döneminde Dış Politika


DP'nin yönetime geldiği 1950'de bir Uzakdoğu ülkesi olan Kore, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmış, birbiriyle savaşıyordu Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi,
Türkiye 1952'de NATO'ya girerek doğu-batı anlaşmazlığında kesin olarak batının yanında yer aldığını gösterdi Burada, Demokrat Parti döneminin Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü'nün (1950-57) de katıldığı bir NATO toplantısı görülüyor
SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin desteğindeki Kuzey Kore ile savaşan Güney Kore'ye asker gönderme kararı aldı Bu kararı benimseyen DP hükümeti de Kore'ye 4500 kişilik bir tugay gönderdi Muhalefet karara katılmakla birlikte, bu kararın TBMM'nin onayına sunulmadan doğrudan hükümetçe alınmasını eleştirdi Türkiye'nin NATO'ya üyelik için yaptığı başvuru daha önceleri reddedilmişti Kore Savaşı'na asker göndermesinin de etkisiyle 1952'de Yunanistan'la birlikte Türkiye NATO üyeliğine alındı
1953'te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı Ama, Yugoslavya'nın SSCB ile ilişkilerinin düzelmesi ve Yunanistan ile Türkiye arasında Kıbrıs sorununun ortaya çıkışı paktı işlemez hale getirdi (Balkan Paktı 1960'ta resmen sona erdi)

Balkan Paktı ile Balkanlar'da işbirliği sağlamaya çalışan Türkiye bir yandan da Ortadoğu'daki yerini sağlamlaştırmak istiyordu Bu amaçla 1955'te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan bir antlaşmayla Bağdat Paktı kuruldu Ama Irak 1958'de krallığa son veren askeri darbenin ardından Bağdat Paktı'ndan ayrıldı Adı 1959'da Merkezi Antlaşma Teşkilatı'na (CENTO) dönüşen pakt Mart 1979'da Pakistan'ın ve İran'ın ayrılması üzerine kendini feshetti
1954'te Fransız sömürgeciliğine karşı başlatılan Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında Türkiye Fransa'yı destekledi Bağımsızlıklarına yeni kavuşan Asya ve Afrika ülkelerine karşı olumsuz tavır alınması da DP hükümetinin dış politikadaki yanlışları arasında sayılmıştır

1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs İngiltere'ye bırakılmıştı İngiltere II Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs'a bağımsızlık tanımayı düşünmeye başladı Yunanistan, Kıbrıs'ı İngiltere'den resmen isterken Türkiye adanın statüsünün değişmesine karşıydı Yunanistan'la birleşmek isteyen Kıbrıslı Rumlar 1950'lerde adada bir kampanya başlattılar 1955'te Yunanistan, Türkiye ve İngiltere'nin katıldığı Londra Konferansı toplandı Türkiye bu konferansta, adanın statüsü değiş-tirilecekse Türkiye'ye verilmesi gerektiğini savundu Sonuçsuz kalan konferans Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı Ertesi yıl Kıbrıs konulu yeni toplantılar yapıldı, ama gene bir sonuç alınamadı 1957'de Birleşmiş Milletler Kıbrıs'ın "kendi kaderini tayin hakkı"nı kabul etti Türkiye ise Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan arasında paylaşılması ("taksim") tezini savunmaya başladı 1958'de Kıbrıs sorunu Birleşmiş Millet-ler'de yeniden görüşülürken Yunanistan da görüşlerini yumuşattı ve Kıbrıs'a önce özerklik, sonra da bağımsızlık verilmesini savundu
1959'da Kıbrıs'ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasını onaylayan, adanın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğüne bırakan Zürich ve Londra antlaşmaları imzalandı Ertesi yıl da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu (Kıbrıs sorununun bundan sonraki aşamaları için bak Kibris)

27 Mayıs'tan 12 Mart'a


27 Mayıs 1960'ta yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi (MBK) TBMM'yi kapattı DP' nin yöneticilerini ve milletvekillerini tutukladı MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel devlet başkanlığı ile birlikte başbakanlığı da üstlendi Feshedilen TBMM'nin yerine Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler Meclisi üyelerinden oluşan bir Kurucu Meclis kuruldu Temsilciler Meclisi'nce hazırlanıp MBK' nin onayladığı yeni anayasa 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunularak kabul edildi ve yürürlüğe girdi
27 Mayıs sonrasında ilk genel seçimler 15 Ekim 1961'de yapıldı Bu seçimlerden CHP birinci parti olarak çıktı Ama hükümeti tek başına kuracak çoğunluğu sağlayamadığı için, yeni kurulmuş olan Adalet Partisi (AP) ile bir koalisyon hükümeti oluşturmak zorunda kaldı CHP lideri İsmet İnönü başbakan oldu Mayıs 1962'de dağılan bu koalisyondan sonra İnönü, Yeni Türkiye Partisi (YTP), CKMP ve AP'den ayrılan bağımsız milletvekilleriyle yeni bir koalisyon kurdu Bu koalisyon da Aralık 1963'te dağıldı Bu kez hükümeti kurma görevi AP lideri Ragıp Gümüşpala'ya verildi, ama onun da başarısız olması üzerine İnönü bu kez bağımsızlarla üçüncü bir koalisyon hükümeti kurdu
Şubat 1962 ve Mayıs 1963'te 27 Mayıs'ı hazırlayan subaylardan biri olan Albay Talat Aydemir iki darbe girişiminde bulundu Her iki girişim de bastırıldı, Talat Aydemir ve bir arkadaşı idam edildi

1965'e kadar süren koalisyonlar döneminde dış ilişkilerde önemli gelişmeler görüldü Eylül 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ankara Antlaşması imzalandı Aynı yılın sonunda Kıbrıslı Rumlar adadaki Türkler'e saldırmaya başladılar Bu saldırılara karşı Türk savaş uçakları 25 Aralık günü Lefkoşe üzerinde uyarı uçuşları yaptı 1964'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Maka-rios'un olumsuz tavırları ve yapılan toplantıların da sorunu çözememesi üzerine Türkiye garantör devlet olarak adaya müdahalede bulunacağını bildirdi Bunun üzerine Haziran 1964'te ABD Başkanı Lyndon B Johnson, Başbakan İnönü'ye bir mektup göndererek Kıbrıs'a müdahalenin bir Türk-Yunan savaşı başlatacağını öne sürdü Türkiye Kıbrıs'a asker çıkarmaktan vazgeçmekle birlikte Ağustos 1964'te hava kuvvetleri aracılığıyla müdahalede bulunarak Rum saldırılarını geriletti

1964 sonlarında SSCB ile ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine çalışıldı ve bu ülkeyle bir kültürel değişim anlaşması imzalandı
Koalisyonlar döneminde yeniden planlı ekonomi uygulamasına başlandı 1963-67 dönemini kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında sanayide dışa bağımlılığı azaltacağı düşünülen önlemler yer alıyordu
Şubat 1965'te İnönü'nün üçüncü koalisyon hükümeti düştü ve yerine bağımsız senatör Suat Hayri Ürgüplü'nün başbakanlığında AP, YTP, CKMP ve MP'nin katıldığı yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu

Ekim 1965'te yapılan genel seçimlerde AP oyların yüzde 53'ünü alarak tek başına iktidara geldi Yeni hükümeti kurma görevi AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi Bu seçimlerde Türkiye'nin siyasal yaşamında önemli bir yenilik gerçekleşmiş ve 1961'de kurulan sosyalist eğilimli Türkiye İşçi Partisi (TİP) 15 milletvekilliği kazanmıştı Mart 1966 da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel rahatsızlığı nedeniyle görevinden ayrıldı; yerine Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi
ABD ve Avrupa'daki gençlik hareketlerinin de etkisiyle Haziran 1968'den başlayarak üniversite öğrencileri arasında bir hareketlenme görüldü Eğitimde reform istekleriyle başlayan hareketler giderek siyasal bir nitelik kazandı Sağ ve sol görüşlü öğrenci grupları çatışmaya başladılar

Şubat 1969'da ABD 6 Filo'sunun İstanbul'a gelişi sırasında iki öğrencinin ölümüyle sonuçlanan olaylar çıktı Devam eden ekonomik sıkıntılar, artan grevler ve sendikalı işçilere yönelik baskılar 15 Haziran 1970'te İstanbul'da büyük bir işçi yürüyüşü düzenlenmesine yol açtı Öğrencilerin de katıldığı yürüyüşün büyük bir toplu gösteriye dönüşmesi ve ertesi gün de devam etmesi karşısında İstanbul ve Kocaeli'de sıkıyönetim ilan edildi AP içindeki muhalif grup da partiden ayrılarak Aralık 1970'te Demokratik Parti'yi (DP) kurdu Gelişen huzursuzluk silahlı kuvvetlerin de tepkisini çekiyordu
Sonunda 12 Mart 1971'de silahlı kuvvetlerin komutanları bir muhtırayla Demirel hükümetinin istifa etmesini istediler "12 Mart Muhtırası" adıyla anılan bu muhtıra üzerine Başbakan Süleyman Demirel aynı gün istifa etti

12 Mart'tan 12 Eylül'e


12 Mart askeri müdahalesiyle 1973'e kadar sürecek bir "ara dönem" başladı 19 Mart'ta Nihat Erim başkanlığında kurulan hükümette AP ve CHP milletvekillerinden başka parlamento dışından üyeler de yer alıyordu Nisanda başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bazı illerde sıkıyönetim ilan edildi İslamcı eğilimli Milli Nizam Partisi ile TİP kapatıldı Eylülde pek çok temel hak ve özgürlüğü kısıtlayan anayasa değişiklikleri yapıldı Aralıkta Nihat Erim, bazı bakanların istifası üzerine yeni bir hükümet kurdu Dört ay süren ikinci Nihat Erim hükümetinden sonra görev Suat Hayri Ürgüplü'ye verildi Ürgüp-lü'nün başarısız olması üzerine hükümeti Mayıs 1972'de Milli Güven Partisi'nden (MGP) Ferit Melen kurdu

Mayıs ayı içinde CHP'de de önemli bir yönetim değişikliği gerçekleşti Genel Başkan inönü ile eski Genel Sekreter Bülent Ecevit arasında çıkan anlaşmazlık sonucu toplanan olağanüstü kurultayda İnönü görevinden ayrıldı; Ecevit genel başkanlığa seçildi İnönü bir süre sonra parti üyeliğinden de ayrılarak siyasal yaşamını noktaladı
Nisan 1973'te görev süresi dolan Cevdet Sunay'ın yerine emekli Oramiral Fahri Ko-rutürk cumhurbaşkanı seçildi Aynı ay AP ile Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) Naim Talû başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurdular Ilımlı bir siyasal ortamda yapılan 14 Ekim 1973 seçimlerinde düzen değişikliğini ve siyasal özgürlükleri savunan CHP 185 milletvekiliyle birinci parti durumuna geldi Ama tek başına hükümet kuramadığı için İslamcı görüşleri savunan Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmak zorunda kaldı Koalisyon ortakları arasında, çıkarılması söz konusu olan af yasası gibi konularda derin görüş ayrılıkları bulunuyordu

15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesini savunan EOKA örgütü liderlerinden Nikos Sampson bir askeri darbeyle Makarios'u devirdi Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ı bir şeyler yapılması konusunda uyardıysa da bir sonuç elde edemedi Sonunda 20 Temmuz günü garantör devlet sıfatıyla adaya çıkarma yaptı 16 Ağustos'ta tamamlanan harekât sonunda adanın kuzeyinde Türkler'in çoğunlukta olduğu bölge denetim altına alındı Harekâtın ardından ABD Türkiye'ye yaptığı askeri yardımı kesti ve silah ambargosu uygulamaya başladı Buna karşılık Türkiye de ABD üsleriyle ilgili antlaşmaları tek taraflı olarak askıya aldı; Temmuz 1975'te de NATO'ya bağlı İncirlik üssü dışındaki bütün ABD üslerinin devralınmasına karar verildi CHP-MSP koalisyonu içindeki anlaşmazlıklar harekât sonrasında iyice artmıştı Eylül 1974'te Başbakan Ecevit istifa etti Başbakanlığa getirilen Demirel'in de hükümeti kurmayı başaramaması ve CHP'nin erken seçim önerisinin öteki partilerce kabul edilmemesi üzerine, Cumhurbaşkanı Korutürk Cumhuriyet Senatosu üyesi Sadi Irmak'ı başbakanlığa atadı Irmak'ın kurduğu "partilerüstü" hükümet güvenoyu alamadığı halde, başka bir hükümet kurulamadığı için Mart 1975'e kadar görevini sürdürdü 31 Mart'ta AP, MSP, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve CGP'nin katıldığı, bu sırada DP'den ayrılan bir grup milletvekilinin de desteklediği, Süleyman Demirel başkanlığındaki "I Milliyetçi Cephe hükümeti" kuruldu
I Milliyetçi Cephe dönemi döviz sıkıntısı ve sürekli enflasyonun getirdiği toplumsal huzursuzluklar yanında sağ sol çatışmalarının tırmandığı ve şiddet olaylarının artmaya başladığı bir dönem oldu Dış politika alanında ise, Yunanistan'ın Ege hava sahasında ve Ege Denizi'nde denetimi eline almak istemesi Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin artarak devam etmesine yol açtı (bak Ege Sorunu) Buna karşılık Arap ülkeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile daha olumlu ilişkiler kuruldu

Toplumsal huzursuzlukların yükselişi ve sağ sol çatışmalarının artması karşısında hükümet "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"ni kurmaya çalıştıysa da, CHP'nin ve işçi sendikalarının direnişi karşısında bunu başaramadı 1 Mayıs 1977'de işçi bayramını kutlamak için İstanbul'da Taksim alanında toplananlara ateş açılması sonucu çıkan kargaşada 30'dan fazla insan öldü Suçluların belirlenememesi hükümetin durumunu sarstı ve mecliste erken seçim kararı alındı

5 Haziran 1977'de yapılan seçimlerde CHP oylarını ve milletvekili sayısını artırdı Ne var ki, tek başına hükümet kuramıyordu CHP' nin kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamayınca temmuzda AP, MSP ve MHP'nin katıldığı "II Milliyetçi Cephe hükümeti" kuruldu Kısa bir süre sonra bu koalisyona karşı çıkan bir grup milletvekili AP'den ayrıldı ve CHP ile anlaşarak Aralık 1977'de hükümetin düşürülmesine yardımcı oldu CHP'nin kurduğu yeni hükümette bu milletvekilleriyle birlikte DP ve CGP'den de bakanlar yer alıyordu
II Milliyetçi Cephe hükümetinin düşüşünü hızlandıran şiddet olayları ve siyasal cinayetler CHP hükümeti döneminde de devam etti Nisan 1978'de Malatya'da, aralıkta da Kahramanmaraş'ta mezhep ayrılığı gerekçesiyle çıkarılan olaylarda 100'den fazla insan öldü; olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi 1979 sonlarında yapılan ara seçimlerde beş milletvekilliğini de AP'nin kazanması üzerine Ecevit başbakanlıktan ayrıldı Kasım 1979'da Demirel, MSP ve MHP'nin dışarıdan desteklediği bir AP hükümeti kurdu

Yeni hükümet döneminde de toplumsal çalkantıların önü alınamadı Fatsa ve Çorum' da da Malatya ve Kahramanmaraş'takilere benzer olaylar çıktı Aralık 1979'un son günlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e CHP ve AP'nin ülkeyi birlikte yöneterek sorunlara çözüm getirmesini öneren bir uyarı mektubu verdiler Ancak iki parti de bu uyarıya ilgisiz kaldı

Ocak 1980'de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) önerisiyle "24 Ocak Kararlan" uygulamaya kondu; bu kararlar uyarınca devalüasyon yapıldı ve dışsatımın artırılması için önlemler alındı
6 Nisan 1980'de görev süresi dolacak olan Korutürk'ün yerine yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerekiyordu Ama, bu süre dolduğu sırada cumhurbaşkanı hâlâ seçilememişti Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil cumhurbaşkanına vekâlet etmeye başladı Hiçbir adayın cumhurbaşkanı olmaya yetecek oyu alamadığı, siyasal bunalımın yoğunlaştığı bu dönemde şiddet olayları da artış gösteriyordu Sonunda 12 Eylül 1980 günü silahlı kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koydu

12 Eylülden Bugüne

12 Eylül harekâtını gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi (MGK), Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşuyordu Devlet başkanlığını da Evren'e veren MGK ilk olarak TBMM'yi ve hükümeti feshetti, parlamento üyelerinin dokunulmazlığını kaldırdı Bütün ülkede sıkıyönetim ilan edilerek siyasal partilerin, sendikaların ve derneklerin çalışmaları durduruldu Parti başkanları gözetim altına alındı; bunu bazı milletvekilleri ile parti, sendika ve derneklerin bazı yönetici ve üyelerinin gözaltına alınması izledi
Kısa bir süre sonra eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Bülend Ulusu başkanlığında bir hükümet kuruldu Son AP hükümetinde başbakanlık müsteşarlığı yapan ve 24 Ocak Kararlan'nı hazırlayan Turgut Özal bu hükümette başbakan yardımcılığına getirildi

Ekim 1981'de bütün siyasal partiler feshedildi Ardından MGK ile atama yoluyla gelen üyelerin yer aldığı Danışma Meclisi'nden oluşan bir Kurucu Meclis çalışmalara başladı Kurucu Meclis anayasa, siyasal partiler yasası ve seçim yasası gibi temel yasaları hazırlayacaktı Hazırlanan anayasa MGK'nin de onayından geçtikten sonra Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu Oylama öncesi anayasa aleyhinde görüş belirtmek yasaklanmıştı Anayasa yüzde 91,2 evet oyuyla kabul edildi; aynı oylamada MGK ve Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı da kabul edildi
Yeni anayasa uyannca, MGK'nin görevi seçimler yapılıp TBMM toplanmcaya kadar sürecekti; bundan sonra ise MGK altı yıllık bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ni oluşturacaktı Anayasadaki geçici maddelerle, kapatılan siyasal partilerin yöneticilerinin 10 yıl, parlamenterlerinin ise beş yıl süreyle yeni partiler kurmaları ve kurulacak partilere üye olmaları yasaklandı Başka bir geçici maddeyle de MGK ve Danışma Meclisi ile 12 Eylül 1980'den TBMM'nin açılacağı tarihe kadar görev yapacak olan hükümetlerin çalışmaları her türlü soruşturma kapsamı dışında tutuluyordu
Nisan 1983'te Siyasal Partiler Kanunu, haziran ayında ise Seçim Kanunu kabul edildi Bu yasalara göre MGK yeni partilerin kurucuları ve milletvekili adayları içinden uygun bulmadıklarını veto edebilecekti

Mayıs 1983'te kurulan ilk parti emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi'ydi (MDP) "12 Eylül ruh ve felsefesinin devamı" olduğunu belirten bu partinin kurucularından çoğu emekli general ve Danışma Meclisi üyesiydi İkinci parti, Bülend Ulusu hükümetindeki görevinden Temmuz 1982'de istifa eden Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) oldu Bu partide milliyetçi, sosyal demokrat,
İslamcı ve sağ eğilimli eski ve yeni siyasetçiler yer alıyordu Bülend Ulusu döneminde başbakanlık müsteşarlığı yapmış olan Necdet Calp'ın kurduğu Halkçı Parti (HP) ise eski CHP'lilerin ağırlıkta olduğu bir partiydi Eski AP'lilerin emekli Orgeneral Ali Fethi Esener başkanlığında kurdukları Büyük Türkiye Partisi (BTP) AP'nin devamı olduğu gerekçesiyle MGK tarafından kapatıldı Bir süre sonra gene AP çizgisinde yer alan Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu Yıldırım Avcı'nın başkanlığındaki bu partiyi İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'nün başkanlığında kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) izledi
Yeni yasaya göre 400 milletvekilinin seçileceği genel seçimlerde oy vermek yasayla zorunlu kılınmıştı 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere, birkaç kez veto edildikleri için yeterli kurucu sayısını tamamlayamayan SODEP ve DYP katılamadı Katılan üç partiden ANAP 212, HP 117, MDP ise 71 milletvekilliği kazandı 12 Eylül sonrasının seçimle işbaşına gelecek ilk hükümetini kurma görevi ANAP Genel Başkanı Turgut Özal'a verildi Hükümet kurulacağı sırada Kıbrıs'ta önemli bir gelişme oldu Kuzey Kıbrıs'ta 1974'teki askeri müdahale sonrası kurulmuş olan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) 15 Kasım günü bağımsızlığını ilan ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adını aldı Türkiye bu yeni Türk devletini hemen tanıdı
Aralık ayında kurulan Özal hükümetinin programında ekonomide özel sektörün payının artırılacağı, dışsatımı yükseltecek önlemlerin alınacağı ve enflasyonun azaltılacağı belirtiliyordu

6 Kasım seçimlerine katılamayan SODEP seçim sonrası güçlenmeye başladı Parti genel başkanlığı MGK tarafından veto edilen Erdal İnönü yeniden başkanlığa seçildi 24 Mart 1984'te yapılan erken yerel seçimlere SODEP ve DYP de katıldı Bu seçimlerde oyların yüzde 41,5'ini alan ANAP üç büyük ilde ve belediyelerin büyük çoğunluğunda başkanlıkları kazandı SODEP de HP'den daha çok oy topladı

12 Eylül'den sonra Türkiye ile ilişkilerini askıya almış olan Avrupa Konseyi, ülkede parlamenter demokrasiye dönülüşünün ardından Türk temsilcileri konseyin Danışma Mec-lisi'ne kabul etti ABD ile bir süre önce yeniden başlatılan yakın ilişkiler sürdürüldü İran-Irak Savaşı'nda tarafsız kalmayı seçen Türkiye iki ülkeyle de ticaretini geliştirdi
Kasım 1985'te HP ile SODEP birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldı Sosyal demokratların bir bölümü SHP'ye katılmayı reddederek Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit başkanlığında Demokratik Sol Parti'yi (DSP) kurdular Gücünü iyice yitiren MDP Mayıs 1986'daki kongresinde kendisini feshetti Bu partinin milletvekillerinden bir bölümü Mehmet Yazar başkanlığındaki Hür Demokrat Parti'yi (HDP) kurdu Eylül 1986'da yapılan ara seçimlerden başarısız çıkan HDP, ANAP'a katıldı

Eylül 1987'de eski siyasetçilere konan yasakların kaldırılmasını öngören bir anayasa değişikliği halkoyuna sunuldu Halkoylaması yasakların kaldırılması yönünde sonuçlandı; aynı oylamada milletvekili sayısı da 400'den yeniden 450'ye çıkarıldı Yasakları kaldırılan eski siyasetçilerden Bülent Ecevit DSP'nin, Süleyman Demirel DYP'nin, Alparslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin (MÇP) Necmettin Erbakan da Refah Partisi'nin (RP) genel başkanlığına getirildiler

Kasım 1987'de yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve 12 Eylül'de kapatılmış olan TİP'in Genel Sekreteri Nihat Sargın yurda döndüler ve tutuklandılar (Kutlu ve Sargın iki yıldan fazla tutuklu kaldıktan sonra 1990'da serbest bırakıldılar Bir süre sonra da yasal bir komünist partinin kurulmasını engelleyen yasa maddelerinin henüz kalkmamış olmasına karşın, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin resmen kurulduğunu açıkladılar)

Kasım 1987'de yapılan erken seçimlerde ANAP oyların ancak yüzde 36,3'ünü almasına karşın, seçim sisteminin yardımıyla 292 milletvekili çıkararak meclisteki çoğunluğunu korudu SHP ve DYP dışındaki partiler ise hiç milletvekilliği kazanamadı
Ocak 1988'de Başbakan Özal İsviçre'nin Davos kentinde Yunanistan Başbakanı An-dreas Papandreu ile görüştü Bu görüşmede alınan kararlar Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu gelişmelere yol açtı ABD ile Türkiye arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) Şubat 1988'de, 1990'a kadar uzatıldı Ertesi ay Almanya Federal Cum-huriyeti'nden NATO çerçevesinde 347 milyon dolarlık askeri yardım sağlandı 1988'de Türkiye'de demokratikleşme konulu tartışmalar da devam etti Şubat ve ağustosta Avrupa Konseyi ile BM'nin işkence konusundaki sözleşmeleri Türkiye tarafından onaylandı Ama Türk Ceza Kanunu'nun örgütlenmeyi ve düşünce özgürlüğünü sınırlayan 141 142 ve 163 maddelerinin tartışılması sürdü
Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde SHP başta üç büyük kent olmak üzere pek çok il merkezinde belediye başkanlıklarını kazandı DYP ikinci durumdaydı ANAP ise elindeki belediye başkanlıklarının çoğunu kaybetti İl genel seçimlerinde de sıralama aynı oldu Muhalefet partileri bu sonucun ANAP'ın iktidardan düştüğü anlamına geldiğini savunarak erken seçime gidilmesini ve cumhurbaşkanlığı seçiminin de yeni TBMM'de yapılmasını istediler

Bulgaristan'daki Türkler üzerinde bir süredir devam eden baskılar 1984'ten başlayarak yoğunlaştı Ülkede Türk olmadığı ileri sürülüyor, Müslüman Bulgarlar olduğu söylenen Türkler'in adları değiştiriliyordu Türk hükümetinin Bulgar hükümetine bir göç anlaşmasını da kapsayan görüşme önerilerinde bulunması sonucu Bulgar hükümeti Türkler'i Türkiye'ye gönderebileceğini açıkladı Türk hükümetinin bunu onaylayan açıklamasından sonra iki ay içinde 300 bin Türk Türkiye'ye göç etti Bu sayının artacağını ve çözümün güçleşeceğini gören hükümet 22 Ağustos 1989'da bir karar alarak Bulgaristan'dan vizesiz gelecek olanların ülkeye girişlerini yasakladı
31 Ekim 1989'da Başbakan Turgut Özal Türkiye'nin sekizinci cumhurbaşkanı seçildi Turgut Özal görevi devraldığı 9 Kasım günü başbakanlığa TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut'u atadı Birkaç gün sonra toplanan ANAP I Olağanüstü Kongresi'nde Turgut Özal'dan boşalan genel başkanlığa Yıldırım Akbulut getirildi

1980 öncesinde pek çok eylem gerçekleştiren ayrılıkçı bir örgüt olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 1984'ten başlayarak Güneydoğu Anadolu'daki eylemlerini yoğunlaştırdı Bazı PKK'lıların Irak'a kaçtıkları saptanınca Irak hükümetinden izin alınarak askeri operasyonlar Irak'ta da sürdürüldü ve Mart 1987'de bu ülkedeki PKK kampları bombalandı Ardından Güneydoğu Anadolu'da Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Asayiş Jandarma Kolordusu oluşturuldu İran-Irak Savaşı'mn ateşkesle sona erdirilmesinden sonra Ağustos 1988'de Irak yönetimi ülkenin kuzeyindeki Kürtler'e karşı toplu imha harekâtına girişti Kaçan Kürt savaşçılar (peşmergeler) ve aileleri Türkiye'ye sığındılar PKK eylemlerinin artış göstermesi üzerine Nisan 1990'da iki kararname çıkarıldı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'ne ve İçişleri Bakanlığı'na geniş yetkiler tanıyan bu yasa gücünde kararnamelere göre bölgede ve bütün ülkede yayın yasağı konabilecek ve bölgede kalması sakıncalı görülen kişiler bölge dışına çıkarılabilecekti Kararname Aralık 1990'da yumuşatıldı Bu kararnamelerle Batman ve Şırnak da il oldu; böylece 1989'da Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale illerinin kurulmasıyla 71'e çıkan il sayısı 73'e yükseldi

Irak'ın Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesiyle Basra Körfezi'nde yeni bir sorun ortaya çıktı Türkiye bu olay karşısında BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a ekonomik ambargo kararını destekledi ve Irak petrolünü Yumurtalık'a taşıyan boruhattını kapattı Ocak 1991'de çıkan savaş sırasında Türkiye ABD ile müttefiki olan ülkelerin yanında yer aldı İncirlik üssünün ABD tarafından Irak'a karşı hava saldırılarında kullanılmasına izin verildi Hükümetin bu tutumu özellikle muhalefet partileri tarafından yoğun biçimde eleştirildi

Körfez Savaşı'nda Irak'ın uğradığı yenilgiden sonra kuzeyde patlak veren Kürt ayaklanması kısa sürede bastırıldı ve yüz binlerce Iraklı Kürt Türkiye ve İran sınırına doğru kaçmaya başladı Türkiye bunun üzerine Kürt sığınmacılara sınırda yardım edilmesini, yardıma müttefik ülkelerin de katılmasını ve sığınmacıların ülkelerine dönmelerini sağlayacak koşulların oluşturulmasını öngören bir politika benimsedi Böylece Kuzey Irak'ta Irak askerlerinden arındırılmış güvenli bir bölge oluşturulurken, "Çekiç Güç" olarak adlandırılan caydırıcı müttefik hava birliğinin İncirlik ve Batman üslerini kullanmasına izin verildi

Bir durgunluk döneminin ardından 1990'da hızlanan ekonomik büyümeye döviz gelirlerinde de önemli bir artış eşlik etti Bu gelişme fiyat artışlarını körüklerken, Körfez Bunalımı'nın petrol fiyatlarını yükseltmesi dış ticaret açığının büyümesine yol açtı Ücret artışı için girişilen yaygın grevler 1991'in ilk aylarında işçilere önemli kazançlar sağlayan anlaşmalarla sonuçlandı

Türkiye'deki siyasal partilerde yeniden yapılanma sancıları sürdü Soysal demokrat Halkçı Parti'den (SHP) ayrılan bir grup milletvekili Haziran 1990da Halkın Emek Partisi (HEP) adıyla yeni bir parti kurdu Doğru Yol Partisi (DYP) Kasım 1990'daki kongre sonunda yönetim kadrolarında yenilenme beklentilerini karşılamaya yönelik değişiklikler yaptı Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı olmasından sonra iç çekişmelerin öne çıktığı Anavatan Partisi (ANAP) Haziran 1991'de genel başkanlık mücadelesine sahne oldu Yıldırım Akbulut hükümetindeki dışişleri bakanlığı görevinden istifa eden Mesut Yılmaz liberal kanadın desteğiyle genel başkanlığa seçildi ve bir hafta sonra başbakan olarak yeni hükümeti kurdu

Bu arada TBMM'nin Nisan 1991 'de kabul ettiği Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde liberalleşme yönünde önemli adımlar atıldı Bu adımlar Türk Ceza Kanunu'ndan propaganda ve Örgütlenme yasaklarıyla ilgili 141, 142 ve 163 maddelerin çıkarılması, Kürtçe kullanımını yasaklayan 2932 sayılı yasanın yürürlükten kaldırılması ve şartlı tahliye sürelerini kısaltma yoluyla cezaevlerindeki hükümlülerin önemli bir bölümünün serbest bırakılmasıydı Bir tür af gibi sunulan son düzenlemeyle ilk anda cezaevlerindeki 46 bin kişiden 20 bini salıverildi Bunlardan 700'ü siyasi suçlardan ya da terör suçlarından hüküm giymiş olanlardı Solcu hükümlülerin serbest bırakılmasını kısıtlayıcı koşullara bağlayan maddelerden birinin Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmesiyle bin kadar mahkûm daha özgürlüğüne kavuştu

Yeni hükümetin kurulduğu sıralarda yapılan kamuoyu yoklamaları iktidar partisinin desteğinin düştüğünü gösteriyordu Gerek iktidar değişikliğini bir an önce isteyen muhalefetin baskısı, gerekse ileriyi görmek isteyen iş çevrelerinin baskısı Yılmaz hükümetini genel seçimleri bir yıl öne almak zorunda bıraktı

20 Ekim 1991'de yapılan erken genel seçimlerde hiçbir parti tek başına salt çoğunluğu elde edemedi DYP toplam oyların yüzde 27,03'ünü alarak 178 milletvekiliyle seçimlerden birinci parti olarak çıktı Eski iktidar partisi ANAP yüzde 24 oy oranı ve 115 milletvekiliyle ikinci, SHP yüzde 20,75 oy oranı ve 88 milletvekiliyle üçüncü, Refah Partisi (RP) yüzde 16,88 oy oranı ve 62 milletvekiliyle dördüncü, Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 10,75 oy oranı ve 7 milletvekiliyle beşinci sırayı aldı Toplam oyların yüzde 0,44'ünü alan Sosyalist Parti (SP) parlamentoya temsilci sokamadı Seçim sonrasında Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) kökenli 19 milletvekili RP ittifakından ayrılarak Alpaslan Türkeş'in genel başkanlığında eski partilerine döndüler
Yeni seçilen TBMM 14 Kasım 1991'de yemin töreni için toplandı DYP başkan yardımcılarından Hüsamettin Cindoruk meclis başkanlığına seçildi Cumhurbaşkanı Özal'ın 7 Kasım'da yeni hükümeti kurmakla görevlendirdiği DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, 19 Kasım'da SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'yle bir koalisyon protokolü imzaladı Ertesi gün atanan yeni hükümette Başbakan Süleyman Demirel'in yanı sıra DYP'li 20 bakan yer aldı Kabineye SHP'den, başbakan yardımcısı ve devlet bakanı olan Erdal İnönü'yle birlikte 12 bakan girdi

Demokratikleşme ve istikrarlı ekonomik büyüme hedeflerini öngören koalisyon hükümetinin programı 30 Kasım'da 164'e karşı 280 oyla TBMM tarafından onaylandı Demirel ve İnönü 6-8 Aralık'ta Güneydoğu Anadolu'da bir geziye çıktılar Demirel gezi sırasında "Kürt realitesinin tanındığını" dile getirdi

SSCB'nin dağılması dış politikada yeni bir canlanmayı getirdi Cumhurbaşkanı Özal Moskova ve öteki bazı başkentleri ziyaret etti; bu ziyaretlerde eski Sovyet cumhuriyetleriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzalandı Azerbaycan'ın 9 Kasım'da bağımsız bir devlet olarak tanınması Yılmaz hükümetinin son uygulamalarından biri oldu Daha sonra DYP-SHP koalisyon hükümeti bütün eski Sovyet cumhuriyetlerini tanıdı Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kırgızistan cumhurbaşkanları Türkiye'ye gelerek işbirliğine yönelik çerçeve anlaşmalar imzaladılar

Demirel'in başkanlığındaki DYP-SHP koalisyon hükümeti 1992'de demokratikleşme konusunda, ayrıca Güneydoğu'daki PKK terörü ve İstanbul gibi büyük kentlerdeki ideolojik temelli terörle mücadelede sınırlı bir ilerleme sağladı Ama ekonomik sorunların çözümünde, Kamu İktisadi Teşekkülleri'nin (KİT) özelleştirilmesinde kararlı ve cesur adımlar atmayı başaramadı Enflasyon sınırlı bir ölçüde dizginlenebildi ve yeniden durgunluğa giren ekonomiyi canlandırma çabaları ancak bir yıl sonra bazı sonuçlar verdi Kısacası hükümet programında vaat edilenleri gerçekleştirmek için Demirel'in istediği 500 günlük süre dolduğunda, beklentiler düzeyinde bir başarı elde edilememişti Bununla birlikte koalisyon bir bakan değişikliği dışında pek sarsılmadan ayakta kaldı SHP'nin TBMM'de güç yitirmesine karşın, hükümet parlamentodaki çoğunluğunu korudu DYP dışında bütün partilerde yaşanan bölünmeler muhalefetin etkisini azaltarak hükümetin durumunu güçlendirdi Koalisyon partilerinin Özal'ı cumhurbaşkanlığından indirme planını uygulayamaması, yürütmede belirli çatışma ve sıkıntılar yarattı Yetkilerinin sınırlandırılması girişimlerine karşı başkanlık sistemine yakın bir modeli savunan Özal, ANAP üzerindeki etkisinin zayıflamasından sonra hükümetle daha uyumlu bir çizgiye yöneldi

Koalisyon hükümeti dış politikada genel olarak Türkiye'nin karışık bir bölgede bir barış ve istikrar unsuru olması yönünde çalıştı Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Kara-, bağ sorununun barışçıl çözümü için çaba harcadı Ermenistan'ı ılımlı bir çizgiye çekmek için bu ülkeye 100 bin ton buğday gönderdi ve belirli geçiş kolaylıkları sağladı Ama Azerbaycan'ın itirazı karşısında Ermenistan'a elektrik satma kararını erteledi Hükümetin bölgedeki çabalarının iki ana ekseni vardı Birincisi Türk cumhuriyetleriyle sağlam bağlar oluşturmak, ikincisiyse Kafkasya ve Balkanlar'ı kapsamak üzere Karadeniz havzasında bir işbirliği mekanizması kurmaktı Bölgesel işbirliği planının batı kanadını oluşturan Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin (KİE) temeli İstanbul'da Haziran 1992'de yapılan zirve toplantısında atıldı Toplantıya Türkiye'den başka Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Ukrayna ve Yunanistan katıldı

Eski Yugoslav cumhuriyetlerinin tümünün bağımsızlığını tanıyan Türkiye, Sırplar'ın Bosna-Hersek'e karşı başlattığı kanlı savaşı sona erdirmek için uluslararası kuruluşları, müttefiklerini ve temasta olduğu bütün devletleri seferber etmeye çalıştı Ayrıca İstanbul'da Yunanistan ve Sırbistan'ın katılmadığı bir Bakan konferansı düzenledi Ama havadan askeri müdahalede bulunulması ve Bosna-Hersek'e karşı silah ambargosu uygulanmaması konusundaki önerilerini benimsetemedi

Kıbrıs sorunun çözümü için BM Güvenlik Konseyi'nin Nisan 1992'de onayladığı 750 sayılı karar çerçevesinde Denktaş ve Vasiliu New York'ta bir araya geldiler Türk hükümetince de desteklenen bu görüşmelerden bir sonuç alınamadı Haziran 1993'e gelindiğinde Kıbrıs sorunu hâlâ çözüm yoluna girmiş olmaktan uzaktı
Kasım 1992'de Brüksel'de toplanan Türkiye -Avrupa Topluluğu (AT) Ortaklık Konseyi'nde belirli ilerlemeler sağlandı Türkiye 1995'in sonunda AT ile gümrük birliğini gerçekleştirme kararını yineledi Ayrıca AT'nin savunma kanadını oluşturması düşünülen Batı Avrupa Birliği'nin (BAB) ortak üyesi oldu Öte yandan ABD başkanlığına seçilen Bili Clinton'ın yönetimi ele alması beklenirken, BM müdahalesi çerçevesinde Somali'ye asker gönderildi Mart 1993'te Türk generali Çevik Bir Somali'deki askeri yardım operasyonunu yürüten birliklerin komutanı olarak Amerikalı generalden görevi devraldı
Mart 1992'deki Nevruz eylemleri sırasında Güneydoğu Anadolu'da göstericilerle güvenlik kuvvetleri arasında çıkan çatışmalarda 34 sivil, iki polis ve bir jandarma öldü Bu gelişme üzerine SHP listelerinden milletvekili seçilmiş olan eski HEP'lilerin büyük bölümü partilerine döndüler Kürt sorununun barışçı ve siyasal çözümü için mücadele ettiğini söyleyen HEP hakkında daha sonra kapatma istemiyle dava açıldı

12 Eylül rejiminin partileri kapatma kararını yürürlükten kaldıran yeni yasa SHP'de ikinci bir bölünmeye yol açtı Eski Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) Eylül 1992'de toplanan delegeleri CHP'nin devamına karar verdiler Genel başkanlığa Deniz Baykal seçildi Baykal ve arkadaşları SHP'den ayrılarak TBMM'nde 21 üyeli CHP grubunu oluşturdular
Olağanüstü halin uygulandığı Güneydoğu'daki çatışmalar 1992 boyunca sürdü Kürtler'in varlığını tanıyan koalisyon hükümeti yeni yasal düzenlemelerle sorunu siyasal düzeyde çözmeyi başaramadı Nevruz olaylarından sonra en büyük çatışma 18 Ağustos'ta Şırnak'ta meydana geldi Hükümet binalarına açılan ateşe güvenlik güçleri cevap verince kent büyük hasara uğradı Halk kent dışına göç etti Demi-rel 24 Ağustos'ta yaptığı açıklamada hükümetin ilk dokuz ayında ülkede 4050 terör olayı gerçekleştiğini, 375 güvenlik görevlisi, 452 sivil ve 644 teröristin öldüğünü belirtti

Kuzey Irak'ta kurulmuş olan Kürt özerk yönetimi Ekim 1992'de sınırdaki PKK kamplarını denetim altına almaya yönelik bir harekât başlattı Ardından Türk silahlı kuvvetlerinin giriştiği geniş çaplı sınır ötesi harekât sırasında büyük kayba uğrayan PKK, güçlerini güneye çekerek Kürt yönetimiyle anlaşmaya vardı Böylece Irak sınırında güvenliği sağlama amacına büyük ölçüde ulaşıldı Öte yandan diplomatik girişimlerle gerek Suriye topraklarında, gerekse Suriye denetimindeki Lübnan topraklarında PKK'ya sağlanan kolaylıklar kısıtlandı
Güneydoğu'daki terör ortamı 1992'de "Hizbullah" denen dinci örgütçe girişilen eylemlerin ve "faili meçhul" cinayetlerin tırmanmasıyla yeni bir boyut kazandı Kürt milliyetçisi olarak tanınan bazı solcuların, bu arada yerel gazetecilerin öldürüldüğü olaylar aydınlanamadı Bu arada ideolojik terör olayları da sürdü Aralarında emekli subayların, üst düzey emniyet görevlilerinin de bulunduğu birçok kişi siyasal cinayetlere hedef oldu Buna karşılık pek çok örgüt evi basıldı, sol militanlar öldürüldü 24 Ocak 1993'te Cumhuriyet gazetesi köşe yazan Uğur Mumcu bombalı bir suikast sonucunda Ankara'daki evinin önünde parçalanarak öldü Olayı İslamcı bir örgüt üstlendi; suikastın İran bağlantısı olduğu ileri sürüldü Büyük bir katılımla düzenlenen cenaze töreni laiklik yanlısı bir kitle gösterisine dönüştü

Kasım 1992'de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda (CMUK) değişiklikler yapan bir tasan TBMM'den geçti Böylece sanıkların yargıç önüne çıkarılmadan 24 saatten fazla gözaltında tutulmaması ve sorguları sırasında avukatlarının bulunması ilkesi benimsendi Ama devlet güvenliğine karşı, olağanüstü hal bölgesinde ve toplu olarak işlenen suçlardan sanık olanlar için ayrı koşullar getirildi
Mart 1993'te gerginlik içinde beklenen Nevruz'dan önce PKK lideri Abdullah Öcalan basın aracılığıyla, ateşkes istediğini ve sorunun artık siyasal yollardan çözülmesi gerektiği masajını iletti Hükümet görüşme masasına oturmayacağını açıkça belirtmekle birlikte, mesajı temkinli bir yaklaşımla değerlendirildi Üst düzey yetkililerin katıldığı bir zirve toplantısında yatırımların hızlandmlması, olağanüstü halin kaldırılması ve pişmanlık duyan militanlarla ilgili yasanın genişletilmesi gibi bir dizi önlem ele alındı Daha sonra PKK'nın ateşkesi süresiz uzatmasıyla ortaya çıkan barışçı çözüm umudu 24 Mayıs'ta PKK militanlarının düzenlediği bir saldırı ve bunu izleyen geniş çaplı operasyonlarla sarsıldı

Türkiye'nin 1980 sonrasında yaşadığı değişikliklere damgasını vuran Cumhurbaşkanı
Turgut Özal 17 Nisan'da geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldü Bu beklenmedik gelişme siyasal yaşamda yeni dengelerin oluşmasını zorunlu kılan bir dönemi açtı Özal Ankara ve İstanbul'daki kitlesel cenaze törenlerinden sonra İstanbul'da, eski başbakanlardan Adnan Menderes'in bulunduğu anıtmezarın yakınında toprağa verildi
Özal'dan boşalan cumhurbaşkanlığı makamı için en güçlü aday olarak hemen gündeme gelen Başbakan Süleyman Demirel, koalisyon ortağı SHP'nin desteğiyle 16 Mayıs'taki dördüncü turda 244 oy alarak dokuzuncu cumhurbaşkanı seçildi DYP'nin 13 Haziran'daki olağanüstü kongresinde genel başkanlığa seçilen Tansu Çiller yeni başbakan oldu

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla